Selçuk Esenyel: "Hukuk Okuyup Denizci Oldum."

SeaNews Dergisi 61. sayısında  özel röportajı Esenyel & Partners Hukuk Bürosu kurucu ortağı Avukat Selçuk Esenyel ile gerçekleştirdi. Nijerya açıklarında seyreden Paksoy 1 Gemisi’nin kaçırılma olayının, mürettebatın kurtarılmasının ve yurda getirilmesinin, perdenin hem ön hem de arka yüzünün konuşulduğu röportajı siz denizhaber okuyucuları için aşağıda yayınladık.

Dünya çapında deniz taşımacılığı ve deniz hukuku hizmetini kesintisiz bir şekilde sunan Esenyel & Partners Türkiye’de; İstanbul, Ankara, İzmir, İskenderun, Çanakkale, Mersin, Tekirdağ, Samsun ve Trabzon gibi muhtelif bölgelerde avukatlara ve ofislere sahip İstanbul merkezli bir hukuk firması olarak profesyonel ve çözüm odaklı hizmetler gerçekleştiriyor. Firmanın yurt dışında da hemen hemen her ülkede sürekli olarak çalıştığı ve derhal hizmet verebilecek hukuk büroları bulunuyor.

Paksoy 1 Gemisi’nin kaçırılma olayını, mürettebatın kurtarılmasını ve yurda getirilmesini, perdenin hem ön hem de arka yüzünü Esenyel & Partners kurucu ortağı Avukat Selçuk Sencer Esenyel ile konuştuk.

-SeaNews: Esenyel|Patners Kurucu Ortağı Avukat Selçuk Sencer Esenyel kimdir, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

-Av. Selçuk S. ESENYEL: Elbette. 7 Haziran 1983 Ankara doğumluyum. Babamın mesleği dolayısı ile eğitim hayatımı çok farklı il ve ülkelerde tamamladım. Üniversite hayatımı Türkiye’de tamamladıktan sonra İngiltere’de yüksek lisans yaptım ve devamında yine İngiltere’de de çalıştım. Yaklaşık 15 yıldır da bu sektörün içerisindeyim. Evliyim ve bir kızım var. Amatör balıkçıyım. Aslında çok yoğun çalıştığım için kendime fazla vakit ayıramıyorum. İşim ve sektörüm benim hobim. Deniz, hayatımın her alanında var. Zaten bu işleri isteyerek; bir gaye, bir hedef uğruna yapmanız lazım. 

DENİZCİLERİN UFKU GENİŞ OLUYOR”

-Deniz hukukunu tercih etmenizi sağlayan hususları paylaşır mısınız?

-Eğitim hayatımın son iki senesinde, henüz Hukuk fakültesine devam ederken, aynı zamanda çalışıyordum. Avukatların uzmanlaşması gerektiğini çalıştığım dönemde idrak ettim. Hemen her avukat her işe bakıyor ancak bakmamalı, uzmanlık şart. Hukukun ve adaletin tesisinde çok önemli görev ifa eden avukatlar, toplumsal barış ve adaletin de teminatıdır. Yani kutsal bir görevi ifa ettiğimize inanıyorum. Bu sebeple işimizi iyi ve doğru yapmamız elzem... Bu da uzmanlaşmaktan geçiyor. Bu bakımdan bir dalda uzmanlaşıp o dalda hizmet vermeyi kendime ilke edindim. Babam asker emeklisi, yani memur bir ailenin çocuğuyum. Babamın deniz kuvvetlerinde çok arkadaşı olması, babamın yönlendirmesi ve arkadaşlarının tavsiyeleri ile denizciliğe yöneldim.

HUKUK OKUYUP DENİZCİ OLDUM”

-Esenyel & Partners zaten denizcilik camiası tarafından oldukça bilinirliği olan bir hukuk bürosu, okuyucularımıza biraz daha tanıtır mısınız?

-Esenyel & Partners’ı 2010 yılında İstanbul’da kurduk. Şu an 43 çalışanımızla kesintisiz hizmet sunuyoruz. Ekibimiz genç, dinamik ve en önemlisi benim gibi deniz aşığı profesyonel kişilerden oluşuyor. Denizcilik sevmeden yapılabilecek bir meslek değil. Müvekkillerimizi çoğu zaman ailemizden daha sık görüyoruz. Bu sektöre hizmet eden herkes de bence aynı durumda. Bizler sektörün ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyoruz. Avukat olmadığımızı, deniz hukukçusu olduğumuzu göstermenin peşindeyiz. İyi bir avukat olabilirsiniz ama çok iyi bir deniz hukukçusu olamayabilirsiniz. Sektörü, yaptığımız işi, hizmet verdiğimiz kişilerin hislerini anlamak adına yola çıktık ve sürekli sahada olduk. Eğer bu işi yapıyorsanız klasik avukatlığın dışına taşmak zorundasınız. Masa başında oturarak deniz hukukçusu olamazsınız. Bu oldukça net. Biz, ofisimiz bünyesinde çalışan genç meslektaşlarımızı iş haricinde gemilere, tersanelere ve limanlara göndererek neye ve kimlere hizmet ettiğimizi anlamalarını sağlıyoruz. Sahadaki atmosfer bambaşka. Şahsen ben de sahada olmayı seviyorum. Halen gemilere çıkarken heyecanlanıyorum. Her yeni iş başka bir heyecan ve macera... Nijerya’da olanlar da bunlardan biri. Baktığınız zaman Paksoy 1 Gemisinin kaçırılmasında verdiğimiz hizmet avukatlığın çok dışında. Biz orada ülkemizi ve sektörümüzü temsil etmeye çalıştık. Oraya giderken bir an dahi tereddüt yaşamadım. Nijerya konusu sahadaki tecrübelerimizin bir getirisidir. Ben, kendimizi bukalemun olarak addediyorum. Olumlu anlamda bir renge, şekle bürünmek ve sektörün o anlamdaki ihtiyaçlarına çözüm üretmek aslında avukatlığın biraz daha ötesinde bir durum. Denizin dili, dini, ırkı ve cinsiyeti olmaz, olamaz. Tabi ben yine de Çorumlu olduğumu her yerde söylemeye çalışıyorum zira bizim oradan maalesef pek denizci çıkmıyor.

REKABET, KALİTEYİ BERABERİNDE GETİRİR”

-Sektördeki diğer hukuk bürolarıyla ilişkiniz nasıl, rekabet ne seviyede?

-Deniz hukuku alanında meslektaşlarımızla tatlı bir rekabet tabii ki var. Ben, rekabetin olması gerektiğine inanıyor ve rekabetin kaliteyi beraberinde getireceğini düşünüyorum. Ben de en nihayetinde sektörün önde gelen bürolarından bir tanesinde yetiştim ve onlara da çok şey borçluyum. Meslektaşlarımızın hemen hemen hepsi ile görüşüyoruz. Mahkemelerden yanlış kararlar çıktığı zaman birbirimiz ile paylaşıyoruz. Zira hepimizin amacı adaleti sağlamak olmalı. Türk hukukçularının uluslararası arenada söz sahibi olması ve dünya çapında ses getiren avukatlar olmamız sadece kendimiz adına değil, ülkemiz adına da büyük bir kazançtır. Çünkü bir Türk hukukçusunun yurt dışında önemli işler yapabilmesi aynı zamanda ülkeyi de temsil etmesi demektir. Eskiden Türkiye’de olan olayların önemli bir kısmı tarafların anlaşması neticesinde İngiliz Mahkemelerinde görülüyordu. Yani olay burada oluyor ama yargılamayı İngiliz Mahkemeleri yapıyor. Sebep? Çok açık ifade etmek gerekirse bu bizim ayıbımızdır. Ülkemizde yetkin avukatların olduğunu ispat etmek ve özellikle yabancıların adalet sistemimize güvenmelerini sağlamak boynumuzun borcu. Adaletin mülkün temeli olduğunu unutmamalıyız.

KAÇIRILAN BU CANLAR BİZ DE OLABİLİRDİK”

-Paksoy 1 Gemisindeki süreç hakkında bilgi vererek değerlendirmede bulunabilir misiniz, olay size nasıl geldi?

-13 Temmuz 2019 tarihinde Paksoy 1 Gemimiz Nijerya açıklarında yaklaşık 110 deniz mili mesafedeyken deniz korsanlarının saldırısına uğradı. 18 kişilik mürettebatımızdan 10’unu kaçırdılar. 8 mürettebatımızı gemide bıraktılar. Ben de ilk başta olayı medyadan takip ettim. Bu sırada armatörümüz, Deniz Ticaret Odamızdan yardım talebinde bulunuyor. Başkanımız Sn. Tamer Kıran ve Yönetim Kurulumuz da zaten olayı çok yakın takibe almıştı ve atılabilecek her türlü adımı müzakere ederek yardımcı oluyordu. Deniz Ticaret Odasına da danışmanlık yaptığımdan ve ayrıca Başkanımız Afrika tecrübelerimi de bildiğinden beni görevlendirdi. Daha sonra armatörle görüştüm ve atlayıp Nijerya’ya gittim. Daha önce o bölgelerde bulunduğum, o bölgedeki gerek fiziki gerek psikolojik şartları bildiğim için gitme konusunda tereddüt etmedim. Zaten böyle önemli bir görevi kabul etmeme gibi durum olamaz. Yaptığımız iş avukatlığın biraz daha ötesindeydi. Biz, bu sektörden ekmek yediğimiz için bu görevi ekmek yediğimiz yere hizmet vermek olarak algıladık ve hemen gittik. Sonuçta 10 tane candan bahsediyoruz. Bu canlar, ben olabilirdim ya da sizler de olabilirdiniz. Hayatım boyunca hiç unutamayacağım anlara şahitlik ettim. Örneğin, kurtardığımız kardeşlerimizin kurtulduktan sonra aileleri ile ilk defa benim telefonumdan konuşmasına şahitlik etmek çok güzel bir duyguydu. 6 yaşındaki kızım bu olaydan sonra deniz avukatı olacağını söylüyor. Bundan daha güzel bir mükafat olabilir mi? Benim yaptığımın ekstra bir olay olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar canımı tehlikeye attığımı düşünüyor ancak mevzu kahraman olma konusu değildi. Zor durumda olan birilerine ülkem, ailem, Oda ve müvekkilim adına yardım etmeye çalıştım. Yani tamamen insani bir durum.

KABİLELERİN YÖNETTİĞİ BÖLGEDE DEVLET OTORİTESİ YOK”

-Nijerya’ya gidişinizi, oradaki atmosferi ve mürettebatın tutulduğu bölgeyi biraz daha anlatır mısınız?

-Öncesinde Nijerya’da uzun süredir tanıdığım arkadaşlarıma geleceğimi haber verdim. Yaklaşık üç hafta orada bulundum ve arkadaşlarım sağ olsunlar yirmi gün bilfiil yanımda oldular. İlgili Bakanlıklarımızın, Deniz Ticaret Odasının, armatörün, ailemin ve yerel arkadaşlarımın desteği ve yardımı olmasaydı bu işi başaramazdım. Aslında bu işi tüm ülke ve camiamız olarak başardık. Nijerya’da öncelikle iyi bildiğim Lagos’a gittim. Daha sonra bizim mürettebatımızın kaçırıldığı ve tutulduğu bölge olan Bayelsa Eyaleti’ne geçtik. Tüm operasyonu Bayelsa Eyaleti’nin Yenagoa kasabasından yürüttüm. Bu bölgede devlet otoritesi diye bir şey yok; bölge, yerel kabilelerin kontrolünde. Suç oranı da oldukça yüksek, neredeyse her gün bir olay var. Orada bulunduğum süre içerisinde maalesef ben de saldırıya uğradım. Fiziki şartlardan bahsedecek olursam eğer, bölge sık ormanlardan oluşuyor. Hani, “balta girmemiş orman” tabiri vardır ya; işte o tabir sanki bu bölge düşünülerek kullanılmış gibi... Orman; sık ağaçlar, sarmaşıklar ve bataklıklardan ibaret. Zaten bu bölgeler Google’da dahi çıkmıyor, çok bakir yerler. Sık orman olması sebebiyle havadan izlemeniz imkansız. Düzgün kara ulaşımı da yok, ulaşım nehirler ile sağlanıyor. Nehirlerde de timsahlar ve yılanlar var. Zaten bölgeye dışarıdan kimseyi kabul etmiyorlar, Nijeryalı olsanız dahi buraya girmeniz çok zor. Ben Nijeryalı arkadaşlarım sayesinde o bölgeye girip barınabildim ama tabi ki sürekli saklanmak zorundaydım.

KORSANLAR, HER TÜRLÜ TEKNOLOJİYE SAHİP”

-Korsanlar gemiyi nasıl ele geçiriyorlar ve armatörle iletişimi nasıl sağlıyorlar?

-Gemilerimizde DPA’lerin telefon numaraları yazıyor. Korsanlar da bu DPA’lerin numaralarını alarak iletişime geçiyor. Bu kaçırılma hadisesinden yaklaşık bir hafta sonra uydu telefonundan armatörümüzü aradılar ve 10 personelimizin ellerinde olduğunu söylediler. Armatör, öncelikle mürettebat ile görüşmek istedi çünkü sağlık durumlarından emin olmak istiyordu. Korsanların bu şekilde iletişime geçmesi normal bir reflekstir. Korsanlar ile ilk temasın akabinde de uydu telefonları ile sürekli görüşme sağlandı. Normal telefonlar çekmediği için bu yolla iletişim sağlanıyor. Çete, bir kişiyi müzakereci olarak belirliyor ve sadece onunla görüşebiliyorsunuz. Adamın sesi halen kulaklarımdan gitmiyor ve bazen rüyalarıma giriyor. Müzakere süreci çok zor ve psikolojik bir savaş adeta. Müzakereler devam ederken tabii ki türlü türlü oyunlar var. Çeteyi, sizden elde edebileceği en fazla çıkarı sağladığına inandırabildiğiniz anda savaşı kazanıyorsunuz. Unutmamak lazım; korsanlar can için pazarlık ediyor ve bunu bir ticaret olarak görüyorlar. Korsanlara fazladan ödeyeceğiniz her bir kuruş orada bulunan veya oraya gidecek diğer tüm vatandaşlarımızı da büyük riske atar. Arkadaşlarımıza saldıran korsanlar 5 kişilik bir ekipti. Uzun namlulu silahlarla gemiyi tarayarak gemiye yaklaşmışlar. En fazla 8-10 saniyede gemiye çıkıyorlar, bu görüntüleri Aden Körfezi’nde de görmüşsünüzdür. Arkadaşlarımız mümkün olduğunca direnç gösterse de sonuçta tam profesyonel ve bu işi meslek edinmiş korsanlar var karşı tarafta. Denizciler savaşçıdır ama asker değildir. Gemiye de ağır hasar vermişler. Bu tip olaylarda korsanlara teslim olmaktan başka yapılacak bir şey yok. Aksi takdirde çok vahim sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. Sonuçta korsanların amacı para koparmak, direnç gösterildiğinde hayati riskler oluşabilir. Olayın yaşandığı bölgede insan hayatının önemi maalesef yok denecek kadar az. Bu olayda siyasi, dini bir olay söz konusu değil. Kaçırılan mürettebatımızın durumları tabii ki zordu. 4 hafta boyunca ormanın içerisinde ne zaman kurtulacağını bilmeden kalmak kolay değil. Denizci olmanın verdiği avantajla bu süreci atlattılar. Baktığınız zaman son dönemde Gine Körfezi’nde bu tip hadiselerin sayısında artış olduğunu gördük. Deniz Ticaret Odası da bu konuda bilgilendirmeye devam ediyor. Deniz korsanlarının tek amacı fidye alabilmek.

-Korsanların mürettebata karşı tutumu nasıl?

-Mürettebat onlar için son derece kıymetli. Çünkü ne de olsa o kaçırdıkları insanlar sayesinde kendilerine fidye verilecek. Altın yumurtlayan tavuğu kesmeleri düşünülemez. Mürettebatın yemesinden, içmesinden, barınmasından yana bir sıkıntı olmadı. Temel temizlik malzemeleri, sıtma ilacı ve mürettebatımızın talep ettiği diğer ilaçlar korsanlar tarafından karşılanmış. Ama ne kadar iyi davranırlarsa davransınlar sonuçta siz orada esir durumundasınız. Size her ne kadar fiziksel şiddet uygulamasalar da tutsaklık psikolojisi çok başka... Kaçırdıkları insanları korumaları gereken bir “mal” gibi görüyorlar. O nedenle de çoğunlukla kötü davranmıyorlar.

AFRİKA'DAKİ ACENTELERE DİKKAT ETMELİYİZ”

-Bu bölgelerde ticaret yapan kişilere, armatörlere ne önerirsiniz, dikkat edilmesi gerekenler sizce nelerdir?

-Dediğim gibi, bu anlattığımız yerlerde hukuk diye bir şey yok. Bu bölgede açlık var, fakirlik değil. Buraları gördükten sonra bizde çok şükür açlık yok diyorsunuz. Ülkemiz bir cennet, kıymetini bilmeliyiz. Bazı bölgelerde içme suyu dahi yok. İnsanlar susuzluktan ölüyor. Realiteyi iyi anlamak lazım. Para, burada insanlardan çok çok daha kıymetli. Uluslararası anlamda reaksiyon göstermek için geç kalıyoruz. Aden Körfezi’nde geçtiğimiz yıllarda bu olaylar daha sık yaşanıyordu. Buralarda artık Türk savaş gemilerimiz de dahil bir sürü savaş gemisi var. Bunlar zaman alan süreçler. Bana göre trend artık Aden Körfezi’nden Gine Körfezi’ne kaymış durumda. Mesela korsanlar bizim mürettebata “4 gündür denizin ortasında sizi bekliyoruz.” demişler. Korsanlar da kendilerini, teknolojilerini geliştiriyor. Geminin yerini belirliyorlar. Altlarındaki bot hızlı, bu konuda elverişli. Bu bölgelerde konvoya katılmak lazım. Gerçi bizim gemimiz de tavsiye edilen açıklıkta ve konvoydayken saldırıya uğradı, bu da riski tamamen ortadan kaldırmıyor. Denizci firmalarımız Afrika’da çalıştıkları acentelere dikkat etmeli. Kiracı acentelerini kullanmamak hususunda sözleşmelerde ısrarcı olmaları gerekir. Ben korsanlara özellikle acenteler tarafından bilgi verildiğini düşünüyorum. Korsanlar mesela geminin tüm teknik özelliklerini, gemide silah olup olmadığını, gemideki personelin milliyetini, personelin ne kadar direnç gösterip gösteremeyeceğini dahi biliyorlar. Peki, korsanlar bu bilgiye nereden ulaşıyorlar? Maalesef yasal mevzuatlarımız uyarınca Türk Bayraklı gemilere silahlı muhafız alamıyoruz. Birkaç sene önce Bakanlık bu yönde bir çalışma yaptı ancak mevzuat değişmedi. Deniz Ticaret Odamızın bu konuda çalışma yaptığını biliyorum ancak özellikle bu konunun acilen tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Diğer bayrakların çoğunda gemide silahlı muhafız bulundurabiliyorsunuz. Gemilerde caydırıcılık açısından belki silah bulundurulabilir. Bu konu da tartışmalı. Benim şahsi görüşüm mürettebatın korsanlarla çatışmaması gerektiği yönünde. Sonuçta karşınızda bu işi meslek edinmiş, öldürmekten çekinmeyen ve uzun namlulu silahlarla donatılmış korsanlar var. Mevzuatta da zaten silahlanma şu an mümkün değil. Buradaki olay sadece Türkiye'nin sorunu değil, uluslararası bir sorun. Odamız bu konularda sirküler yayınlıyor, bilgilendirme seminerleri gerçekleştiriyor.

-Gerçekten çok büyük bir kahramanlık gösterdiniz. Bu zorlu görevinize dair anılarınızı bizimle paylaştığınız için de ayrıca teşekkür ederiz. Son olarak söylemek istediklerinizi alabilir miyiz?

-Ailemin ve ofisteki arkadaşlarımın desteği olmadan bu sektörde başarılı olabilmem mümkün değil. Başta Odamız ve GİSBİR olmak üzere ofisimiz kurulduğundan bu yana yanımda olan ve yokluğumda ofisimizi en iyi şekilde idare eden arkadaşlarımdan özellikle Türker’e, Ceyhun’a ve ekibime, eşim Gülay’a, her zaman yol göstericim olan babama, anneme, aileme ve bana bu zor süreçte güvenen, dualarını esirgemeyen ve destekleyen tüm camiamıza teşekkürü bir borç bilirim. Allah bu ve benzeri olayları yaşatmasın. Pruvamız neta olsun! 


 

Editör: TE Bilişim