Türk Kurtuluş Savaşı’nın tüm aşamalarında  deniz cephesi , savaşan ordumuzun başta silah, mühimmat ve diğer lojistik ihtiyaçlarını temin etme bağlamında hayati bir önem taşımıştır. Hatta o kadar ki kimi yazarlar bu durumu “ Kurtuluş Savaşı önce denizde kazanıldı “ demek suretiyle vurgulamaktadırlar.

Balkan Savaşı ve Kurtuluş Savaşında Deniz Lojistiği :

Birinci Dünya Savaşının sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile Ege ,  Akdeniz ve Marmara kıyıları İtilaf devletlerinin kontrolüne bırakılmış olduğundan Milli Mücadele yıllarında denizde verilen savaşın kalbi Karadeniz olmuştur. Bu süreçte ordumuzun en hayati ihtiyaçları işgal altındaki İstanbul’dan bin bir güçlükle temin edilen silah ve mühimmatı sivil motorlar yani takalarla gizlice Anadolu kıyılarına ulaştırmak ya da Sovyetlerin aynı mahiyetteki yardımlarını Tuapse ,Novrosiski, Batum gibi Karadeniz limanlarından Trabzon’a ve İnebolu’ya taşıyan takalar ve sınırlı sayıdaki askeri gemiler sayesinde sağlanabilmiştir.

Ancak kısaca başlık olarak verdiğimiz bu konuları daha detaylı anlatmadan önce deniz ikmali bağlamında sivil insiyatif ile gerçekleştirilen  bir başka kahramanca , ve fedakarane çabanın Balkan Savaşı yıllarında gerçekleştiğini belirterek bu konuda da özet bir bilgi verelim :

Bahsettiğimiz laz takalari ile ilgili elimizde bulunan kitaplar ve dökümanlar sınırlı sayıdadır. Bu tarihi olguyu belgeleyen kitaplardan biri de İbrahim Balcı tarafindan kaleme alınmış olan “ Takalar Kumandanı Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa “ isimli değerli eserdir.            

Kitapta bahsi geçen Hacı Yakup Ağa Rize eşrafından oğullarıyla beraber İstanbul civarına yerleşmiş ve  motor taşımacılığı yapan , çevresinde lider konumunda yaşlı ve sevilen bir kişidir. İlk olarak Balkan Savaşı yıllarında devlet tarafindan kendisinden ücret mukabili yardım istenmiş , ancak yardım  etmeyi kabul edip ücret almayı kabul etmemiştir.

Harbiye Nezareti Umumi Levazımat Reisi İsmail Hakkı Bey kendisini makamına davet ettiğinde Yakup Ağa’dan bu milli  görev için ricada bulunuyor : 

“  Yakup Ağa biliyorsun Balkan Savaşı bütün hızıyla devam ediyor. Ordunun pek çok ihtiyacı var. Yiyecek, içecek, silah ve cephane. Bunların karadan naklinde zorluk var. Denizden naklinde ise bir çok kolaylık tespit edilmistir. Sen Takalar reisisin ,seni herkes tanır, sever ve sayar. Takacılarla konuşacak ve onların bu işte calışmasını temin edeceksin. Tabi herkes ücretini alacak, ayrıca yükleme ve boşaltma işi için tayfaları da sen sağlayacaksın. ” 

                                   Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa

Bunun üzerine Yakup Ağa Komutana şöyle bir cevap veriyor :

 “  Oğul benim yaşım sekseni geçti, doksana bir karış kaldı. Benim bu vatan savunmasında sadece katkım olur. Ben ve çocuklarım büyük ve küçük iki takamla çalışırım. Duadan başka bir şey de istemem. Paraya pula ihtiyacım yok. Diğer arkadaşlar için takdir sizlerindir. ”

Bu vesile ile devlete yardımcı olan Yakup Ağa  , oğulları ve diğer taka reisleri  Kurtuluş Savaşında da benzer hizmetleri verdiler . 

Bu organizasyonda  adı geçen taka kaptanları arasında Kurtuluş Savaşının efsane milis reislerinden İpsiz Recep Kaptanı da görmekteyiz. Diğer adı geçen bazı taka reisleri ise şunlardır  :

Oflu Kasım Reis, Oflu Halim Reis, Osman Kaptan, Giritlioğlu Hacı Şakir Kaptan ve

efradı ,  Dalyancı Yusuf Bey,  Ketencioglu Ahmet, Mehmet, İbrahim ve İsmail Hakkı kardeşler,  İbrahim Ağa,  Hüseyinzade  Bombacı Ahmet Efendi, Laz Hafız Muharrem Efendi, Milis Yüzbaşı  İlyas Sami Bey ( Kalkavan ) ,Şevki Reis , Balıkçı Adil Efendi, Hacı Bayram Kaptan .                                     

Kurtuluş Savaşının ilk dönemlerinde silah ve mühimmat ihtiyacının önemli bir bölümü  eski İttihatçıların kurmuş oldukları Karakol ve Felah teşkilatları aracılığı ile gizli olarak İstanbul’dan Anadolu’ya  taşımacılık yapan  takalar, motorlar, yelkenliler sayesinde gerçekleşmiştir.

Karakol teşkilatının idaresi İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Kara Kemal ve Kara Vasıf beylerin elindeydi. Bu teşkilat gayet başarılı bir biçimde İstanbul’dan Anadolu’ya silah sevkiyatını sağladığı gibi Anadolu’ya geçmek isteyen asker , devlet adamı , aydın ve diğer vatanseverlerin yolculuklarını da organize etmekteydi. Özellikle Kara Kemal beyin bir tür esnaf loncası başkanlığı yapmış olması sebebiyle çok geniş bir ilişkiler ağı vardı.

Bu kutlu yolculuğun ilk duraklarından biri İstanbul Anadolu kıyısında bulunan Özbekler Tekkesiydi. Özbekler Tekkesi 1752'de Buharalı Nakşibendi dervişleri tarafından Ahmet Yesevi geleneğinde Üsküdar, Sultantepe'de kurulmuştu.

Amerika’nın en ünlü plak ve yapım şirketlerinden birinin sahibi olan merhum Ahmet Ertegün bu tekke şeyhinin torunlarındandır ve rahmetli olduğu zaman cenazesi burada defnedilmiştir.

İstanbul’dan gerçekleştiren bu silah sevkiyatında  bazı Karadenizli armatörler ,taka reisleri ve denizciler hiçbir maddi karşılık beklemeksizin cansiperane fedakarlıklarla büyük emekler vermişlerdir. Milis Yüzbaşı olarak Kuvayı Milliye ordusunda rütbe alan İlyas Sami Kalkavan Bey kendisinin de öncüleri arasında bulunduğu bu vatanseverleri 1957 senesinde yayınladığı “ Milli Mücadele Hatıralarım” isimli kitabında hatırlayabildiği kadarıyla isim isim yazmıştır. Kitapta isimleri geçen ve büyük çoğunluğu denizci ve Karadenizli olan bu yurtseverlerin  isimleri aşağıda alıntılanmıştır :

“…Kalkavanzade İbrahim Kaptan , Kalkavanzade  Rıza Kaptan ,Sadıkzade Ruşen bey, Sadıkzade Hüseyin Kaptan ,Tavilzade Hafız Hüseyin , Tavilzade Hacı Hasan bey ,Tavilzade Muharrem bey ,Tavilzade Mustafa bey, Tavilzade Ahmet bey, Tayyarzade Necip bey, Velizade Dursun bey, Rize'nin Kalamoz köyünden Mehmet, Rizeli Giritlioğlu Hacı Şakir Kaptan, Rizeli Hacıoğlu Hafız Mehmet Ragıp Efendi, Rizeli Osman Saruhan Reis (Sonradan milis binbaşı rütbesini alacaktır.), kardeşi Mustafa Saruhan Reis, Memati oğlu Recep Reis, Rizeli Giritlioğlu oğlu Mesut Reis, Rizeli Şahinoğlu Ali Osman Kahya, Pazarlı Altındiş Mustafa Kaptan, Rizeli Hasan Kahya, Hemşinli Mehmet, Hoho namıyla maruf Rizeli aşçı Hasanoğlu Halim Reis, Rizeli Hacı Lahana oğlu Kerim Reis, Rizeli Hacıömeroğlu Aziz Reis, Rizeli Şükrü Kalkavan Reis, Rizeli Hacı Efendi oğlu Armatör Şevki Kaptan, Rizeli Mori oğlu Rıza Reis, Rizeli Armatör Rasim Kalkavan Kaptan, Rizeli Ali Uzunoğlu Reis, Rizeli Salih Kaptan, Rizeli Osman Varlı Reis, Rizeli Yahya Varlı Reis, Rizeli Çekmiş Oğulları Hasan, Ömer, Sürmeneli Temel Reis, Yusuf Reisler, Rizeli Altıkonak oğulları Mehmet, İsmail, İlyas Reisler, Rizeli Arap oğulları Ali ve Süleyman Reisler, Rizeli Küçük Süleyman Reis, Rizeli Şahin oğulları Mustafa ve Hüseyin Reisler, Rizeli İbrahim Yavaşı Reis, Rizeli Kara Mahmutoğulları , Kara Ali ve Şükrü Reisler, Rizeli Hafız Muhittin Kotil Reis, Rizeli Ofli namıyla Maruf Halim Reis, Rizeli Kopuz Şakir Reis, Rizeli Mehmet Kopuz Reis, Rizeli Hafız Mustafa Reis, Of kazasından Sabur Bahri Reis, Rizeli Musa oğulları Halim, Rıdvan, Harun Reisler, 

Rizeli Hacı Memiş oğlu Tahsin Reis, Rizeli Nafiz Keltoş Reis, Rizeli Hacı oğlu Nazım Reis, Rizeli Nalbant oğlu Ahmet Reis, Rizeli Gencalioğlu Mehmet Reis, Rizeli Sinan oğlu Nazım Reis, Rizeli Kavranoğlu Mustafa Reis, Rizeli Sakoğlu İshak Reis, Rizeli Hordoloş oğlu Mustafa Reis, Rizeli Tafuli Hamdi Reis, Rizeli Uzun Mustafa oğulları İlyas, Kolcu Mehmet, Mustafa Reisler, Rizeli Muharrem Oğulları Muharrem ve Mustafa Reisler, 

             Milli Mücadeleye Hizmet Etmiş Bazı Armatör , Kaptan ve Reisler

Rizeli Mete İsmail Reis, Rizeli Salih oğlu Recep Reis, Rizeli Ofli namıyla Maruf Kasım Reis, Sarıyerli Balıkçı Adil Reis, Sarıyerli Şevki Reis, Sürmeneli Enbiya Reis, İtfaiye Yüzbaşısı Halit Bey, Binbaşı Eyüp Sabri Bey, Topçu Yüzbaşısı Rizeli Süleyman Bey, Kağıthane'de depo muhafızları Yüzbaşı Kemal ve Yüzbaşı Ziya Beyler, depolar Başçavuşu İzmirli Abdülkadir, Anadolu Kavağı depo amiri Yüzbaşı Kemal (Altuğ), 

Muavini topçu zabiti Faruk (Tengüz), Anadolu Torpil Bölüğü Komutanı Turgut Reis, Gambotu sabık 2.kaptanı Dilşad Bey, Beykoz Birinci Ordu Harekat Şubesi Erkan-ı Harp Binbaşısı bilahare Tümgeneral olan Kenan Bey ( Esenkut ) , Ali Hakkı Küçükyüksel Bey ,Unkapanı polis memurlarından Sürmeneli Mazhar ve kardeşi Unkapanı’nda kahveci Faik beyler .

İstanbul’dan yapılan bu bahsettiğimiz silah sevkiyatını büyük Türk şairi Nazım Hikmet  “ Kuvayı Milliye Destanı “ isimli manzum eserinde Arhave’li İsmail’in hikayesiyle ölümsüzleştirmiştir. 


ÜÇÜNCÜ BAP
 YIL 1920
ve
ARHAVELİ İSMAİL'İN HİKÂYESİ


 Ateşi ve ihaneti gördük.

Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
Akhisar, Karacabey,
Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
                          çarpışarak çekildik...

,1920'nin
           29 Ağustos'u :
                           Uşak düştü.
Yaralı
        ve dehşetli kızgın
                      fakat toprağımızdan emin,
                                         Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.

Ateşi ve ihaneti gördük.

Dayandık
            dayanmaktayız.

1920 Şubat, Nisan, Mayıs,
Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı :
İçimizde Hilâfet Ordusu,
                        Anzavur isyanları.
Ve aynı sıradan,
3 Ekim Konya.
Sabah.

