Sessizliğin Dili, Yokluğun Varlığı
Bazı şiirler vardır ki, onlar sadece kelimelerden ibaret değildir; ruhun derinliklerinde saklı sırların, varoluşun en kadim sorularının, aşkın en yüce hallerinin tezahürüdür. Ahmed Arif'in "Suskun" şiiri, işte böyle bir şiirdir. Suskunluk, bu şiirde sadece bir sessizlik hali değil, varoluşun en derin çığlığıdır. Tıpkı Wittgenstein'ın "Üzerine konuşulamayan şey hakkında susmalı" sözünde olduğu gibi, Ahmed Arif de susarak konuşur, suskunluğu bir dil haline getirir.
Sus, kimseler duymasın / Duymasın ölürüm ha...
şiir bu ontolojik tehditle başlar. Ölüm, burada fiziksel bir son değil, varoluşsal bir yok oluştur. Sevgiliye fısıldanan bu sözler, aslında evrenin kendisine yöneltilmiş bir yakarıştır. Çünkü gerçek aşk, ifşa edildiğinde büyüsünü yitirir; tıpkı kuantum fiziğindeki gözlemci etkisi gibi, bakıldığında değişir, dönüşür, belki de yok olur.
Yeşil: Umudun, Oluşun ve Yeniden Doğuşun Rengi
Aydım yarı gecede / Yeşil bir yağmur sonra...
Aydınlanma, en karanlık anda gerçekleşir. Bu, mistik geleneklerin "karanlık gece" (dark night of the soul) kavramını anımsatır. Ama bu aydınlanma sıradan bir aydınlanma değildir; "yeşil bir yağmur" sonrasında gelir. Yeşil yağmur, doğa yasalarına aykırı, sürreal bir imgedir. Belki de şair, gerçekliğin ötesinde bir hakikate işaret eder. Yeşil, İslam mistisizminde Hz. Hızır'ın rengidir; ölümsüzlüğün, sonsuz bilgeliğin simgesidir.
Yağıyor yeşil
fiil ve sıfatın bu alışılmadık birlikteliği, dilin sınırlarını zorlar. Yeşil artık sadece bir renk değil, bir eylemdir, bir oluş halidir. Heidegger'in "Dasein" (orada-varlık) kavramında olduğu gibi, varlık ve eylem iç içe geçmiştir.
Evrensel Müzik: Stradivarius'un Metafizik Senfonisi
En uzak, o adsız ve kimselersiz, / O yitik yıldızda duyuyor musun? / Bir stradivarius inler kendi kendine
Bu dizeler, aşkın evrensel boyutunu ortaya koyar. Stradivarius, mükemmelliğin simgesidir; ama bu mükemmel enstrüman "kendi kendine" inler. Bu, Schopenhauer'in "irade" kavramını anımsatır: Evren, kendi içinde, kendi için çalan bir müziktir.
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil
Müziğin maddi unsurları bile yeşillenmiştir. Bu, madde ve ruhun birleştiği, Spinoza'nın panteizmini andıran bir bütünlüktür.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Sahiplik ve ait olma arasındaki diyalektik, aşkın paradoksunu ortaya koyar. Sevmek, hem sahip olmak hem de teslim olmaktır.
Ölümsüz, güzel ve çetin
Bu üçleme, Platon'un hakikat, güzellik ve iyilik üçlemesini anımsatır. Ama Ahmed Arif, iyiliğin yerine çetinliği koyar; çünkü gerçek aşk kolay değildir, acıyla yoğrulmuştur.
Rüya ve Gerçek: Varoluşun İkili Doğası
Rüya, bütün çektiğimiz. / Rüya kahrım, rüya zindan
Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesini tersine çeviren bir yaklaşım bu. Belki de "Rüya görüyorum, öyleyse acı çekiyorum" demeliyiz. Çin filozofu Zhuangzi'nin kelebek rüyası gibi: Zhuangzi mi kelebek olduğunu rüya görüyor, yoksa kelebek mi Zhuangzi olduğunu?
Nasıl da yılları buldu, / Bir mısra boyu maceram...
Zaman ve mekânın göreceliği, Einstein'ın izafiyet teorisini şiirsel dille ifade eder. Bir ömür bir mısraya, bir mısra bir ömre sığar. Bu, Borges'in "Aleph"ini andırır: Bir noktada tüm evrenin görülebildiği o mistik an.
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, / Bilmezler nasıl sevdik"
Bilinmezlik, aşkın özüdür. Wittgenstein'ın "Özel dil" argümanının tersine, burada aşk tamamen özel, aktarılamaz bir deneyimdir.
İki yitik hasret, / İki parça can
Jung'un "anima" ve "animus" kavramları gelir akla; ruhun iki yarısının ebedi arayışı.
Doğanın Ağıtı: Panteist Bir Yaklaşım
Çatladı yüreği çakmaktaşının
Cansız maddenin canlanması, hatta acı çekmesi, animist bir dünya görüşünü yansıtır. Çakmaktaşı, sertliğin ve direncin simgesi olmasına rağmen, aşk karşısında çatlar. Bu, Herakleitos'un "Her şey akar" (panta rhei) ilkesinin şiirsel ifadesidir.
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde / Çağlardır boğulmuş bir su...
Su, hem yaşamın kaynağı hem de akışkanlığın, değişimin simgesidir. Ama bu su "çağlardır boğulmuş" - paradoksal bir imge. Su nasıl boğulur? Belki de kendi özünden kopmuş, kendi doğasını yitirmiş bir sudur bu. Modern insanın yabancılaşması gibi.
Ağıyor yeşil
Artık yeşil sadece yağmıyor, ağlıyor da. Rengin duygulanması, sinestezi (duyular arası geçiş) örneğidir. Bu, Rimbaud'nun "Sesli harfler" şiirini andırır: Her rengin bir sesi, her sesin bir rengi vardır.
Ütopya: Mümkün Dünyaların En İyisi
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış, / Susmuş bütün namlular...
Isaiah'ın "kılıçlarını saban demiri yapacaklar" kehanetinin modern versiyonu. Savaş aletlerinin barış simgelerine dönüşmesi, insan doğasının dönüşüm potansiyelini gösterir.
Dünya mışıl-mışıl, / Uykular derin
Huzurun fenomenolojisi. Mışıl mışıl uyumak, varoluşsal kaygıdan (Kierkegaard'ın "Angst" kavramı) kurtulmuş olmanın işaretidir.
Yılan su getirir yavru serçeye
Cennet'ten kovulmadan önceki masumiyet haline dönüş. Yılan artık baştan çıkarıcı değil, yardım edendir.
Kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş
Mucize, imkânsızın gerçekleşmesi. Bu, Gabriel García Márquez'in büyülü gerçekçiliğini andırır.
Memeleri bereketli ve serin...
Annelik ve besleyicilik arketipinin yüceltilmesi. Bereket ve serinlik, yaşamın ve huzurun simgeleridir.
Sağıyor yeşil
Yeşil artık sadece yağmıyor, ağlamıyor; sağıyor da. Süt, yaşamın ilk besini, saflığın simgesidir. Yeşil süt, doğayla insan arasındaki sınırların kalktığı bir duruma işaret eder.
Tarih ve Bellek: Kolektif Bilinçdışının Uyanışı
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat, / Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda
İktidarın geçiciliği, tarihin ironisi. Nietzsche'nin "güç istenci" kavramının boşluğu ortaya çıkar. En güçlü imparatorlar bile sonunda birer karikatüre dönüşür.
Ama hançer taşı sanki / Koca Kartaca!
Kartaca'nın yakılması, medeniyetlerin ölümlülüğünü simgeler. Ama "hançer taşı" benzetmesi, bu ölümün hâlâ acı verdiğini gösterir. Bellek, tarihi canlı tutar.
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne / Bak nasıl alıyor, yiğit, / Binlerce yıl da sonra / Alıyor yeşil"
Romalıların Kartaca'nın topraklarına tuz ekmesi gibi, kibrit suyu da yok etmenin simgesidir. Ama yeşil alev, yıkımın içinde bile yaşamın filizlendiğini gösterir.
Spartaküs: İsyanın Arketipi
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi, / Ve ilk gerillası Spartakus'un
Spartaküs, özgürlük mücadelesinin ebedi simgesidir. "İlk umut", "ilk sevgili", "ilk gerilla" - bu üçleme, Spartaküs'ü neredeyse mitolojik bir figüre dönüştürür. O, sadece tarihsel bir kişilik değil, kolektif bilinçdışının bir arketipidir.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır
Zincirler, hem fiziksel hem de zihinsel esaretin simgesidir. Marx'ın "Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur" sözü yankılanır burada.
Susuyor yeşil
Yeşil'in susması, belki de saygı duruşudur. Bazı acılar, bazı kahramanlıklar karşısında kelimeler kifayetsiz kalır.
Atmaca: Özgürlüğün Fenomenolojisi
Vurur dağın doruğundan / Atmacamın çalkara, / Yalın gölgesi
Atmaca, özgürlüğün ta kendisidir. Dağın doruğu, Nietzsche'nin "Übermensch" (üstinsan) kavramını andırır. "Yalın gölge" - Platon'un mağara alegorisinin tersine çevrilmesi. Burada gölge, ideadan daha gerçektir.
Kuş vurmaz, tavşan almaz, / Ama aç, azgın
Açlık, burada fiziksel değil, varoluşsaldır. Özgürlük açlığı, adalet açlığı.
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Köpek balıkları, acımasız gücün, sömürünün simgesidir.
Aşk ve Ölüm: Eros ve Thanatos
Sus, kimseler duymasın, / Duymasın, ölürüm ha
Şiir döngüsel bir yapıyla başladığı noktaya döner. Ama artık biz bu suskunluğun ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz.
Aymışam yarı gece, / Seni bulmuşam sonra
Aymak (uyanmak), aydınlanmayla ilişkilidir. Sevgiliyi bulmak, kendini bulmaktır aslında.
Seni, kaburgamın altın parçası
Âdem ve Havva mitinin yeniden yorumu. Altın, değerin ve sonsuzluğun simgesidir. Sevgili, eksik olunan parçadır; Jung'un "bireyselleşme" sürecinin tamamlayıcısıdır.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Elma, hem yasak meyve hem de bilginin simgesidir. Dişlerde elma kokusu, yasağı tatmış olmanın, masumiyet sonrası durumun işaretidir.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Varoluşsal bir soru. Yeniden doğuş (reenkarnasyon) teması. Ama aynı zamanda, bu deneyimin biricikliğinin, tekrarlanamaz oluşunun kabulü.
Final: Şiir, Sarhoşluk ve Ölüm
Ruhum... / Mısra çekiyorum, haberin olsun
Mısra çekmek, hem acı çekmek hem de yaratmaktır. Şiir, acının dönüşümüdür. "Ruhum" hitabı, sevgilinin ruhla özdeşleştiğini gösterir.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu
Mekânın küçüklüğü, deneyimin büyüklüğüyle tezat oluşturur. Meyhaneler, Osmanlı-Türk kültüründe hem sarhoşluğun hem de dostluğun mekânıdır.
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu
Sevgili mi, dost mu? Belirsizlik, ilişkinin çok boyutluluğunu gösterir. "Kardeş" ve "çocuksu" sıfatları, masumiyetle olgunluğun birleşimini imler.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
Ölüm, "namussuzdur" çünkü hiç beklenmedik anda gelir. Heidegger'in "Sein-zum-Tode" (ölüme-doğru-varlık) kavramı. İnsan, ölümlülüğünün bilinciyle yaşar.
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor. / İlktir dost elinin hançersizliği...
Ahmed, şairin kendisi olabilir. "İlk", saflığın ve masumiyetin işaretidir. Dost eli hançersizdir; gerçek dostluk, silahsız, savunmasız olmayı gerektirir.
Ağlıyor yeşil
Şiir, yeşilin ağlamasıyla biter. Bu, catharsis'tir (arınma). Tüm o yağma, sarma, ağma, sağma, alma, susma... ve sonunda ağlama. Gözyaşı, hem acının hem de arınmanın simgesidir.
Sonuç: Suskunluğun Şiiri, Şiirin Suskunluğu
Ahmed Arif'in "Suskun" şiiri, Türk şiirinin en derin, en çok katmanlı metinlerinden biridir. Şair, aşk, ölüm, özgürlük, isyan, dostluk temalarını birbirine örüp, evrensel bir insanlık durumu tablosu çizer.
Yeşil, bu şiirde bir renk olmaktan çıkıp, varoluşun kendisi haline gelir. Her bir "yeşil" kullanımı, farklı bir ontolojik duruma işaret eder. Yağan yeşil umuttur, ağlayan yeşil acıdır, sağan yeşil berekettir, susan yeşil saygıdır...
Şiirin dili, gündelik konuşma dilinin sadeliğiyle, felsefi derinliği birleştirir. "Aydım", "aymışam" gibi yerel kullanımlar, şiire otantik bir hava katarken, Stradivarius, Spartaküs, Kartaca gibi evrensel göndermeler, onu dünya edebiyatına bağlar.
"Suskun", suskunluğun manifestosudur. Ama bu suskunluk, sessizlik değildir; tam tersine, en gür sestir. Çünkü bazı şeyler vardır ki, ancak susarak söylenebilir. Aşk gibi, ölüm gibi, özgürlük gibi...
Ahmed Arif, bu şiirde bize gösterir ki, gerçek şiir, kelimelerin ötesindedir. O, sessizlikte saklı olandır, satır aralarında nefes alandır, okurun ruhunda yankılananlandır.
"Sus, kimseler duymasın" der şair. Ama biz duyduk. Ve bu sesi duymak, insanın en büyük ayrıcalıklarından biridir. Çünkü bu ses, sadece Ahmed Arif'in sesi değil, tüm insanlığın sesidir. Tüm sevenlerin, tüm acı çekenlerin, tüm umut edenlerin sesidir.
Yeşil yağmur yağmaya devam ediyor... Ve biz, bu yağmurun altında ıslanmaya, yeşermeye, dönüşmeye devam ediyoruz. Çünkü gerçek şiir, insanı değiştirendir. Ve "Suskun", bizi sonsuza dek değiştirmiştir.
Yorumlar
Kalan Karakter: