İkinci Dünya Savaşı’nın en çetin muharebeleri yaşanırken, savaşın tarafı Fransızlar’a ait bir çok gemi Beyrut Limanı’nda ele geçirilmesinler diye İskenderun’a gelerek Türkiye Cumhuriyeti’ne iltica etti. İşte o gemilerin ilk kez gün yüzüne çıkan fotoğrafları ve hikayeleri...

I.DÜNYA HARBİ’NDE İSKENDERUN’A İLTİCA EDEN FRANSIZ GEMİLERİ VE TÜRK TİCARET GEMİLERİNİN DONANMA’DA GÖREVLENDİRİLMESİ 

Bir hikayeyi yazarken veya araştırırken karşıma çıkan sürprizlerden büyük keyif alıyorum. Gerçi böyle bir durumda yazmakta olduğum hikaye biraz bekliyor ama bu arada yeni yeni hikayelere de ulaşmış oluyorum. Bu kez konumuz, İkinci Dünya Savaşı sırasında İskenderun Limanı’na sığınan ve iltica eden Fransız gemileri.

Her zaman ki sevgili dostumuz Ali Bozoğlu’nu aradım, gemiler hakkında bilgi ve resim istedim. Elindeki dökümanları hemen gönderdi. Kendisine çok teşekkür ediyorum.

Bu konuda dört önemli kaynak var. Bunlardan biri Ferdi Uyanıker’in “II. Dünya Savaşı Sürecinde Türk Donanması” başlıklı tezi, diğeri Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Görevlisi Cevdet Teke’nin ve Mustafa Hepgüner araştırmaları ile Ali Kuzu’nun ‘Muhteşem Türkler’ kitabındaki Fransız Donanmasını Korumak başlıklı yazısı.

Olayı araştırırken dört kaynaktan da faydalandım ama benim hikayemde kaynakların hiçbirinde yer almayan Fransız gemilerinin fotoğrafları ise Türk donanmasındaki isimleri ve son durakları da var.
.Bu belgeseli düzenlerken sayın Osman Öndeş’in bulunmaz katkıları ve gerçeğe ulaşmak için gösterdiği çaba için kendisine çok teşekkür ediyorum.

Umarım ilginizi çeker ve severek okursunuz. Müh. İlker Meşe

İskenderun Limanı’na iltica eden Fransız gemileri

İkinci Dünya Savaşı tüm dehşetiyle devam ederken, tarafsız kalan Türkiye Cumhuriyeti’nde seferberlik uygulamaları her alanda arttırılıyordu. Türkiye mevcut olan tüm milli imkanlarını olası bir savaş durumuna karşı seferber etmeliydi. Bu doğrultuda sadece devlete değil Türk armatörlerine ait çok sayıda gemi ve römorkör de göreve çağırıldı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrine verildi. Bu gemilerin çoğu mayın gemisi olarak tadil olundu. Hepsine ayrıca toplar monte edildi. Bir gemi ise denizaltılar için yatak gemisi olarak değerlendirildi.

1942 yılına gelirken Fransızların çoğu Beyrut limanında olan bazı ticaret gemileri ‘müttefikler’in eline geçmesin denilerek’ tarafsız devlet Türkiye’nin İskenderun Limanı’na iltica ettiler. Donanma emrine alınan bu gemiler arasında yer alan üç tankerden Adour’a önce İstanbul ardından Akar, Cynus’a Beykoz ve diğer tankere de Başarı adları verildi. Beykoz isimli tanker uzun yıllar İstanbul’da Adalar’a su taşıyarak görev yaptı. Ayrıca Marseillais 3 römorkörü Galata adı verilerek 1943 tarihinde Devlet Denizyolları ve Limanlar İşletmesi Umum Müdürlüğü’ne tahsis edildi. 1965 tarihine kadar hizmet verdikten sonra hurda olarak satıldı. Bununla birlikte Marius Chambon römorkörü Bozcaada adı verilerek 1943 tarihinde Devlet Denizyolları Umum Müdürlüğü’ne verildi. İstanbul Liman İşletmesi’nde römorkör olarak çalıştı. Diğer gemiler ise Kaldıray ağ gemisi ve Kalkan römorkörü isimleriyle Ulaştırma Bakanlığı kadrosunda olarak Donanma hizmetine alındı. Daha sonra Kalkan römorkörü Fransız Donanması’nda da mayın arama tarama işlerinde kullanıldığı için Donanma Komutanlığı kadrosuna aktarıldı. Kaldıray ağ gemisi ise P.T.T.’nin deniz kablosu ve şamandıra işlerinde kullanılması sebebiyle Ulaştırma Bakanlığı kadrosunda tutulmak istense de Donanma işlerinde de kullanılacak olması sebebiyle günlük 280 Türk Lirası karşılığında 18 Ocak 1944 tarihinden itibaren Milli Savunma Bakanlığı tarafından kiralandı. Ardından Kalkan römorkörü ve Kaldıray ağ gemisindeki sivil personel gemiden ayrıldı.

Çareleri filoyu Türkiye’nin kucağına bırakmaktı

Gemilerin ilticasını Vatan Gazetesi’ndeki köşesine taşıyan denizci Hüsamettin Ülsel, Fransız Hükümetinin en emin çareyi bu filoyu Türk dostluğunun kucağına bırakmakta bulduğunu belirterek şöyle devam etmiştir: “Suriye’de askeri vaziyetin aldığı şekil üzerine Fransız filosunun hür Fransız kuvvetlerinin eline geçeceğini ve bu suretle bunlara mensup deniz kuvvetlerinin artacağını düşünen Vichi çevresi belki Almanların tavsiye ve tazyiki altında bu gemilerin bitaraf bir memlekete teslimini daha uygun görmüş ve Suriye sahilinin şimalinde en yakın bir liman olan İskenderun’a ilticasını emretmiş olabilir. İskenderun’a iltica etmiş olan Fransız Filosu, Hür Fransız deniz kuvvetlerini arttırmaktan geri bırakmış olmakla beraber, Almanya’nın bir seneden beri beslediği yüksek emel ve peşinden koştuğu kıymetli gaye için acı bir hayal düşkünlüğünün de başlangıcını teşkil etmiş bulunuyor”.

Fransız personel mülteci kampına gönderildi

Fransa’ya ait 5 mayın tarama gemisi, 2 karakol gemisi, 2 tanker ve 3 römorkörden oluşan 12 gemi ile 4 adet mazot ve su dubasının bulunduğu grup Beyrut’tan İskenderun’a gelerek 10 Temmuz 1942’de Türkiye’ye iltica etmişti. Fransız gemileri arasında en büyüğü 15 bin Tonluk Adour isimli tanker idi ve İtalyan harp gemilerinin saldırısına uğramış bordasına bir torpido isabet etmişti, gemi yaralı idi. Fransız Komodor Deniz Yarbay Girand Jourdan’ın komutasında İskenderun’a gelen Fransız filosu, Hatay Valisi Şükrü Sökmensüer’e müraacat ederek, iltica talebinde bulunmuştu. Uluslararası Deniz Hukuku paralelinde o sırada yürürlükte olan Zapt ve Müsadere Kanunu’na göre gemilerin silahları ve cephanesi İskenderun Üs Komutanlığı depolarına götürülmüş personelin de ellerindeki tabancaları alınmıştı. Bu işlemler yapıldıktan sonra Mersin’deki Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nden yeteri kadar subay ve astsubay getirildi. Her gemiye bir subay, astsubay ve iki er verilerek enterne işlemi tamamlanmış oldu. Bu arada gemilerde sadece görev yapacak personel bırakılmış diğer 200 Fransız askeri personeli, Isparta’daki mülteci kampına gönderilmişti. Artık gemiler Türk askeri personelinin kontrolünde olacaklardı. Böylece uluslararası hukuk açısından iltica olayı gerçekleşmiş oluyordu. Gemiler enterne edilmesi yani iltica işlemleri bitirildikten sonra Mersin’e getirildiler. Deniz Harp Okulu ile Deniz Lisesi ve Astsubay Okulu Mersin’de eğitim görmekte idi ve gemiler için gerekli Zapt ve Müsadere subayları buradan sağlanmıştı. Gemilerin Marmara’ya intikali için son hazırlıklar burada yapıldı. Bu cümleden olarak gemilere yakıt ve kumanya verildi, Adour’un da acil onarımı yapıldı.

Marmara’ya kadar Sus gemisi refakat etti

Türkiye, Donanma Komutanlığı sancak gemisi durumundaki Yavuz kruvazörünü Boğazlar’dan dışarı çıkartmıyordu. Bunun iki nedeni vardı; Boğazlar dışında sıcak çatışmalar devam ediyor ve denizler mayınlı idi. Nitekim Atılay denizaltısı 14 Temmuz 1942’de Çanakkale Boğazı çıkışında antenli mayınlara takılıp batmıştı. Diğer önemli sebep ise Yavuz zırhlısının Boğazlar’dan çıkması ortaya bir “Savaş Havası” verecekti. Türk Hükümeti bunu istemiyordu. Bu nedenle daha Atatürk’ün sağlığında Almanya’ya sipariş olunan ve isimleri de yine onun tarafından verilen 6 adet ticaret gemisinden 260 tonluk 86 m. boyundaki azami seyir sürati 14 knots olan Etrüsk vapuru “Donanma Ana Yatak Gemisi” olmuştu. Gemiye uçaksavar ve suüstü topları konmuş, askeri personel ile donatılmıştı. Etrüsk ile aynı boyutlarda (tonajda) olan “Sus” gemisi de T.C. Muavenet Vekaleti Deniz Yolları ve Limanları İşletmesi Umum Müdürlüğü’nden alınarak yine aynı askeri maksatla donatılmıştı. Fransız gemilerine refakat etmesi ve mürettebattan bazıları için Sus gemisi görevlendirildi. Gemi Komutanı Kurmay Albay Sururi Açıkalın aynı zamanda konvoy komodoru olarak görevlendirildi. Sus gemisinin Mersin’e gelişinin ardından Marmara’ya intikal seyrine geçildi. Fransız gemileri Sus vapurunun rehberliğinde iki ayrı konvoy halinde Marmara Denizi’ne Erdek Limanı’na getirildiler.

Sus gemisinin ismini Atatürk vermişti

Türk Hükümeti, Atatürk’ün sağlığında Almanya’ya sipariş edilen ve isimlerini Atatürk’ün verdiği Etrüks ve Sus gemilerini II.Dünya Harbi seferberlik koşullarında askeri maksat için donatmıştır. Bu gemilerin hikayeleri ile ilgili çok ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz. Bu vesile ile isimlerinin ne anlama geldiğinden kısaca bahsetmek istiyorum. Atatürk’ün sağlığında Almanya’ya 9 gemi sipariş edilir.Trak, Sus, Marakas, Etrüks, Tırhan, Kadeş, Savaş, Egemen ve Şalon. Bu isimlerin alışılmışın dışında olan isimlerinin nedeni ise, Gazi’nin Türk Dil ve Tarih Kurumu iie üzerinde çalıştığı , “Güneş Dil Teorisi” ile ortaya çıkan isimlerdir. Mesela Trak ismi, Türkiye’nin Trakya (Eski dillerde Tracha,Thrace) denilen yöresinden ve antik dönemlerde oralarda yaşayan, kendilerine “Traklar” denilen halktan geliyordu. Tırhan, Kadeş, Ertüks ve Sus’un isimleri de bu bağlantılar nedeni ile verilmişti. Son üç gemi olan Savaş, Egemen ve Şalon ise II.Dünya Harbi nedeni ile Almanlar tarafından teslim edilmedi.

Konvoyun sürati 7 mil’di

Konvoyların tespitinde gemilerin büyüklükleri ve süratleri dikkate alındı. Birinci konvoyda 15 bin tonluk Adour’a (sonradan donanmaya katılarak “Akar” adını almıştır) bordasında üç küçük tonajlı gemi yedeklendi. Aynı konvoyda Sansin (Donanmadaki adıyla TCG KALDIRAY) adlı ağ gemisi, Acovette (Donanmadaki adıyla TCG KEPEZ) mayın tarama gemisi ve Marius (Donanmadaki adıyla TCG KALKAN) hücumbotu bulunmakta idi. Konvoyun sürati 7 mil civarında idi. İkinci konvoyda ise 1.100 tonluk Djabel (sonradan Deniz Yollarına verilerek BAŞARI adını almıştır) adlı akaryakıt gemisi, Elan hücumbotu (daha sonra Fransa’ya geri verilmiştir), Vailance (Deniz Yollarıi daresine geçtikten sonra BEYKOZ adını almıştır) su gemisi, Jean Mic ve Marseillais 3 (Deniz Yollarına geçtikten sonra BOZCAADA ve GALATA adlarını almışlardır) römorkörleri bulunmakta idi. Fransız filosunun beraberinde getirdiği dört adet mazot ve su dubaları İskenderun ve Mersin Deniz Üs komutanlıklarına verilmişti. Her iki konvoyun intikali toplam 3.5 ay sürmüştü. 23 Temmuz-4 Kasım 1941 tarihlerinde yapılan bu seyir bir taraftan Akdeniz’in en sıcak olduğu günlere tesadüf ettiği gibi diğer taraftan da Almanya’nın 22 Haziran 1941’de Rusya’ya saldırdığı ve bu saldırısında başarı üstüne başarı kazandığı bir dönemdir. Dolayısı ile Almanya’nın müttefiki olan İtalya Akdeniz’de ve özellikle 12 ada civarında yani Türk konvoyunun intikal rotaları üzerinde tam anlamıyla egemendir. Diğer taraftan Akdeniz ve Ege Denizi’nde en büyük tehdit mayın silahıdır. Nitekim Mustafa Kaptan yönetiminde Bartın Limanı’na kayıtlı Kılıç motoru 5 Haziran 1941 gecesi Anamur Burnu açıklarında mayına çarpıp batmıştı. Refah Şilebi de İngiltere’den alınacak gemilerin ve uçakların personelini götürürken 25 Haziran 1941’de aynı deniz sahasında batmıştı. Burada ilave edelim ki savaş sonunda özellikle Bodrum Körfezi’nde mayın taraması yapan gemilerimiz pek çok mayını tarayacak ve imha edecektir.

Sadece gündüz seyir yaptılar

Bu nedenle konvoylar hem kıyılarımıza son derece yakın geçiyor ve hem de denizdeki mayınları gözetlemek için gündüzleri seyir yapıyorlardı. Türk konvoyları her ne kadar sahillerimize son derece yakın geçmelerine ve tamamıyla “zararsız geçiş” yapmalarına rağmen yine de İtalya hava ve su üstü unsurlarının takip ve kontrolünden kurtulamamışlardı. İntikal sırasında Alman ve İtalyan Hava Kuvvetleri’ne ait uçakları yaklaşık 40 kez keşif maksadı ile konvoyların üzerinde uçmuşlardı. Ayrıca bir veya iki İtalyan savaş gemisi konvoyu devamlı bir şekilde “yakın takipte” bulunmuştu. İkinci konvoy 19 Ekim günü İstanköy adası ile Bodrum arasında kalan deniz sahasından geçerken İtalyan savaş gemileri heyecanlı saatler yaşatmıştı. Ege seyrinde Bodrum sancak taraftan bordalanıp İstanköy adasına yaklaşılırken konvoyun pupasında bir İtalyan karakol gemisi tespit edilmişti. Bu şekilde seyir ile Akyar önlerine gelindiğinde bu sefer Leros adasından yani kuzeyden iki İtalyan hücumbot konvoya yaklaşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Fransız gemilerinin sahillerimizde karaya oturtulması izni verilirken Sus gemisinde bulunan askeri personel “Top başı” yaparak muhtemel bir çatışma için “savaş yerlerine” geçmişlerdi. Konvoy bu şekilde Gümüşlük’ü ve Yalıkavak Burnu’nu geçtikten sonra Güllük Limanı’na gelerek demirlemişti.

Karadan topçu desteği hazırdı

Ancak bu işler olurken Bodrum Burnu kıyısından itibaren kuzeye doğru bir toz bulutunun kalktığı ve bu tozun konvoyun hareketine bağlı olarak kıyı boyunca devam ettiği görülmüştü. Konvoy gemilerinin demirlemesinin ardından, hatta demirleme sırasında sahilden biri yüzbaşı diğeri üsteğmen iki kara subayını taşıyan bir sandal gelmişti. Subaylar aceleyle gemiye çıkıp komutanla görüşme talebinde bulunmuşlardı. Gelenler sahilde teşkil olunmuş “Kıyı topçu bataryaları “ subayları idi. Konvoyu takip ettiklerini ve eğer bir çatışma olsaydı kıyıdan yapacakları “top atışları” ile gemilerimize destek sağlayacaklarını anlatmışlardı. Gemilerden görülen toz bulutu kıyı topçu bataryalarının hareketlerinden kaynaklandığı böylece anlaşılmıştı. Bir anlamda Kara-Deniz işbirliğinin yaşandığı bu olay elbette ki konvoydaki subayları çok memnun etmişti. Gelen subayları yemeğe alıkoyarak hoşça vakit geçirmişlerdi. Konvoyların intikalinde başka olaylar da olmuştu.

Yunanlılara da yardım ettiler

Birinci konvoyun intikali sırasında 29 Temmuz 1941 günü Kuşadası Körfezi’ne demirlenmişti. Bu sırada Körfez’in güneyinde Sisam adası yakınlarında bir yelkenli demirliydi ve içinin çok kalabalık olduğu hemen fark ediliyordu. Personel yemek yedikten sonra denize atılan ekmekleri almak üzere bazı gençler denize atlayarak artıkları almışlardı. Bunun üzerine denize indirilen bir sandalla yelkenliye sağlık ve gıda malzemesi gönderilmişti. Yelkenliye gidenler öğrenmişlerdi ki; teknedekiler Sisam adasından kaçan Yunan vatandaşları idi. Tekne ile kaçarken Alman uçaklarının hücumuna uğramışlardı. Yelkenlide ölü ve yaralı vardı. Kuşadası kaymakamlığına iltica için talepte bulunmuşlar, Kaymakamlığın Ankara’dan gelecek emir paralelinde limanaalmasını bekliyorlardı. Gönderilen gıda ve sağlık malzemelerinin yelkenliye ulaşması ile birlikte teknedeki Yunan vatandaşları “Zito Türkiye” diye bağırmışlardı. Seyir sırasında Fransız askerlerinin giderek Türk askeri disiplinine uydukları dikkatten kaçmıyordu. Çanakkale’ye varıldığında sakallı hiçbir Fransız askeri kalmadığı gibi, bu kişiler karaya çıktıklarında artık temiz kıyafetler giymekte idiler.

Haliç ve Gölcük’te onarıldılar

Konvoylar anlattıklarımızın dışında önemli bir olaya tesadüf etmeden Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdiler. Hızırreis gambotu konvoyları Çanakkale yaklaşma sularında -Bozcaada iskelesinde- beklediğinden Erdek Deniz Üssü’ne kadar olan seyir bu gambotun rehberliğinde yapıldı. Gemilerin Marmara’ya intikali ardından, Haliç (Taşkızak) ve Gölcük tersanelerinde onarıma alınmışlardı. Onarımları 21 Mart 1944’te tamamlandıktan sonra, gemiler Donanma Komutanlığı ile Deniz Yolları İdaresi’ne dağıtılmışlardı. Böylece Fransa’dan alınan bu 11 gemi İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarından itibaren Türkiye’nin hizmetine girmiş oluyorlardı.

9 Kasım 1943 Cumhuriyet Gazetesi.. 

15 Eylül 1943 günü kabul olunan 4219 sayılı kanunla gemiler 5.800.000 lira bedelle satın alınmıştı.

Türk Deniz Kuvvetleri emrine devredilen gemiler
Bu gemilerden 1938 yapımı ve 15.000 tonluk Adaour adlı akaryakıt gemisi önce 1944- 1947 yıllarında İstanbul adıyla Devlet Deniz yollarında çalıştı. 1947 yılında Donanma Komutanlığı’na devredilen İstanbul TCG AKAR adıyla (A-570) donanmaya verilmiş ve yıllarca hizmet ettikten sonra 1974 yılında hizmet dışına ayrılmıştır.

TCG AKAR 1939’da, Fransa’da Société Provencale. L’Adour ismi ile 09.10.1938 tarihinde Tanker olarak kızaktan indi. Fransızlara ait olup 15.09.1943 tarihinde Türkiye’ye sığınan gemilerdendi. Kasım 1943 yılında Devlet Denizyolları İşletmesi Filosuna İSTANBUL adı ile katıldı.6.134 gros, 2920 net 5600 dwt’luktu. .Uzunluğu: 132,5 metre, genişliği: 16,2 metre. Draftı 8,25 metre idi 5200 SHP gücünde 2 adet Persons Türbin motoru vardı ve çift pervaneliydi. 15 mil hızı vardı. 1947 yılında Donanmaya devredildi adı AKAR oldu. 1974 yılında servis dışı bırakıldı. 1981 yılına kadar Gölcük’te bağlı kaldı. 1982 yılında Aliağa’da söküldü.

Lloyd’s Register 1946-1947 Yıllığında Adour tankerinin sicil kaydı olan sayfa. Bu bilgilerde İstanbul adıyla tescil edildiği yazılıdır ve “Akar” adı verildiği de belirtilmiştir.

TCG KALDIRAY: 1938 yılında Fransa’da inşa edildi ve Sansin adı verildi. 1943 tarihinde Türkiye’ye sığınan gemilerdendir. Boyu 46,9 metre, eni 8,25 Metre idi. 500 IHP gücünde Stimli ana makinası vardı. Azami seyir sürati 5 Knots idi. 1946 yılında Donanmaya katıldı. 1975 yılında Donanma kadrosundan çıkarılarak hurda olarak satıldı. Kaldıray, Boğazların savunulması için ağ kapama maniaları ve deniz kazalarında batık çıkarılmasında kullanıldı.

Deniz Kuvvetleri’ne verilen diğer gemiler

Acovette yani donanmadaki adıyla TCG KEPEZ mayın taram gemisi ve Marius yani dnanmadaki adıyla TCG KALKAN hücum botuyla ilgili herhangi bir kayıt veya resim ne yazık ki bulunamamıştır. Deniz Kuvvetleri kayıtlarında aynı isimde yer alan gemilerin ise yapım tarihleri 1942 den sonradır.

Devlet Deniz Yolları’na verilen gemiler

Djabel 1920’de Fransa’da, Marsilya’da Société Nouvelle des Forges et Chantiers de la Méditerranée La Seyne tersanesinde “Gilda” adı ile tanker olarak inşa edildi. 1937’de satıldı ve “Abbatielou” adı verildi. Ayni sene yine el değiştirdi ve “Bolbec” adını aldı. 1938’de Esturi Steam Shipping Co.Ltd.- S. Catsell satın aldı ve “Oilshipper” adı verildi. Panama gemi siciline kaydedilmişti. 1941’de August Damburg firması satın aldı ve “Chaudronnier” adı verildi. 1942 yılında Türkiye’ye sığınan gemiler arasındaydı. Devlet Deniz Yolları ve Liman İşletmeleri Umum Genel Müdürlüğü kadrosunda yer aldı ve “Başarı” adı verildi. 1.138 grt. 564 net 1300 dwt., Uzunluğu: 70,26 metre, genişliği 10,40 draftı   4,50   metre    idi.    Société    Nouvelle    des Forges et    Chantiers    de la Méditerranée yapımı çift ana makinesi toplam 80 nhp. güç üretiyordu. Çift pervanesi vardı. Azami seyir sürati 7 knots idi. Başarı tankeri 24 yıl boyunca bize hizmet etti. 1965 yılının Haziran ayında kadro dışı bırakılarak Haliç’e bağlandı, 1967 yılında Kazım Kaptanoğlu firmasınca satın alındı Dizel Motor konularak yük gemisi haline getirildi.

Başarı koster olarak tadil edildikten sonra

 (Ex- Gilda, Ex- Abbatielou, Ex- Bolbec, Ex- Oilshipper, Ex- Chaudronnier)

Başarı

Beykoz su tankeri (Ex.Cyrus): 1922’de, Fransa, Blainville’de Chantiere Naval Français tezgâhlalarında Cyrus adıyla su tankeri olarak inşa edildi. 435 gros, 189 net 620 dwt’luktu. Uzunluğu: 45,9 metre, genişliği: 7,8 metre, su kesimi: 3,7 metre derinliğindeydi. 245 beygir gücünde tripil buhar makinesi vardı. 1942 yılında Alman Denizaltılarından kaçarak İskenderun’a sığındı.1943 yılında Münakalat Vekaleti Devlet Denizyolları ve Limanları Umum Müdürlüğü’ne emrine verildi. İstanbul Liman İşletmesi’nde görev yaptı.Adalar’a su taşımada kullanıldı. 1982 yılında servis dışı bırakıldı ve Aliağa’da söküldü.

Beykoz su tankeri

Bozcaada buharlı römorkör 

Adour’a önce İstanbul, sonra Akar, Cynus’a da Beykoz adı verildi. “Marseillais Five” römorkörüne “Galata” adı verildi. “Marius Chambon” adlı römorköre “Bozcaada” adı verildi ve 1943 yılında Devlet Denizcilik İşleri Genel Müdürlüğü’ne verildi. İstanbul Liman İşletmesi’nde römorkör olarak çalıştı.

“Galata” Steam Screw Tug (Ex.Marseillais 3): 
Lloyd’s Register 1924-25 kataloğu kayıtlarında 2 Marseillais kaydı var; Marseillais 9 Wood Screw Tug – 1892 yılında G.Saccomanno/Lerici’de Société Générale de Remorquage et de Travaux Maritimes , S.A. Marseille (*) adına inşa edilmiş. Marseillais Steam Screw Tug -1907 yılında Hollanda Kinderijk’teki Gebroeders Jonker Tersanesi’nde (**) Société Générale de Remorquage et de Travaux Maritimes , S.A. Marseille adına inşa edilmiş.
Marseillais 9’un ilk adı “Jean D’Agreve”, daha sonra “Union Operaia” adını almış… Ve Batmış…

Lloyd’s Register 1927-28 kataloğu kayıtlarında LR 1927-28 Yıllığından Marseillais Steam Screw Tug kaydı devam ediyor.. 1907 yılında Hollanda Kinderijk’te Gebroeders Jonker Tersanesi’nde Société Générale de Remorquage et de Travaux Maritimes , S.A. Marseille adına inşa edilmiş.

Marseillais 3, 1945 sonrasında Galata adını almış. 1931 yılında Cochrane & Sons Ltd. – Yorkshire, Selby’de inşa edilmiş.

Yorkshire bölgesindeki Selby, Clyde, Tyne bölgesinden ayrı bir tersaneler bölgesi idi. Buradaki tersaneler çoğunlukla yelkenli ve ayrıca römorkör gibi küçük tonajlı gemi inşaatları yaparlardı.

Cochrane & Sons Ltd. Shipyard bunlardan biridir.

Cochrene & Sons Ltd. ilanında şunlar yazılı; “Cochrene & Sons Iron & Steel Shipbuilders and Engineers, Selby. Speciality- Steam Trawlers, Steam Herring Drifters and Line Fishing Vessels. Also Builders of Coasting Steamers, Tugboats, Steam Pilot Cutlers, Barges, & c.”

Marseillais 3 römorkörü 1939’da Fransız Deniz Kuvvetleri emrine alındı ve 9 Aralık 1939’da karakol gemisi olarak kullanılmak üzere Beyrut Limanı’na götürüldü.

Marseillais 5 isimli römorkör Kasım 1942’de Marsilya’da Alman güçleri tarafından Şubat 1943’de kadar Ege bilgesinde kullanıldı. 12 Şubat 1943’de İngiliz denizaltısı HMS Saracen tarafından Fransa’nın Sardineaux Burnu açıklarında top ateşi ile batırıldı.

Lloyd’s Register “Navires a Vapeur et a Moteurs de Moins de 300 tx., Chalutiers & c.” sayfaları daha ayrıntılı olarak bilgi vermekte ve olası yanılgıların da önüne geçmekte. Nitekim bu sayfalarda; Marseillais 2, Marseillais 3, Marseillais 5 ve Marseillais 6 No’lu römorkörler hakkında geniş sicil bilgileri yer almakta. Osman Öndeş’in “İngiltere’de Caledonian Maritime Research Trust uzmanı David Asprey’e daima sorarım” diye belirttiği üzere, Galata- Marseillais 3 konusuna da David Asprey cevaben bilgi ve belge göndermiş. Kendisine ben de çok teşekkür ediyorum.

SUS GEMİSİNİN KOMUTANI ANLATIYOR

NOT: Hikayenin sonuna bu olayı bizzat yaşayan Koramiral Şemsi Bargut’un “Bir Plesisor’un Bahriye anıları” kitabında, 59’ncu sayfadaki 33. bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Komutan birinci ağızdan yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 

 

Koramiral Şemsi Bargut
(Soldan ikinci)

Gemiler pis ve bakımsızdı

“O tarihte Fransa’ya bağlı olan, Suriye ve Lübnan’da Petainciler tarafında kaldığı için, İngilizler ve De Gaulle bağlı kuvvetler süratle buraları işgal ettiler. Bu işgalden kurtulmak amacı ile (bana kaırsa enterne edilerek savaştan kurtulmak maksadı ile) on bir Fransız yardımcı gemisi Beyrut’tan kaçarak Türkiye’ye, İskenderun’a sığındı. Yumurtalık koyunda enterne edilen bu gemilerin güvence altına alınabilmeleri için Erdek’e götürülmeleri uygun görüldü. Bu kararın uygulanması ile, el konulan ve silahlandırılan Deniz Bank’ın Sus vapuruna geçici olarak verildim. 1941 yılı sonlarında ,yaklaşık üç ay süren ,bu özel görev ile ilgili bilgileri, Genelkurmay Başkanlığı ATASE Başkanlığı tarafından yayınlanmış bulunan “Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları” adlı kitabında detaylı olarak yazmıştım. Burada ,bu kitapta yer almış buluna ,birkaç anıya değinmek istiyorum.
Birinci kafileyi getirmek üzere İskenderun Yumurtalık’a gittiğimizde, o zamana kadar görmeye alışık olmadığımız bir görünüm ile karşılaştık .Fransız eratın hemen hepsi çok genç olmasına rağmen, adeta top sakallı idiler. Gemilerdeki personelin kıyafetleri tamamen serbestti. Hatta nöbetçiler bile üniforma giymiyorlardı. Herkesin üstünde başka elbise vardı. Rütbe işaretleri falan yoktu. Hatta personelim bazısı gemilerde yarı çıplak dolaşıyordu. Gemiler ve personel son derece kirli hatta pis ve bakımsızdı.

Hepsi yetimhaneden çocuklardı

Personel listesi verildiği zaman bir husus dikkatimizi çekti. Erlerin hemen hepsinin “baba adı” hanesinde “Marsilya yetimhanesi” veya “Paris Yetimhanesi” yazılı bulunuyordu. Yani bu erlerin çoğunun belirli bir babaları ve aileleri yoktu. Vakıa gemiler bir savaş gemisi değil, küçüklü büyüklü yardımcı gemilerdi ama yine de Donanmanın bir ünitesi idiler. Bu 11 gemi içinde sadece “Adour” adlı ikmal -Yakıt gemisinde ve Elan isimli torpidobotta şeklen bile olsa biraz düzen vardı. Adour İskenderun’a gelirken yolda bir torpido isabet almış, tehlikeli olmayacak durumda yaralı idi. Kıdemli Fransız subayı Albay Jiro Jarden’i pek dinleyen yoktu.
Ben, bir fırsatta bu sakal bırakma işini Albay J.J’ye sordum. Bana, ”Bunu bir Fransız Denizcilik Geleneği olduğunu, yurtlarından uzun süre uzak kalan ve herhangi bir nedenle yas tutan denizcilerin sakal bırakma sureti ile bu özel durumlarını belirtmeye hakları olduğunu” uzun uzun anlattı. Fransızları, öteden beri nazik ve hassas insanlar olarak tanımlamıştık. Bu da ,herhalde “bir zarafetin tezahürüdür” dedik.

Fransızlar sakalları kesti

İntikal seyri süresince emirlere uygun olarak yalnız gündüz seyrediyor, geceleri münasip yerlere demirliyorduk. Kafilenin sürati ortalama 6-7 mili geçmiyordu. Bu nedenle, Yumurtalık’tan hareket ettikten sonra Mersin, Antalya daha sonra Fethiye, Bodrum, Kuşadası gibi bir çok limanlara uğradık. Zaman zaman ikmal nedeni ile bu limanlarda bir gün kalıyorduk. Limana gelince, o pis gemilerden o pis kıyafetli erler, hemen harici kıyafetlerini giyiyorlar, karaya gezmeye çıkıyorlardı. Şapkalarında kırmızı ponponları, üstlerinde özel elbiseleri ve çizgili fanilaları ile o kadar şık ve gösterişli idiler ki, bunların aynı kişiler olduğuna inanmak güçtü. Limanlara uğradıkça bizim Fransızlarda sakallı sayısı da gittikçe azalmaya başladı. Öyle ki, on-on iki gün sonra İzmir’e geldiğimizde, gemilerde sakallı kimse kalmamış gibiydi. Albay J.J ye sordum; “Büyük yas ve sorunlar bitti galiba” dedim, Bana hiç cevap vermedi.

Usturmaça lastiklerini sattılar

Harp senelerinde Türkiye’de büyük bir otomobil lastiği sıkıntısı vardı. Türkiye’de oto lastiği fabrikası henüz yoktu ve lastik karaborsadaydı. Buna karşın, İskenderun’a sığınan ve çoğunluğu liman vasıtası, römorkör tipi gemilerden oluşan Fransız teknelerinin hemen hepsinin bordalarında, usturmaça yerine bir çok otomobil ve kamyon lastiği asılı bulunuyordu ve bu kimsenin dikkatini çekmemişti. Birinci kafile ile yola çıktığımızın galiba üçüncü günü akşam Antalya’ya demirledik. Ertesi sabah bizi bir sürpriz bekliyordu. Gemilerin oto lastiği usturmaçaları yok olmuştu. Fransızlar bu lastiklerin yerli halk tarafından gece çalındığını iddia ettiler. Buna pek olanak yoktu. En azından her gemide devamlı bir nöbetçi bulunması gerekli idi ve bu nöbetçi kuşkusuz bunu görecekti.Çalınan şeyler öyle kolayca sökülüp götürülecek, taşınabilecek şeyler değildi. İl Emniyet Makamları ise bunun aksini söylediler. Bir gün önce şehirde ,bu gibi karanlık işlerle uğraşan kişilerle Fransızların irtibat kurduklarını ve lastikleri sattıklarını iddia ettiler. Hakikat,tam olarak anlaşılamadı. Biz bu nedenle hareketimizi geciktirmezdik. Valilikten bu konunun takibini rica ettik.(Bu araştırmanın sonucunu ben öğrenemedim. Ama, Fransızlarla geçirdiğim üç ayın bende bıraktığı izlenime göre ikici tez her zaman bana daha yakın geldi.)

Yunanlı kaçaklar yemek artıklarına saldırdı

Bu görevden aklımda yer eden hazin bir olayda Kuşadası’nda karşılaştığımız bir sığınma trajedisidir. İlk kafileyi getirmek üzere İskenderun’a giderken Sus ile bir akşam Kuşadası’na demirledik. O zamanlar Kuşadası’nda rıhtım, iskele, Marina gibi tesisler yoktu.Gemiler açıkta demirliyorlardı. Bir süre sonra, gemi ile kıyı arasında içi insan dolu büyükçe bir yelkenli kayık dikkatimizi çekti. O seneler plastik torbalar, pet şişeler ve deterjanlar mevcut olmadığından Deniz Kirliliği konusu henüz akla gelmiyordu. Gemilerin sintinelerini rahatlıkla denize basarlar, yemek artıklarını ve çöplerini denize dökerlerdi. Biz de, o akşam yemeğinden sonra, artan ekmek parçalarını ve yemek artıklarını usulen denize boca edince, çok garip bir şey oldu. O kayıktan birkaç kişi denize atladı ve martılarla birlikte bu ekmek parçalarına hücum ettiler.

Su ve ilaç gönderdik

O sırada, bir sandalla gemiye gelmiş bulunan Kuşadası İnzibat Subayı üsteğmene bu kayık için sordum. Aldığım cevap çok ilginç ve acıydı. Almanlar, bir süre önce Ege Adalarını işgal etmişlerdi ve adadaki bütün deniz araçlarına el koymuşlar veya yok etmişlerdi. Halbuki, bu adalardaki halk ,yaşamak için dışarıdan bir çok şeyler getirmeye muhtaçtı.(Örneğin Kuşadası’nın tam karşısındaki Sisam adasında sadece soğan yetiştirilmiş.) Erzak stokları bitince ekmeksiz, yağsız, sebzesiz yani aç kalmışlar. Bu açlık ve tek tip gıda yüzünden çeşitli hastalıklar ve yaralar çıkmış. Nihayet canlarına tak etmiş, bir suretle ele geçirdikleri bu yelkenli kayıkla Türk kıyılarına kaçmaya karar vermişler. Fakat işleri iyi gitmemiş. Gün ağarırken Türk Karasularına ulaşamamışlar. Sonuçta Alman Uçakları kayığı makineli tüfekle taramış. Ölen olmuş. Yaralılar ve sağlam kalanlar Türkiye’ye sığınabilmişler. Fakat ne ölülerini denize atabilmişler ne de yaralılarına bakabilmişler. Kuşadası’na varınca Türkiye’ye iltica hakkı istemişler. Kaymakam durumu Ankara’ya bildirmiş. Şimdi cevap bekliyorlarmış fakat, emirler gereği izin gelmeden kıyı ile irtibatı kuramıyorlarmış. Bu duruma çok üzüldük. İmkanımız olan yiyecek, su ve ilaçları sıhhiye astsubayımızla hemen kayığa gönderdik. Dönüşünde sıhhiye astsubayının anlattıkları çok feci idi.
Ertesi sabah erken biz Kuşadası’ndan hareket ederken kayıttakiler biz el sallıyor,”Zito-Efharisto” diye bağırıyorlardı.Bir ay kadar sonra yolumuz tekrar Kuşadası’na düşünce bu kayığın ne olduğunu sordum. Ankara’dan izin gelmiş ve Türkiye’ye iltica istekleri kabul edilmiş. Buna hepimiz sevindik.”

KAYNAKLAR

* Dz.Ögr.Doç. Dr. Alb. Ferdi Uyanıker; “II. Dünya Savaşı Sürecinde Türk Donanması”, Yüksek lisans Tezi, 2019.

* Ali Bozoğlu, özel fotoğraf arşivi

* Mustafa Hergüner” 2.Dünya Savaşı’nda Fransız gemilerinin ilticası ve Bodrum.”

* Hüsamettin Ünsal; “ İkinci Dünya Savaşı’nda Mersin- Fransız Gemilerinin İlticası”, Mersin Deniz Ticareti Ekim 2013.

* Dr. Öğr. Gör. Cevdet Teke; “ II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’ye İltica Eden Askeri Deniz ve Hava Araçları”  ETÜT,  Sayı: 4, Haziran 2022

* Osman Öndeş: Lloyd’s Register of Shipping arşivleri

* Emekli Deniz Albay Şemsi Bargut; “Bir Plesisor’un Bahriye anıları” ,Sf. 59, Bölüm 33.