BÜYÜK FOTOĞRAF SANATÇIMIZ ARA GÜLER’İN FOTOĞRAFLARINDAKİ DENİZ ve İSTANBUL

İstanbul’a ilk geldiğim yıllar 5/6 yaşlarındaydım. Rahmetli babaannemle beraber ilk geldiğimizde Haliç Fener’de bir evde oturuyorduk.
En çok dikkatimi çeken Fener Karakolu ve onun yanındaki Fener Vapur İskelesi idi. Fener’den vapura biner Galata Köprüsü’nde iner, Karaköy Vapur İskelesi’nden bindiğimiz vapurlarla Arnavutköy ve Çengelköy’deki akrabalara giderdik. Bazen de Haliç Fener’den biner Hasköy ve Halıcıoğlu’nfaki akrabalarımıza giderdik.

Haliç’teki vapurlar siyah renkli ve küçük vapurlar idi, bol duman çıkartan makinaları vardı, Boğaz’daki vapurlar ise son yıllara kadar, hatta hala çalışan beyaz renkli daha büyük vapurlardı. Kıç taraf birinci mevki, baş taraf ikinci mevki idi ve biraz daha ucuzdu. Boğaz’daki vapurlarda kıç üstü diye adlandırılan alanlarda oturanlar ilave para verdikleri için genellikle buralarda zenginler otururlar, burada çaylarını, kahvelerini yudumlarlardı.

Haliç Fener’de oturduğumuz senelerde yürüyerek Ayakapı,Küçük Mustafa Paşa, Cibali’den Unkapanı köprüsünü karşıya geçerek Karaköy’deki Vapur İskelesine veya Galata Köprüsündeki TENEZZÜH motorlarının iskelesine gittiğim çok olmuştur. Küçük Mustafa Paşa’ da akrabamız Kırıkçı Meryem Teyze’ye ve Perşembepazarı’nda Tornacı Şaban Usta’ya (Şaban Hantal) uğramadan geçmezdik.

Bu yürüyüşleri yaparken Haliç’in kıyısındaki kayıkları, Karşıdan karşıya sandalıyla yolcu taşıyan Rizeli, genellikle RİZE Pazar veya Ardeşen’li bizim uşakları seyretmeye doyamazdım.

Bazı günler Fener’den Eyüp’e doğru yürür. Yürüyüşe başlarken Fener Patrikhanesi, Kırmızı Kilise, Bulgar kilisesi dikkatimi çekerdi.

Ama, bir DENİZCİ çocuğu, torunu olduğum için en çok dikkatimi gemiler, takalar, çektirmeler, mavnalar çekerdi. 1950 li senelerde Fener’den Ayvansaray’a kadar ÇEKEK YERLERİ mevcuttu. Daha saç gemi yapımı tam başlamadığı için yukarıda tiplerini saydığım ağaç gemiler neredeyse her sene bu ÇEKEK yerlerinde karaya çekilir ve tamir edilirdi. ÇEKEK yerleri yazın toz içinde, kışın ise çamur deryası gibi olmasına rağmen, ayakkabılarımızın çamurlanması bahasına bu gemileri görmeye bayılırdık.

İşte buradan büyük fotoğraf sanatçısı ARA GÜLER’e gelelim. Toprağı bol olsun. Ara Üstat elinde fotoğraf makinasıyla İstanbul’un denizini ve denizciliğini resmedip tarihe hediye eden kişidir. Bilmediğimiz bir çok kişi İstanbul ve Denizini fotoğraflamış olabilir ancak bir bütün halinde resmedip bizlere HEDİYE olarak bırakan tek kişi ARA GÜLER’dir. Bir kez daha teşekkürler. Şimdi fotoğraflara bakalım;

Bir bakıyorsunuz ki sandalcı SİYA SİYA gelerek iki mavnanın arasına giriyor, arkada da bir caminin minaresi görünüyor,

Bir başka fotoğrafta karaya çekmiş bir ÇEKTİRME’nin yanında iki kişi ne yapacağını düşünüyor. Onlar motorun sahipleri olsa gerek, arka tarafta da yine küçük bir cami,
Üçüncü fotoğrafta karaya çekmiş iki MOTOR’a yanaştırılmış birer tahta merdiven var, birisi merdivene tırmanıyor, İŞ GÜVENLİĞİ diye soran mı oldu?


