Ülkemizde gelişen ve artan ticaret hacmine uygun olarak deniz taşımacılığı arttıkça, önceleri tümü kamu kuruluşlarının elinde bulunan limanlar yetmez oldu. Bunun üzerine özellikle 1990′lı yıllarda özel iskele ve limanlar da açıldı ve gemilere hizmet verme

Ülkemizde gelişen ve artan ticaret hacmine uygun olarak deniz taşımacılığı arttıkça, önceleri tümü kamu kuruluşlarının elinde bulunan limanlar yetmez oldu. Bunun üzerine özellikle 1990′lı yıllarda özel iskele ve limanlar da açıldı ve gemilere hizmet vermeye başladı.

Bilindiği üzere, limanlar gibi darsularda, gemilerin ve çevrenin güvenliği “Kılavuzluk Hizmetleri ile onun bütünleyicisi olan “Römorkörcülük Hizmetleri” tarafından sağlanır.

Başlangıçta, kamu limanlarının yanında hizmete giren özel iskele, rıhtım ve limanların kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri, kamu kuruluşları tarafından yerine getirildi. Ancak, özel iskele, rıhtım ve limanların sayısı ve gemi trafiği hacmi arttıkça, kamu kuruluşları, ellerindeki teknolojisi eski, gücü düşük, sayısı yetersiz araç gereçle bu hizmetleri doğru dürüst veremez oldular.

Özellikle 90′lı yılların başlarından başlayarak limanlarımıza gelen – giden gemilere kesintisiz ve düzenli kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri verilemedi. En başta güvenlik tehlikeye girdi, kazalar oldu. Gemiler yanaşmak ve kalkmak için sıra bekler, hava şartlarını bekler, gündüz olmasını bekler, römorkörlerin gelmesini bekler duruma girdiler.
Bu yüzden, Türkiye o yıllarda, bekleyen yabancı gemilere milyonlarca dolar “bekleme” (demoraj) ücreti ödedi. Öte yandan, gemilerin, yüklerin, kara ulaşım araçlarının, iskele, rıhtım, terminal ve limanların uğradığı para ve zaman kayıpları, hem ilgililerin hem de ülke ekonomisinin zarar hanesine yazıldı.

Konuyla ilgili, acente, armatör, iskele, rıhtım, terminal, liman ve yük sahiplerinin yoğun şikâyetleri üzerine, Denizcilik Müsteşarlığı 1995 yılında yaptığı bazı mevzuat değişiklikleriyle, kamu kuruluşlarının tekel alanları dışında kalan yerlerde, özel kuruluşların da kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri verebilmesine olanak yarattı.
Bunun üzerine, 1995 yılından başlayarak belirli limanlarda 7-8 özel kuruluş Denizcilik Müsteşarlığı’ndan izin alarak bu hizmetleri vermeye başladı. Özel kuruluşların hizmet verdiği yerlerde yukarıda saydığımız olumsuzlukların tümü, hızla ortadan kalktı. Türkiye yabancı gemilere ödediği milyonlarca dolar “bekleme” ücretlerinden kurtuldu. Limanlar verimli ve hızlı çalışmaya başladı. Hizmetlerin var oluşundaki temel amaçların başında gelen “güvenlik” sağlandı. Türkiye ekonomisinin ve ilgili tarafların milyonlarca dolara varan zararları, kâra dönüştü.

Özel şirketlerin, yaptıkları personel ve araç gereç yatırımlarıyla, kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerini dünya standartlarında vermesiyle, çalışmaları hızlanan, kapasiteleri artan iskele, rıhtım, terminal ve limanlar ile ihracatçılar, ithalatçılar, yük taşıyıcılar, acenteler ve armatörler, kısaca daha önce gemi beklemelerinden zarar gören tüm ilgililer mutlu oldular.

