Limanların yetersiz olmasının yalnızca limancılık sektörü için değil ülke ekonomisi için de büyük kayıplara neden olacağının altını çizen Gürgenç, aynı şekilde bir limanın çok iyi olmasının da tek başına yeterli olamayacağını ve liman arka planındaki ulaşım bağlantılarının da yeterli olması gerektiğini söyledi.

“Demiryolu bağlantısı şart”

“Önümüzdeki dönemde ülkenin büyüyeceğinden bahsediyoruz. Limanları yeterli seviyeye getiremezsek bu büyümeyi gerçekleştiremeyiz” diyen Gürgenç, “ Birçok kişi bize şunu soruyor, ‘Siz limanlar olarak ne kadar istihdam yaratıyorsunuz? Ekonomiye ne kadar katkınız oluyor?’ Oysaki buradaki paylar limanların önemini tek başına anlatmak için yeterli değil.  Limanlar bizim dünyaya açılan giriş ve çıkış kapılarımız. Limanlarımızın yetersiz olması yalnızca limancılık sektörünü etkileyen bir şey değildir.  Önümüzdeki dönemde ülkenin büyüyeceğinden bahsediyoruz.  Limanları yeterli şartlara sahip hale getirmezsek, arka tarafta ne kadar iyi şeyler yaparsak yapalım,  bu büyümeyi yapamayız. Otomotiv sektörü buna çok iyi bir örnektir. Onlarca yatırımı Türkiye’ye çektik. Rakamlar yükseliyor. Bu fabrikalar yurtdışı ile rekabet edebiliyor. Ama siz ürününüzü istenilen yere göndermediğiniz andan itibaren arka tarafta yaptıklarınızın hiçbir anlamı yok. O yüzden Limalar ülke için gerçekten çok stratejik öneme sahip. Aslında limanı da sürecin bir parçası olarak görmek ve tek başına onu bir tarafa koymamak gerekiyor. Çünkü siz ne kadar iyi bir liman yaparsanız yapın o limanınızı ana arterlerle birleştiremiyorsanız, karayoluyla ya da demiryolu bağlantılarını sağlayamıyorsanız ticaretten verim almanız çok zor.  Güzel bir Ferrari’niz var. Otoparka çekmişsiniz, ama otopark ile yol arasında Ferrari’nin geçemeyeceği bir hendek var.  Arabanız var, çalışıyor ama arabayı yola çıkartamıyorsunuz. Bugün pek çok limanımızın yaşadığı problemlerden bir tanesi budur.   Bugün Ambarlı komplesi Türkiye’nin en modern en yüksek kapasiteye sahip olan limanı. Ama demiryolu bağlantısı yok. Çok büyük paralar harcamışsınız. Ferrari’yi aldığınız zaman o hendeği baştan kurtarmadığımızda işte böyle suratınıza ‘dan’ diye çarpıyor. Bu yalnızca Ambarlı’nın problemi de değil. Ülkemizde çok az sayıda limanın demiryolu bağlantısı var” şeklinde konuştu. 

“Bir yerine üç elleçleme yapıyoruz”

Limanlarda demiryolu bağlantılarının olmamasının birçok dezavantajı da beraberinde getirdiğini vurgulayan Gürgenç, bu dezavantajları şu şekilde anlatıyor: “ Limanda demiryolu bağlantısı olmadığı için, malınızı kamyona yüklüyorsunuz. En yakın istasyona götürüyorsunuz. Vagona yüklüyorsunuz. Vagonla bir yere geliyor. Oradan tekrar karayoluna biniyor ve son yerine geliyor. Bir elleçleme ile yapacağınız işi, üç elleçlemeye çıkartıyorsunuz. Ne bununla rekabet edebilirsiniz ne de bununla ben bu işi sıfır hata ile hasarsız yapabilirim diyebilirsiniz.  Çünkü mala her dokunduğunuzda bir hasar verme zedeleme riskiniz var.  O yüzden demiryolu taşımacılığı dediğiniz zamanda bizde kat etmemiz gereken çok yol var.  Bu konuda çok iyimser değilim. Çünkü makro planlarımız yok. Bir yere gidip önce orayı imara açıyoruz. Sonra buradan demiryolu geçecek diyoruz. Ancak demiryolunun kilometrelerce uzun olduğunu düşünürseniz istimlâk edilecek arazilerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Davalar, şunlar, bunlar diye baktığımız zaman da süreç çok uzuyor.
Örneğin,  Gemlik’e Demiryolu’nun geleceği söyleniyor. Özlemle bekliyoruz ama hızlı gelebileceği konusunda çok iyimser değilim. İstimlâk edilecek arazilerin sayısı o kadar fazla ki... Oysa bir takım makro planlar olması gerekiyor. Ben buraya liman yapacağım. Üretim alanı olacak. Dolayısıyla bunların bağlantılarını sağlamam gerekiyor şeklinde olaya bakılması lazım.”

“Transit yüke konulan engel pahalıya mal oluyor”

Gümrük mevzuatının transit yük elleçlemeciliğine uygun olmamasının ülke ekonomisinde ciddi kayıplara neden olduğunu dile getiren Gürgenç, “Transit yük taşımacılığından büyük pay alan ülkelerin ve tesislerin çok daha modern çok daha verimli olduğunu görüyorsunuz” diye konuştu. Gürgenç konuyla ilgili şu açıklamada bulundu: “Türklim olarak transit yük sorunu ile ilgili çalışmalarımız var. Transit yükün nasıl bir yük olduğunu ve avantajlarını her fırsatta bürokrasiye anlatmaya çalışıyoruz. Ülkenin birçok durak arasındaki bir ara durak konumunda olduğunu, bunun artıya çevrilebileceğini ve transit dediğimiz yükün bu ülkeye ait olmadığını, kısa bir süre bekleyip sonra diğer bir gemiye aktarılıp gittiğini anlatmaya çalışıyoruz. Ancak devlet kontrol edemediklerini hissettikleri zaman genellikle yasaklamayı tercih ediyor. Bunu gerekirse defalarca anlatmamız gerekiyor. Olaya sadece salt taransit yükten pay kapılmış bir takım aktiviteler diye bakmamak gerekiyor. Ben transit ticaretten pay kaptığım zaman benim sabit maliyetlerim daha fazla konteyner sayısına bölünecek. Olaya böyle bakmak gerekiyor. Sizin bir sabit maliyetleriniz bir de değişken maliyetleriniz var.  Değişkeni iş yaptıkça yapıyorsunuz. Sabitlerinizin bin TEU’ya bölünmesi başka bir şey, 10 bin TEU’ya bölünmesi başka bir şey.  Aslında siz transit yaptığınız zaman geriye dönüp bu taraftaki sizin ihracatçılarınızın rakamları sabitten aldığı pay azalıyor. Devlet,  içinde ne olduğunu bilmediği bir konteynerin getirilip oraya konulmasından çekiniyor. Oysaki,  orası gümrüklü bir alan, yani Türkiye değil. Denizin üzerinde bir yer. O konteyner orada durduğu sürece sana bir zarar vermez. A gemisi getiriyor B gemisi alıp götürüyor. Bunun içerisine karışmanın anlamı yok ki! Kalkıp adamlardan fatura istiyoruz. Adamlar diyor ki, ‘Benim seninle bir işim yok. Yani benim verdiğim line bunu senin limanına bırakmış. Ama sana niye vereyim ki, benim için ticari sır olan bir şeyi. Kimsin sen? Aradaki bir istasyon.’ Her şeyi kontrol etmek istediğinde ve her şeyi yasakladığın zaman bir süre sonra sıfır kötü olayla karşılaşırsınız ama muhtemelen ekonomik olarak da sıfır konumunda olursun. Mal hareketi su hareketi gibidir. Su boş bulduğu yerlerden gidecektir. Mal da böyledir.  Siz ülke olarak bunun önüne engel olmaya kalkarsanız etrafınızdan dolaşır. Malın beklemeye tahammülü yoktur. O malın yerinde olması gerekiyor. Sizin üzerinizden gitmesi daha ucuz olduğu halde zaman kazanmak için gerekirse pahalı yolu seçer.”

“Bürokrasi yoğurdu üfleyerek yiyor”

“Bu konuda ileriye doğru gittiğimizi kabul etmek gerekiyor. Bir şeyler yapmaya çalışılıyor ama hızımız yeterli değil. Dünyanın bu kadar hızlandığı bir dönemde bizim de benzer hızları yakalıyor olmamız lazım ki, rekabet gücünden uzaklaşmayalım”  diyen Gürgenç şöyle devam etti: “Fakat bürokrasiye laf ederken özeleştiri de yapmamız gerekiyor. Dernekler bugüne kadar ‘hep bana hep bana’ demişler. Ve özel sektör bulduğu her delikten de sıyrılmış.  Diğer tarafta da koyduğu kanunlarla talimatlarla yönetmeliklerle işleri düzenleyen insanlar birincisi işten uzaklar. İkincisi geçmişteki kötü deneyimlerden dolayı her seferinde yoğurdu üfleyerek yemişler. Bu ikisini bir araya getirdiğiniz zaman birbirlerini anlamaktan da uzaklar.  Dolayısıyla birisi diğerine diyor ki, ‘Çok bürokrasi var çok yavaşsınız.’ Öbürü de diyor ki, ‘Ben biraz kapıyı açtığım zaman tutamıyorum hiçbir şeyi.’  Bizim gerçekten olması gerekenlerin arkasında durmamız gerekiyor.  Onların da sektöre güvenip daha uygulamaya yönelik yönetmeliklerin talimatlarının çıkması için çaba sarf etmesi ve daha net olmaları gerekiyor. Bu da daha fazla iletişimle olacak. Birbirimizi  ne kadar anlarsak iyileşme süreci de o kadar hızlı olur.”

 

Editör: TE Bilişim