Denizcilik Bankası’nda Bir DahiYıl 1938, Başbakan Celal Bayar, yeni kurulan Denizbank’ın başına Yusuf Ziya Öniş’i getirir. Yusuf Ziya Bey, yoğun işleri arasında 1936 yılında Atatürk’ün emri ile kurulması kararlaştırılan Pendik Tersanesi’ne mühendis yetiş

 

Denizcilik Bankası’nda Bir Dahi

Yıl 1938, Başbakan Celal Bayar, yeni kurulan Denizbank’ın başına Yusuf Ziya Öniş’i getirir. Yusuf Ziya Bey, yoğun işleri arasında 1936 yılında Atatürk’ün emri ile kurulması kararlaştırılan Pendik Tersanesi’ne mühendis yetiştirmek üzere, Başbakan Celal Bayar’ın da yardımları ile İngiltere’ye talebe göndermeye karar verir. Bu maksatla, Galatasaray’ın o yılın birinci ve ikincisi ile diğer liselerden seçilen diğer iki lise mezunu genç İngiltere’ye gönderilir. 
       
İşte Nedret Utkan, bu dört süper gençten biridir ve ileride tersaneciliğimize ve denizciliğimize büyük hizmetler verecek olan bu üstün şahsiyetin hayat yolu artık çizilmiştir.

1917 yılında Bulgaristan’dan göç eden bir ailenin ve askeri mühendis bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Nedret Utkan, İngiltere’deki mühendislik tahsilini üstün başarılar ve birinciliklerle tamamladıktan sonra 1945 yılında İkinci Dünya Harbi’nin sona ermesini müteakip yurda dönüp Camialtı Tersanesi’nde göreve başlar.

Denizcilik Bankası’nın selef idaresi olan Devlet Denizyolları Genel Müdürlüğü’nde 1945 yılında başlayan iş hayatı, Genel Müdür olarak görev yaptığı 17 Mayıs 1967 tarihine kadar devam eder. 22 yıl süren görev süresi içinde Nedret Utkan sırası ile

• 1945 – 46 yıllarında Camialtı Tersanesi Atölye Mühendisliği,
• 1946 – 47 yıllarında Askerlik hizmeti,
• 1947 – 49 yıllarında Fen Müdürlüğü’nde Müşavir,
• 1949 – 52 yıllarında İtalya’da inşa edilen gemilerin Kontrol Mühendis’liği,
• 1953 – 56 yıllarında Haliç Tersanesi Müdür’lüğü,
• 1956 – 58 yıllarında Tersaneler Grup Müdürlüğü,
• 1958 – 60 yıllarında Şehir Hatları İşletme Müdür’lüğü,
• 1960 – 63 yıllarında Denizcilik Bankası Genel Müdür Yardımcılığı ve Yönetim Kurulu Üyeliği,
• 1963 – 67 yıllarında Denizcilik Bankası Genel Müdür’lüğü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı

Görevlerinde bulunur.

 1938 yılında lise mezunu olarak adımını attığı Denizcilik Bankası’nın bütün kademelerinde çalıştıktan sonra zirveye çıkma başarısını göstererek dört yıl süre ile Genel Müdür’lük görevini başarı ile tamamlayarak Etibank Yönetim Kurulu Üyeliği’ne tayin edilerek camiadan ayrılır.

Nedret Utkan, kısaca özetlediğim idarecilik yıllarında tersaneciliğimize ve denizciliğimize çok önemli ve kalıcı hizmetlerde bulunmuştur. 1952 yılında Denizcilik Bankası’nın kurulması ile başlatılan gemi inşa hamlesine Haliç Tersanesi Müdürü olarak öncülük etmiş, 1953 yılında arkadaşları ile beraber yokluklar içinde KARTAL ve KABATAŞ araba vapurları inşaatını gerçekleştirmiş ve bu hamle ayrıldığı 1967 yılına kadar artarak devam etmiştir. Onun zamanında tersanelerimizde, çok sayıda şehir hattı gemisi, araba vapuru, yük gemileri, tren ferileri inşa edilmiş, gemi sanayimizde ciddi bir ilerleme sağlanmıştır.

Nedret Utkan’ın hayatı ve Denizcilik Bankası’ndaki çalışmaları uzun uzun anlatılabilir ama benim bu yazıdaki amacım hayat hikâyesini kısaca özetledikten sonra, onun nasıl üstün vasıflara sahip bir kişiliği olduğunu anlatmak ve onu tanıyamayan genç nesle tanıtmaya çalışmak… Çünkü o hiç bir makam ve mevki ile veya başarılı işler ile mukayese edilemeyecek derecede büyük ve müstesna bir insandı.


Nedret Utkan Nasıl Bir Kişiliğe Sahipti


Bana Nedret Utkan’ı “Bir cümle ile nasıl anlatabilirsin?” diye sorsalar, “Nedret Utkan, bir tutam Einstein, bir tutam Atatürk, bir tutam da Mevlana’dır.” derim. Onu tanımayanlar bu cevabımı abartılı bulabilirler ama benim gibi onunla beraber çalışabilmek mutluluğuna erişip onu yakından tanıyanlar hiç de mübalağa etmediğimi hemen kabul edeceklerdir.

Ben bu çok yönlü insanı, onun parlak zekasını, ilme olan düşkünlüğünü, Allah vergisi fiziki yapısı ve karizmatik kişiliğini, insan sevgisi ile dolu olan gönlünü, merhametli, iyiliksever ve duygusal yapısını yansıtan şairliğini anlatınca onu ne kadar doğru tanımladığımı herhalde bu satırları okuyan genç kardeşlerim de kabul edeceklerdir.


İlim Adamı Nedret Utkan


Nedret Utkan’ın ilim adamlığı yönünü anlatabilmek için, onun Galatasaray Lisesi’nde daha çocuk yaşlarda ortaya çıkan üstün zekası ve derslerde gösterdiği olağanüstü başarısından bahsedeyim.

Nedret Utkan, 1938 yılında Galatasaray Lisesi’nin fen bölümünü birincilikle bitirmişti. Onun diploma derecesine bugüne kadar ulaşabilen olmamış… Sınıf arkadaşı, devre ikincisi ve halen hayatta olan Sadullah Bigat ile bir gün sohbet ederken “Sadullah Ağabey, Nedret Bey birinci siz ikinci imişsiniz, aranızda helhalde büyük bir rekabet vardı.” Diye sorduğumda “Ali Can, gerçekte ben okulun birincisiydim. Tabi Nedret’i saymazsak… O bir matematik delisi idi. Onun bulunduğu bir ortamda hiç kimse birinci olamaz. Çünkü o gerçek bir dahi idi.” Diye cevaplamış, ona olan sevgi ve hayranlığını dile getirmişti.

Nedret Utkan, mühendislik tahsili için İngiltere’ye gönderildiğinde lisan eğitiminden sonra fakültenin doğrudan ikinci sınıfına kabul edilmiş ve fakülteyi birincilikle bitirmiştir.

Mühendislik eğitimini bitirdikten sonra ilk master’ını “ticari ve harp gemileri” projeleri üzerine yapmış bu master ile iktifa etmeyerek Liverpool Üniversite’nde “Denizaltı Levhalarında Titreşim” konusu gibi çok iddialı bir çalışma yaparak ikinci master diplomasını almıştır.
1949 yılından itibaren üç yıl görevli kaldığı İtalya’da hem İtalyanca öğrenmiş hem de İtalyan Gemi Mühendisleri Odası’na üye olarak orada “vizkos akımlar” konusunda çalışmalar yaparak tebliğ yayınlayıp konferanslar vermiştir.

Nedret Utkan, yurda döndükten sonra İTÜ’de ve YTÜ’de ve Yüksek Denizcilik Okulu’nda part-time olarak hocalık yapmış ve öğrenciler tarafından da kendisine “Matematik Delisi Hoca” unvanı yakıştırılmıştır.

1967 yılında Denizcilik Bankası Genel Müdürlüğü görevinden ayrılıp Etibank Yönetim Kurulu Üyeliğine tayin edilince ek görev olarak Gazi Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmış, bu üniversitede oşinografi konusunda ilmi çalışmalar yaparak 62 yaşında iken “Doktor” unvanını almıştır.

Bu derece ilim aşığı ve çalışkan kişiliğe sahip olan Nedret Utkan, şayet mühendislik ve idarecilik yapmak yerine gençlik yıllarında üniversitede kalıp akademik kariyeri tercih etseydi Türkiye ve dünya hiç şüphesiz önemli buluşlara, çalışmalara imza atan büyük bir ilim adamı kazanmış olacaktı. Benim bundan hiç şüphem yok. Nedret Utkan’ın bu iddiamı doğrulayan iki çalışmasından bahsetmek isterim. 

Birincisi, Liverpool Üniversitesi’nde hidrodinamik konusunda laboratuar çalışmaları yaparken gözlemlediği laminer akımda kendiliğinden oluşan “flushing” olayının sebeplerini araştırmış, bulmuş fakat bu durumu bir tebliğ haline getirmemiş. Yıllar sonra ayni olayı Harvard Üniversitesi hocalarından biri çözerek bir tebliğ halinde yayınlayınca buluş da tabiatı ile Nedret Utkan’a değil Amerikalı hocaya gitmiş.

İkincisi, Haliç’teki köprü altındaki dubaların Haliç’in kirliliği üzerindeki etkileri üzerinde yaptığı çalışma ve yayınladığı tebliğdir.

Bütün eğitim hayatı ve çalışmaları ile yukarıdaki örnekler de gösteriyor ki
Nedret Utkan, gerçekten bir tutam Einstein’dır.  


Lider Nedret Utkan


Yıl 1953, Nedret Utkan Haliç Tersanesi’ne müdür olarak yeni tayin edilmiş, ben de tersanede ortaokul mezunu olarak çalışıyordum. Kendisini tersaneyi dolaşırken uzaktan görürdüm. Altın sarısı saçları vardı, ince, orta boylu biri. Bütün işçiler, memurlar hep yeni müdürden bahsederler, “bu yeni müdür müthiş adammış” derlerdi.

Benim de tahsile tahsilime devam arzum var. Bir gün bütün cesaretimi toplayıp kendisinden yardım istemeye karar verdim. Başodacı Hüseyin Efendi’nin yardımları ile odasına girdiğimde birden heyecanlandım. Karşımda sanki yeni tersane müdürü değil de Atatürk oturuyordu müdür koltuğunda.

Altın sarısı saçları, renkli yüzü ve çakmak çakmak lacivert gözleri ile bana bakarak ne söyleyeceğimi mütebessim bekleyen bu müdür “bize anlatılan Atatürk’e ne kadar da benziyor” dedim kendi kendime.


İşte, Nedret Utkan’ı yakından gördüğümde ilk intibam Atatürk benzeri büyük bir insanla karşılaştığım şeklinde idi. O, yalnız fiziki olarak değil, ruhen de Atatürk’e benzediğini bana tersaneden burs vererek tahsilime devam etmemi ve yüksek mühendis olabilmemi sağlayarak göstermişti. Benim tahsil hayatımdaki başarımı görünce benden sonra birçok genci de okuttu.

Zaman zaman Atatürk’ün yakın arkadaşlarına veya hizmetinde bulunmuş insanların Atatürk ile ilgili anılarını kaleme aldıkları kitapları ilgi ile okurum. O anılarda bazı olaylar karşısında Atatürk’ün gösterdiği davranışlar reaksiyonlar üzerinde düşünür “Nedret Utkan da olsa her halde Atatürk gibi davranırdı” derim kendi kendime…

Nedret Utkan da Atatürk’ün doğduğu topraklara yakın bir yerde Balkanlar’a kök salmış bir ailenin çocuğudur. O da Atatürk gibi bir Balkan çocuğu, o toprakların mahsulüdür. Belki bu kadar benzerliğin sebebi de bu bereketli topraklardır.

Nedret Utkan, Denizcilik Bankası’ndaki bütün idarecilik yıllarında üstün zekası ile, her konudaki derin bilgisi ile karizmatik kişiliği ile yardım severliği ile emrindeki bütün insanları derinden etkilemiş ve herkesi kendisine hayranlıkla, derin bir sevgi ve saygı ile bağlamayı başarmıştır.

Atatürk de üstün zekası ile, cesareti ile ülkemizi düşmandan kurtaran kahramanlıkları ile karizmatik ve eşsiz kişiliği ile bütün bir milleti kendisine sevgi saygı ve hayranlıkla bağlamadı mı? Bu büyük insanı hala aynı muhabbet ve saygı ile anmıyor muyuz, özlemiyor muyuz?

Ben diyorum ki Nedret Utkan, Atatürk’ün doğduğu topraklardan, ondan bir tutam deha alarak dünyaya gelmiştir. Sanki onun bir parçasıdır.

Nedret Utkan bir tutam Atatürk’tür…

Şair Nedret Utkan

Mevlana deyince akla ne gelir?  Sevgi gelir, hoşgörü gelir, olgunluk gelir, tevazu gelir, şiir gibi dizeler gelir, güzel yaşamanın sırları ve ipuçları gelir.

Nedret Utkan da Mevlana öğretilerine aynen uyan bütün üstün vasıflarına rağmen son derece mütevazı, hoşgörülü, gönlü insan sevgisi ile dolu, yardımsever ve asla kin tutmayan yüce bir ruha sahipti.

Kendisi ile özellikle son yıllarında adeta bir baba oğul gibi yakın olduğum halde onun usta bir şair olduğunu hiç bilmiyordum. Sadece amatör olarak arada sırada birkaç şiir karaladığını zannediyordum. Onunla ilgili olarak sevgili Ali Bozoğlu’nun temin ettiği yüzlerce el yazması şiiri elime geçince büyük bir şaşkınlık yaşadım. Yaşamı sırasında evini defalarca ziyaret ettiğim halde bu şiir hazinesinin mevzu hiç geçmemişti. Ali Bozoğlu araştırmacı kişiliği ile bu güzel şiirleri ailesinden alıp kopyalamıştı. Kendisine müteşekkirim.

Elime geçen yüzü aşkın şiiri gözden geçirince hayretler içinde kaldım; bunlar öyle amatör işi falan değildi; bayağı değerli şiirlerdi. İçlerinde çok sayıda aşk ve sevgi şiiri, doğa sevgisi ile ilgili şiirler olduğu gibi, “Terkibi Bend” ismini verdiği Ziya Paşa’ya nazire olsun diye yazdığı 60’lı yıllardaki halini anlatan çok uzun bir manzum ile gazeller ve şarkı güfteleri yanında yüce Peygamberimize duyduğu sevgiyi gösteren bir şiir var ki inanılmaz…

“ İlim adamı” bölümünde anlattığım “Matematik Delisi” Nedret Utkan nasıl oluyor da bu kadar naif bir ruha, bu kadar duygusal bir yapıya sahip olabiliyor. Ben onu şimdiye kadar çok iyi tanıdığımı zannetmişim hep. Şiirlerini okuyunca onu hiç de iyi tanımadığımı ve gerçek büyüklüğünü idrak edemediğimi düşündüm ve çok hayıflandım, çok üzüldüm.

O gerçekte benim ve bizim jenerasyonun tanıdığı bildiği Nedret Utkan’dan çok daha büyük bir insanmış. 18 yaşından itibaren yazmağa başladığı şiirlerini idarecilik yaptığı yoğun çalışma temposu içinde yorulduğu yıllarda uçak seyahatlerinde, Kadıköy-Karaköy arası kısa vapur yolculuklarında yarım saat zarfında nasıl konsantre olarak yazabilmiş, şaşmamak elde değil. Yazdıktan sonra bunları ortalığa dökmemiş, saklamış. Bir insan bu kadar mı mütevazı olur? Bu kadar mı büyük olur? İnanılır gibi değil.

Yazımın sonuna bu şiirlerden birkaç örnek ilave ettim. Okuyunca her halde bana siz de hak vereceksiniz. Ben diyorum ki; bu şiirleri yazan insan ruhunda Mevlana’dan bir parça taşımıyor mu? Taşımasaydı bu şiirleri yazabilir miydi? Yazsa da ortalığa iftiharla dökmez miydi? Yazdıktan sonra saklayacak kadar mütevazı olabilir miydi? Hiç zannetmiyorum.

İşte bu sebeple Nedret Utkan gerçekten bir tutam Mevlana’dır…

Güneşin Batışı

Bu büyük zeka, bu çok yönlü eşsiz insan ne yazık ki 1978 yılında ağır bir kalp krizi geçirdi. 1980 yılında geçirdiği by-pass ameliyatına rağmen sağlığı hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. İlaçlarla hayatını sürdürüyor, bir yandan da üniversitedeki derslerini aksatmıyordu. Ne var ki, 1992 yazında Hürriyet Gazetesi dış politika muhabirlerinden ve büyük istikbal vaat eden sevgili oğlu Aziz Utkan ve damadı Ankara Sanayi Odası Başkan Yardımcısı Ömer Faruk Yavuz Antalya yolunda geçirdikleri elim bir trafik kazası sonunda vefat edince sağlığı daha da bozuldu. Bu büyük acıya uzun süre dayanamadı ve Kasım 1994’te bu muhteşem insanı kaybettik.

Vefatından birkaç gün sonra gazete ilanlarından bir eski banka genel müdürünün vefatını öğrenen gazeteciler, o sıralar gazeteler birkaç banka genel müdürünün yolsuzluk rezaletleri ile çalkalandığı için “acaba bu genel müdürün de kim bilir ne kadar malı mülkü katı, yatı vardır, öğrenip haber yapalım” diye evini ziyarete gelip acılı eşi Mürüvvet Yenge’yi sorguya çekmişler. Mürüvvet yenge de acılı hali ile ”vallahi oturduğumuz evin tapusu benim üzerimde, arabamız da yok, Nedret Bey’in üzerinde sadece evin telefonu gözüküyor, ondan kalan tek miras bu telefon” diye cevaplayınca gazeteciler büyük bir hayal sükutuna uğrayıp apar topar evi terk etmişler. Belki de utanmışlardır.

İşte Nedret Utkan budur. O bütün ömrünce sadece bilgi biriktirmiştir. Erdem biriktirmiştir. Asalet biriktirmiştir. Sevgi biriktirmiştir. Dost biriktirmiştir. Paraya, pula, mala, mülke hiç değer vermemiştir.

O, tam bir dürüstlük ve doğruluk abidesi idi…

Bazı insanlar, siyaset sahnesine çıkıp ülkeyi idare mevkiine gelince; üstün zekaları ile, bilgileri ile, ülke ve millet sevgileri ile dürüstlükleri ile karizmatik kişilikleri ile milletlerine güven verirler, moral verirler. Böyle insanlar ülkeleri için büyük bir şanstır. Böyle değerli idareciler için ülke insanları, “başımızdaki insan bizim için en iyisini düşünür, yapar ve bizi asla aldatmaz” düşüncesi ile huzur ve mutluluk içinde yaşamlarını sürdürebilirler.

Nedret Utkan işte tam anlamıyla bu vasıflara uyan büyük bir şahsiyetti. Şayet, zemin ve zaman bulabilse ülke idaresinde etkin bir rol alabilseydi inanıyorum ki Türk milleti onu çok sevecek bağrına basacak ve asla unutmayacaktı. Çünkü o büyük bir Türk evladı idi.

Ne yazık ki Nedret Utkan’ın nasıl parada pulda, dünya nimetlerinde gözü yoksa makam ve mevki ihtirası da yoktu. Hele politika kazanı içine girmek onun hiç harcı değildi. Bu uzak duruş bu kadar üstün meziyetin yanında bir kusur mudur, yoksa bir erdem midir bilemem ama ülkenin çok şey kaybettiği bir gerçek.

Bu sebeple, bu fani dünyadan göç ettiğinde Türk milleti bu büyük evladını tanımak fırsatını bulamamış, bu büyük kaybın acısını sadece denizcilik çevreleri, yakınları ve bizler yüreğimizde duymuştuk.

Ölümünden bu yana tam 16 yıl geçti. Onu hala kaybettiğimiz gün duyduğumuz acı ile yad ediyoruz. Nurlar içinde yatsın…

Belki, o, şimdi Einstein ile;

Belki Atatürk ile;

Belki de Mevlana ile beraberdir. Kim bilir?

Şiirlerinden Seçmeler:


Münâcât (Tanrı’ya Yakarış)


Zaîfiz, güçsüzüz biz,
El elindir, kol kolun, Tanrı’m!
Ne oldurmak murâd etsen
Yeter bir tek “Ol!” un Tanrı’m!

  Garib kalmış sayılmaz dul
  Yanındaysan dulun Tanrı’m!

Diler rahmet, el açmış,
Beş vakit Ârif kulun, Tanrı’m
Ve der: “Lûtfunla, çeşmenden
Senin kâfî dolun, Tanrı’m!”

  Garib kalmış sayılmaz dul
  Yanındaysan dulun Tanrı’m!

Bizimçin yerle gökten
İz izindir, yol yolun, Tanrı’m!
Umar senden inâyetler
Yetîmin, yoksulun, Tanrı’m!

  Garib kalmış sayılmaz dul
  Yanındaysan dulun Tanrı’m!

Sabâh Ezanı

“Uyan!” diyen o güzel
Nidâya aç odanı;
Açıp, güzelliği
En güzel çağında tanı:

 Vakit seher vakti,
 Ezan sabâh ezanı!

Uyan ey Ârif, uyan;
Uyar uyuklayanı,
Ki yerle gök
Şimdi ezanların vatanı:

 Vakit seher vakti,
 Ezan sabâh ezanı!


Hazret-i Peygamber’in Vefâtı

Yok mu, ey yolcu, bu yoldan dönmek;
Yeniden Refref’’e binmek yok mu?
Göğe çıktın yine… Lâkin, bu sefer,
Yâ Muhammed, yere inmek yok mu?

 Seni görmekte gecikmişleri de,
 Gelip, eshâbın edinmek yok mu?


Ağlıyor, ağlıyoruz ardından…
Bu sıcak yaşlara dinmek yok mu?
Varmış Ukbâ’da buluşmak… ammâ,
Bize dünyâda sevinmek yok mu?

 Seni görmekte gecikmişleri de,
 Gelip, eshâbın edinmek yok mu?