Gazze için hazırlanan son "barış planı"nda yine karşımıza çıkan ismi tam anımsamamış olabilirsiniz. Hatırlatalım: kendisi Tony Blair. 2003'te Irak'ı haritadan silerken Bush'un yanında duran, o meşhur "kitle imha silahları" yalanıyla milyonları ölüme götüren savaşa önayaklık eden kişi. Şimdi aynı kişiye, Gazze'nin "yeniden inşası"nda başrol veriliyor.
Hiç düşündünüz mü, neden hep aynı senaryo? Neden dünyanın her krizinde, özellikle Ortadoğu söz konusu olduğunda, aynı cins tipler farklı isimlerle de olsa tekrar tekrar sahneye çıkıyor? Cevabı kolayca bulabilirsiniz aslında: çünkü emperyalizm öldü diyenler yanılıyor. O ölmedi, sadece kostüm değiştirdi.
Nietzsche'nin "tanrı öldü" sözünü hatırlarsınız. Ama ardından eklediği o korkunç soruyu çoğumuz unutmuşuzdur: "Peki biz, onu öldüren bizler, nasıl teselli bulacağız?" Emperyalizm meselesi de benzeri bir hal aldı. Herkes onun bittiğini sandı, mezarını bile kazdılar. Yaşasın küreselleşme! Ama kimse şunu sormadı: Ya ölmedi de sadece biçim değiştirdiyse?
Eskiden sömürgeciler gemiyle gelirdi, bayrak dikerdi, vali tayin ederdi. Müstemleke valisi derlerdi. Bugün ise düşünce kuruluşuyla geliyorlar, rapor yazıyorlar, "danışman" brövesi takıyorlar. Foucault'nun iktidarın görünmezleşmesi teorisi tam da bunu anlatıyordu. Focault'a göre İlk çağların kabile reisi olan iktidar, bugün ise görünmez ancak eskisinden çok daha büyük bir güçtür. Bu güç dünyadaki her gelişmeden haberdar, hatta bu gelişimlerin yaratıcısı ve gözetleyicisi rolündedir. Gerçekten de öyle: küresel emperyal iktidar artık merkezde değil, her yerde. Zincirler çelikten kumaşa dönüşünce, tutsak olduğunuzu anlamakta zorlanırsınız.
Tony Blair bu yeni dönemin en çarpıcı örneği. 2007'de İngiltere başbakanlığından ayrıldıktan sonra, "Quartet" tarafından Ortadoğu Özel Temsilcisi yapıldı. Şimdi Filistin'e "müstemleke valisi" yapılırken mantık şu: önce yık, sonra yeniden inşa ederken para kazan. Üstelik "barış süreci" örtüsü altında. Kapitalizmin yaratıcı yıkım ilkesinin siyasi uyarlaması bu. Schumpeter bunu ekonomide anlatmıştı, Blair siyasette hayata geçirdi.
Blair'in 2016'da kurduğu Tony Blair Institute for Global Change, bugün 40'tan fazla ülkede faaliyet gösteriyor. Afrika'dan Asya'ya, bakanlıklara uzman yerleştiriyorlar, veri tabanlarına giriyorlar, karar alma süreçlerine dahil oluyorlar. Buna "yardım" diyorlar. Ama öz itibariyle, yapısal bağımlılık üretiyorlar. Modern sömürgecilik artık kılıçla değil, bu algoritmayla yönetiliyor. Hannah Arendt'in "şiddetin banalizasyonu" kavramı böyle bir şey olmalı. Şiddet o kadar normalleşiyor, o kadar teknikleşiyor ki, artık şiddet olduğunu bile anlamıyorsunuz.
Trump yönetiminin planı basit: Gazze'de geçici bir "uluslararası yönetim" kurmak. Başına da Tony Blair gibi bir figür oturtmak. 1917 Balfour Deklarasyonu nasıl Filistin halkının kaderini İngilizlerin eline verdiyse, bu plan da aynı şeyi yapıyor. Sadece şimdi "dijital geçiş süreci" adı veriliyor. O zaman manda valisi vardı, bugün "küresel danışman" var. Sonuç aynı: Halk yine figüran, karar yine dışarıdan. Hani demokrasi empoze ediliyordu? Hani halk yönetimini kendi seçecekti? Irak'a müdahalenizin, diğer ortadoğu ülkelerine demokrasi ihracınızın dayandığı temel bu değil mi idi?
Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu söylerken Marx, bir yerde şaka yapıyordu. "Birincisi trajedi, ikincisi komedi" demişti. Ama Ortadoğu'da bu şakayı anlamak bile lüks. Çünkü burada trajedi hiç bitmiyor ki komedi başlasın. Her seferinde aynı trajedi, sadece dekor değişiyor.
Bölge ülkelerinin hemen hepsi planı "memnuniyetle karşıladıklarını" açıkladılar. Mısır'dan Suudi Arabistan'a, Katar'dan BAE'ye, Ürdün'den Pakistan'a kadar uzanan bu sessizlik, uluslararası ilişkilerde bağımlılığın diplomatik kalıbıdır. Gerçekte kimse memnun değil ama kimse de "rahatsızız" diyemiyor. Çünkü hepsi Washington'a ya güvenlik, ya finans, ya rejim istikrarı açısından mecbur. "Memnuniyetle karşılamak", onurlu sessizlik pozudur zaten. Sanki bir halkın kaderi değil de yeni bir telefon modeli tanıtılmış gibi nezaket cümlesi kurulur, ardından gündem değişir. Bu ahlaki çürüme değilse bile, siyasi irade iflasıdır kesinlikle.
Sartre'ın kötü niyet kavramını hatırlayın. Kendinize yalan söylersiniz, çünkü hakikati kaldıramazsınız. İşte bu ülkelerin durumu tam olarak bu. Bildikleri bir şey var ama bilmiyormuş gibi yapıyorlar. Çünkü bilmek, tavır almayı gerektirir. Tavır almak ise bedel demektir.
Tony Blair artık hiçbir devletin başında değil, ama devlet adamı rolünü işlevsellik anlamında öyleymişten daha da iyi oynuyor. Davos'ta "dijital ahlak" anlatıyor, konferanslarda "liderlik" dersleri veriyor. Bir zamanlar askeri işgali savunan adam, şimdi "kalkınma stratejisti" olarak pazarlanıyor. Bu, çağımızın en büyük ironisi: Savaş suçluları artık barış danışmanı olarak iş buluyor. Blair, geçmişinin bedelini ödemek yerine, onun sonuçlarını yönetmekten kazanç elde ediyor. İmaj, ahlaki meşruiyetin yerini çoktan aldı.
Baudrillard'ın simülakr teorisini düşünün. Gerçeklik yerini imaja bıraktığında, artık ne doğru var ne yanlış. Sadece temsil var. Blair'in bugünkü konumu da böyle bir şey. Gerçek Blair önemli değil, temsil ettiği imaj önemli. Ve bu imaj şunu söylüyor: Sen yıksan bile, sonra gelip inşa edersen, kimse sormaz.
Bugün artık manda valileri yok, danışmanlar var. Sömürge orduları yok, yatırım fonları var. İşgal gemileri yok, veri ağları var. Sömürgecilik modern, dijital ve güleryüzlü hale geldi. Silah "yumuşak güç"e dönüştü, toprak işgali "veri hakimiyeti" oldu, zorbalık "reform danışmanlığı" kılığına girdi. Ve bu dönüşüm, Filistin'de olduğu gibi, yerel halkların kendi kaderlerini tayin hakkını bir kez daha gasp ediyor.
Heidegger teknolojinin özünün teknik bir şey olmadığını söylerdi. Asıl mesele, teknolojinin dünyayı nasıl kurduğudur. Blair'in şirketinin yaptığı da bu. Teknik yardım gibi görünen şey, aslında dünya kuruyor. Senin verilerini alıyor, senin kararlarını şekillendiriyor, senin geleceğini tasarlıyor. Ve sen buna "işbirliği" diyorsun.
Gazze için Blair'in adının geçmesi, tarihin bir ironisi değil. Batı'nın "medeniyet misyonu" adı altında yürüttüğü yeni mandater düzenin bir kanıtıdır. Blair artık bir birey değil, bir model. Bir ülkeyi önce yıkıp sonra yeniden inşa ederken kazanç sağlayan, ahlaki olarak bitmiş ama teknik olarak çok verimli bir model.
Sömürgecilik değişmedi, sadece kıyafetini değiştirdi. Artık takım elbise giyiyor, rapor yazıyor, diplomatik nezaketle konuşuyor. Ama öz aynı: Yönetmek istiyorlar. Çünkü hâlâ inanıyorlar ki biz yönetilmeye muhtaçız.
Camus'nün Sisifos miti aklıma geliyor. Sisifos her gün aynı taşı yukarı çıkarıyor, her gün düşüyor. Ama Camus diyor ki, Sisifos'u mutlu hayal etmeliyiz. Çünkü o, absürdün farkında. Biz ise farkında bile değiliz. Aynı taşı çıkarıyoruz, ama bir gün farklı olacağını sanarak. İşte asıl trajedi bu.
Kılıç gitti, PowerPoint geldi. Ama emperyalizm hâlâ burada. Ve biz hâlâ onun öldüğünü sanıyoruz.
Yorumlar
Kalan Karakter: