Aslına bakarsan iletişim teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin, meselenin özü değişmiyor. Çünkü insan denen canlının evrimleşmesi aynı hızda mümkün olamıyor.   *     *    * Gemi onarımı yeni bitmiş, son bir çabayla raporu tamamlayıp dosyayı kapatma

Aslına bakarsan iletişim teknolojileri ne kadar gelişirse gelişsin, meselenin özü değişmiyor. Çünkü insan denen canlının evrimleşmesi aynı hızda mümkün olamıyor.

 

*     *    *

Gemi onarımı yeni bitmiş, son bir çabayla raporu tamamlayıp dosyayı kapatmak için uğraşıyorsun.

Bir sürü hesap, kitap işi.

Fotoğraflardan seçtiklerini yapıştır…Bilgisayara girip sayfaları düzenle.

Döküm al…Falan, filan.

 

Aynı anda da diğer gemilerden gelen haberlerle ilgilenip, gerekli ayarlamaları yapmaya çalışıyorusun.

Acente belli olur olmaz yedekleri yolla, yağ sipariş et,  son gelen raporları kontrol et,

dökmecilerden biri ara survey penceresine girmiş, en kısa zamada ön hazırlık yap. Klas kuruluşundan randevu al, konuyu tartış, Kiralama Bölümü ile konuş, uygun bir liman belirle…v.s.

 

Demem o ki; kafan işe konsantre olmuş, dopdolu, dünyadan kopmuşsun…

 

O anda duyduğun bir sesle nerede olduğunu kavramaya çalışıyorsun.

 “Telefon” diyor santraldaki kız.

“Hüsamettin Bey arıyor”.

“Peki” çıkıyor ağzından.

 

Karşıdan bir kadın sesi,

“Alo Savaş Bey”

“Evet, benim”

“Hüsamettin Bey grüşecekler efendim, biraz bekletebilir miyim?”.

 

Soru sorduğuna bakma. Seçme hakkın olmadığı gibi cevap hakkın bile yok. Metalik sesli Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nu 15 saniye boyunca dinlemek zorundasın…  

 

 “Pardon efendim,” diyor aynı kadın sesi.

“Beklettim. Kendileri diğer telefonda görüşüyorlar da !..”

“Ama, falan…” demeye çalışıyorsun, nafile, metalik müzik sesi devam ediyor.

 

Bir 10 saniye sonra telefondaki kadın sesi müjdeyi veriyor.

“Tamam efendim, konuşması bitti, bağlıyorum.”

Düt, düt, ve uzun bir düüt sesinden sonra şükürler olsun zat-ı muhterem telefonda.

“Savaş’cığım, n’aber !.. Faksımı aldın mı?”

“ Hayır,” diyorum, “daha bana ulaşmadı, birazdan önümde olur.”

“ Görüyormusun ne kadar hızlıyım. İki saatte istediğin parçayı buldum.”

“ Tamam sağol.” diyecekken,

“ Pardon canım, bir telefon geldi, iyi günler,” diyerek yüzüne kapatıyor Hüsamettin…

 

Telefon elinde kalakalıyorsun.

Göğsünde bir ağırlık. Şakakların zonkluyor, ellerin titriyor. Film şeridi gibi geçiyor gözünün önünden biraz önce yaşadıkların.

 

İstediğin kadar sinirlen, bağır, çağır, istediğin kadar küfür et...  O hala öteki telefondaki müşterisine ne kadar hızlı olduğunun geyiğini yapmaya devam ediyor, eminim.

 

Nerede kalmıştık?

Baş pikteki tutya hesabını yapıyorduk.

Yooo, hayır, o çoktan bitmişti. Tanklardaki saç hesabını yapıyorduk. Hesap makinasındaki son rakam neydi? Dökümünü aldığımız sayfa hangi bölüme aitti?

Üff! hepsi, karıştı.

Sil baştan.

 

*    *    *

 

Netice; Dünyada artan hastalıkları, paranın peşinde koşarken hızlandıkça hızlanan hayata, artan strese, uygarlık geliştikçe insanoğlunun vahşileşmesine mi bağlamalı…

 

Eğer öyleyse, bunlarla nasıl baş edeceğimizi düşünmeye başlasak iyi olur. Kendimiz ve sevdiklerimiz için konuyu bizzat dert edinmeliyiz.

 

Dünyada paradan başka hiçbir şeyi sallamayan yeterince insan var zaten.

 

 

İstanbul. Ekim / 1997