AVRUPA TRENİ DURDU
ANKARA, 22/12(BYE)--- Merkezi Washington'da bulunan düşünce kuruluşu Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nin (CSIS) 18 Aralık 2006 tarihli internet sayfasında, CSIS Türkiye Projesi Direktörü Bülent Alirıza ve uzman Seda Çiftçi imzalarıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan Türkiye Güncellemesinin çevirisi şöyledir:
14-15 Aralık tarihli Avrupa Birliği (AB) zirvesiyle ilgili olarak aylardır AB'nin, Türkiye'nin 2005'te imzaladığı Gümrük Birliği hükümlerini, deniz ve hava limanlarını Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına açarak uygulamasında ısrar etmesinden ve Türkiye'nin de AB'nin Kıbrıslı Türkler üzerinde uygulanan ambargoyu gevşetmemesi durumunda bunu yapmak istememesinden doğacak ve AB'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn'in sürekli "tren kazası" olarak tanımladığı durumun ortaya çıkma olasılığıyla ilgili spekülasyonlar yapılıyor. Sonuçta zirveden, AB dışişleri bakanlarının, geri kalan 34 başlıktan (müzakerelerin başladığı Ekim 2005 tarihinden bu yana sadece 1 başlık büyük güçlüklerle kapatılabilmişti) "sadece" 8'inde görüşmeleri askıya alma tavsiyesini Komisyonun fazla tartışmaya gerek görmeden resmileştirmesinin, korkulan kazayı önlendiği düşünülüyor. Gerek Rehn, gerekse İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett özellikle Türk treninin "raydan çıkmadığı" yorumunu yaptılar ve onların AB kararı ile ilgili bu yorumları, zirve sonrası yapılan, AB'nin askıya alınmamış bazı fasıllarda müzakerelere devam edeceği, bu arada da Kıbrıslı Türklere somut jestler yapabileceği şeklindeki spekülasyonlarla da desteklendi.
Başta desteğini vurgulamak için zirveden hemen sonra Ankara'ya uçan İngiltere Başbakanı Tony Blair ve AB üyeliğinin sadece olabilir değil aynı zamanda ulaşılabilir olduğu son dört yıllık ekonomik düzelme sürecinden sonuna kadar yararlanan yerli ve yabancı yatırımcılar olmak üzere Türk Hükümeti ve AB'deki destekçileri, AB'nin kararının olumsuz sonuçlarını asgariye indirmeye çaba gösteriyorlar. Ne var ki kısmi askıya alma kararı ile Türkiye havaalanları konusundaki tavrını değiştirinceye kadar diğer fasılların hiçbirinin kapanmayacak olması, üstelik AB Komisyonunun uyum konusunda ek raporlar istemesi, Türkiye'nin AB sürecini resmi olarak her zamankinden daha fazla Kıbrıs konusuna bağlamaktadır. Zirve öncesinde Finlandiya dönem başkanlığının bu yola gelmez sorunu çözme çabalarının başarısızlığa uğraması, Türkiye'nin böyle bir bağlantıyı uzun süreden beri reddetmesi ve 2007'de cumhurbaşkanlığı seçimine ve genel seçime hazırlanan AKP'nin bu kadar duyarlı bir konuda hareket etmesini kısıtlayan zorluklar dikkate alındığında Türkiye'nin AB treninin görülebilir gelecekte duracağı açıktır.
Kamuoyu yoklamaları, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı Avrupa'daki güçlü itirazları göstermeye devam etmektedir ve şimdi daha fazla Avrupalı lider, sonuçta AB'nin yeniden tanımlanması gereğini doğuracak, Türkiye'nin katılımına ilişkin sorunlarla baş edebilme konusundaki isteksizliklerini dile getirme eğilimindedirler. Aynı zamanda, giderek daha fazla Türk açısından da aynı şekilde Avrupa rüyasının büyüsünün bozulması söz konusudur. Ayrıca tehlikeli karşılıklı yabancılaşma süreci, Türkiye'nin AB'ye girişine destek olarak elde kalan son ağır top Tony Blair'in emekli olması ve ocak ayında AB dönem başkanlığını üstlenecek olan Almanya'nın "genişleme yorgunluğuna" tepki olarak AB içindeki uyumu güçlendirmeye odaklanması ve Şansölye Angela Merkel'in daha önce ifade ettiği gibi Türkiye ile imtiyazlı ortaklık tercih etmesi suretiyle önümüzdeki yıl muhtemelen daha da ivme kazanacaktır. Türkiye'nin üyeliği konusunda en fazla şüphe duyan Fransa'nın ve uzun süredir sert bir muhalif olan Avusturya'nın, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso'nun 20 yıldan daha fazla süreceğini iddia ettiği sürecin sonunda bu sorunu referanduma taşıma konusunda kararlı olduklarını da belirtmek gerekir.
AB süreci yavaşlarken, dikkat kaçınılmaz olarak ertelemenin Türk iç siyasetine yapacağı etkiye yönelecektir. AB'nin "sadece Türkiye'yi kabul ederek bir küresel aktör olabileceğinin" ve bu sürecin "feda edilemeyecek kadar önemli olduğunun" farkında olmasından ötürü Türkiye'nin üyeliğe doğru ilerlemesinde herhangi bir kesinti olmayacağını ısrarla öne süren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB zirvesinden önce açıkça, "Türkiye'nin kaybedeceği bir şey yok, tek kaybedecek olan AB" dedi. Erdoğan kısmi ertelemeye, "Türkiye'nin AB dış politikasına getireceği avantajlardan" ziyade Kıbrıs konusuna odaklanmayı tercih eden AB'yi "vizyon eksikliği" ile suçlayarak tepki gösterdi. Bununla beraber, Erdoğan üyelik hedefine Türkiye'nin bağlılığını teyit etti ve AB'nin yaptığı yanlışı eninde sonunda düzelteceğine olan güvenini ifade etti.
AB'nin yakın gelecekte verdiği karar yüzünden bir bedel ödeyip ödemeyeceği belirsizse de Türk Hükümeti için aynı şeyi söylemek zor. Sonuçta Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra, yeni AKP hükümeti AB katılımına odaklanmaya karar verdi. Türklerin çoğunluğu tarafından desteklenen Avrupa milletleri ailesinde üyelik hedefinin sürdürülmesi, AKP için taban desteğinden daha geniş bir ulusal görüş birliğini sağlamak ve uluslararası alanda da elini güçlendirmek açısından büyük değer taşımaktadır. Aynı zamanda, AB sürecini desteklemek -ve bir önceki iktidardan miras alınan IMF programı- Türkiye'deki etkin bir işveren topluluğunun ve hatta daha da önemlisi, önceden şüpheci davranan yabancı yatırımcıların güvenini kazanma konusunda AKP hükümetine yardımcı olmuştur.
Devam etmekte olan iki süreç arasındaki hayati bağlantının AKP tarafından kabul edilmesi, Ali Babacan'ın ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev yapmaya devam ederken başmüzakereci olarak atanmasıyla daha da vurgulanmıştır. Sürdürülebilir etkileyici bir büyüme, daha fazla oranda kısa vadeli fonların yanı sıra ilk defa uzun vadeli doğrudan yabancı yatırımların çekilmesi, istikrarlı bir lira, düşük enflasyon ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsasındaki rekor seviyelerle birlikte AKP hükümeti, geçmişte yaşanan ekonomik şoklara karşı Türkiye'nin artık korunduğunu ve üyelik için AB'nin Maastricht ekonomik kriterlerinin yerine getirildiğini iddia etmekte haklı görünmektedir.
Fakat, dünyaca kabul edildiği üzere eğer AB katılım süreci ve nihai olarak AB üyeliği Türk ekonomisinin düzelmesi için önem taşıyan bileşenler ise, AB yolunda duraksamanın Türk ekonomisi üzerinde ters etki yaratıp yaratmayacağını sormak mantıklıdır. Türk borsasının veya döviz piyasalarının Brüksel'den gelen haberlere ani bir tepkisinin olmaması, etkisinin olmayabileceği yönünde bir izlenim yaratsa da, AB'yle mevcut çıkmazının olumsuz etkileri hissedildikçe olası riskler giderek daha fazla fark edilecektir. IMF'nin 10 milyar dolarlık stand-by anlaşmasının son gözden geçirmesini takiben 1.1 milyar dolarlık ödemeyi AB zirvesinden hemen önce onaylaması Türk ekonomisine olan güvenini teyit etse bile, Erdoğan ekonomi üzerinde yaratacağı olası bir etki nedeniyle AB süreci konusunda olumsuz yorumlar yapmaktan kaçınmayı tercih etmiştir.
Kamuoyu karşısında mertliğe leke sürdürmemesine karşın, AB talepleri ve seçim öncesi içerde yaşanan zorunluluklar arasında takılıp kalmak Erdoğan hükümeti için oldukça zor ve rahatsız edici bir durum yaratmıştır. AKP, giderek artan şekilde milliyetçi damarları kabaran Türk seçmenleri tarafından Kıbrıs konusunda -veya Türk Ceza Kanununda yapılması istenen revizyon konusunda- AB'ye teslim olmuş olarak algılanmanın maliyetinin, riayet etmemesi halinde AB tarafından uygulanacak maliyetlerden daha fazla olacağını hesaplamıştır. AKP hükümetinin görünen stratejisi, nisan ayında çoğunluğunu AKP'nin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından sorunsuz bir şekilde yapılmasını ümit ettiği cumhurbaşkanlığı seçiminden ve kasım ayında yapılacak olan genel seçimlerdeki zaferden sonra yeniden hız kazanabilmek beklentisiyle 2007 yılında AB meselesini ağırdan almaktır. Fakat, Türk siyasi suları çok ender olarak Türk liderlerin ümit ettiği gibi durgun ve önceden öngörülebilir nitelikte olmaktadır ve AKP'nin sığ sularda yolculuğu daha da tehlikeli hale gelebilir.
Potansiyel tehlikeler, giderek daha fazla sertleşen Türk Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın AB ile bir çatışmayı önlemek amacıyla hükümet tarafından son dakikada gösterilen çabalar konusunda, kamuoyuna alışılmadık derecede sert yorumlar yapmasıyla daha da belirginleşmiştir. Erdoğan, hükümetinin havaalanları ve limanlar konusunda harekete geçmek için isteksizliğini teyit etmek suretiyle AB Komisyonu'nun 29 Kasım'daki kısmi erteleme tavsiyesine "kabul edilemez" diyerek tepki gösterse de, AB'nin Kıbrıslı Türklere uyguladığı ambargoyu hafifletmesi için adım atacağı beklentisiyle Türkiye'nin Kıbrıs Rum gemilerine iki limanını "koşulsuz" olarak açabileceği konusunda AB dönem başkanı Finlandiya'nın Başbakanı Matti Vanhanen'i 1 Aralık günü Ankara'da bilgilendirmiştir. Kıbrıs konusunda bir çarpışmayı önlemek amacıyla yapılan ancak boşa çıkan çabanın yarattığı diplomatik başarısızlığa rağmen, Finliler talep edildiği üzere 7 Aralık günü yapılan teklifi usulünce AB ortaklarına ilettiler. Fakat, Türk Genelkurmayı AB'den bile daha önce tepki göstermeye karar verdi.
Büyükanıt, Türk Genelkurmayına "danışılmadığını" ve danışılsaydı bunun "devlet politikasından bir sapma" olarak nitelendirilip reddedilmiş olacağını belirtti. Büyükanıt ayrıca, "Kıbrıs'ta 40.000 askeri bulunan bir kurumun görüşünün alınmamasının yanlış olduğunu" söyledi. Büyükanıt'ın hükümete karşı verdiği demeci, Erdoğan hükümeti açısından sürekli bir engel oluşturan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in demeci takip etti ve o da kendisine danışılmadığını söyledi. Erdoğan ise bu tür taktiksel manevraların hükümetin yetki alanında bulunduğunu ve küçük diplomatik ayrıntılar konusunda diğer kurumlarla sürekli bir istişare içerisinde bulunmanın gerekli olmadığını söyledi. Ağız dalaşı Türk gazetelerinin manşetlerinde yer alırken -Türk borsasında kısa süreli bir canlanmaya yol açan- bu son dakika teklifi, AB tarafından taleplerine yetersiz bir karşılık olarak nitelendirilip süratle reddedildi.
Eylül ayı sonunda ABD'ye yaptığı son ziyareti sırasında New York'ta Amerikalı Türklerle yaptığı bir toplantıda, Erdoğan Türkiye'nin "bir kez daha tank seslerine uyanıp uyanmayacağı" konusunda kendisine yöneltilen bir soruya karşılık şöyle dedi: "O günler artık sona erdi, zira Türkiye artık AB üyeliği yolundadır." Her ne kadar son 50 yılda dört darbe yaşamış bir ülkenin bir kez daha demokratik süreci kesintiye uğratma çizgisinde olduğunu iddia etmek büyük bir abartı sayılsa da, bu tür problemleri olan bir ülkenin AB sürecinin durması ile birlikte bir iç sürtüşmeye düşme riskinin arttığını göz ardı etmek hata olacaktır. Türkiye'de kalıcı görünen siyasi durumun sonunun ne olacağını belirli bir doğruluk düzeyinde kestirmek her zaman zordur. Fakat dikkatin AB'den iç politikaya yöneldiği ve nisanda yeni cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine sürdürülen ve Türk basınının "Çankaya savaşları" olarak adlandırdığı savaşın tırmanması ile dinamikler kaçınılmaz olarak yer değiştirmektedir.
Erdoğan'ın veya onun gösterdiği parti arkadaşlarından birinin TBMM'de çoğunluğu bulunan AKP tarafından yeni cumhurbaşkanı olarak seçilmesine herhangi bir yasal veya anayasal engel olmamasına rağmen, seçim AKP için karışıklık doğuracaktır. İslami başörtüsü takan eşi olan bir kişinin cumhurbaşkanı olması konusunda hassasiyeti olacağı varsayılan ve son seçimlerde AKP'yi desteklemeyen seçmenler de, iktidardaki partinin sözde "İslami gündem" uygulamasını önleyen cumhurbaşkanlığı engelini bertaraf edeceğinden kaygılanmış gözükmektedirler. Sezer'in yerine geçecek olan kişiyi yeni bir TBMM'nin seçmesini mümkün kılmak için erken genel seçim talep eden diğer siyasi partilerin dört yıl boyunca genellikle etkisiz kalan muhalefetleri ile AKP'ye ve kendi liderlerinin sahip olmadığı karizmatik ve popülist özelliklere sahip AKP liderine karşı güçlü bir şekilde meydan okuyup okuyamayacakları veya Türk Genelkurmayı'nın bu boşluğu doldurma çabalarına katılmayı gerekli veya uygun görüp görmeyeceği de belli değildir.
Dahili bir görüş birliğini temin etmeye yardımcı olacak aktif bir AB sürecinin ve de AKP hükümetinin son derece iyi bir biçimde gerçekleştirdiği ekonomik iyileşme ve reformların kazandığı ivmenin yokluğunda, Erdoğan 2007 yılı için kamuoyuna belli ettiğinden daha fazla endişeleniyor olabilir. Erdoğan'ın da kesinlikle fark ettiği gibi, AKP ciddi karışıklıklar olmadan cumhurbaşkanlığı sınavını geçse bile, partinin onunla veya onsuz kamuoyu yoklamalarındaki birinciliğini parlamento seçimlerine kadar devam ettirip ettiremeyeceği konusu henüz kesin olmaktan çok uzaktır. Büyüme oranının düşmesi ve son derece yüksek cari işlemler açığıyla Türkiye'nin baş edebilme kabiliyeti konusundaki süregelen endişeler nedeniyle, AKP'nin başarısı, sonuçta uluslararası finans topluluğunun Avrupa treninin yavaşlamasına ve bunun dahili sonuçlarına vereceği tepkiye de bağlı olabilir.
ABD'nin Kongre'de Demokratların hakimiyet kazanmasından sonra iç siyaset ve Irak savaşı ile giderek daha fazla meşgul olmasına rağmen, hem Bush yönetimi hem de Kongre'deki yeni Demokratik liderlik, Türkiye'nin AB'den soğumasının sonuçlarıyla eninde sonunda yüz yüze kalacaktır. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve ABD-Türkiye ittifakının gerekliliğinin ortadan kalkmasından bu yana son 15 yıldır, iki ülke arasında, Irak savaşının başında topraklarını kullandırtma konusunda Türkiye'nin gönülsüz davranmasında olduğu gibi zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklara rağmen, Türkiye'nin AB üyeliğine verilen destek, ABD'nin Türkiye'ye yönelik politikasının değişmez bir bileşeni olagelmiştir.
Stratejik konumda bulunan Türkiye'nin Batı'nın sıkı bir müttefiki olmaya demir atmasının yanı sıra, Türkiye'nin AB'ye girişi, mevcut ABD yönetimi tarafından Batı'nın, giderek daha fazla endişeli hale gelen Müslüman dünyasına yönelik iyi niyetinin somut bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Eğer AB-Türkiye ilişkilerinde yaşanan bozulma geçici olmazsa ve buna Türkiye'de bazı ciddi iç gerginlikler eşlik ederse, ABD eninde sonunda bu önemli ülke ile ilişkisi için yeni bir çerçeve belirlemek zorunda kalabilir. AB Türkiye hakkında bir karar verme yolunda ilerlerken, Erdoğan'ın, Türkiye'nin AB üyeliği için destek arayışı içerisinde ABD Başkanını araması ve Büyükanıt'ın şubat ayında Washington'a resmi bir ziyaret yapacak olması, Türklerin Türkiye'yi Amerika'nın gündeminde tutma konusunda kararlı olduklarını düşündürmektedir.
Kaynak: Başbakanlık Basın, Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
Yorumlar
Kalan Karakter: