Yunanistan ne yapmalı?

Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir ayaklanma sonucu 1830 yılında kurulduğunda başlarına bir Alman soylusu olan Otto isimli kral getirildi. 3 yıl önce Navarin’de demirli bulunan Osmanlı - Mısır karma deniz filosunu İngiliz, Fransız ve Rus ortak donanması yakmış, İyon Denizi'nde Osmanlı deniz gücü varlığı büyük yara almıştı. Mora’da başlayan isyan kuzeye yayılmış ve büyük Türk katliamları yaşanmıştı. Ege’de Kiklat Adaları kaybedilmiş, adaları geri alacak ve koruyacak donanma olmadığından 15. Yüzyılda başlayan mutlak Türk egemenliği adalar cephesinde ilk darbesini almıştı. Bugün Navarin Kıyısı güney ucundaki Pylos şehrinin en güzel yerinde büyük bir anıt vardır. Üç ayrı yüzünde İngiliz, Fransız ve Rus amirallerin rölyefleri bulunur. Anıtta tek bir Yunan kahramanının adı yoktur. Kısacası Yunanistan’ı 19. Yüzyıl emperyalizmi kurmuştur.

İşin bir de finansal yönü var. 1821 sonrası başlayan isyan sonrasında Yunanistan’ın kuruluşuna destek için geçici Yunan Hükümetine verilen 3 milyon pound civarındaki borç üzerine Londra borsasında 1824 ve 1825 yıllarında hisse senetleri çıkarılmış; bu hisseler 1830’da tavan yaparak İngiltere’de yeni zenginler türemiştir. Yani Yunanistan kumar masasında kurulmuştur. Yunanistan’a o dönem milli gelirinin yüzde 120'si civarında borç verilmesini başka nasıl izah edebiliriz? Verilen borcun da İngiltere’den her çeşit silah, cephane ve üniforma satın almak için kullanıldığını da ekleyelim. Yunanistan bu finansal kaynağı Pan Hellenizm, Ortodoks Hıristiyanlık inancı ve Türk düşmanlığı ile şekillenen milli yüksek stratejik hedefi olan Megali İdea (Büyük Fikir) çerçevesinde kullandı ve 1830’dan günümüze kadar devam eden kumarda kazanılmış vekil bir devlet olarak emperyalizme hizmet etti.

Yunanistan’ın temelde iki sorunu olduğunu değerlendiriyorum. Birincisi tarih boyunca kaderlerinin Batı tarafından şekillendirilmesine izin vermeleri. İkincisi ayakları yere basmayan, milli güce dayanmayan, gerçekçi olmayan, hayallere dayalı bir devlet siyasetine sahip olmaları. Bugün her iki sorunun uzantıları ile yaşamaya devam ediyorlar. Yunanistan’ın nüfusu yok. Ekonomisi küçük. Toprakları verimsiz. Endüstrisi yok. Hizmet sektörünün turizm ve gemicilik dışında ekonomiye önemli katma değeri yok.

Yunanistan küçüklüğü ile ters orantılı devlet ve millet ideolojik bütünlüğe sahip. Öncelikle büyük bir tutku ile ırki ve kültürel temelde MÖ 300’lerin Atina, Sparta ve Makedonya mirasına yani Helenistik çağın günümüzdeki temsilcileri ve demokrasinin beşiği olma ayrıcalığına, o nedenle de Batı değerlerinin temelini oluşturduklarına; 19. Yüzyılda ortaya atılan Bizans kavramı üzerinden de Doğu Roma İmparatorluğunun mirasçısı olduklarına inanıyorlar. Kısacası eski çağlarda ticaret dili olan Grekçenin konuşulduğu her yerin kendilerine ait olduğu gibi takıntıları var. Aynı takıntı Kıbrıs ve Makedonya için de var. Karadeniz kıyıları için de var. Diğer yandan göz önünde tutulması gereken bir özellikleri var. Güçlerinin çok ötesinde çok büyük kültürel ideolojik bütünlük ve jeopolitik hedef birliğine sahipler. Bu alanda bizden çok daha iyi durumdalar. (Türkiye’de ulusalcılık hastalık diyebilen; Türk Milleti kavramına, Atatürk’e dayanamayan kitleler var.) Diğer taraftan Yunanistan ideolojik yapılanmada Türk düşmanlığını mükemmel kullanıyor. Türkiye’de laik bir iktidar olduğunda yayılmacı/işgalci Türk; İslamist iktidar olduğunda yayılmacı/neo-Osmanlı Türk söylemleri ile her durumda Türk düşmanlığını canlı tutuyorlar. Ayasofya’da bir gün mutlaka ayin yapacaklarına inanıyorlar. 

Milli gücü zayıf olduğundan, Yunanistan yüksek ideallerine büyük güçleri kullanarak erişmeyi iyi biliyor. 19. Yüzyıldan itibaren sanayisiz ve donanmasız tarım imparatorluğu konumundaki Osmanlı'ya karşı, arkalarına emperyalizmi alarak sürekli genişlediler. Denizci karaktere her zaman sahip olan Yunan yönetimleri Birinci İnönü Savaşı'na kadar doğuya doğru genişlemesini sürdürdü. Bu süreçte asli güç unsuru donanmaları oldu. 1897 Türk Yunan Savaşı'nda karada büyük zafer elde ettiğimiz halde masada kaybeden ve Girit’i teslim eden taraf biz olduk. Balkan Savaşı'nda Çatalca’ya kadar geldiler. İki ayda Osmanlı egemenliğindeki Ege Adalarını işgal ettiler. Birinci Dünya Savaşı'nın başında 1914 sonbaharında Britanya Hükümetine Gelibolu Yarımadası'na Kraliyet Donanması ile birlikte saldırmayı teklif edecek kadar ileri gittiler. Sınırları yoktu. 15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıktıklarında askerlerin ilk gün parolası “Paleologos (son Bizans Hanedanı)” işareti “Konstantinopolis” idi.

Bu genişleme Küçük Asya Faciası ile 9 Eylül 1922 sabahı sona erdi. Mustafa Kemal Yunan istilacılarına çok büyük bir yenilgi yaşattı. 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs’ta ikinci yenilgiyi yaşadılar. Her iki yenilgiye rağmen NATO ve AB üyeliği ile Türkiye’deki Atlantik damarı iyi kullanarak Ege’de pek çok sorun alanında emrivakilere dayalı bir statü yakaladılar. Hemen hemen tüm krizleri onlar başlattı ve Türkiye reaksiyoner durumda bırakıldı. Ancak Deniz Kuvvetlerimizin olağanüstü gayretleri sayesinde Türk siyasası başta 12 mil ve kıta sahanlığı sorunları ile Kardak Krizine müdahalede hata yapmadı. Ancak bu girişimler, sorunların hiçbirini çözmedi sadece dondurdu.

21. Yüzyıl başında Yunanistan bu kez Doğu Akdeniz gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. Doğu Akdeniz’de Türkiye’den Ege’dekine benzer bir siyasa bekleyen Yunanistan, jeopolitik sürprizle karşılaştı. Zira Doğu Akdeniz krizi, kenar kuşağın yıkılmaya yüz tuttuğu, tek kutuplu dünyanın çok kutuplu düzene evrildiği ve Türk Amerikan ittifakının, Türk Amerikan krizine dönüştüğü bir döneme denk geldi. Türkiye geri adım atmadı. Sorunu dondurmadı. Acilen Batı'dan yardım istediler. Doğrudan bir yardım gelmedi. Türkiye caydırılamadı. Kendi gücüne dayanmayan Yunanistan’a Türkiye Cumhuriyeti 9 Eylül 1922 ve 20 Temmuz 1974’den sonra bu kez askeri bir çatışma olmadan büyük bir yenilgi tattırdı. Zira Yunanistan 21. yüzyıl başına kadar başta savunma sanayi olmak üzere endüstrileşme, ekonomik büyüme, insani sermayesini genişleterek milli hedeflerine erişmedi. Entrikalar, harici ittifaklar ve Batı'daki Yunan hayranlığı sayesinde hedeflerine erişti. Emperyalizmin izin verdiği ölçüde geliştiler. Müflis kumarbaz durumunda ülkelerini 2008 sonrası iflas ettirdiler.

Bugün hâlâ yaşananlardan ders almış görünmüyorlar. Gerek hükümet gerekse medyada Türk düşmanlığı ve aleyhtarlığı artarak devam ediyor. Aklı başında bilge ve akil insanların varlığı bu gürültücü çoğunluğa sesini duyuramıyor. Hâlâ Ege ve Doğu Akdeniz’in evsahibi olduklarına inanıyorlar. Bir türlü Türkiye’nin Deniz Kuvvetleri boyutunda ileri seviyede denizcileştiğine, milli güce dayalı bir donanmaya sahip olduğuna inanamıyorlar. İnanmak istemiyorlar. Kovid-19 krizinde bile bu gücün neredeyse 3000 denizci ile 1,5 aydır önemli bir güçle denizde varlık gösterdiğini; tersanelerimizde TCG Anadolu başta olmak üzere tüm yeni gemi inşa projelerinin aksamadan devam ettiğini görmek istemiyorlar. 

Bu sorunun tek ve basit bir cevabı var. Yunanistan içerde kendi geçmişinin hayal dünyasında yaşayabilir. Sonsuz fanteziler kurabilir. Ama bunu dışarıya Ege’ye, Akdeniz’e, Karadeniz’e Türkiye’nin egemenlik ve çıkar alanlarına taşımamalıdır. Haddini bilmelidir. Donanmasız Osmanlının hatalarını Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet asla tekrarlamaz. Cumhuriyet hakkı olan Mavi Vatanın bir damlasının kaybına izin vermez. Artık Ege’deki kronik sorunların çözümü için masaya oturmanın vakti gelmiştir. Zira her kronik hastalığın mutlaka terminal bir safhası vardır. Bu safhaya gelmeden 400 yıl birlikte yaşamış iki millet bir araya gelerek sorunları barış içinde halletmelidir.

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı, 27 Kasım 2019 Türk Libya Deniz Sınır Mutabakat Muhtırasının Mimarı Tümamiral Cihat Yaycı’nın Türk Tarih Kurumu'ndan çıkan “Yunanistan Talepleri-Ege Sorunu (Soru ve Cevaplarla)” isimli kitabı bu makalemde bahse konu Ege Sorunlarına akıcı, analitik ve bütüncül yaklaşımla ışık tutmakta, çok önemli tavsiyeler sunmaktadır. Başta Hükümet olmak üzere akademisyenler ve konuya meraklılar için son derece önemli bir dokümandır. Deniz Hukuku külliyatımıza kazandırdığı bu yeni eser için Amiral Yaycı’yı kutluyorum.