“Heybeliada’da Deniz Harp Okulu’nun ön cephesini büyük, çok büyük bir yapıt
süsler.Kim yapmıştır? Ne çabalar ve zorluklar sonucu ortaya
konulmuştur?...Bilinmez. Ama Adalar’a doğru uzanan her İstanbul’lu, vapurun
iskeleye yanaştığı anda,bu güzel eseri bir beğeni ile izlemiştir. Orada mimari
ile resim,konu ile sanat, eski ile yeni yan yanadır, iç içedir. Bütün bu
sentezlerin ötesinden, Ferruh Başağa muzip ve zeki gözlerle gelip geçenlere
gülümser... Kim bilir neler neler söyler...”
Yukarıdaki paragrafı, 1989 yılında, “Sanat Çevresi Dergisi” tarafından, kültür
ve sanat yayınlarının 4. kitabı olarak basılan ve Dr. Erdoğan Tanaltay’ın
yazdığı “Sanat Ustalarıyla ... Bir Gün (Söyleşiler)” adlı kitaptan aldım.
Ancak, Sn. Tanaltay’ın övgüyle söz ettiği, birçok ansiklopedi, kitap, dergi ve
gazetelerde hakkında yazılar yazılmış, resimleri basılmış, Heybeliada ve Deniz
Harp Okulu ve Lisesi’nin simgesi haline gelmiş, özellikle Heybeliada vapur
iskelesine yanaşıp, kalkan vapurlardan tümü açıkça görüldüğü için bakanların
gözlerini alamayıp hayranlıkla seyrettiği, alışılmışın dışında bir geometrik
soyut anlayışla çizilmiş ve uyum içinde renklendirilmiş, 7m.x30m.
boyutlarındaki, 210 metre karelik bu dev mozaik pano, “Preveze Deniz Zaferi”
adlı değerli sanat eseri, yok artık!
Evet, 1953 yılında Deniz Kuvvetleri’nin yaptığı bir yarışma sonucu,daha sonra
cumhurbaşkanı olacak,sn. Fahri Korutürk’ün de bulunduğu jüride ağırlığını
koyarak birinci seçilmesini sağladığı, ressam Ferruh Başağa’ya ait bu güzel
eser, yapılmasının tamamlandığı 1955 yılından 2001 yılına kadar, 46 yıl
boyunca,cumhuriyet Türkiye’sinin önemli sanat eserleri arasında yer alan bu
yapıt, artık yok!
Neden mi? Yanıtı, 22 Eylül 2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin bir haber
başlığında özetlenmiş: “Preveze Savaşı Panosu Sökülemediği İçin Yıkıldı”.
Haberde özetle şunlar anlatılıyor: “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Genel
Sekreterliği’nin açıklamasına göre, 1999 depreminde hasar gören ve hayati
tehlike taşıdığı açıklanan, Deniz Lisesi binalarının yeniden inşasına olan acil
gereksinim dolayısıyla, üzerinde Preveze Deniz Savaşı Panosu bulunan bina
yıkılmak zorunda kalınmıştır.”
Ressam Ferruh Başağa’yı yakından tanıdığımdan, yıkım öncesindeki gelişmeleri
bilen birisi olarak şunları da anlatmalıyım: Deniz Kuvvetleri yıkım kararı
aldığında, bunu Ferruh Başağa’ya bildirdi. Ancak, Deniz Kuvvetleri’nin alıp
başka bir yere götüremediği bu dev panoyu, Ferruh Başağa kendi olanaklarıyla
yerinden nasıl alsın ve nereye götürsün? Bu sırada, durumdan bir biçimde
haberdar olan, T.C İş Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü devreye girip, Ferruh
Başağa’ya, kendilerine bağışlaması koşuluyla,mozaik panonun yerinden sökülerek
başka bir yere taşınmasını ve restore edilmesini üstlenebileceklerini
bildirdi.Bunun üzerine Ferruh Başağa, panoyu 6 Aralık 2000 tarihinde İş Bankası
Genel Müdürlüğü’ne bağışladı. Daha sonra, Deniz Kuvvetleri’nin yıkıma
başlayacağı 15 Mayıs 2001 tarihine kadar, bulunduğu yerden sökülerek taşınması
gereken mozaik pano, gerek “bulunduğu duvardan sökülmesinin zorluğu”, gerekse
“sökülme, taşınma ve restore edilmesiyle ilgili maliyetlerin yüksek bulunması”
nedenleri gerekçe gösterilerek, İş Bankası Genel Müdürlüğü tarafından yerinden
alınmadı.