Dördüncü fotoğrafta, sanki Ayvansaray’da çektirme tipi motoru karaya çekmişler, iki kişi uydurma bir kalasın üzerinde RASPA yapıyor, düştü düşecek gibi,


Aslında bu fotoğraflar ülkemizdeki TERSANECİLİĞİN ilk başlangıç yilları sayılabilir. Bu fotoğraflardaki olaylar, Kenan Torlak ve Kardeşleri, Başaran Bayrak gibi, Ramazan Gündoğdu gibi arkadaşlarımıza sorulabilir. Çünkü bu ve bunun gibi isimlerini sayamadığım ailelerin büyükleri tersaneciliğimizin de eskileri üstatlarıdırlar,

Bir sonraki fotoğraf 1970’li yıllardan. Çünkü artık saç gemilerle mavnalar Yanyana, burası Perşembepazarı’nın sahili olsa gerek. Ahşap ve saç gemiler kıçtan kara yapmış makinalarını ve teknelerini dışarıdaki ustalara tamir ettiriyor.


Bir diğer fotoğrafta Haliç’ten dışarı çıkmaya çalışan bir motorun baş üstünde bir gözcü var. Bir şeye çarpmasın diye bakıyor ama hemen önünde bir SANDALCI rahat rahat dolaşıyor, belkide yolcusunu almaya gidiyor.
Evet, yine birileri yolcu taşıyan sandallara binmeye çalışıyor ki karşıya geçecek.


Burasıda İstanbul Hali’nin önü, İlçelerden gelecek hal motorlarını bekliyorlar ki; gelen sebze ve meyveleri boşaltacak olan o zamanki adıyla HAMAL kardeşlerimiz. Hal motorları sebzeleri boşaltacak, sonra boş sandık ve küfeleri ve de esnafın malzemelerini yükleyip Kartal’a Pendik’e, Yalova’ya, Karamürsel’e, Yalova’ya geri götürecek.


Haliç’ten çok güzel bir fotoğraf daha; mavna dökme buğday ve arpayı boşaltmış, geride kalanları ise KUŞLAR yiyor.
Başka bir fotoğrafta Eminönü Rıhtımı’na yanaşmış motorlarının önünden KARPUZ satan bir at arabası geçiyor.


Küçük bir motor, makinası olamayan bir kayığı bordasına bağlamış götürüyor.

Evet Değerli Denizci Dostlar,
Bir dönemin denizciliğini ve denizcilerini ARA GÜLER Üstad’ın fotoğraflarından aktarmaya çalıştık. Yazımızı konuya uygun Kayıkçı Fıkralarıyla kapatalım:

Bir Rizeli kayıkçı Boğaz’ın bir yakasından yolcusunu almış karşıya geçiriyormuş. Yolun ortasında bir yerde kayıkçı yolcudan yol parasını istemiş. Yolcu;
Param yok deyince, kayıkçı sağa sola bir bakmış önünde bir şamandıra görmüş ve şamandıraya yanaşarak yolcuya seslenmiş:
Ula, seni dişari çikartsam bağa yazuk, seni denize atsam sağa yazuk, bari seni atayim şamandıranın üstüne da ne sağa yazuk olsun, ne da bağa..

Yine Rizeli sandalcı bir profesörü kayığına almış Boğaz’dan karşıya geçiriyormuş. Yolun yarısında profesör bizim uşağa sormuş:
Sen matematik biliyor musun,
Yoook demiş sandalcı,
Fizik biliyor musun?
Yoook,
Kimya biliyor musun?
Yok demiş,
Oğlum desene gitti ömrünün yarısı,
Rizeli kayıkçı çok üzgün, bir şey demesi lazım. Bakmış ki hava bozmaya başladı. Döndü profesöre;
Hoca sen yüzme biliyimisun?
Yoook demiş Hoca,
Desene gitti ömrünün TAMAMI

Allah yüzünüzü güleç, işinizi bereketli, ömrünüzü sağlıklı eylesin,
Allah askerlerimizi korusun, şehitlerimizin mekanı CENNET olsun

Halim METE
01.03.2020 /17:00