500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş                                         

            girdi şehre.

Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp
                      
             ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.

Ve 29 Aralık Kütahya :
4 top
    ve 1800 atlı bir ihanet
                            yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti

kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
                                           düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...

Ateşi ve ihaneti gördük.
Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,
                            bakımsızdılar,

hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.

Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
İnsanlar uzun asker kaputluydu,

                                      yalınayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak,
                                      yüreklerinde keder,
                    yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
                   köy odalarında unutulmuştular.

Ve orda sargı,
                    deri
                         ve asker postalları halinde
              yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.

koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
                                                         eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.

Ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
Acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.

Şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
                                    deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.

Ve çok uzak,
                çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :

                                                hürriyet ve ümit,
                                                su ve rüzgârdılar.

Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
                             fındık ve tütün getirip
                                   şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
                   ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
                            saman kayıklarının fenerlerini
                                                    peşlerinde bırakıp

ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
 küçük,
                          kurnaz
                                                  ve mağrur              

gidiyorlardı Karadeniz'e.

Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
                                                zaferi için

hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
                                                baltabaş gemi
                                                İngiliz torpitosudur.
Ve dalgaların üstünde sallanarak
                                             alev alev
                                                          yanan :
                        Şaban Reisin beş tonluk takası.

Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
Rüzgar :
        yıldız - poyraz.
Esirlerini bordasına alıp
                       kayboldu İngiliz torpitosu.
Şaban Reisin teknesi
                       ateşten diregiyle gömüldü suya.

Arheveli İsmail
              bu ölen teknedendi.
Ve şimdi
Kerempe Fenerinin açığında,
batan teknenin kayığı
nda

emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
                    rüzgârın,
                            bulutların
                                  ve dalgaların kalabalığı,

İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

Arheveli İsmail
          
    kendi kendine sordu :
«Emanetimizle varabilecek miyiz?»

Kendine cevap verdi :
«Varmamış olmaz.»

Gece, Tophane rıhtımında
Kamacı ustası Bekir Usta ona :
«Evlâdım İsmail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
                        «bu, sana
emanettir.»

Ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
                      «Şaban Reis,» deyip,
                      «emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
                                                  atladı takanın patalyasına,
                                                                                 açıldı.

«Allah büyük
  ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
                                      bir sağnak daha,
                                      peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
                                                alabora olacaktı.

Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
Sıvastopol'a giden bir geminin
                                        sancak feneri.

Elleri kanayarak
                      çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.

Kavgadan
                ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet :
           bir ağır makinalı tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini                         

  

  ta Ankara'ya kadar gidip
                                     onu kendi eliyle teslim edecektir.

                       Rüzgâr bocalıyor.    

Belki karayel gösterecek.

En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.

Nuri Kurtcebe’nin Kaleminden Arheve’li İsmail

Fakat İsmail
                 ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
                                               aynı emniyetle tutarlar.

Rüzgâr karayel göstermedi.
Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
                                                         düştü.

İsmail beklemiyordu bunu.
Dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
                            ve simsiyah
durdu.

İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
Bir ürperme geldi İsmail'in içine.
Ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
           ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
Ve birdenbire
             öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
                                            yıldı elleri,
                                            yüklendi küreklere,
                                            kırıldı kürekler.

Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
                        kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
İlk
önce küfretti.
Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,     

  eğilip okşadı mübarek emaneti.

Sonra...


Sonra, malûm olmadı insanlara
Arhaveli İsmail'in âkıbeti...

                                                              Nazım Hikmet Ran                                               
 

Kurtuluş Savaşının ilk döneminde düzenli ordu henüz kurulmamıştı ve Milli Mücadele büyük ölçüde Anadolu’nun her köşesinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri  ile 

işbirliği halinde mücadele veren çete ve milis reisleri aracılığı ile verilmekteydi.

Bunların en bilinenleri Çerkez Ethem ,  Demirci Mehmet Efe , Yörük Ali Efe ,Topal Osman , İpsiz Recep gibi milis reisleridir. Ancak bu milisler genelde gerilla taktikleri uygulayarak düşmanın ilerleyişini geciktirmişlerse de Yunan ordusunun Anadolu içlerine doğru ilerlemesiyle yetersiz kalmaya başlamışlar ve özellikle disiplinsizlik ve başı bozuklukları yüzünden sorun olmaya başlamışlardı. Bu reislerin içerisinde özellikle Çerkez  Ethem  emrindeki insan sayısı ve silah gücüyle ön plana çıkmıştır.

Çerkez Ethem  emrindeki milislerle düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ve arkasında işgal güçlerinin emrindeki gericilerin olduğu bazı isyanları başarıyla bastırmıştır. Anzavur Ayaklanması,  Çopur Musa Ayaklanması ile Gerede ve Yozgat isyanlarını bastıran Çerkez Ethem'in   isyancıları yargılamadan cezalarını vererek infaz etmesi TBMM üyeleri ve İstiklal Mahkemeleri görevlileri tarafından doğru bulunmuyordu. 1.İnönü Savaşı sürecinde kurulan düzenli orduya iştirak etmek istememesi ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile olan anlaşmazlığı, Çerkez Ethem’in yanındakilerle beraber karşı tarafa geçerek Milli Mücadele dışında kalmasıyla sonuçlandı.

Düzenli ordunun kurulması ile beraber Milli Ordu’nun ikmal meselesi çok daha önemli ve ivedilikle halledilmesi gereken bir mesele haline gelmiştir. Ekim 1917 Bolşevik 

İhtilali ile kendi devrimini gerçekleştiren Sovyet Rusya Brest-Litovsk Antlaşması ile savaş dışında kaldı. Ancak devrime karşı savaş veren Beyaz Ordu’nun bazı İtilaf devletlerinden ciddi lojistik destek görmesi ile devam eden kanlı iç savaş ve Kafkasya bölgesindeki zengin petrol ve maden sahaları üzerinde hükümranlık kurmak isteyen başta İngiltere olmak üzere bazı itilaf ülkeleriyle olan problemler , Lenin’i  güney sınırlarını güvence altına almak yolunda bazı tedbirler almaya ve  çözümler   üretmeye  yöneltti.  İngiltere Kafkasya bölgesinde Kızıl Ordu’ya karşı isyan eden Beyaz Ordu generallerini destekliyor , bölgenin insanlarını Sovyetlere karşı dini ve etnik hassasiyetler üzerinden kışkırtıyordu. Aynı taktikleri Anadolu’da Milli Hükümete karşı da uygulamışlar başta Düzce , Adapazarı, Konya olmak üzere Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Milli Mücadeleye karşı gerici isyanlarını kışkırtmışlardı. Tüm bu siyasi dinamikleri çok yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa doğru bir zamanlamayla Sovyet yardımı ile ilgili yapılan çalışmaları kontrolü altına aldı ve yönlendirdi .

Ancak Anadolu Hükümetinin Sovyetlerle ilişki kurmasında devrik İttihatçı liderler Talat Enver ve Cemal Paşaların büyük rol oynadığını dile getiren tarih yazarları da vardır. Tarihçi Emel Akal  “Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal , İttihat Terakki ve Bolşevizm “ adlı değerli çalışmasında bu tezleri destekleyecek çok önemli belgelere ,tanıklıklara yer vermektedir.1.Dünya Savaşının kaybedilmesiyle Almanya’ya giden Talat ve Enver Paşalar , Berlin’de 1919 yılının Eylül ayında Sovyet Rusya’nın önemli komünist liderlerinden Karl Radek ile bir görüşme yaparlar. Esasen görüşme Alman devletinin de bilgisi altında o esnada Radek’ in yatmakta olduğu hapishanenin misafirhanesinde gerçekleşmiştir. Radek’ in Sovyet Rusya ve komünist camiada neden bu kadar önemli bir isim olduğu Emel Akal’ın bahsettiğimiz çalışmasının 79.sayfasında aşağıdaki şekilde anlatılmaktadır. : 

 “…….…Radek, 1919 yılı Ocak ayında yapılacak olan Alman Komünist Partisi’nin kuruluş kongresine katılmak üzere Berlin Sovyeti tarafından davet edilmiştir . Alman sınırını yasadışı olarak Avusturyalı kılığına girerek geçen ve Berlin’e ulaşan Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesidir ve daha sonra, kurulacak olan III. Enternasyonal-Komintern’in başkanı olacaktır. Ancak 12 Şubat 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledildikleri olaylar sonucunda Radek  Berlin’de tutuklanmıştır . Radek Ağustos ayında tutuklu bulunduğu hapishanede özel bir bölüme alınmış ve ziyaretçi kabul etmesine izin verilmiştir. ………”                      

İttihatçı liderler ,düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla Sovyet Rusya ile kurulacak bir ittifakın Anadolu’nun kurtuluşu için faydalı olacağını değerlendirmekteydiler. Talat Paşa Radek’le olan görüşmesini ve Sovyetlerle kurulması gereken ilişkiler hakkındaki düşüncelerini Mustafa Kemal Paşaya yazdığı mektupta da ifade etmektedir. Bu mektubun bir bölümüne aynı çalışmanın 81.sayfasında yer verilmiştir :

“……….Buradaki Bolşevik rüesası ile hal-i temastayım. Şimdiye kadar   mahbus  bulunan  (Radek) ile defeat ile görüştüm. Ve balada zikrettiğim esaslar  dairesinde çalışmak üzere (Lenin) ‘nin tasdikine ta’likan anlaştım. (Radek) in tahliyesi ve tayyare ile Moskova’ya gidebilmesi için Almanlar nezdinde pek çok çalışarak muvaffak oldum ve başka bir nam altında esbab-ı seyahatini temin ettim. Bundan dolayı (Radek) ve burada bulunan Bolşevik’ler bize medyunu şükrandırlar. (Radek) 

Bolşevik’ler hükümetinin şark mesaili mütehassısı olduğundan mukarreratımızın merkezce kabul edileceğini suret-i katiyyede temin ediyor ………”    

                     Karl Radek ( En solda gözlüklü ,sandalyede oturan kişi )

Radek bu görüşme sonrasında İttihatçı liderleri Moskova’ya davet eder Enver Paşa ve Cemal Paşaların da içinde bulunduğu bir İttihatçı ekip 1920  senesinin Mayıs ve Temmuz ayları arasında Sovyetlerin başkentinde büyük bir ilgi ve ihtimam ile ağırlanır. Talat Paşa İttihatçıların meşhur Maliye Nazırı Cavit Bey’e yazdığı 21 Aralık 1919 tarihli mektupta açıkça 

  “….Ben ümidimi kamilen güneşin doğduğu tarafa bağladım.Bütün varlığımla o dairede çalışacağım …( Tanin 1944 , Tefrika 52 )…..”  demektedir.

Tüm bu gelişmelere paralel olarak Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresinde yaptığı  ( 23 Temmuz – 04 Ağustos 1919 ) konuşmasında Sovyetler’i öven sözlere yer vermiştir :

“……..Son zamanlarda devletler arasında ortaya çıkan rekabet sebebiyle İngilizlerin Kafkasya’dan tamamen çekilmesine karar verilmiş ve uygulamaya bir süreden beri başlanmıştır. İtalyan kuvvetlerinin Batum yoluyla Kafkasya’ya gelmesi kararlaştırılmış ise de İtalya ve Kafkasya’daki iç durum sebebiyle bu kararı uygulamaya koymaktan korkuyorlar.
Millî bağımsızlıklarını tehlikede gören ve her taraftan işgale uğrayan Rus milleti, bu genel zorbalığa karşı, milletinin bütün bireylerinin ortak gücüyle çarpışmış ve herkesçe bilindiği üzere bu kuvvet, kendi memleketleri içinde üstün gelmiş, çareyi kendi üzerlerine belâ olan milletleri etkileri ve kontrolü altına almakta bulmuşlardır.

Kuzey Kafkasya, Azerbaycan ve Gürcistan birleşerek millî varlıklarına karşı yürümek isteyen Denikin Ordusu’nu savaşa zorlayarak Karadeniz sahiline sürmüştür…” 

Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’de Sovyet Dışişleri «Müslüman Yakın Doğu Dairesi» başkanı Neriman Nerimanov'un imzasıyla Sivas kongresinden iki gün sonra 13 Eylül 1919'da “Türkiye İşçi ve Köylülerine” bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride;

Anadolu Milli Mücadelesine Rus İşçiler ve Köylüler Hükümetinin kardeşlik elini uzatacağı belirtilmektedir.

1919 yazının sonlarında, Anadolu, milliyetçileri ile Sovyet yöneticileri uzaktan uzağa birbirlerine karşılıklı iyi niyetlerini ifade etmişlerdir.

Erzurum Kongresi sırasında İstanbul’a gelen bazı Sovyet temsilcileri Karakol Cemiyeti  ile de temas etmişlerdir. Cemiyet başkanı Kara Vasıf Bey Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa'ya durumu bildirir . Ali Fuat Paşa Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa'yı durumdan haberdar eder . Mustafa Kemal Paşa Karakol Cemiyetinin İttihâtçılar’Ia bağlantılı olduğunu bildiği halde  milli çıkarlar gereği bu görüşmelere onay verir.

Esasen tarihçi Emel Akal’ın yukarıda alıntıladığımız  “ Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal , İttihat Terakki ve Bolşevizm “  isimli eserinde verilen bilgiler ışığında Sovyetlerle ilişki kurma hususunda ilk adımı atanların başta Talat Paşa olmak üzere eski İttihatçı liderler olduğu söylenebilir. Emel Akal kitabında bu tezlerini bir ileri noktaya taşımakta ve esas itibarı ile Anadolu direnişinin aşağıdan yukarı bir örgütlenmeden çok yukarıdan aşağı bir organizasyon olduğunu öne sürmektedir. Bu tezini özellikle İstanbul ve İzmir’in işgalinden sonra yurdun birçok köşesinde kurulan Reddi İlhak ve Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin kurucu üyelerinin neredeyse tamamının eski İttihatçı kadrolardan oluşmasına dayandırmaktadır. Yine benzer biçimde Anadolu’ya ilk olarak gerçekleştirilen silah mühimmat sevkiyatı ve insan nakli İttihatçıların başında olduğu Karakol ve Felah teşkilatları aracılığı ile gerçekleştirilmiştir.

Sovyetlerle ilişki kurma konusunda bu gelişmeler olurken tutuklu olduğu  Bekir Ağa Bölüğünden kaçarak Sivas’a gelen Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa ( Kut ) Sovyetlerle temas sağlayarak yardımlarını temin  etmekle görevlendirilir.

 Önce Kafkasya'ya oradan da  Moskova'ya geçen Halil Paşa Dış İlişkiler Komiseri  Çiçerin ve yardımcısı Karahan ile görüşür. Bu temaslardan sonra 1920 senesinin ilk aylarında başlangıç olarak Sovyet yardımı  bir  miktar silah, cephane ve altın para olarak temin edilmiştir. Irak Cephesi ve Kafkas İslam Ordusunda askeri görevlerde de  bulunmuş olan Halil Paşa yardımları görüşmek üzere ayrı bir heyetin daha Ankara’dan gönderileceğini de bildirmişti. 

İstanbul'un 16 Mart 1920’de İtilâf devletlerince işgal edilmesi  ve Yunanlıların Anadolu içlerine doğru işgal girişimleri , Sovyetlerle direkt resmi ilişki kurma hususunda var 

olan bazı  tereddütleri tamamen ortadan kaldırır. Halil Bey’e bu ziyarette eşlik eden Fuat Sabit Bey’de Çiçerin ’e Milli Mücadelenin prensiplerini izah etmiştir .Halil Paşa ardından Sovyet Harbiye Komiseri Kamanev ile de görüşmüş ve gizli tutulmak kaydıyla 1.000.000 altın ,60.000 tüfek, 180.000 fişek ,108 sahra topu ve 12 ağır top yardım yapılması karara bağlanmıştır. Ancak yapılan bu ilk yardım saklı tutulmak kaydıyla gayri resmi bir mahiyetteydi.

İlk Sovyet yardımını Türkiye getiren kişinin bizzat Enver Paşanın amcası olması yukarda belirtildiği gibi bu teması ilk kuranların eski İttihatçı liderler olduğu savını kuvvetlendirmektedir

 Sovyet Rusya ile Anadolu Hükümeti arasında gerçekleşen bu yakınlaşmanın  iki  ülke içinde oldukça tutarlı bazı nedenleri vardır.  Türkiye Yunanistan’a karşı olan bağımsızlık savaşını kaybettiği takdirde bu durum İngiltere kontrolünde Türk Boğazlarını da kontrol eden güçlü bir Yunanistan anlamına gelecek ve Sovyet Rusya’nın Türk Boğazları üzerinden askeri ve sivil deniz ulaşımı olumsuz olarak etkilenecekti . Ayrıca Türk topraklarını  işgal edenler Kafkasya’yı da işgal etmişlerdi.

İngiltere bunun yanı sıra İran ve Afganistan’da da hâkimiyet kurarak Sovyet Rusya’ya karşı yakın bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu durumda Türkiye’nin düşmanı , aynı zamanda Sovyet Rusya’nın da düşmanıydı. Sovyet Rusya’nın Türk-Müslüman 

halklarının Bolşeviklere karşı gelen General Denikin’ in kuvvetlerine karşı savaş vermeleri de Bolşevikleri memnun etmektedir.  Türklere yapılacak yardım hem Türkler ,  hem de Sovyet Rusya topraklarındaki diğer Müslüman halklar nezdinde Sovyet Rusya'ya karşı sempati doğuracak ve kendilerine olan desteği arttıracaktı. Diğer yandan Mustafa Kemal Paşa   05 Şubat 1920 tarihinde tüm kolordu ve eşiti komutanlıklara çektiği telgrafta yaptığı değerlendirmede  Türkiye’nin her taraftan kuşatıldığını, bu nedenle Kafkaslar bölgesinin açık tutulmasının hayati öneme haiz olduğunu, emperyalist ülkelerin bu bölgede nüfuz alanı kurmalarının mutlaka önlenmesi gerektiğini, bu hedefe uygun olarak Kafkasların kontrol altında tutulmasını, 

ancak mevcut imkân ve kabiliyetlerimiz ile bu başarılamıyorsa, Bolşevik Rusya’nın bu bölgede yerleşmesine yeşil ışık yakılmasını, işgal güçleri tarafından ülkemize karşı  bölgede kesin bir set çekilmesi durumunda Türkiye’nin direnme olanağının tamamen ortadan kalkacağını   söylemektedir. 

Ankara'da meclisin açılmasından üç gün sonra Mustafa Kemal Paşa'nın İmzası  ile  Lenin 'e  gönderilen mektupla beraber Anadolu hareketinin Sovyetler'e  ilk  resmi  müracaatı gerçekleştirilmiş ,  resmi ilişkiler başlamıştır.

Mustafa Kemal Paşa Lenin’e yazdığı mektupta Sovyetler Birliği’nin, emperyalizme karşı savaşan Türkiye’ye yardımda bulunulacağına inandığını ifade ederek ; 5.000.000 altın lira ile, görüşmeler sonucu miktarı sonradan saptanacak silah ve cephane, askeri teknik malzeme, birliklerin gereksinimlerini karşılayacak gıda malzemeleri talebinde bulunur. Söz konusu resmi mektubun orijinal metni aşağıda alıntılandığı gibidir.

“……Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Moskova Hükümetine Birinci Önerisidir. 

                                                                             Ankara, 26 Nisan 1920 

  1. Emperyalist hükümetlere karşı harekatı ve bunların egemenliği ve sömürüsü altında bulunan ezilen insanların kurtuluşu amacını güden Bolşevik Ruslarla çalışma ve hareket birliğini kabul ediyoruz. 
  2.  Bolşevik güçleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar ya da izleyeceği politika ve göstereceği etki ve nüfuz ile Gürcistan'ın da Bolşevik birliğine girmesini ve içlerindeki İngiliz güçlerini çıkarmak için bunlara karşı harekata başlamasını  sağlarsa, Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine bir askeri harekatı yönetmeyi ve Azerbaycan Hükümeti'ni de Bolşevik devletleri grubuna  sokmayı yükümlenir. 
  3. Önce milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist güçleri kovmak ve ilerde emperyalizme karşı meydana gelecek ortak mücadelelerimiz  için iç güçlerimizi kurmak üzere şimdilik, ilk taksit olarak, beş milyon altının  ve kararlaştırılacak sayıda cephane ve diğer savaş makine ve araçlar ve  sağlık  araçlarının ve yalnız doğuda harekat yapacak güçler için yiyeceklerin Rus Sovyet  Cumhuriyetince sağlanması rica olunur. 

   Üstün saygılarımızın ve içten duygularımızın kabul edilmesini dileriz. 

                                                                Büyük Millet Meclisi Reisi 

                                                                          Mustafa Kemal          …….”

24 Ağustos 1920 tarihinde Türk ve Sovyet Rusya Harici Heyetlerinin yaptıkları temaslardan sonra imza edilen “ Sovyet Yardım Antlaşması “ ile söz konusu yardımlar istikrarlı ve planlı bir biçimde artmış ve sevkiyat hızlanmıştır.                          Esas işi Sovyet Rusya ve Trabzon limanı arasında deniz yoluyla yapılan  silah sevkiyatlarını düzenlemek olan Trabzon Kaçakçı Müfrezesi 21 Eylül 1920’de 13.Tümen Kumandanlığı’na bağlı olarak kurulmuş ,  daha sonra TBMM tarafından Ankara’da kurulan Umuru Bahriye Müdürlüğü’ne bağlanarak , adı Trabzon Nakliye Kumandanlığı olarak değiştirilmiştir. İlgili kumandanlığa bağlı olarak  Novrosiski , Batum ve Tuapse’de Kıdemli Deniz Subaylıkları oluşturulmuştur.

Buraya kadar anlatılanlara genel bir çerçeve ve bir diğer perspektif  olarak Profesör Dr.Baskın Oran’ın Türk Dış Politikası adlı  değerli eserinin 1.Cilt (1919-1980 ) , 

162-163. sayfalarında her iki ülkeyi birbirleri ile dostluk ilişkisi kurmaya yönelten nedenler aşağıda olduğu gibi özetlenmiştir.

“……..Ankara açısından şu nedenler geçerlidir : 

a) Her iki taraf için de geçerli olan "düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesinedeğinmek gerekir. Her ikisi de emperyalist işgalcilere karşı savaşan Moskova ve Ankara'yı işbirliğine iten ilk neden budur. 

b) Kendi savaş sanayiine sahip olmayan Ankara'nın (Fransa'nın 192l'de çekilirken bıraktığı silahlar dışında) en önemli askeri malzeme ve ekonomik yardım kaynağı Moskova olmuştur 

c) Ankara, Kafkaslarda Bolşevik yönetimlerin kurulmasına göz yumma karşılığında doğu cephesini güvenceye alarak, tüm gücünü batı cephesine aktarabilmiş , savaşın  kazanılmasında bunun önemli rolü olmuştur. 

ç) Bolşeviklerin Ankara'yla iletişim kuran ilk hükümetlerden biri ve Türkiye'nin bağımsızlığı ile toprak bütünlüğünü kabul ederek kapitülasyonları 1921 antlaşmasıyla reddeden ilk devlet olması Ankara için önemli olmuştur. 

d) 21 Şubat-12 Mart 1921'de toplanan Londra Konferansında görüldüğü gibi, Ankara'nın Batılılarla ilişkilerinde Moskova'yı bir koz olarak kullanmasından söz edilmelidir. 

Moskova açısından da geçerli nedenler şunlardır

a) Moskova açısından bakıldığında da "düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesi geçerlidir.

b) Üstelik, lngiltere'nin desteklediği Yunanistan'a karşı Ankara hükümetinin kazanacağı zafer, İngiltere'nin sömürüsü altındaki Müslümanları uyandırabilirdi. 

c) Türkiye'nin emperyalizme karşı savaşı kazanması Moskova'nın güney cephesini güvenceye alması anlamına geliyordu. Bu, bir yandan Kafkaslarda Bolşevik hükümetlerin kurulması, diğer yandan Boğazları Müttefikler yerine bağımsız bir Türkiye'nin denetim altında tutmasıyla gerçekleşecekti. Ayrıca, Moskova soyutlanmaktan da kurtulacaktı. 

ç) Ankara'yla kurulan iyi ilişkiler, Orta Asya halklarıyla ilişkilerde olumlu bir referanstı. 

d) llişkilerin başlangıç aşamasında (en azından 1921 antlaşmasına değin) Bolşevik devrimini Anadolu hükümetine benimsetme umudu da Moskova açısından ilişkileri geliştirmede olumlu bir etmen oldu. 

e) Moskova "Doğu Sorunu" çözülmeksizin uluslararası sistemde istikrarın sağlanamayacağını görerek, bu sorunun Ankara lehine çözümünde etkin rol oynamaya çalıştı…………….”

Kimi tarih yazarı ve yorumcularının iddia ettiği üzere Sovyet yönetimi Anadolu Hükümetinin Bolşevik olması gibi bir beklenti içinde değildi. Türkiyenin nerdeyse yok denecek düzeyde bir endüstrisi olduğunu , ağırlıklı olarak bir tarım toplumu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bolşevik hareketin dayanabileceği hatırı sayılır bir işçi sınıfı mevcut değildi. Nitekim dönemin Sovyet Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov , hatıralarını aktardığı “ Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları (1922-1923) “ isimli kitabında Anadolu’ya hareketinden önce Lenin ile yaptığı görüşmenin detaylarını anlatmaktadır. Aşağıda alıntılayacağımız bu bölüm Sovyet yönetiminin dönemin Türkiye’ sine bakışını özetlemektedir:

“…...- Türkler, ulusal kurtuluşları için savaşıyorlar. Bunun için Merkez Komite, askerlik işlerini bilen birisi olarak sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türkiye’yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar. 

Sabır bardağı taştı; gerek Doğu halkları gerek biz emperyalist kurtlara karşı savaşıyoruz. Sovyet Rusya emperyalistlerin işini bitirdi, onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.- Lenin Türkiye’de olup bitenleri çok iyi biliyordu:

- Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir,-diyordu Lenin, -ama görülüyor ki, iyi bir örgütçü, yetenekli bir komutan, burjuva-ulusal devrimini yürütüyor, ilerici bir insan, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona yardım etmek, yani Türk halkına yardım etmek gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. İngiltere onların üzerine Yunanistan’ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bu günlerde Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara’ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye’de karşılaşacaksınızdır.

Gerçi kendimiz de yoksul isek de Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır. İngiliz işçileri ve öteki ülkelerin işçileri bize yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan Polonya’ya gönderilmekte olan silahları gemilere yüklemedikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan işçilerimiz büyük bir moral güç kazanmışlardır.-

Lenin, sözlerine devam ederek, - Çarlık Rusyası, yüz yıllar boyunca Türkiye ile savaşmıştır,- dedi, - bu elbette halkın belleğinde derin izler bırakmıştır, bu halkın içinde Rusya’nın, Türkiye’nin amansız düşmanı olduğuna ilişkin propaganda yapılmıştır. Bütün bunlar, Türk köylüsünde, küçük ve orta mal sahiplerinde, tüccarlarda, aydınlarda ve idareci çevrelerde Rııslara karşı dostça olmayan duygular ve güvensizlik uyandırmıştır. Bilirsiniz ki, güvensizlik yavaş geçer. Bunun için de sabırlı, dikkatli, ihtiyatlı bir çalışma gerekmektedir. Eski Çarlık Rusyası ile Sovyet Rusya arasındaki ayrımı, sözle değil işle göstermek ve anlatmak gerekmektedir. Bu bizim ödevimizdir. Siz de bir elçi olarak, Sovyet Rusya’nın, Türkiye’nin işlerine karışmamak politikasının, halklarımız arasında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundasınız. Türkiye, bir köylü, bir küçük burjuva ülkesidir. Sanayisi çok azdır. Olanı da Avrupalı kapitalistlerin elindedir. İşçisi çok azdır. Bunu dikkate almak gerekmektedir. Bir kez daha tekrar ediyorum, dikkatli ve sabırlı olunuz! Hükümet temsilcileriyle, halkla konuşmalarınızda her zaman nazik ve güler yüzlü olunuz ! Tanrı sizi kibirden korusun ! -

Lenin bu sözleri söyleyince gülümsedi, Tanrı’nın elbette bu işle bir ilgisi olmadığını ekledi ve sözlerine şöyle devam etti, - En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalistlerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına karışmama durumumuzu açıklayınız ! İşte sizin ödeviniz !... Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim; en kuvvetli bir olasılıkla silah yardımında bulunacağız. Gerekirse başka şeyler de veririz. Dil öğreniniz. Basit insanlarla, toplumda tanınan insanlarla görüşünüz, Çarlık rejiminin elçileri gibi kendinizi, çitlerle, kale duvarlarıyla emekçi halktan ayırmayınız! Çarlık elçileri, büyük vezirleri, memurları rüşvetle satın alıyorlardı. Bu, bizim işimiz değildir. Biz halkla dostluk kurmalıyız.-….. “

Yine Kaynak Yayınları tarafından baskısı yapılmış  Emre Adıgüzel  tarafından derlenen ve Fatma Mercan tarafından çevirisi yapılan “ Komintern Belgelerinde Türkiye Kurtuluş Savaşı “ isimli önemli eserin 54-55. Sayfalarında Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun “ Türkiye Halkına Barış ,  Avrupa Emperyalizmine Savaş “  başlıklı bildirisi Sovyetlerin Milli Mücadeleye bakışınının kısa bir özeti gibidir. Bildirinin bazı bölümleri aşağıda alıntılanmıştır : 

“….. Türkiye, İttifak Devletlerinin sırtına sapladığı hançerle yaşayamaz ve Rusya, kendi buğday ve kömür bölgeleri İngiliz donanmasının etki alanı içinde kaldığı sürece güvenlikte olamaz. 

İşçiler ! Türk hükümeti, işçilerin ve köylülerin hükümeti değildir; subayların bir kesiminin hükümetidir, aydınların hükümetidir, hiç kuşkusuz bizim amaçlarımızla uyuşmayan bir hükümettir. Bu yüzden Türkiye işçi sınıfı, Türkiye iktisadi açıdan kalkındığı ölçüde bu hükümete karşı mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ama Türkiye işçileri, kendileriyle bu hükümet arasındaki ilişkiler ne olursa olsun, Türkiye'nin mücadelesinin yoksul bir köylü halkın uluslararası sermayenin köleleştirme çabalarına karşı verdiği bir mücadele olduğunu anladılar. Ve uluslararası proletarya Türk hükümetiyle ilişkisi bir yana, sırf kendi öz çıkarları gereği, ittifak Devletleri emperyalizminin yeniden Türklere karşı silaha sarılmasını, lngiliz dünya egemenliğinin çıkarlar uğruna Avrupa proleteryasının yeniden kanını dökmesini bütün gücüyle engellemek zorundadır. 

İşçiler ! Özellikle siz İngiltere, Fransa, İtalya, Sırbistan ve Romanya işçileri ! Sizin göreviniz, Türkiye' ye karşı atılacak herhangi bir askeri adıma karşı var gücünüzle ve ısrarla mücadele etmektir.

Sizin göreviniz, İttifak Devletlerinin, Boğazları müttefiklere açması için Türkiye'yi zorlayarak yeni savaşlar hazırlamalarını engellemek için tüm gücünüzü ortaya koymaktır. Yakın Doğuda sonuca bağlanan sorunlar, sadece Karadeniz kıyılarında yaşayan halklar için değil, aynı zamanda Avrupa proleteryası için de birer ölüm kalım sorunudur. 

Kahrolsun İttifak Devletleri emperyalizmi

Türkiye halkına özgürlük ve barış ! 

Kahrolsun yeni emperyalist savaşlar !

 Kahrolsun diplomasi bezirganları

Moskova, 25 Eylül 1922 

Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi …….”

Türkiye Komünist Partisinin Kurulması

Mustafa Kemal Paşa’nın kontrolü ve insiyatifi ile 18 Ekim 1920 tarihinde Türkiye Komünist Partisi ( fırkası )  kurulmuştur. TBMM çatısı altında kurulan bu partinin Bakü’de kurulan Mustafa Suphi’nin Komünist partisiyle ya da  “Ankara” veya “Eskişehir” merkezli Türkiye iştirakiyun Fırkası’yla hiçbir ilgisi yoktu. “Resmi” veya “danışıklı” olarak kurulan bu parti esasen Sovyet yardımı ve nüfuzundan cesaret alarak bu alanda söz sahibi olmak isteyen yukarıda adı anılan diğer  partilerin etki alanını sınırlamak için kurulmuştu. Bu parti sayesinde “komünistlik” Mustafa Suphi ve yoldaşlarına bırakılmamış olacaktı. Diğer yandan  Yeşil Ordu Cemiyeti’nde yer almış olan olan Talat ve Enver Paşalara  bağIı  İttihatçılann denetlenmesi imkan dahilinde olacaktı.

Mustafa Kemal Paşa Türkiye'de komünist hareketlere karşı sıcak bakmamasına ve karşı tedbirler uygulamasına rağmen  Sovyetler'den gelen yardımın devamlılığını sağlamak adına  komünistlere kontrollü bir alan açma ihtiyacını duymuştur. Ancak Türk komünistlerinin Bolşeviklerin etkisinde ve denetiminde olmalarını  istememiştir.

Türkiye Komünist  Partisi’nin  kurucuları arasında, Tevfik Rüştü ArasMahmut Esat BozkurtCelal BayarYunus NadiKılıç AliHakkı Behiç Bayiçİhsan EryavuzRefik KoraltanEyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit vardı.                      Bu kadronun büyük bölümü komünizm ile uzaktan ya da yakından bir ilişkisi    olmayan , ancak  Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında olan ,güven duyduğu kişilerdi.         Partinin Kurulmasının ardından Fevzi ÇakmakAli Fuat CebesoyRefet Beleİsmet İnönüCelal Bayar ve Kâzım Karabekir de üye oldular. Yeni Gün gazetesi partinin yayın organı olarak çıkarıldı. Türkiye Komünist Partisi Komintern’e üyelik için başvurduysa bu müracaat kabul görmedi. Parti kuruluşundan yaklaşık üç ay sonra kapatılmıştır.

Sovyet Yardımı Kurtuluş Savaşı Cephelerine  Nasıl Ulaştırıldı ?  :

Sovyet Rusya ile yapılan resmi anlaşmalar gereğince yardım malzemeleri Tuapse, Batum ve Novrosiski limanlarından yüklenerek Trabzon’a getirilecek, buradan da Anadolu’ya dağıtımı yapılacaktı. Yine ilgili antlaşma uyarınca Lazistan milletvekili Osman Bey Tuapse limanında konsolos olarak görevlendirildi. Osman Bey tarafından teslim alınan yardım malzemelerinin muhafazası ve sevkiyatı görev ve sorumluluğu   “ Esliha Silahlar Komisyonu ” üyesi Güverte Binbaşı Ahmet Rasim Bey’e verildi. 

Yine Novrosiski limanında da bir Kıdemli Deniz Subaylığı kurularak buraya Güverte Önyüzbaşı Mahmut Sait Bey  (Hamlan) gönderilir. Rusya’dan getirilen  yardım malzemelerinin yerlerine ulaştırılması görevi Trabzon’da bulunan 3. Kafkas Tümeni’ne verilmiştir. Tümen Komutanı Albay Şükrü Bey’in 23 Eylül 1920 tarihli gizli emriyle, Ambarlar Müdürü Binbaşı Fahri Bey başkanlığında bir “Tesellüm Komisyonu” kurulmuş ,bu komisyon gelen silah ve cephaneyi hızla teslim almak, gece yarısı Değirmendere’deki ambara yerleştirmekle görevlendirilmiştir.

Bu organizasyonun koordinasyonu ile  gerçekleştirilen ilk sevkiyatlar çoğunlukla sivil teknelerle yapılmıştır. Motorlardan indirilen malzemeler burada bekletilmeden daha geride bulunan Maçka’daki ambarlara taşınır. Ancak daha sonra çok zaman kaybedildiği anlaşılarak yardım malzemelerinin tüm imkânlar seferber edilerek deniz yoluyla İnebolu’ya gönderilmesi kararlaştırılır.

Başlangıç safhasında gerçekleştirilen sevkiyatın ayrıntılı dökümü şöyledir :

 • 22 Eylül 1920 tarihinde bir motorla 184 adet tüfek, 192 kasatura ve 422 sandık cephane,

 • 25 Eylül 1920 tarihinde Salih Efendi’nin Hayrettin motoruyla 315 adet tüfek, 315  kasatura ve 299 sandık cephane, 

• 27 Eylül 1920 tarihinde Şükran motoruyla 191 adet tüfek, 191 kasatura ve 59 

  sandık cephane,

• 01 Ekim 1920 tarihinde Harun Kaptan’ın Yıldız motoruyla 205 adet tüfek, 205  kasatura ve 30 sandık cephane, 

• 04 Ekim 1920 tarihinde Nazım Kaptan’ın Mebruke motoruyla 858 adet tüfek, 1108  kasatura ve 727 sandık cephane.

29 Ocak 1921 tarihinden 21 Aralık 1921 tarihleri arasında gerçekleştirilen  yardım nakliyatının özeti ise aşağıda olduğu gibidir :

• 23 Kasım 1921 tarihinde Tiran Motoru kaptanı Hacı Ahmet Efendi İnebolu’ya 500  sandık kısa İngiliz tüfeği ile 500 sandık kısa tüfeğe ait kasatura,

 • 27 Kasım 1921 tarihinde Hûda motoru kaptanı İhsan Efendi İnebolu’ya 302 sandık uzun İngiliz tüfeği, 302 sandık uzun tüfeğe ait kasatura, 296 sandık kısa   tüfeğe ait kasatura, 

• 21 Aralık 1921 tarihinde de Turgut motoruyla Ahmet Kaptan İnebolu’ya 1150 sandık kısa İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 1150 sandık kasaturası, 93 sandık Avusturya tüfeği, 

Midilli motoruyla İnebolu’ya 1 sandık uzun İngiliz tüfeğine ait kasatura, 113 sandık  kısa İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2 sandık sivri cins kasatura, 

Mumhane Ambarı’nda Üsteğmen İbrahim Efendi’ye teslim edilmek üzere 564 sandık kısa İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 576 sandık kasatura, 

 • 29 Ocak 1921 tarihinde Selâmet motoruyla İnebolu’ya 302 sandık uzun İngiliz tüfeği, 2510 sandık kısa İngiliz tüfeği, 93 sandık Avusturya tüfeği, 302 sandık uzun İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2645 sandık kısa İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2 sandık sivri cins kasatura,

 • Bahr-i Cedid motoruyla İnebolu’ya 137 sandık uzun İngiliz tüfeği ile 60 sandık İngiliz tüfeği,

Üsteğmen İbrahim Efendi’yle İnebolu’ya 500 sandık Avusturya tüfeği,

Giresun vapuruyla Samsun’a 437 sandık uzun İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 437 sandık kasatura. 

İlk dönem sevkiyatlarında sivil motorların ve onların kahraman kaptan ve personelinin bu kadar önemli bir rol oynamasının başlıca nedeni , 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinin çok ağır şartları , özellikle de ilgili antlaşmanın 6. ve 8. Maddelerinin Osmanlı Donanması adeta tasfiye etmiş olmasıydı. İlgili maddeler aşağıda alıntılanmıştır :  

Madde 6  : Osmanlı karasularında güvenlik ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler hariç olmak üzere Osmanlı sularında veya Devlet-i Aliye tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün harp gemileri teslim edilip, gösterilecek Osmanlı liman veya limanlarında gözaltında tutulacaktır. 

Madde 8  : Bugün Osmanlı topraklarında bulunan bütün liman ve demir yerlerinden İtilaf gemileri tarafından istifade edilecek ve bu yerler İtilafla harp halinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve ordunun terhisi hususlarında bu koşullardan yararlanacaktır.

Mondros Mütareke’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra Osmanlı Donanması’na ait gemiler birer birer Haliç’in içine alınarak Deniz Bakanlığı önünden Hasköy’e kadar kıçtankara bağlanmıştır. Enterne edilen gemilerin mütareke koşulları gereğince torpido ve cephaneleri boşaltılmış, toplarının kamaları ve nişangâhları ile kazan kapakları çıkartılarak cephaneleriyle birlikte Fişekhane ’deki ambarlara kaldırılmıştır. Bu ambarların güvenliği de İngiliz ve Fransız askerleri tarafından sağlanmaktadır.

Mütareke öncesi Osmanlı Donanması toplamda yaklaşık 62.000 ton iken Kurtuluş Savaşının başlarında , o da ele geçirilen ve Milli Mücadeleye düşmandan kaçarak katılan askeri gemilerle beraber toplamda ancak 7000 ton civarını bulabiliyordu. Kurtuluş Savaşı başlarında tonaj olarak İtilaf Donanması ,Milli Donanma’nın neredeyse 100 katı iken savaş sonunda bu oran donanmamıza kazandırılan gemilerle 1/36 oranına kadar düşmüştür.

Türk Donanması 1920 yılının sonbaharıyla birlikte hızlı bir örgütlenme faaliyetine girişmiştir.

Kurtuluş Savaşı Donanması’nı oluşturan bu gemilerden bazıları İstanbul’dan kaçarak milli saflara katılmış , bazıları sahipleri tarafından bağışlanmış, itilaf devletleri ve onların müttefiklerine ait olan bazılarına da zorla el konulmuştur. 1920 yılı sonuna kadar Anadolu Donanması’na katılan bazı gemiler şunlardır: 

Arslan Motoru : Rum çetelerine ait ,el konulmuş 20 tonluk, 5 mil süratinde küçük bir teknedir. 

Mebruke Motoru : Sivil şahıslara ait 90 tonluk, 5 mil süratinde bir teknedir. 06 Eylül 

1920 tarihinde Ereğli Liman Başkanlığı tarafından el konulur. 

 Fulya Motoru : 28 Haziran 1920 tarihinde Topal Osman’ın da yardımlarıyla ele geçirilmiş bir Yunan motorudur.

Dafni Vapuru : 1920’de Ereğli’de el konulmuş bir Yunan vapurudur.    

Rüsumat No. 4 : Karadeniz’deki kaçakçılığa engel olması amacıyla İstanbul Hükümeti tarafından görevlendirilmiş Osmanlı Gümrük İdaresi’ne ait 85 tonluk,       6 mil süratindeki bu buharlı gemi 10 Haziran 1920 tarihinde kendi isteği ile ulusal hükümetin emrine girmiştir. 

Yapım tarihi o zaman dahi bilinmeyen bu geminin, o tarihte elli yıllık olduğu tahmin edilmekteydi. Teknenin fırtınalı havalarda sürekli delinen gövdesi tamir için çimentoyla kapatılır. Rüsumat’ ın gövdesinde o kadar çok delik açılmıştı ki, içinden bakıldığında geminin çimentodan yapıldığı zannedilebilirdi.

 Gazal Römorkörü : Bu römorkör 45 tonluk, 8 mil süratinde bir kurtarma gemisidir. Yedeğinde bulunan 200 tonluk Dâna adlı yelkenliyle beraber 6 Eylül 1920 tarihinde Ereğli Limanı’nda el konulmuştur. 

Şahin Vapuru :  6 Kasım 1920 tarihinde Karadeniz Ereğli’de el konulur. 1300 tonluk vapurun yük kapasitesi 850 ton, sürati ise 7 mildir,

1920 yılı sonlarında Rusya’dan yapılan taşımacılığın en büyük bölümünü Rüsumat No 4 ve Gazal gemileri gerçekleştirir. Gazal römorkörü İlk seferinde Tuapse’den taşıdığı yardım malzemelerini 20 Ekim günü Trabzon’a getirir .Bu seyrinde 564 Alman mavzeri, 494 sandık cephane ve 586 kasatura getirmiştir. Rüsumat No 4 gemisi de Kasım 1920 tarihindeki ilk nakliyatında 632 mavzer, 1180 sandık cephane ve 615 kasatura getirmiş, 01 Aralık 1920 tarihli ikinci seferinde de Tuapse’den Trabzon’a 438 tüfek, 412 sandık cephane ve 378 kasatura taşımıştır.

Bazı tarih yazarları Rüsumat No 4 gemisinin Sovyet yardımını getiren ilk gemi olduğunu iddia etmektedirler , ancak bunun doğru olmadığı ,ilk nakliyatların sivil motorlarla gerçekleştirildiği önceki sayfalarda verdiğimiz tablolarda görülmektedir.

1921 yılı ,Kurtuluş Savaşı Donanmasının  yeni gemilerin  katılımıyla kuvvet kazanması anlamında çok önemlidir. Seyr-ü Sefain İdaresine bağlı bir kurtarma gemisiyken , personelinin milli mücadeleye katılma iradesi ve içlerinden bazılarının şehadetiyle bir Kurtuluş Savaşı efsanesi olan “Alemdar” gemisinin hikayesi sonuçları açısından çok anlamlıdır. Alemdar  gemisi , Bafra’da karaya oturan  Tir-i Müjgan vapurunu kurtarma göreviyle bölgeye gider. Kurtarma çalışmaları devam ederken  geminin çarkçıbaşısı Üsküdarlı Osman Efendi görevli olarak Samsun’a gönderilir. Burada Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinin fikirlerinden ve halkın samimi duygularından  etkilenen Osman Efendi gemiyi Anadolu’ya kaçırmayı kafasına koyar ve gemi kaptanı ile beraber diğer personeli de ikna eder.

Osman Efendi İstanbul’a döndüğünde gemi kaptanı Trabzon’lu Osman Bey’le bu fikrini paylaşır. Gemi kaptanı kendisinin çok yaşlı olması nedeniyle Osman Efendiye kendi oğlu Hikmet Bey ile beraber bu işe girişmesini tavsiye ederek onay verir. Gemiyi İstanbul’dan kaçıracak olan personel böylelikle son şeklini alır  :

• İkinci çarkçı Üsküdar’lı Osman Efendi 

• Makine lostromosu Trabzon’lu Hikmet Efendi

 • Güverte lostromosu Üsküdar’lı Ali Reis 

 • Trabzonlu Rıfat Reis 

• Güverte tayfası iken serdümenlik yapan Recep Kahya (sonradan şehit) 

• Ateşçi Görele’li Yusuf 

• Kamarot Erzincan’lı Salih 

• İstanbullu bir Musevi olan Avram Efendi  (Gemide Kemal diye çağrılır. Ereğli’de Müslüman olarak Hidayet adını alır.) 

Alemdar gemisi kaçış planını yaparak  , 23 Ocak 1921 gecesi İstanbul’dan Ereğli istikametine doğru yola çıkar. Boğaz çıkışında İtilaf  kuvvetlerinin  kontrol  noktasını  Karadeniz’deki bir gemiyi kurtarmaya gittiklerini söyleyerek atlatırlar. Alemdar gemisi 24 Ocak sabahı  Ereğli  limanına varır ve liman önünde demirler. Ankara durumdan derhal haberdar edilir. Liman Başkanı Nazmi Bey gemiye gelerek eksikleri tespit eder ve gemiye kömür ikmali yaptırtır. Ayrıca  gemi  personelinin de yetersiz sayıda olduğunu değerlendirerek gemiye takviye denizcilerin atanmasına karar verir.

 Yapılan bu takviyelerden sonra Ankara Hükümetinin talimatı doğrultusunda gemi Sovyet Rusya’dan yapılan yardım naklinde çalıştırılmak üzere Trabzon’a gönderilir.

Ereğli’de katılanlarla beraber Alemdar’ı Trabzon’a götürecek  gemi personelinin isim ve görevleri aşağıda olduğu gibidir.

  • Süvari  İsmail Hakkı Bey 
  • İkinci kaptan Ali Bey 
  • Çarkçıbaşı Beykoz’lu Adil Bey
  • İkinci çarkçı ve makine lostromosu Hikmet Efendi 
  • Serdümen Recep Kahya 
  • Serdümen Rıfat Reis 
  • Ateşçi Görele’li Yusuf 
  • Güverte lostromosu Ali Reis
  •  Kamarot Salih Efendi
  • Ereğli’nin Orhanlar mahallesinden Hasan Canver
  • Ereğli’nin Orhanlar mahallesinden Yakup Taftan 
  • Ereğli’nin Orhanlar mahallesinden Fikri Ulusulu 
  • Ereğli’nin Orhanlar mahallesinden Çırakların Hilmi 
  • Ereğli’nin Orhanlar mahallesinden Çekirgeoğlu İsmail
  • Ereğli’nin Akarca mahallesinden Tevfik Tetik 
  • Ereğli’nin Kozlu mahallesinden Tahsildar Hasan Efendi 
  • Ereğli’nin Ketenciler köyünden Tahir Efendi
  • Ereğli’nin merkezinden İstanbul’lu Ömer Efendi 
  • Ereğli’nin Orta köyünden Şaban Efendi 
  • Ereğli’nin Orta köyünden Ali Dursun Tevetoğlu 
  • Ereğli’nin Kırımlı mahallesinden İstanbullu Reşat Efendi
  • Ereğli’nin Murtaza mahallesinden Hacı Yakup’un Tahsin Efendi

Ancak Zonguldak limanını işgal etmiş olan Fransızlar aynı zamanda Ereğli limanından da bazı işbirlikçileri aracılığı ile bilgi almaktaydılar. Alemdar gemisinin    27 0cak 1921 günü tam bir karartma uygulayarak 0300 civarı Ereğli limanından ayrılmasını da haber almışlardı. Yaklaşık iki saat kadar sonra Amasra açıklarında Fransız hücumbotu C-27 Chessnour tarafından Alemdar durdurulur. Hücumbotta Fransızların Zonguldak Liman Başkanı olarak görevlendirdikleri Yüzbaşı Tilly ‘ de bulunmaktadır.

Her ne kadar gemi personeli Amasra’da bir kurtarma operasyonuna gittiklerini beyan etseler de Fransızlar buna inanmazlar ve Alemdar gemisini silah zoruyla Zonguldak limanına götürerek gemide bazı Fransız subay ve askerlerini muhafız olarak bırakırlar. 27 Ocak 1921 günü gemi yine Fransız hücumbotu C-27 Chessnour’un  ve gemide bulunan Fransız askerlerin eşliğinde  İstanbul’ a doğru yola çıkarılır. Başta gemi kaptanı, çarkçıbaşı ve gemi personeli açısından İstanbul’a dönmek yargılanmak ve hapse girmek anlamına geliyordu. Bu nedenle gemi personeli zekice bir baskın planı yaptılar ve başta yüzbaşı Tilly olmak üzere gemideki tüm Fransız askerlerini esir aldılar. Ancak gemiye refakat eden hücumbot Alemdar’ı tekrar esir almak amacıyla  ateş açtı ve Alemdar personeli de ellerinde mevcut silahlarla bu saldırıya kahramanca karşı koydu. Bu arada Alemdar personeli geminin rotasını tekrar Ereğli limanına çevirmişti. Hücumbot ile çıkan çatışmada   köprüüstüne açılan ateşte şehit olan 1874 Rize Pekmezci köyü doğumlu Hacı Mahmut oğlu Serdümen Recep Dayı 

Kurtuluş savaşının ilk deniz şehidi olarak tarihe geçmiştir. Çatışmada yaralanan Ömer, Tahir ve Şaban Efendiler  hastaneye gönderilmelerine rağmen kurtarılamamışlar , onlar da şehadet mertebesine nail olmuşlardır.

Ancak burada bir parantez açmak gerekirse 1920’lerin ortalarından itibaren Anadolu ‘ya silah taşıyan taka ve motorların bazılarının gerek kötü hava şartları gerekse düşman gemilerinin tacizi  sonunda battıklarını ve birçok fedakar denizcinin şehit olduğunu biliyoruz Ancak bunların çoğunun düzenli kayıtları olmadığından  ve ancak görgü tanıklıkları ile kimi hatıratlarda adları geçtiğinden ne yazık ki tarih anlatıcılığımız bir kısmı Alemdar gemisi olayından önce gerçekleştiğini düşündüğümüz bu şehadetleri görmezden gelmiştir. Örnek vermek gerekirse Mustafa Hergüner tarafından kalema alınmış “ Kurtuluş Savaşında Deniz Şehitlerimiz ve Kahraman Gemilerimiz ”  isimli Deniz Basımevi tarafından yayınlanan kitapta yukarıda bahsettiğimiz Karadeniz sevkiyatını ilk aşamada büyük ölçüde üstlenen taka ve motor  personeli denizcilerin bahisleri bile  geçmemektedir. Buna karşılık Makine Yüzbaşı Kıbrıslı ( Arap ) Sudi Bey bir deniz subayı olarak Atina’da hapishanede iken vuku bulan  ,  yine bir deniz subayı olarak ihtiyaç gereği Kurtuluş Savaşının kara muhaberelerinde yer alan Gv.Kd.Yüzbaşı Mehmet Murat Efendinin  16 Temmuz 1921 Kütahya-Eskişehir muharebelerinde gerçekleşen şehadeti  ,anılan eserde bu mümtaz şehitlerimizin adlarının  deniz şehitleri arasında geçmesi için yeterli olmuştur.

Bahsettiğimiz çoğu Karadenizli sivil denizcilerin şehadetleri hakkında bir aktarım da Mümin Yıldız tarafından kaleme alınmış ‘ İpsiz Recep Emice ‘ isimli kitapta geçmektedir. Bahsedilen ilgili bölüm aşağıda alıntılanmıştır ( Syf.130-131 ) :

“……Milli Mücadele döneminde İstanbul'dan yapılan silah kaçakçılığı her fırsatta ve her tür vasıta ile yapılmaktaydı. Çoğu zaman küçük deniz araçları da bu iş için kullanılıyordu. Deniz yolu ile yapılan silah nakliyatı hemen hemen tamarnı Laz takacılar vasıtasıyla gerçekleşiyordu. Bu takacıların da birçoğu ya doğrudan doğruya İpsiz Recep Çetesi'nde aktif rol alıyor veya onunla bağlantı içerisinde bulunuyordu. Sakarya Muharebesi'nin sıcak günlerinde silah ihtiyacının had safhaya çıktığı bir dönemde de yine ayın silah-cephane nakli rnavnalarla yapılmaya devarn ediyordu. İpsiz Recep'in yeğeni Kara Emin'in de içinde yer aldığı bir kaçakçılık esnasında denizde büyük bir fırtına çıkmış silah yüklü mavna Karasu açıklarında batmıştı. O kazadan sadece 14 yaşında bir çocuk olan ve mavna batmadan bir tahta parçasına bağlanarak denize atılan Mollanın Bayram kıyıya canlı olarak varmış ve kurtulabilmiştir. Kara Emin ve tayfalar silahlan iyice sardıktan sonra tahtalara bağlamışlar , kendilerini de bu tahtalara bağlamışlarsa da malzerneleri kurtaralım derken fırtınada tümü boğularak şehit olmuştur. Cesetleri ise bir süre sonra kıyıda bulunmuştur. Bu yükler kurtulmalarını  engellemiştir. Diğer yeğeni Hamza' dan sonra Emin'in de genç yaşta şehit olması, İpsiz Recep'i hayli üzmüştü. Üstelik Emin evli ve Sabri ve İbrahim adlarında iki çocuğu bulunmaktaydı. Ernice, onları büyütebilrnesi için Kara Emin'in eşi Fadime'ye maddi ve manevi olarak destekte bulunmuştu……”

                                Milis Yüzbaşı İpsiz Recep ve Adamları

 Karadeniz ‘ de devriye gezen Yunan Donanması’nın ve diğer bazı İtilaf kuvvetlerine ait savaş gemilerinin Anadolu’ya silah sevkiyatı yapan motor ve yelkenlilere karşı olan saldırı ve tecavüzleri hakkında Tuğba Eray Biber’in “ Yunanistan’ın Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetleri ( 1914-1923 ) “ adlı doktora tezinde de bazı bilgilere rastlıyoruz. Özellikle bu bölümlerde tez yazarının , Prof. Dr. Mesut Çapa’nın             Karadeniz’ deki Yunan Gemilerinin Faaliyetleri ve Trabzon Üzerindeki Etkileri “ isimli önemli çalışmasından oldukça yararlandığını görüyoruz. İlgili bazı bölümler bu doktora tezinde şu şekilde geçmektedir : 

“………..Yunanistan, Karadeniz ‘de gerçekleşen sevkiyatı engellemek için Karadeniz ‘de abluka uygulamaya çalışmış ve tacizlerde bulunmuştu. Batı Cephesinde Türk tarafı üstün geldiği vakitlerde Yunan gemileri, Karadeniz’e çıkarak sahilleri bombalamıştı. 26 Mart 1921 ‘de Yunanlılar, Karadeniz sahillerine resmen abluka uygulamışlar, yakalanan Türk subay ve erlerine korsan muamelesi yapacaklarını, savaş malzemesini müsadere edeceklerini ve Türk gemilerini batıracaklarını ilan etmişlerdir (Syf.115 )………

…….Yunanistan’ın bu şekilde hareket etmesinde 1921 yazından itibaren Batı Anadolu’da saldırıya geçecek olmasının yanında, aynı yılın 10 Ocak gününde Birinci İnönü, 1 Nisanı’nda da İkinci İnönü Savaşını TBMM ordusuna karşı kaybetmelerinin ve TBMM ordusuna yapılan yardımların büyük oranda artış göstermesinin büyük bir rolü vardı. Gerçekten de yeni Türk Ordusu için önemli ve düzenli taşıma işleri, 1921 yılında yoğunlaşmıştı. 13 Haziran 1921’ de İngiltere Dışişleri Bakanı Curzon, İngiltere’ nin Paris Büyükelçisi Lord Hardinge vasıtasıyla bir açıklama yaparak Kemalistlerin Bolşeviklerden yardım almamaları için Karadeniz’deki limanların abluka altına 

alınacağını ve kontrollerin daha da sıkılaştırılacağını, Yunanistan’a ise silah, cephane, uçak vb. yardımların yapılacağını bildirdi. (.Syf 118)……..

………26 Mart 1921 tarihinden itibaren Türk sularını abluka altına alan ve kısa bir 

süre sonra fiili olarak Karadeniz kıyılarını bombalayan Yunan savaş gemileri şunlardır

Kılkış ve Lemnos ; Averoff zırhlı kruvazörü ; Panther (Panthır), Jeraş (Ieraş) , Leon ve Aetos muhripleri ;Keravanos ve Neagenea muhripleri ; Thyella, Sfendoni, Lonchi ve Naphratoussa muhripleri : Doxatipi, Aspis, Niki ve Velos muhripleri: Aigli, Thetis, Daphne, Arethusa, Alcyon, Doris torpidobotları.                     ( Syf. 120 )….

…….19 Temmuz’da ( 1921 )  batırılan Rüsumat gemisi, Trabzon’a 26 Eylül’ de hareket ettikten sonra yine düşman gemisiyle karşılaştı. 30 Eylül 1921’de Görele burnu yakınlarında aynı düşman muhribiyle karşılaştı. İlk olaydaki gibi önce karaya oturtulmuş, sonra batırılmak için kinistin valfı açılmışsa da Yunan muhribi, bu sefer 40 kadar mermi attı. Gemiye, beş mermi isabet etti. Gemi Komutanı Yüzbaşı Mahmut, Görele Postahanesi’ne giderek Trabzon’daki komutanlığa olayı anlatan bir telgraf çekmiştir. Telgrafta, Yunan gemisi tarafından yapılan saldırı ve hasar hakkında bilgi vermektedir. Telgraf üzerine Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Komutanı Fahri Aczi Bey, yardım gönderdi. Ancak olaydan on beş gün sonra Yunan devriye gemileri yapılanları gördü ve tekrar ateş etmeye başladı. Gemi, dokuz isabet alarak kullanılmaz hale geldi. Rüsumat No. 4 adlı gemi, Milli Mücadele boyunca Karadeniz’e yaptığı on seferde toplam 1070 tüfek, 7459 fişek, 2244 sandık top mermisi, 993 kasatura ve 88 mm’lik 8 adet top taşımıştı. Ayrıca Milli Mücadele boyunca Yunanlıların yakalayıp batırdığı tek gemi de Rüsumat gemisidir.( Taka ,motor ve yelkenlilerin haricinde ) ( Syf. 127 )….  

…18 Temmuz’ da ( 1921 ) kime ait olduğu bilinmeyen bir yelkenli, Yunan gemileri tarafından imha edilmişti. Trabzon’dan dönen Yunan muhrip ve yardımcı kruvazörü, yine aynı gün Kalkavanlar’a ait Kırım vapurunu durdurarak kontrol etti. ( Syf. 133 )  -   Not : Burada Kırım vapuru ile ilgili kısa bir bilgi vermek gerekirse geminin sahibi  Kalkavanzade İbrahim Kaptan 1.Dünya Savaşı esnasında da Türk ordusu için kömür,silah ,mühimmat vs.gibi önemli sevkiyatlar yapmış hatta kaptanlığını yaptığı bazı gemiler Rus Donanması tarafından batırılmış ,maiyetindeki birçok denizci şehit olmuş ancak kendisi kurtulmayı başarmıştı. Batırılan bu gemilerden birisi babası Rıza Kalkavan’a ait olan Taif isimli yelkenli yük gemisiydi. Kalkavanzade İbrahim Kaptan büyük bir vatanseverlik örneği olarak Milli Mücadele yıllarında da sahibi olduğu  Kırım gemisiyle Karadeniz limanlarına benzer sevkiyatları yapmış , yukarıda alıntılandığı gibi bu  seferlerden birinde gemisi Yunan donanması tarafından tutuklanmış, kendisi de Yunanlıların Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanmıştı. Ancak şans eseri geminin tutuklandığı bu seferde ambarlarında silah ,mühimmat vs.mevcut olmadığından Kalkavanzade İbrahim Kaptan bir süre tutuklu kaldıktan sonra delil yetersizliğinden beraat etmiştir.-

                       Kalkavanzade İbrahim Kaptan ve Kırım Vapuru

   ……6 Ağustos‟ta ( 1921 ) Yoroz açıklarında görünen iki Yunan gemisi, o gün akşama kadar rastladıkları kayık ve teknelere zarar vermişlerdi.                            ( Syf. 132-133 )…..

…….1 Eylül’ de  ( 1921 ) Yunan gemileri Terme’ ye 40 civarında mermi atarak bombardıman etti. Bir hafta sonra Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Kumandanlığı

Batum’a gelen İngiliz savaş gemilerinin taşımacılık yapan Türk gemileri hakkında Yunan Donanması’na telsizle haber ulaştırdığını anladı ve durumu Ankara’daki Bahriye Dairesi Başkanlığı’na bildirdi. 12/13 Eylül günleri arasında Kılkış zırhlısının da bulunduğu iki gemi, Karadeniz’e çıkarak devriyeye başladı. Bu gemiler, Tirebolu’da bir yelkenliyi batırdı. ( Syf. 135 )……

……4 Temmuz’ da ( 1922 ) Rize- Pazar açıklarında dört kayık, Yunan gemileri tarafından batırıldı ( Syf. 138)…….

……

 …..19 Temmuz 1922 saat 8 civarında  Ağva’ya 4 mil mesafedeki boğazdan İstanbula gitmekte olan ve kimin olduğu bilinmeyen 2 mavna, bir Yunan torpidosu tarafından yakıldı. ( Syf. 138 )………..

    ……..Yunan savaş gemileri, Ağustos 1922’de Karadeniz’e çıkarak Sürmene, Trabzon, Rize, Giresun, Sinop sahillerinde bulunan limanlarda demir atmış olan gemileri, torpido ile batırmıştı. ( Syf. 138 )…….”

Milli Mücadelenin efsane gemileri Aydın Reis ve Preveze Gambotları Mondros Mütarekesinden sonra vurucu silahları sökülerek itilaf kuvvetleri denetiminde Karadeniz’de görevlendirilmişlerdi. İstanbul Hükümeti, Karadeniz’de güvenliği  sağlaması maksadıyla bölgede bulunan bu iki geminin kendilerince verilen görevleri yerine getirmediklerini anlayınca , gemileri İstanbul’a geri getirmek ister. İstanbul hükümetinin bu isteği  ,gemilerin arıza yapması ve yeterli yakıt bulunmaması gibi bahanelerle  savuşturulursa da zamanla baskılar artar ve Anadolu Hükümeti gambotları kurtarmak için başka bir çözüm aramaya başlar. Bu amaçla bu savaş gemileri ile beraber Şahin vapuru da bir süreliğine 1920 senesi Eylül ayında Sovyet Rusya’nın Novrosiski Limanı’na gönderilir. 

Hatta burada gemilere kızıl bayrak çekilerek geçici olarak Sovyetler tarafından sahiplenilir.

Dönemin Sovyet Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov  önceki sayfalarda da alıntı yaptığımız    “ Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923 “ isimli Türkiye İş Bankası Yayınları tarafından  basılmış olan hatıratında üç geminin Sovyet Rusya’ya gönderilmesi meselesini şöyle aktarmaktadır ( Syf.8 ) :

“……….1920 yılının sonlarına doğru, Lenin’in genç Türkiye’ye yaptığı olağandışı bir yardım olayı vardır. Bu olayı Çiçerin’in sözlerinden naklediyorum :

 Üç Tiirk savaş gemisi Sultan’ın hükümetine katılmak istemediklerinden Sinop’ta İngilizler tarafından yakalanmış ve silahsızlandırılmışlardı. Gemilerin, başta subayları olduğu halde, yürekleri yurt sevgisiyle dolu 150 kişilik mürettebatı, İngilizlerin  elinden kaçmayı başarmışlardı. Kemal Paşa, yardım etmesi için Sovyet hükümetine başvuruyor... Lenin, Karadeniz’deki Kızıl Donanma ile hemen temasa geçerek her ne türlü olursa olsun gemilere barınak sağlanmasını, iaşesinin verilmesini ve silahlandırılarak Mustafa Kemal Paşa’nın meşru yeni Türk Hükümetine teslim edilmesini Çiçerin’e emrediyor.  Çiçerin, Karadeniz Azak kıyıları Savunma Amiri  Kondratyev’i direkt hat üzerinden bularak, Aydın Reis ve Preveze savaş gemileriyle Şahin askeri taşıt gemisinin muhafaza altına alınması hakkındaki Lenin’in emrini kendisine bildiriyor. Türk gemileri, Gelencik’in güneyinde kabul edilmişler ve kıyı savunma teşkilatımızın himayesinde selametle Novrosiski’ ye getirilmiş ve tarafımızdan silahlandırılmışlardır . Gemilerin bir Sovyet limanında bulunduklarını öğrenen Mustafa Kemal Paşa, Sovyet hükümetine ve mahalli deniz makamlarına bir teşekkür telgrafı göndermişti. Gemiler, 1921 yılı başında genç Türkiye’ye geri verilmişlerdir……….”

15 Eylül günü seyir subayı Üsteğmen Mithat (Işın) idaresinde Rusya’ya yola çıkan Aydın Reis gambotu  sabah saatlerinde Batum açıklarında rastladığı bir Yunan motorunu ele geçirir.. Bu 120 tonluk, 6 mil süratli bir teknedir. Türk sahiline geri dönmesi mümkün olmayan  Aydın Reis gambotu bu tekneyi yedeğine alarak beraberinde Novrosiski’ye götürür. Sonraki günlerde Trabzon’a gönderilen tekne, Ayyıldız adı verilerek Anadolu Donanması’na katılır. Ayyıldız motoru da Anadolu Donanması’na katılmasından takribi üç ay sonra , 13 Aralık 1920 tarihinde Rize limanı açıklarında Samolet adlı bir Yunan teknesine el koyacak, 60 tonluk bu tekne de Selâmet adını alarak milli filomuza katılacaktır. Aydın Reis gambotu  19 Eylül 1920 günü  Novrosiski’ye ulaşır .Aydın Reis’in arkasından, 11 Ekim günü 1920 tarihinde Yüzbaşı Mustafa idaresinde Samsun’dan hareket eden  Preveze gemisi  de 13 Ekim 1920 günü Novrosiski’ye varır.

Bu iki askeri gemiye 1920 yılının Aralık ayında 1300 tonluk 7-8 deniz mili sürat yapabilen Şahin Vapuru da da katılarak  Önyüzbaşı Emin Cevat (Orman) idaresinde Novrosiski limanına  gönderilir. Aslen Abranusyan Şirketi’ne ait olan bu gemiye,      6 Kasım 1920 günü sahibinin vefat etmesi  üzerine aynı tarihte Ereğli Limanı’nda el konulur.

 Bu gemilerin Sovyet Rusya’daki geçici misafirliğinin ardından önce Şahin gemisini geri gönderilerek 24 Nisan 1921 günü Anadolu’ya ulaşır. Üzerinde 20 adet 120 mm.’ lik top ve 405 sandık piyade cephanesi yüklü olarak geri döner. Diğer iki savaş gemisini de sonradan gönderildikleri Sovyet Rusya’nın   Tuapse  Limanı’nından 10 Mayıs 1921 tarihinde bu iş için bu limana gönderilen Rüsumat No.4 gemisi ve Selâmet motoru teslim alır. Bu iki gemi Tuapse’ye giderken yanlarında kömür ve teslim alınacak gemilerin personelini de götürmüşlerdir. 

Sovyet Rusya ile imzalanan yardım antlaşması sonrası Türk tarafı yapılan görüşmelerde Sovyet Rusya’dan denizaltı, mayın dökücü gemi, deniz uçağı ve mayın ister. Denizaltı ve deniz uçağı verilemez ancak Sovyetler 29 Eylül 1921 tarihinde Batum üzerinden 2 adet motor gambotu gönderirler ve Trabzon’da deneme seyirleri yapılan bu silahlı avcı botları  09 Ekim 1921 günü Türk bayrağı çekilerek Kurtuluş Savaşı Donanmasına katılırlar.

20 deniz mili yol yapabilen 14 tonluk ahşap gövdeli  gemilerin üzerinde 1 adet 47 mm.’lik top ve 2 adet makineli tüfek vardır. Bu avcı botlarından sadece bir tanesinde ilave olarak 1 adet 37 mm.’lik uçaksavar topu bulunmaktadır. Avcı botları  1 ve 2 No.lu motorgambotlar ” olarak adlandırılır ve Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Komutanlığı emrine verilir.. 1 No.lu bot komutanlığına Yüzbaşı Necati (sonradan Tümamiral Necati Özdeniz), 2 No.lu bot komutanlığına ise Yüzbaşı Reşat (Talayer) getirilir.Bir talihsiz kaza sonucu No 1 botun iskele pervanesi Rusya’dan getirilirken denize düşmüştür. No 2 botun ise  makinelerinden biri arızalıdır. Her iki botun onarımı için Trabzon’da yapılan çalışmalardan sonuç alınamaması üzerine tekrar tamirat için Sovyet Rusya’ya gönderilmeleri kararlaştırılır. 06 Aralık 1921’de Alemdar gemisi yedeğinde Novrosiski’ye geri gönderilen botların onarım işi ertesi yılın Nisan ayında sona erer. .Bu iki savaş gemimiz dönüş yolunda son derece mahir bir planla Yunanistan bandıralı Enosis gemisine ve değerli yüküne el koyarlar. Yurda dönüş yaptıktan sonra iki gemi Trabzon’da göreve başlarlar

Milli kuvvetlerimizin el koyduğu diğer bazı deniz araçları da şunlardır  :

  •  6 Eylül 1920 tarihinde Gazal römorkörünün Ereğli limanında el koyduğu Uranya isimli Yunan vapuru ,Samsun ismi verilerek millileştirildi.
  • Rüsumat No 4 römorkörünün Trabzon önlerinde ele geçirdiği Petros isimli Yunan gemisi Batum ismi konularak millileştirilmiştir. 
  • Ereğli önlerinde ele geçirilen iki Yunan motoruna Ereğli ve Amasra adları verilerek deniz gücümüze kazandırılmışlardır.
  • İnebolu açıklarında  Batum’dan gelmekte olan  bir Yunan motoruna el konularak   İnönü ismi verilmiş ve milli  filoya kazandırılmıştır.

Milli Mücadele yıllarında burada adı geçen gemi ve motorlardan başka Seyr-ü Sefain İdaresi’nin Tecrübe, Ümit, Bahri Cedid , Akdeniz , Altay ,Giresun,Gülnihal vapurları da Anadolu’ya yapılan taşımacılıklarda görev yapmışlardır.

Türk gemileri ve motorları ile yolculuk  ve nakliyat yapmanın oldukça tehlikeli hale geldiği  1921 yılında, ücret karşılığı bazı yabancı bandıralı gemilerin kullanımı da gündeme gelmişti. İstanbul’da TBMM adına faaliyet gösteren Muavenet-i Bahriye grubu, La Francesve Pake şirketlerinin Dana, Anadolu, Ararat, Lodvil, Langer, Mecda, Vesta, Vestalya vapurlarıyla, İtalyan Loit Trestino şirketlerinin Dukovina, Kampidiglio, Kastinia, Cleopatra, Marne, Megri, Minerva, Oratina yolcu vapurları ile Anadolu’daki Batı cephesine büyük oranda savaş malzemesi taşıdılar. 

Toparlayacak olursak savaş sonlarına doğru gitgide güçlenen Milli Donanma aşağıda adları geçen savaş gemisi , römorkör , vapur ve motorlardan oluşmaktaydı.

