“Heybeliada’da kışlar yalnız ve soğuk; yazlar ise kalabalık ve sıcak geçer…

Deniz kokusu sokak aralarına kadar işlediğinden mi bilinmez, bir başka deniz kokar ada insanı? Öyle ki çocuklar çok küçük yaşta adanın eteklerini çekiştire çekiştire yüzme öğrenir; kadın erkek, genç yaşlı herkesin denizle mutlaka bir bağı vardır burada…

Adalar içinde tarihi, denizcilikle sırma sırma örülmüş farklı bir kara parçasıdır Heybeliada…”

Sabahın bu erken saatinde âşıklar yolunu ağır ağır adımlarken işte bunları düşünüyordu genç kız… Öğle sıcağı bastırmadan şöyle güzel bir yürüyüş yapıp, evde serin bir duş aldıktan sonra okulda yapılacak Denizcilik ve Kabotaj Bayramı töreni için son hazırlıklarını yapacaktı.

Topluluk önünde konuşmayı oldum olası sevmezdi… Programın tamamına bakıldığında söyleyecekleri 15 dakikayı geçmeyecek de olsa kendisine bakan onlarca gözü düşünmek içinin ürpermesine neden oluyordu.

Fıstık çamlarının iğne yaprakları arasında gün ışığıyla kımıldanan Büyükada’nın dinginliğinden medet umarak mezarlıkların hemen önündeki iki banktan birine oturdu. Ve yapacağı sunumun girişini çam ağaçlarıyla bir kez daha prova etti.

“Kabotaj hakkı ‘hükümranlık hakkı’ ile özdeş bir haktır! Bir ülkenin denizlerinde, karayollarında, hava sahasında o ülke vatandaşları için uygulanan öncelik ve kayırmaları ve yabancılara uygulanan yasakları içler.[1]

Giriş güzel… Ancak ses tonu hiç uygun değildi?

Birkaç öksürükle boğazını temizleyerek yeniden dikkatini topladı ve derin bir sessizlik içinde kendisini dinleyen Büyükada’ya karşı bir deneme daha yaptı…

“Kabotaj hakkı!...” Fakat cümlesini bitirmemişti ki çalıların arasında bir kıpırtı hissetti.

Yaz aylarında ada da börtü böcek çok olur, ‘herhalde yaramaz bir kertenkeledir?’ diye düşündü. Ve kendinden emin bir şekilde gözlerini kapatarak, bir elini hitap edercesine Büyükada’ya doğru kaldırdı. Ancak tam söze başlayacağı sırada aynı kıpırtı, yüzünü okşayıp geçen bir rüzgâr ile yeniden duyuluverdi?

Oturduğu bank dolayısıyla mezarlıklara sırtını dönmüş olmaktan küçük bir kuşku duydu o an… Ama bu bankı da buraya koyan o değildi ya?

Önünde şahane Büyükada manzarası dururken kim yüzünü mezarlıklara dönmek isterdi ki?

Biraz utanmıştı, “Yeryüzündeki en yüreksiz denizci benimdir herhalde?” diye düşünmeden edemedi ve gözlerini kapatarak cümlesini bitirmek üzere kararlı bir sesle yükseldi,

““Kabotaj hakkı!...”

İşte bu defa; gerçekten de cümlesini en uygun ses tonuyla bitirebilecekken sözünü bıçak gibi kesen tok bir erkek sesi işitti.

“Ey, Denizci! Bu titreyen ses de nedir? Böylesi bir zaferi ağzında nasıl gevelersin?”

Genç kız şaşırmıştı… Korkuyla oturduğu banka yapıştı ve ürkek bakışlarla sesin nereden geldiğini anlamak için başını bir sağa bir sola çevirip etrafa bakındı. Ortalıkta kimsecikler yoktu?

Derin bir nefes alarak “Fazla stres yaptım sanırım?” diye geçirdi içinden… Tam doğrulup kalkmaya yelteniyordu ki, aynı ses bu defa bir tokat gibi yüzüne çarptı ve ince bir esintiyle yanağından kaydı gitti.

“Denizci! Soruma cevap vermeden nereye gidersin?”

Korkuyla yutkunarak ağır ağır arkasına döndü. Kalp atışları kulaklarını sağır edercesine başının içinde çınlıyordu sanki? Cılız bir sesle,

“A… Af edersiniz? Bana mı söylediniz acaba?”

Tok ses sinirlenmişti,

“Sen denizci değil misin? Ey çocuk!”

Nereden geldiğini anlayamamış olsa da bu tok ses kendisine oldukça güven vermişti. Temkinle yerinden doğrularak etrafına bakındı.

“Evet, ben bir denizciyim. Fakat siz kimsiniz? Neredesiniz?”

“Buradayım.” dedi rüzgârla uğuldayan ses… “Kapıyı arala ve sağdaki basamakları tırmanarak üç metre kadar yürü…”

Genç kız şaşkınca etrafa bakındı, Heybeliada’nın tepe noktalarından biri olan bu yerde aralayabileceği tek kapı mezarlığa aitti? Çekinerek boşluğa doğru seslendi,

“Mezarlığa girmemi mi istiyorsunuz?”

“Evet” diye yanıtladı tok erkek sesi. “Kapıyı aç ve sağa dön, bunu az önce de söylemiştim.”

Genç kız bu gizemli sesi daha fazla kızdırmaktan çekinerek mezarlığın açık yeşil renkte ve kendi boyunun üç misli uzunluğunda olan kapılarını araladı. Duyulan gıcırtıdan içi ürperiyordu… Sağa doğru kıvrılarak basamakları adımladı ve buluşacağı birini arar gibi çevresinde usulca göz gezdirdi.

“Basamakları tırmandım. Neredesiniz? Beni korkutuyorsunuz?”

Tok ses rüzgâra karışan ince bir fısıltıyla,

“Henüz değil” dedi. “Biraz daha yürümelisin…”

Bunun iyi bir fikir olduğundan emin olmasa da korkuyla birkaç adım daha attı.

Karşısında beliren; şık bir gemi zinciriyle süslenmiş mermer taşın üzerinde kendisine seslenildiği gibi,

Ey Denizci!” yazıyordu.

Bütün Ömrünü Denize ve Denizcilere Veren Hamit Naci Özdeş Burada Yatıyor”.

Tüm mezar taşlarının işitebileceği bir sesle yutkunarak bir adım geri çekildi genç kız, gözleri korkuyla parıldıyordu.

“Siz?..”

Aynı ince rüzgâr genç kızın etrafından süzülerek yerdeki yaprakları savurup geçti.

“Evet, ben Hamit Naci Özdeş’im, Yüksek denizcilik Okulu’nun kurucusu…”

Birkaç adım atarak sese doğru yaklaştı. Mezar taşının üzerinde, fesi ve kaytan bıyıklarıyla oldukça mahir bir adam, küçücük oval bir çerçevenin içinden gözlerini dikmiş kendisine bakıyordu şimdi... Bir kaşı, söyleyeceklerini merak edercesine havaya kalkmıştı üstelik?

Fal taşı gibi açık gözlerle önce bu gizemli mezar taşına, sonrasında da içinde bulunduğu bu tuhaf durumu gören biri olup olmadığına baktı genç kız. Günışığında, fıstık çamlarının arasında ışıldayan Büyükada dışında bu tabloya şahit olan kimse yoktu çok şükür. Genç kızın aklından türlü düşünce bulutları müthiş bir hızla gelip geçerken Hamit Naci Bey, tok sesiyle sessizliğe son verdi.

“Sanırım bir törene katılacaksın?”

Yanında durduğu mermerin ucuna ilişerek,

“Evet” dedi genç kız. “1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı dolayısıyla okulda bir tören gerçekleştirilecek. İlk oturumdaki sunumlardan birini ben yapacağım.”

Topluluk önünde konuşma yapma düşüncesi yine yüzünün buruşmasına neden olmuştu.

“Bu endişen neden peki?”

Genç kız duyduğu tedirginliği geride bırakmıştı. Zira topluluk önünde konuşma yapma fikri bir mezarlıkta oturup 80 yıl önce bu dünyadan göçmüş büyük bir denizciyle sohbet etmekten çok daha ürkütücü geliyordu.

“Efendim, ben… Sanırım iyi bir konuşmacı değilim. Kalabalık içinde bir sürü insanın beni izleyecek olması fikri beni çok korkutuyor. Üstelik hazırladığım konuşmadan da emin değilim. Artık çoğu insan kabotajın bir bayram olarak bile kutlanmaması gerektiğini düşünüyor ve…”

Cümlesini tamamlayamamıştı ki sert bir rüzgâr mezarlık kapısının gürültüyle kapanmasına neden oldu.

“Bu nasıl bir gaflet ey çocuk! Ağzından çıkanı kulağın duyar mı senin!”

Genç kız bir kabahat işlemişçesine utanmıştı.

“Kabotaj hakkının ne manaya geldiğini bilmez misin sen? Yoksa hangi şartlar altında kazanıldığına, nasıl bir zafer olduğuna dair hiç mi bir şey okumadın?”

“Yo, yo… Yanlış anladınız. Ben böyle düşünmüyorum. Günümüzdeki yaygın düşünce bu şekilde onu kastetmek istemiştim. Çoğu insan kabotajın, kabul edildiği yıllarda anlamlı olduğunu, bugünse geçerliliğini yitirdiğini düşünüyor.”

Hamit Naci Bey ince bir öksürükle boğazını temizleyerek,

“Anlıyorum” diye iç geçirdi... “Demek insanlar artık böyle düşünüyor…” Genç kız kurduğu cümlelerin onu incitebileceğini hiç düşünmemişti?

“Sizi incitmek istemedim efendim, sadece son zamanlardaki yaygın görüş bu şekilde...”

“İncinmek mi? Hayır, incinmedim çocuk. Ama şaşırdığımı söylemeliyim.”

Sert mizacının yanında oldukça yufka yürekli biriydi Hamit Naci Bey,

“Bugünün müteşebbisleri sahip oldukları fırsatların nasıl kazanıldığını artık umursamıyorlar demek…”

İnsanın tanımadığı kişiler adına utanması böyle bir şey olmalıydı? Araya girmeksizin başını öne eğdi genç kız ve mahcup bir ifade ile çok eski yıllardan yükselen tok sesi dinlemeye başladı...

“…Hatırlaması dahi insanı çaresiz hissettiren yıllardı… O zamanlar tüm deniz gücümüz kıçtankara bağlanmış, adeta hareketsiz hale gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu zayıfladıkça kapitülasyonları bir sömürü aracı gibi kullanan Fransızlar sularımızda cirit atıyor, Avusturyalılar, İngilizler tahayyül edemeyeceğin ayrıcalıklarla denizlerimizde dolaşıyordu...

Denizciliğimizin birçok alanı! Hem de öyle basit mevzular değil; kılavuzluk ve römorkörcülükten, yolcu taşımacılığına, liman hizmetlerine kadar tüm faaliyetler yabancıların tekeli haline gelmişti.[2] Kendi öz limanlarımızda, karasularımızda yolcu ve eşya taşımacılığı yapamayacak durumda idik! Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancı tüccarlar karasularımızda balık, mercan avlayabilir, dalgıçlık, kurtarıcılık, deniz bakkallığı, süngercilik yapabilir ve istedikleri gibi ticaret yapabilirlerdi… Tek kuruş vergi ödemedikleri gibi; ortaya çıkan tüm kazanç kaynakları da onlara aitti elbet[3]… ”

Genç kız çekinerek,

“Bu çok acı…” diyebildi.

“Acı, ya… Ama bu kadarla sınırlı değil tabii… Denizciliğimizin temel kurumları bile bazı devletlerle paylaşılmış durumdaydı. Fenerler idaresinin İstanbul ve İzmir rıhtımları Fransız uyruklulara imtiyaz şeklinde verilmiş, İstinye’deki tersaneler Fransızlara, Haliç Deniz Ulaştırması İtalyanlara, demiryollarına ait rıhtım ve limanlar Alman ve Fransızlara verilmişti.[4]

“1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu deniz ticaret filosunun, ortalama kapasitesi 304 ton olan 326 parça makineli gemi ile birkaç yelkenli gemiden ibaret olduğunu ve deniz ticaret taşımacılığının % 90’ının yabancı gemilerle yapıldığını biliyor muydun?[5]

Genç kız aynı mahcubiyetle başını öne eğdi. Hamit Naci Bey’in sesi hiddetini yitirmiş, sessiz bir siteme dönüşmüştü şimdi…

“İşte Türkiye’nin, Kurtuluş Savaşı’nın hemen bitiminde devraldığı sivil denizcilik mirası buydu... Ve bizler bu imkânsızlıklar içinde Lozan ile kavuştuk kabotaj hakkına! Bu ne demek bilir misin ey çocuk? Bağımsızlık aşkına zincirlerini kıran bir ulusun, masmavi sularının artık ulusal bir kimlik kazanmasıdır…[6]

Hafif bir rüzgâr, mezarlığın avlusuna düşmüş yaprakların üzerinden usulca esip geçti… Hamit Naci Bey’in sesi aradan geçen 80 yıla inat yaşamın tüm coşkusuyla doluydu…

“1 Temmuz...” diye fısıldadı. “Türkiye Sahillerinde Nakliyat-ı Bahriye ve Limanlarla Kara Suları Dâhilinde İcra-ı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun! İşte bu kanun, ulusal deniz ticaretimizin doğum belgesidir.

Bir düşünsene sevgili çocuk!

Kendi denizlerinde kulaç atamayacak durumdayken, nehirlerde, göllerde, kara sularımıza bağlı tüm körfez, liman ve koylarda yük ve yolcu alıp taşımak, liman hizmetlerini yerine getirmek bu kanunla tamamen Türk sancağı taşıyan gemilere verildi!

Gemi, römorkör, istimbot, mavna, salapurya, sandal, kayık, yelken, kürek! Maçuna, algarina, şat… Her tür taşıma ve kurtarma araçları bulundurmak ve bunlarla deniz yüzeyinde taşımacılık yapmak hakkı bütünüyle “Türk tebaasına münhasırdır denildi![7]

İşte bugünün deniz ticaret filosu; sermaye varlığını, artık kutlanmasına bile gerek görmediği kabotajın birikimi ile oluşturdu.[8]

“Genç kız başını yukarı kaldırarak, küçük bir fotoğraf çerçevesinin içerisinden kendisini izleyen Hamit Naci Bey’in gözlerine baktı.

“Sunumumu yaparken artık sesimin titremeyeceğinden emin olabilirsiniz efendim.”

“Bundan şüphem yok” diye yanıtladı Hamit Naci Bey. “Şimdi senden isteğim, acele etmen ve birazdan yanaşacak olan gemi ile gerçek bir denizcilik ve kabotaj bayramına katılmandır!”

Genç kız şaşırmıştı, saatini kontrol ederek yeniden Hamit Naci Bey’e baktı.

“Fakat efendim, okuldaki tören öğleden sonra başlayacak, vapurumun kalkması için epey zamanım var henüz.”

Hamit Naci Bey’in yüzünde muzip bir tebessüm belirdi o an.

“Okulundaki törenden bahseden de kim? Ben sana gerçek bir bayrama katılmanı söyledim!”

“Fakat? Ben…”

Tok sesiyle koca bir kahkaha patlatarak,

“Korkmana gerek yok” diye fısıldadı. “Şimdi acele et ve iskeleye git, vardığında geminin yaklaştığını göreceksin. Gemi iskeleye yanaştığında tereddüt etmeden bin, süvarisinin adı Ferit Biren’dir.”

Genç kız söyleneni yaparak doğruldu ve Hamit Naci Bey’i gururla selamlayarak, basamakları hızlıca indi. Vapur iskelesine vardığında 67 metre boyundaki Hamit Naci gemisi iskeleye yanaşmak üzereydi. Derin bir nefes alarak iskeleye doğru bir adım attı ve hiç görmediği bir çağın denizcileriyle yol almak için gizemli bir yolculuğa yelken açtı…

(Ferit Biren ile Hamit Naci Gemisinde Yolculuk ise gelecek öyküde J )

Kaynakça;

AKTEN, Necmettin (2008): “Kabotaj Hakkını Özümleyebilmek”, Deniz Haber, 1 Ağustos 2008

ARI, Kemal, (2008), “Türkiye’ de Kabotaj Uygulamasına Geçiş Süreci ve Bu Süreçte Strateji Oluşturma Çabaları”, Prof. Dr. Yavuz Ercan’ a Armağan, Turhan Kitap Evi, Ankara, ss. 23-45

BİKRİÇ, Melih, (2003), “Türkiye’de Kabotaj Tekeli Hakkının Tesisi ve Geleceği”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü, İstanbul.

DÜSTUR, 3. TERTİP, c. VII, (1926), Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı San’ at ve Ticaret Hakkında Kanun, Sayı: 359, Tertip: 3, Cilt: 7.

HERGÜNER, Mustafa, (2003), Cumhuriyetimizin Başlangıç Yıllarındaki Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme(1923- 1930), DTO Yayınları, No: 62, İstanbul.

İSTİKBAL, Cahit (2011): Türk Boğazları, Engin Yayıncılık, Paz. ve matbaacılık san. tic. ltd. şti. Litos Yolu 2. Mat. Sit. No: 1NA33 Topkapı/İstanbul, sf: 110 – 142

İSTİKBAL, Cahit (2016): Kabotaj Hakkı: Türkiye'de ve Dünyada Durum, Deniz Haber, 1 Temmuz 2017

KODAK, Gizem (2011), “Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türk Kabotajının Yeniden Yapılandırılması, Yüksek Lisans Tezi, DPÜ, Kütahya

ŞENER, Bekir, Uğur B. ÇELEBİ ve Serkan, EKİNCİ, (2004), “Kabotaj Hattı ve İç Sularımızdaki Mevcut Durum. Gelecek Tasarımları”, Gemi Mühendisliği ve Sanayimiz Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gemi Mühendisleri Odası, İstanbul.

Tüm yazılı kaynakların yanı sıra beni Hamit Naci ÖZDEŞ’in yaşadığı evde konuk eden sevgili Müfit ÖZDEŞ’e öyküm için verdiği kıymetli bilgiler ve tatlı sohbeti için sonsuz teşekkürlerimle.

 

[1] AKTEN, Necmettin (2008): “Kabotaj Hakkını Özümleyebilmek”, Deniz Haber, 1 Ağustos 2008

[2] İSTİKBAL, Cahit (2011): Türk Boğazları, Engin Yayıncılık, Paz. ve matbaacılık san. tic. ltd. şti. Litos Yolu 2. Mat. Sit. No: 1NA33 Topkapı/İstanbul, sf: 110 – 142

İSTİKBAL, Cahit (2016): Kabotaj Hakkı: Türkiye'de ve Dünyada Durum, Deniz Haber, 1 Temmuz 2017

[3] ARI, Kemal, (2008), “Türkiye’ de Kabotaj Uygulamasına Geçiş Süreci ve Bu Süreçte Strateji Oluşturma Çabaları”, Prof. Dr. Yavuz Ercan’ a Armağan, Turhan Kitap Evi, Ankara, ss. 23-45

[4] HERGÜNER, Mustafa, (2003), Cumhuriyetimizin Başlangıç Yıllarındaki Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme(1923- 1930), DTO Yayınları, No: 62, İstanbul.

[5] BİKRİÇ, Melih, (2003), “Türkiye’de Kabotaj Tekeli Hakkının Tesisi ve Geleceği”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü, İstanbul.

[6] KODAK, Gizem (2011), “Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türk Kabotajının Yeniden Yapılandırılması, Yüksek Lisans Tezi, DPÜ, Kütahya

[7] DÜSTUR, 3. TERTİP, c. VII, (1926), Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayı San’ at ve Ticaret Hakkında Kanun, Sayı: 359, Tertip: 3, Cilt: 7.

[8] ŞENER, Bekir, Uğur B. ÇELEBİ ve Serkan, EKİNCİ, (2004), “Kabotaj Hattı ve İç Sularımızdaki Mevcut Durum. Gelecek Tasarımları”, Gemi Mühendisliği ve Sanayimiz Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gemi Mühendisleri Odası, İstanbul.