Bu durumda sonuç olarak, cumhuriyet tarihimizin, denizcilikle ilgili ender
eserlerinden birisi, 46 yıl Heybeliada’ya gidip gelenlerin ve orada oturanların
hayranlıkla seyrettiği, dergilere, kitaplara, ansiklopedilere girmiş, Deniz Harp
Okulu, Deniz Lisesi ve Heybeliada’nın simgesi olmuş bu dev eser yok oldu.
Biz denizciler ve yurt dışına çıkanlar iyi bilir; gidilen özellikle gelişmiş
ülkelerin şehirlerinin her köşesinde heykeller, mozaikler, kabartmalar, duvar
resimleri, vitraylar karşınıza çıkar; bu şehirlerde sanat eserleri insanlarla iç
içedir.
Bizde ise şehirlerimizde zaten tek tük bulunan sanat eserleri ya bakımsızlıktan
ya umursamazlıktan ya da insanlarımızın doğrudan kırıp dökmesiyle yok olur
gider. Tarihin bize miras bıraktığı eserlerin durumu da zaten ortada. Preveze
Deniz Zaferi mozaik panosunun yıkılıp, yok olması da, toplumumuzun sanata olan
uzaklığına uygun olarak, medyada çıkan birkaç cılız haberin dışında ilgi
görmedi; bir grup duyarlı Heybeliadalı ve sanat severden başka konuyla ilgilenen
de olmadı.
Preveze Deniz Zaferi mozaik panosunun o güzel görünümü, çizimi ve renkleri, ne
yazık ki, şu anda fotoğraflarda kalmış görünüyor. Bununla birlikte yine de,
“Acaba,bu güzel eser, uygun bir yerde yeniden yapılamaz mı?” sorusu akla
geliyor. Bu konuyu sayın Ferruh Başağa’yla konuştum.
Ancak önce, size kendisinden kısaca söz etmeliyim. Öncelikle, Ferruh Başağa 60
yılı geçen sanat hayatında, sanatın hemen hiçbir dalına gereken değer
verilmeyen, resim alıp duvarlarına asanların çoğunluğunun bile yalnızca portre,
doğa ve meyve resimlerini tercih ettiği ülkemizde, hayatını “soyut resim”
yaparak geçirme ve belirli yerlere gelebilme mucizesini göstermiş bir
ressamımızdır. Yapı Kredi Sanat Galerisi’nde açtığı sergi nedeniyle, 03 Şubat
2000 tarihli Radikal Gazetesi’nin Kültür/Sanat sayfasının başlığında verildiği
gibi, Ferruh Başağa, ülkemizde “Soyut resmin duayeni”dir.
Onun, “neden soyut resim yaptığını” ve “bakış açılarını”, çoğunlukla değerli
şair, oyun, deneme ve roman yazarımız Melih Cevdet Anday’ın da bulunduğu akşam
yemeği sohbetlerinde konuşulanlara dayanarak şöyle özetleyebilirim: Resim sanatı
başlangıcından bu yana çeşitli dönemlerden geçti. İzlenimciler (empresyonistler)
dönemine gelindiğinde, onlar, kendilerinden önce yapılan suni ışıklı atölye
resmine, koyu renklere, tarihi ve dini olaylara ait resimlere tepki gösterdiler.
Doğaya çıkıp, gün ışığı altında, renk zenginliği ve parlak güneş ışığıyla
yoğrulmuş, açık hava resimleri yaptılar. Bu arada, gözümüzle gördüklerimizin,
bakılan açıya, günün, mevsimin değişik zamanlarındaki ışıklara göre renk ve
biçim değiştirdiğini fark ettiler. Örneğin, C. Monet, değişik zamanlarda, yan
yana duran iki ot yığınının on beş, Fransa’daki Roven Katedrali’nin yirmi
değişik tablosunu yaparak, günlerin ve mevsimlerin sonsuz ışık değişikliklerini
incelemiş, gördüklerimizin, gerçekte, koşullara göre nasıl değişebileceğini
ortaya koymuştur.
Bu gelişmelerin, ressamları “gerçeküstücülüğe” nasıl götürdüğünü “Paris
Yazıları” adlı kitabında, M.C.Anday şöyle anlatmıştır: “Günün her saatinde
görünüş değiştiren nesneyi, öyle ise,usumuzla da değiştirebilir, dünyaya yeni
biçimler verebiliriz.”... “Sanatçı artık kendisini doğanın taklitçisi gibi
değil, özgür bir yaratıcı olarak görüyordu.”
Ferruh Başağa da, özellikle fotoğraf makinesinin icadından sonra bir sanatçının
çevresinde gördüklerini yansıtan resimler yapmasının fazla önemi kalmadığını
düşünüyor. Bu arada, dünyaca ünlü fotoğrafçımız Ara Güler’in de, sanatın
temelinde “yeni ve değişik bir şey yaratmak” yattığı için, çevremizdekileri
olduğu gibi yansıtmasından ötürü, fotoğrafçılığı bir “sanat dalı” saymadığını
belirtmek gerek.
Özet olarak, Ferruh Başağa’ya göre: Bir ressam nesneleri, renkler ve ışıklarla
oynayarak ne kadar değiştirirse değiştirsin, kendi yaratıcılığını tam ortaya
koyamaz. Oysa beyninizdeki düşünce gücünüzle, doğada, çevrede görmediğiniz,
onların tam kopyası olmayan biçimlerden ve renk düzenlemelerinden oluşan,
“soyut” bir resim yaparsanız, bu tümüyle sizin yarattığınız ve yaratıcılığınızı
yansıtan bir eser olur. Esasen, sanatın temelinde de, daha önce yapılmamış,
farklı, yeni bir eser ortaya koymak, “yaratmak” yattığına göre, soyut resimler
buna daha uygundur.
1939 yılından başlayarak birçok ödül almış olan Ferruh Başağa’nın, 1985’de
görsel sanatlar dalında “Sedat Simavi Vakfı Ödülü”nü, 1999’da “Türkiye GESAM
Saygı ve Onur Ödülü”nü kazanması dolayısıyla Hürriyet, Milliyet, Radikal,
Cumhuriyet v.b. çeşitli gazetelerde yayınlanan röportajlarında belirttiği şu iki
tümce önemlidir: “Bana göre, soyut resim çağdaş resimdir” ve “Soyut resim,
çağımızın akılcılığını, dinamizmini ve geniş görüşlülüğünü yansıtmaktadır”.
Son olarak, Ferruh Başağa’nın şu görüşünü belirtmeliyim: “Ben baştan beri,
yaptığım işlerin, eserlerin topluma ulaşmasını, toplum tarafından görülmesini
isterim. Bu açıdan, mimaride yer alan duvar resimlerini, mozaikleri, vitrayları,
freskleri, rölyefleri çok sevdiğimden, resmi daire, okul, hastane, banka gibi
yerlerde eserler yapmaya hep öncelik verdim. Bunlar hem büyük boyutlarda
olabildiğinden uzaktan bile görülebiliyor, hem de her zaman halkın önünde.
Dolayısıyla seyircisi çok ve seyirci bunlara alıştıkça resmi de, sanatı da
benimsiyor. Bunun resim ve plastik sanatların ülkemizde gelişmesinde büyük
faydası olacağını düşünüyorum.”
Ferruh Başağa bu görüşüne uygun olarak birçok çalışma yapmıştır; bunlardan
bazıları şunlardır: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde vitray, mozaik; Ortadoğu
Teknik Üniversitesi’nde vitray; Hacettepe Üniversitesi’nde mozaik, seramik;
Ankara Tıp İhtisas Fakültesi’nde mozaik; Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde
vitray; Ankara Toprak Mahsulleri Gn. Müdürlüğü’nde vitray; Ankara (eski
Ulaştırma Bakanlığı) şimdiki T.C.D.D Gn. Müdürlüğü’nde duvar resmi; Ankara
Ziraat Bankası Gn. Müdürlüğü’nde vitray, rölyef; İzmir Efes Oteli’nde mozaik;
Balıkesir’de bir okulda mozaik; İstanbul Belediye Sarayı’nda fresk; Tarabya
Oteli’nde vitray; 4. Levent Sitesindeki 6 apartmanın dış yüzeyinde mozaik
panolar; Kuyubaşı M.Şefizade İlk Okulu’nda vitray; Feneryolu Kız Meslek
Enstitüsü’nde mozaik; Kalamış Kız Koleji’nde mozaik,vitray; Çemberlitaş
Sineması’nda vitray; Osmanlı Bankası’nın çeşitli şubelerinde vitray,seramik ve
rölyefler; Yapı Kredi Bankası’nın çeşitli şubelerinde vitraylar.
Ve kuşkusuz bunlardan birisi de, Heybeliada Deniz Harp Okulu’ndaki mozaik pano
idi.
17 Mayıs 2001 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “vaziyet” köşesinde Deniz Som’un
yazdıkları şöyle bitiyor: “...Şu sıralar binanın yıkımı sürüyor... Binanın
cephesindeki pano ise henüz duruyor ve yerinden sökülüp başka bir yere
nakledilmesi için en az 100 bin dolar gerekiyor... Ekonomik kriz bu paranın
bulunmasını engelliyor... Bir Türk sanatçısının eseri yakında yıkılıp
parçalanacak... Panoyu kurtarmak gerekiyor... Hiç olmazsa panonun bulunduğu
duvar yıkılmasın... Duvar dursun... Arkasından desteklensin, çevresinde güvenlik
önlemi alınsın, dursun... Yarın, Türkiye ekonomik krizden kurtulunca, eseri
kurtarmak söz konusu olabilir...Hatta bugün bile başlatılacak bir kampanya ile
sanata,tarihe ve denizciliğe saygı duyan kurum ve kuruluşların 5’er 10’ar bin
dolarlık katkısı ile 100 bin dolar da toplanır, 150 bin dolar da... Panoyu biz
yıkmayalım... Yıkacaksa olası deprem yıksın...”
Ancak, olmadı; bu güzel panoyu deprem değil biz yıktık. Olan oldu. Artık, “Şimdi
bir şey yapılabilir mi?” ona bakmak gerek. Bu durumu sayın Ferruh Başağa ile
konuşup şunu sordum: “Şayet bir biçimde, Preveze Deniz Zaferi mozaik
panosu,uygun bir yerde, yeniden yaptırılmak istenirse bu mümkün olabilir mi?”.
Bana şunu söyledi: “Heybeliada panosu yapılırken başında bulunup yapımına da
katıldım. Ancak, yaşım dolayısıyla bunu bugün yapamam. Ama o panonun eskizleri
hâlâ elimde, dolayısıyla yaptırılmak istenirse bu mümkün olur; ben de elimden
gelen yardımı ve katkıyı sağlarım”. Evet, tüm resmi, özel, ilgili, yetkili ve
sanat severlere duyurulur.
Bakalım toplum olarak bu sınavdan geçip, artık, sanata, değerlerimize sahip
çıkmaya başladığımızı gösterebilecek miyiz?
Preveze Deniz Zaferi
Kitapta söz edilen, birçok ansiklopedi, kitap, dergi ve gazetelerde hakkında yazılar yazılmış, resimleri basılmış, Heybeliada ve Deniz Harp Okulu ve Lisesi’nin simgesi haline gelmiş, özellikle Heybeliada vapur iskelesine yanaşıp, kalkan vapurlardan tümü açıkça görüldüğü için bakanların gözlerini alamayıp hayranlıkla seyrettiği, alışılmışın dışında bir geometrik soyut anlayışla çizilmiş ve uyum içinde renklendirilmiş, 7mx30m boyutlarındaki, 210 metre karelik bu dev mozaik pano, “Preveze Deniz Zaferi” adlı değerli sanat eseri, yok artık!
Yayınlanma :
02.10.2004 17:28
Güncelleme :
02.05.2024 15:08
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: