Bir devletin kendi limanları arasında yük ve yolcu taşıyan tüm gemilerin kendi bayrağını taşıyan ve kendi vatandaşları ile donatılan gemiler olmasına ve yer hizmetlerinde limanlarda da tamamen kendi vatandaşlarının çalışabileceğine hükmedilmesi hakkı, yani kabotaj hakkı bir deniz ülkesi için bağımsızlık ve egemenliğin ta kendisidir.

Bu hak 1535 yılından 1923 Temmuzuna kadar Türklere verilmedi. Temel nedeni kapitülasyonlardı. Osmanlı İmparatorluğunda ikamet eden yabancılara adli, mali ve yönetim alanında tanınan ayrıcalık ve muafiyetlerle, başta Venedik, Fransa, İngiltere ve Hollanda olmak üzere 10 ülkeye tanınan kapitülasyon hakları sadece ekonomik zarar ermedi. Türklerin denizcileşmesini ve denizciliğin halk ve devlet aygıtında gelişmesini engelledi. Liman işçiliğinden, armatörlüğe, gemi sigortacılığından brokerliğe tüm alanları azınlıklar doldurdu. Balıkçılık bile Rumların ve Ermeni tebaanın kontrolüne bırakıldı. Bugün pek çok balık adının Rumca olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Azınlık ve yabancı sermayenin kontrolünde olan denizcilik sektörüne dolayısıyla devlet gücü gerektiren yatırımlar yapılmadı. Büyük sermaye gerektiren liman, mendirek, deniz feneri, antrepo gibi alt yapı yatırımları sağlanamıyordu. Kırım Savaşı sonrasında 1856 yılından itibaren inşa edilen fenerler, 100 yıllık işletme hakkı imtiyazı karşılığında Fransız Fenerler İdaresine verilmişti, 1938 yılında Cumhuriyet Hükümeti satın aldı. Daha da öte, Osmanlı hükümranlığının olduğu deniz alanlarının harita mesahası bile yapılamamıştı. 1900’lerin başına kadar bırakalım uzak denizleri, Marmara Denizi’nin harita çalışmasını bile yabancılar yapmıştı. Osmanlı Denizcilik İdaresi, sorumlu olduğu limanların, kanalların ve önemli rotaların mesahasına, ancak 1910’dan sonra başlayabilecekti.

Türkler bu beladan, ancak Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde Lozan Antlaşması ile kurtulabilmiştir. Lozan görüşmelerinin birinci dönemi sırasında Türk heyetin görüşmeleri sonlandırıp Ankara’ya dönme nedeni karşı tarafın kapitülasyonlar üzerindeki ısrarıdır. Heyetimiz 500 yılın kanseri kapitülasyonları tekrar müzakere etmektense görüşmeleri kesmeyi tercih etmiştir. Sonuçta 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkler kapitülasyonlardan kurtuldu.
Ancak ülkemizde 1980 sonrası uygulanan neoliberal ekonomik politikalar sonucunda kabotaj hakkı her yönü ile sulandırılmıştır. Limanların özelleştirilmeleri, Türk Uluslararası Gemi Sicil Kanunu (TUGS) ile 1999 sonrasında Türk gemilerinde yabancı uyruklu denizci çalıştırma yolunun açılması bu uygulamalara örnek teşkil ediyor.

Ama hepsinden önemlisi kara ulaştırmasına 1950 ler sonrası verilen ağırlık kabotaj hakkının kullanımını bile sorgulatıyor, zira iç yüklerimizin sadece % 4’ünü deniz yoluyla taşıyoruz. Bugün için ülkemizde yurt içi yüklerin ulaştırılması için 700 bin kamyon, 2,7 milyon kamyonet kullanılıyor. Yurt içi yük taşınmasında karayolunun payı, % 90. AB ülkelerinde bu pay % 40. Demiryolunun yurt içi yük taşımadaki payı % 5.

Yurt içi yük ulaştırmasındaki payı % 90 olan kara yolu taşımacılığı, petrolü % 100 ithal eden bir devlet olarak sürdürülebilir bir durum değildir. Sadece enerji faturası olarak senede harcanan 60 milyar doların önemli bir bölümü kara ulaştırması için kullanılıyor. Deniz ulaştırması karadan 7 kat daha ucuzdur. O halde yurt içi ulaştırmada deniz yolu ve entegre demiryolu kullanılsa bu fatura ciddi oranda aşağıya çekilebilecektir. Tabi bu kapsamda demiryolu payının da % 5’den çok yukarılara çekilmesi gerekir. Yarımada coğrafyasına sahip olup da Türkiye kadar iç ulaştırmasında denizi ve demiryolunu bu kadar az kullanan ülkeler maalesef dünyanın az gelişmiş ülkeleri. Bu durumda küresel hegemonyanın Türkiye’de deniz ve demiryolu ulaştırmasını teşvik etmek yerine kara yolu ve otomotiv sanayini teşvik etmesinin de önemli rolü oldu. İstanbul’da günde 14 milyon yolcu hareketi söz konusu. Bunun sadece % 2,5’i denizi kullanıyor. Diğer yandan dış ticaret yüklerinin tonaj olarak % 85’ini deniz üzerinden nakleden, yurt içindeki ulaşımını dışa bağımlı petrolle % 90 kara ulaşımı ile sağlayan bir ülkenin petrol akışı kesildiğinde karşılaşacağı durum çok vahimdir. Türkiye günde 650 bin varil, yılda 22 milyon ton petrol harcıyor. Bunun 15 milyon tonu (%75) deniz yolu ile geliyor. Yurt içi ulaşımda petrole bağımlı ve pahalı kara ulaşımı yokluk nedeniyle aksayacağından ekonomik kriz daha da büyüyecektir. Türkiye’nin 21nci yüzyılda iç ulaştırmasını deniz ve demiryolu ağırlıklı yapması jeopolitik zorunluktur. Ulusal sürdürülebilir bir lojistik sentezi sağlayabilmek Kabotaj Hakkının kazanılmasının 90’ncı yıldönümünde bu toprakların ve mavi vatanın en büyük beklentisidir.