Fakat, kısa bir süre sonra “bazı” acente ve armatörler, özel kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri veren şirketleri “Bize komisyon verin” diye sıkıştırmaya başladılar. Yüzde 50′lere varan komisyon isteklerinin karşılanmasının mümkün olmadığını gören bu kesim, buradan parasal bir gelir elde edemeyince, özel bazda verilmeye başlanan kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinden pay alma isteklerini başka yoldan gerçekleştirmek üzere 1998 yılında bir şirket kurup bu işleri bizzat yapmaya talip oldular.
Ancak bu kez de karşılarında bir dünya gerçeğini buldular. Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de “bir bölgede bir tane kılavuzluk teşkilatına izin veriliyordu” ve izin almak üzere başvurdukları İzmit Körfezi’nde daha önce Dekaş – Med Marine Müşterek Teşebbüsüne izin verildiği için kendilerine verilmiyordu. Dava açtılar, kaybettiler.

Bunun üzerine, bütün dünyadaki uygulamalara paralel olarak hazırlanmış olan, “Kılavuzluk ve Römorkaj Hizmetleri Teşkilatları Hakkında Yönetmeliğe” karşı savaş açtılar.

Bu Yönetmelik, “tekel yarattı” ve “rekabeti önlüyor” diye davalar açıldı, Rekabet Kurumu’na şikâyetler yapıldı.

Yaptıkları hiçbir şikâyetten sonuç alamadılar. Örneğin, Danıştay 10. Dairesi’nin 19998/4854, 1998/4921 ve1998/5276 Esas No’lu Kararlarından birisinde şöyle denmektedir:

“Kılavuzluk ve römorkaj hizmetlerinin: denizde seyir, can, mal ve çevre güvenliğinin sağlanmasına yönelik özelliği dolayısıyla, sınırları belli bir bölgede bu hizmetlerin merkezi bir organizasyon tarafından belli bir düzen içinde verilmesi gerektiğinden, denizcilik hizmetlerinin uluslararası niteliği ve dünyadaki uygulamalar da dikkate alınarak, her bir kılavuzluk ve römorkaj bölgesi sınırları içerisinde yalnız bir kılavuzluk/römorkaj teşkilatına izin verilmesi ve bu doğrultuda iptali istenen Yönetmeliğin 10. maddesi ile getirilen düzenlemede, kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”

Aynı biçimde, bazı acente ve armatörlerin kurduğu şirket tarafından adı geçen Yönetmeliğin “tekel yarattığı ve rekabete aykırı olduğu” iddialarıyla verilen izinlerin iptal edilmesi gerektiği şeklinde yapılan şikâyet üzerine, Rekabet Kurumu kararında şunları yazmıştır:

“Sonuç olarak, sayılan nedenlerle halen yürürlükteki mevzuatın ya da hizmet sunanlarla akdedilmiş anlaşmaların 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’a aykırı olmaları nedeniyle iptal ya da tadil edilmelerine gerek bulunmadığı” .

Bilindiği üzere denizciliğin en temel özelliği “uluslararası” olmasıdır. Türkiye, globalleşen dünyada ve Avrupa Birliği’nde yerini almaya çalışırken, uluslararası niteliğinden ötürü zaten globalleşmenin tam ortasında bulunan denizcilik alanında, dünyaya ters uygulamalar yapmayı ve dünyaya ters uygulamaları istemeyi anlamak mümkün değildir.

Bu konuda maalesef bazı acente ve armatörlerimiz son sekiz yıldır kötü bir sınav vermiştir.

Çünkü:
1) Dünyanın hiçbir ülkesinde, acentelere, armatörün menfaatlerini, gemiye hizmet veren üçüncü şahıslara karşı korumakla görevli oldukları için, gemiye yönelik hizmetleri ve bu arada “kılavuzluk ve römorkörcülük” hizmetlerini yapma izni verilmemektedir.
2) Kılavuzluk hizmetlerinde can, mal, seyir ve çevre güvenliği temel amaçlardır. Oysa, armatörün menfaatleri bu konuda zaman zaman kamu menfaatleriyle çatışır.
3) Temeli güvenliğe dayalı yarı-kamusal nitelikli olduğu için, dünyanın hiçbir ülkesinde “kılavuzluk hizmetlerinde” rekabete izin verilmemektedir. Kılavuzluk ve benzeri hizmetlerin rekabete açılmasına ilişkin teklif, geçtiğimiz Ocak ayında Avrupa Parlamentosunda, 30 yıl tekrar gündeme alınmamak kaydıyla, 120′ye karşı 532 gibi ezici bir oy çoğunluğuyla reddedilmiştir. (Bu konular, rekabetin bir devlet politikası olarak el üstünde tutulduğu, ABD Florida Eyaleti’nin Kılavuzluk Kanunu’nda örnekleriyle açıklanmıştır).

Bütün bu dünya uygulamaları ve gerçekleri ortada iken, bizde bazı acente ve armatörler bir şirket kurup “Kılavuzluk ve römorkörcülük” işlerine soyunmuşlardır.

Bütün dünya uygulamaları ve hukuksal düzenlemeleri ile bizdeki yargı kararları ortada iken, bazı acente ve armatörler adı geçen hizmetlerin “rekabete” açılmasını istemektedirler.

Denizcilik Müsteşarlığı, Türkiye’de her limanda “kılavuzluk ve römorkaj hizmetlerini” yapmaları için “Kılavuzluk ve Römorkaj Hizmetleri Teşkilatları Hakkında Yönetmelik” uyarınca “tek bir teşkilata” izin vermişken, bazı acente ve armatörler o limanlardaki duruma “tekel var” demeyip, yalnızca Dekaş – Med Marine Teşkilatının çalıştığı alanlarda “tekel var” demektedir.

Hem kurdukları “Römorkaj ve kılavuzluk” şirketinin hem de Deniz Ticaret Odası’nın yönetiminde yer alan bazı kişiler, dünyadaki uygulamaları, Türkiye’deki mevzuatı, Danıştay, Rekabet Kurumu kararlarını bilmiyor olabilirler mi? “Tekel” diye suçlayıp niteledikleri hizmetlerin kamu yararları doğrultusunda “doğal tekel” diye bir sınıfa girdiğini, ayrıca “tekel”den söz edebilmek için, belirli bir alanda bir şirketin bulunmasının yanında “fiyatları” da o şirketin belirlemesi gerektiğini, ancak bizde fiyatları Denizcilik Müsteşarlığı’nın belirlediğini, bilmiyor olabilirler mi?

Tüm dünya gerçekleri böyle iken, bunlar yargı kararlarına, kanunlara yazılmışken, Türkiye’de dünyanın tam tersini yapmaya ve yaptırmaya çalışan “bazı” acente ve armatörlerin kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinde rekabet istekleri gerçekleşse ne olur? İşte asıl o zaman “haksız rekabet” ve bunun sonucunda da “gerçek tekel” ortaya çıkar. Nedeni de gayet açık: Armatör veya acente kendi şirketi dururken başkasına iş verir mi?

İşin bir ilginç tarafı da, bazı acente ve armatörlerin dünya uygulamalarına aykırı bir şekilde kurdukları “Römorkaj ve Kılavuzluk” şirketi, nedense yalnızca Dekaş – Med Marine Müşterek Teşebbüsünün izin aldığı alanlarda çalışmak istiyor. Belirli çevreler de, yalnızca bu alanlarda “tekel var”, “rekabet olsun” isteklerini dile getirip, seslerini yükseltiyor; örneğin kendilerine ait Anbarlı Limanında tek başına hizmet veren Arpaş’tan hiç bahsetmiyor. Bu çevreler, isteklerini yaparken dünyadaki ve Türkiye’deki mevzuatı, “hukuk” denilen kavramı, “kazanılmış haklar” denilen hukuk kuralını da unutmuş gözüküyor.
Ancak uğraşları boşunadır. Çağdaş dünyayı yakalamaya çalışan Türkiye’de, hukuka aykırı işler, mevzuata aykırı işler, dünyaya aykırı işler yapmak isteyenler başarılı olamayacak, yalnızca itibar kaybına uğrayacaklardır.

(Yazarımızın 11.07.2006 tarihli sitemizde yayınlanan yazısını, güncelliği nedeniyle yeniden yayınlıyoruz)