-Ne yani bu konteynerler her daim yok muydu?Yılların acentesi Hayri başını kaşıyıp karşısındaki yeni mezun stajyere kederli bir ifade ile baktı. Nasıl anlatmalıydı acaba konteynerlerin geçmişinin pek de öyle eskilere dayanmadığını? Bir dolu da işi vardı ü

-Ne yani bu konteynerler her daim yok muydu?

Yılların acentesi Hayri başını kaşıyıp karşısındaki yeni mezun stajyere kederli bir ifade ile baktı. Nasıl anlatmalıydı acaba konteynerlerin geçmişinin pek de öyle eskilere dayanmadığını? Bir dolu da işi vardı üstelik. Ama gencecik ve de hevesli bir acente adayı soru sorduğunda işim var demek doğru olur muydu? Üstelik duayen diyorlardı kendisine. Kolay değildi bu sektörde bu paye ile çağrılmak.

Üstelik yenilere de iyi davranılmalıydı. Hem onlar bizim geleceğimiz değil miydi? Falan filan… Yahu iyi de biz bu günü yaşıyoruz. Bu gün de iş baştan aşmış durumda.

Hayri kaderine razı olarak işini bir yana bıraktı. Ne demişti Konfiçyüs? Neyse şimdi ne dediğini unut oğlum Hayri sen işine bak.

-Hele oradan iki tane kahve kap gel bakalım. Bilgi dediğin karşılıksız verilmez.

Bülent neşeli bir ifade ile yerinden fırlayıp makineden kahveleri aldıktan sonra Hayri abisinin tam karşısına oturup gözlerini merakla ona dikerek bekledi.

Hayri yüzünü hafifçe buruşturarak kahvesinden bir yudum aldı. Neydi o eski kahveler? Her şey gibi bu da değişmiş eller ile pişirilen kahvelerin yerini işte bu makineler almıştı. Kendinden emin bir ifade ile tam karşısında bütün azameti ile duran kahve makinesinden yana meydan okuyan bir ifade ile baktı.

‘’Her şey değişse de bir ben değişmeden kalacağım!’ diye düşündü kahvesinden ikinci yudumu alırken.

-Daldın Hayri abi?

-Ne? Ha!

Şaşırarak gözlerini kendisine dikmiş olan Bülent’e baktı. Dalar olmuştu son zamanlarda. İçinden bunu bilse de bu yeni yetmeye belli etmek hoşuna gitmemişti.

-Ne dalması be? Düşünüyoruz kafanı karıştırmadan nasıl anlatsak diye.

Bülent’e hoşnutsuz bir bakış fırlattıktan sonra elinin altında bulunan bir dosyadan çeşitli fotoğraflar çıkarttı.

-Aha bak işte bunlar konteyner.

Bülent merakla elindeki fotoğraflara baktı.

-Biliyorum bunların bir bölümünü limanda gördüm.

Hayri şişinerek devam etti.

-Evet ama sadece bir bölümünü. 20’lik, 40’lık, 40’HC ve belki birde reefer olanları.

-Reefer ne demek?

-Soğutmalı konteyner.

-Ne taşınır ki bunlarda?

-Gıda maddesi efendim… Seni içine koyup gönderecek halimiz yok ya.

-O üstü ve yanları açık olan hangisi?

-Ha o mu? Ona FlatRack diyoruz. Biliyorsun standart tipte olanlar yani 20’ ve 40’ lık konteynerler her tarafı kapalı sandık gibidir.

-Evet biliyorum.

-Birde OpenTop dediğimiz üzeri açılıp kapanabilen, brandalı olanlar var.

Bülent bir an takılınca Hayri fotoğrafların arasından seçerek üzeri açık olan ve Open Top diye adlandırılan konteyneri gösterdi.

-Evet bunu da gördüm limanda.

-Tamam… Birde kimi mallar vardır ki bu her tarafı kapalı kutulara sığmaz, taşar. Peki, taşarsa nakledilmeyecek mi? Edilecek elbet. İşte o tip mallar içinde bu icadı çıkartmışlar.

Bülent elindeki fotoğrafları bir yana bırakarak dikkatle Hayri’ye baktı.

-Abi sen geçen gün bana konteynerin anası tankerdir dedin.

Hayri gülümseyerek söylendi.

-Evet dedim.

-Hani sen tankerleri çok seversin ondan mı dedin bu lafı?

-Yok canım ne alakası var?

-Peki o zaman?

Hayri şöyle bir baktıktan sonra;

-İşimiz var senle ama… Birde tarih dersi vereceğiz çaylağa.

Bülent başını utançla yere indirdi. Bu çaylak lafına acaip gıcık oluyordu ama ne söylesindi ki? Bilgi kimdeyse güç ondaydı.

Onun içindeki mücadelenin farkında olmayan Hayri ise anlatmaya başlamıştı bile.

-Uzun yıllar evvel, zannederim ilk 1956 yılında falan konteynerlerin taşındığı gemi ‘Maxton’ isimli tankerden bozma bir şilepmiş. Adı da ‘Ideal X’ olarak değiştirilmiş.

-Hmmm… Şimdi anladım. Önce tankerken sonra konteynere çevrilmiş.

Hayri başını salladı.

-Evet… Konteynerin anası tankermiş, babası da Malcolm Mc Lean isimli bir Amerikalı.

-Deme ya! Bak burada da yine Amerikalılar çıktı karşımıza.

Bülent, Hayri’nin Amerikalılar konusundaki hassasiyetini bildiğinden az evvelki çaylak lafının öcünü alırcasına dokundurmadan geçememişti.

Hayri ise ters ters bakarak devam etti.

-Avrupa’nın konteyner gemileri ile tanışması da bundan tam on yıl sonraya yani 1966 yılına denk gelir.

-Sen altı yaşındayken.

Yaşı ile ilgili konuşmaktan daima kaçınan Hayri duymamış gibi yapıp devam etti.

-Hani biz düzenli konteyner hattı diyoruz ya… İşte onun da kurucusu yine Mc Lean dir. Şirketin adı da ‘Sea Land’

-Peki ilk nereden nereye taşımışlar ki acaba?

-İlk olarak dediğim gibi Amerika’da başlamış. New Jersey’deki Newark limanından Houston’a yapmış konteynerler ilk yolculuklarını.

-Kaç tane taşıdılar acaba?

-‘Ideal X’in kapasitesi 60 adetmiş ama onlar 58 adet taşımışlar.

-Ohooo… Newark’dan Houstan’a sadece 58 konteyner için mi gemi kaldırmışlar?

-Ne o? Beğenmedin galiba?

Bülent abarttığını düşünerek hafifçe kızardı.

-Yok abi beğenmediğimden değil. Hani sen hep pazarlamaya kızarsın ya. Gemiyi getirdiğimize değsin. 200 konteyner için gemi mi gelir diye.

Hayri bıyık altından gülümsedi. Demek bu yeniyetme her şeye dikkat ediyordu.

-O zaman daha konteynerin emeklediği dönemler. 60 da olur 50 de… Şimdi koşullar farklı elbet.

-Peki bunları ne ile indirip bindirmişler?

-Nasıl yani?

-Geçen gün ‘Gelecek konteynerlerin ağırlığına dikkat edin maazallah indiremeyiz, gemi üzerinde kalır, rezil oluruz’ dedin ya.

Önündeki fotoğrafları toplayıp özenle dosyaya koyarken söylendi Hayri.

-Müsaade edersen ona da başka bir gün bakalım. Şimdi işim var.

Bülent’in bu muhabbeti pek bırakası olmasa da ısrar etmemesi gerektiğini biliyordu. Sözü fazlaca uzatmadı.

-Tamam abi sağol yine de bunca işinin arasında…

Hayri önündeki evraka gömülmeden evvel gülümseyerek Bülent’e baktı.

-Tamam çaylak ne zaman boş olursam yakala sor soracağını.

Başını sallayarak oturduğu yerden kalktı Bülent. Giderken Hayri arkasından düşünceli bir ifade ile bakıyordu. Bu çocuk tam acente olacak adamdı işte. Meraklı, soran, araştıran, duyduklarını da aklında tutan! Belli ki bu işi şimdiden seviyordu. 

Zaten acentelikte birinci şart işini severek yapmak değil miydi?

İşini severek yapmak… Aslında sadece acenteliğin değil hemen her mesleğin temel şartlarından birisi budur. Severek yaptığınızda duyduklarınızı aklınıza özenle yazar, bir daha sefere de memnuniyetle kullanırsınız. Sevmediğinizde de maalesef yaptığınız hiçbir şeyden hayır gelmez.

Herkesin işini severek yapmak şansına sahip olması dileği ile.

Sevgiyle kalın.


Not: Bu yazının yazılmasında İzmir DTO ders notlarından yararlanılmıştır.