  • Aydın Reis ve Preveze  Gambotları :  Ahşap ,520 ton kapasiteli.
  • Alemdar : Çelik tekne , motorlu , 300 ton kapasiteli.
  • Amasra Motoru : 20 ton kapasiteli.
  • Aslan Motoru : 10 ton kapasiteli.
  • Ayyıldız Motoru : 70 ton kapasiteli.
  • Bartın : Celik tekne , motorlu ,100 ton kapasiteli.
  • 1 ve 2 No’lu motorbotlar : 47’lik birer topla donatılmış ve 40 ton kapasiteli.
  • Batum Römorkörü : Yandan çarklı ve 300 ton kapasiteli
  • Tecrübe : 300 ton kapasiteli
  • Dana Yelkenlisi : 100 ton kapasiteli
  • Ereğli Motoru : 150 ton kapasiteli
  • Fulya Motoru : 300-350 ton kapasiteli
  • Gazal Römorkörü : 90 ton kapasiteli kılavuz römorkörü
  • İnönü Motoru : 40 ton kapasiteli
  • Kahraman : Yelkenli mavna
  • Küllük : Yelkenli mavna
  • Mebruke : Motorlu mavna 90 ton kapasiteli
  • Rüsumat No 4 : Römorkör 300 ton kapasiteli
  • Samsun : Yunanlılardan ele geçirilen 3000 ton kapasiteli vapur.,
  • Şahin :  Yunanlılardan ele geçirilen 1250 ton kapasiteli vapur
  • Trabzon : Yunanlılardan ele geçirilen 1000 ton kapasiteli vapur.
  • Zonguldak Motoru : 25 ton kapasiteli
  • İkdam Motoru : 15 ton kapasiteli    
  • Sinop Motoru : 15 ton kapasiteli    
  • Sakarya Motoru : 5 ton kapasiteli    
  • Keşşaf Motoru : 5 ton kapasiteli
  • Bunların haricinde çok sayıda şahıslara ait taka ve motorlar.    

Toplamda Anadolu’ya İntikal Eden Sovyet Yardımı

Sovyet Belgelerine göre , savaş süresince Anadolu’ya gönderilen yardımlar şöyledir (Armaoğlu , Siyasi Tarih 1789-1960 630 ) : 

Tüfek : 39.325 

Tüfek Mermisi : 62.986.000 

Top : 54 

Top Mermisi :147.079 

100 Atımlık Top Barutu 

El Bombası : 4.000 

Şarapnel mermisi: 4.000 

Makineli Tüfek: 327 

Gaz Maskesi: 20.000 

Kılıç:1.500 

Külçe Altın: 200,6 kilogram (Eylül 1920’de) 

Altın Ruble: 10.000.000 (Nisan 1921’den, Mayıs 1922’ye kadar) 

2 Adet silahlı Avcı Botu ( No 1 ve No 2 Gambotları )

Türk kaynaklarına göre gelen Sovyet yardımının miktarında bu listeye göre çok az bazı farklılıklar vardır ancak genel toplamlar birbirine çok yakındır. Bu farklılığın muhtemelen kayıtların farklı isimlerle girilmiş olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.

Uzmanlar toplamda gelen Sovyet yardımının Büyük Taaruz öncesi Türk ordusunun vurucu gücünün yüzde otuz beşine denk geldiğini hesaplamışlardır. Bu yardımlar olmasaydı muhtemelen Kurtuluş Savası oldukça uzun bir zamana yayılacak ve çok daha zahmetli olacaktı. 

Nitekim Mustafa Kemal Paşa dönemin Sovyet Büyükelçisi Aralov’a şu sözleri söylemiştir : 

“….Karşılaştığımız en büyük zorluk, subay ve silah eksikliğiydi. Ama Sovyet Rusya bize dostça yardım etti. Tüfek, top ve cephane verdi. Bizim milletimiz bunu asla unutmamalıdır. Bağımsızlık mücadelemizin en zor günlerindeki çıkarsız yardımınızı unutursa bu bir suç olur…..” ( Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923 Syf.124 )

Taksim Anıtındaki İki Kızıl Ordu Mareşali  ?    

Taksim Cumhuriyet Anıtı, İtalyan heykeltraş Pietro Canonica'ya ısmarlanmış, iki genç Türk; Hadi Bey (Bara) ve Sabiha Hanım'ın (Bengütaş) yardımlarıyla, anıt 1928'de tamamlanmıştır. 8 Ağustos 1928'de açılan anıtın, kaide ve çevre düzeni mimar Giulio Mongeri tarafından yapılmıştır. 2,5 yıl süren anıtın yapımında taş ve bronz kullanılmış, mali kaynak için halktan bağış toplanmıştır. Ağırlığı 84 tonu bulan anıt Roma'dan İstanbul'a gemi ile getirilmiştir.

Cumhuriyet dönemi anıtları, ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk'ü ve kurulan yeni düzeni topluma tanıtan heykellerdir.

 Anıtın bir yüzü Türk Kurtuluş Savaşı'nı, diğer yüzü ise Cumhuriyet Türkiye'sini simgeler. 1928'de Talimhane Caddesi ve İstiklal Caddesi - Sıraselviler aksı üzerine yerleştirilen anıtın kuzey yüzünde Mustafa Kemal Paşa , askerlerinin önünde görülmekte, diğer yüzünde ise sivil giysileri ile Mustafa Kemal Atatürk yanında İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak, askerler ve halkla birlikte betimlenerek genç Türkiye'nin kuruluşu canlandırılmaktadır. Gene anıtın bu yüzünde Atatürk'ün hemen ardında  Sovyet Mareşalleri  Mihail Frunze  ve  Kliment Voroşilov'un heykellerinin bulunduğu belirtilmektedir. Ancak bu konu biraz tartışmalıdır. Mareşal Mihail Frunze Kurtuluş Savaşı sırasında Türkiye'ye gelerek kapsamlı temaslarda bulunmuş , Atatürk ile de görüşmüş ve çok sıcak ilişkiler kurmuş önemli bir askerdi. Kızıl Orduyu Orta Asya’ya götürmüş olan Mihail Frunze  bir Sovyet efsanesi olduğu gibi yazdığı olumlu raporlarla Milli Mücadele için yapılan Sovyet yardımlarının da önünü açmış olan kişiydi..Atatürk’ün kendisi hakkındaki yorumlarından anlaşılmaktadır ki iki asker birbirlerine büyük sempati duymuşlardı. Anıtta ismi olduğu iddia edilen diğer Sovyet Mareşalı Kliment Voroshilov ise Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye’ye gelip gitmiş askeri konulardaki işbirliğini Sovyet tarafında yöneten kişi olmuştur. Tarihçilerimizin önemli bir kesimi Atatürk’ün solunda aşağıdaki anıt fotoğrafında gösterilen kişinin Frunze olduğunu iddia etseler de bu kişi hem sivil giyimli olması hem de fiziksel özellikleri itibarı ile Frunze’ye hiç benzememektedir. 

Bazı Tarihçilerin İddiasına Göre Taksim Anıtındaki Sovyet Mareşaller

Sputnik Ajansı bu konuda yayınladığı bir yazıda bu kişinin dönemin Sovyet Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov olduğunu belirtmektedir ki fiziksel özellikleri ve sivil giyimiyle anılan kişiye gerçekten benzemektedir.

          

Kanaatime Göre Anıttaki Sovyet Yetkililerin Gerçek Kimlikleri

 Peki o zaman bu kişinin sol tarafındaki kasketli Sovyet yetkili kimdir ? O zaman bu kişi de iki Sovyet Mareşalinden biri olsa gerektir. Bu durumda benim kanaatim bu kişinin ,bu iki mareşalden Milli Mücadele bağlamında daha fazla önem taşıyan  kişi olması gerektiğidir ki bu da bize kesinlikle Mareşal Frunze’yi işaret etmektedir. Mareşal Frunze’nin elimizde bulunan fotoğrafları ile anıttaki bu kasketli kişiyi karşılaştırdığım zaman kişisel kanaatim bu askerin Mareşal Mihail Frunze olduğu yönündedir.

Sovyet Mareşali Mihail Frunze

    

 Sonuçlar :

  1. Bu makaleyi yazarken incelediğimiz kaynaklar Alemdar Gemisi şehitlerinin  Milli  Mücadele’nin ilk ve yegane deniz şehitleri olmadığını düşündürmektedir. Muhtemelen Milli Mücadelenin daha onlarca belki de yüzün üzerinde deniz şehidi vardır ve bu konudaki araştırmaların derinleştirilmesi gerekir.
  2.  Rüsumat No 4 Motoru Sovyet yardımını Anadolu’ya getiren ilk gemi değildir.İlk sevkiyatlar önceki sayfalarda verdiğimiz tablolarda görüleceği gibi   sivil motorlarla ve çoğu Karadenizli gönüllü denizciler aracılığı ile Batum ,Novrosiski ve Tuapse limanlarından gerçekleştirilmiştir.
  3. Sovyet yardımının Milli Mücadele tarihimizde çok fazla vurgulanmamış olmasının belli başlı iki nedeni bulunmaktadır. İlk neden o yıllardaki Yunan ve İtilaf devletleri askeri gemilerinin Karadeniz’de abluka uygulamaları , yakaladıkları tekneleri batırmaları ,bu yüzden de deniz sevkiyatının azami bir gizlilik içinde yürütülmüş olmasıdır. İkinci nedene gelince özellikle 1945 senesinden sonra Sovyetler ile gerilen ilişkiler sonucu Türkiye’nin kendini A.B.D. ve NATO yanında konumlamayı tercih etmesi ,böylelikle anti komünist siyasetin zamanla bir devlet refleksi haline gelmiş olmasıdır. Bunun sonucu olarak  en zor zamanımızda imdadımıza yetişen Sovyetler ve onların yaptıkları askeri yardımlar unutulmuş ,unutturulmuş , adeta toplum hafızasından silinmiştir.
  4. Yukarıdaki üçüncü madde ile bağlantılı olarak esasen Sovyetlerle aramızı açan en önemli husus İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin üstü örtülü olarak Montrö Antlaşması Alman tarafı lehine yorumladığı iddiasıyla Sovyet Dışişleri Bakanlığı’nın gemi isimlerini ve olay tarihlerini içeren detaylı bilgilerle Türk tarafına nota vererek Türk Boğazları üzerinde yeni isteklerde bulunmaları  , ayrıca Kars ve Ardahan üzerinde de hak iddia etmeleridir. Kanımızca Sovyetlerin bu iddialarının tarihi gerçeklerin ortaya çıkması açısından objektif bir biçimde  titizlikle araştırılması gerekir. İkinci Dünya Savaşı esnasında Türk dış politikasında söz sahibi olanların ,özellikle Orta Asya halklarının Alman ordusuna katılması için  girişimde bulunduklarını iddia eden tarihçiler vardır. Esasen günümüzde olduğu  gibi emperyalizmin Atatürk ve onun gerçekleştirdiği devrimlerden pek hoşnut olmadığı bilinen bir gerçektir. Türkiye bahsettiğimiz NATO ekseninde kendini   konumlamaya başladıktan  sonra devrimlerin hayata geçirilmesi 1950’li yıllardan itibaren adeta sekteye uğramıştır.
  5. Taksim anıtındaki iki Sovyet Mareşali konusu tüm belgeleriyle açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu konudaki kendi tezimi yukarıda ifade etmiş bulunuyorum.
  6. Türkiye ve Sovyetleri asıl bir araya getiren Emperyalizmin her iki ulusun topraklarında oynadığı oyunlar ,devreye soktuğu komplolardır. Özellikle İngiltere Kafkasya bölgesinde Sovyetlere karşı savaşan Beyaz Ordu’yu desteklemiş, bölgede isyan çıkartmak için dini fanatizmi ve ırkçı milliyetçiliği sonuna kadar kullanmıştır. Keza Adapazarı ,Düzce ve Konya gibi bazı şehirlerde Milli Mücadeleye karşı kışkırtılan gerici isyanlarının arkasında da onlar vardı.      Esasen bugün emperyalizmin lideri konumunda olan ülkeler biraz değişmiş olsalar da bu politikalar dünyanın dört bir tarafında halen yürürlüktedir. Dini fanatizm ve ırkçılığa dayalı fanatik milliyetçilik emperyalizmin her zaman el ele olduğu ,beraber hareket ettiği ,sonuna kadar istifade ettiği kullanışlı enstrümanlardır.
  7. Son olarak Atatürk’ün Sovyet yardımını temin etme yolunda adeta bir satranç oyuncusu gibi eski İttihatçı liderlerden , Sovyet Rusya’nın komünist liderlerine ,TBMM üyelerinden ,kimi arabuluculara kadar adeta nakış işler gibi kurduğu ilişkiler ,gözettiği dengeler  ve izlediği dış siyaset tüm dünya üniversitelerinde ders olarak okutulması gereken dahiyane bir diplomasi başarısıdır.

      Tüm şehit ve gazilerimizi ,başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularını ve bu yolda emek  veren tüm vatanseverleri şükran ve minnetle anıyorum.

Temenni :

Milli Mücadelenin meçhul deniz şehitlerinin hepsinin izini bulabilmek ne yazık ki mümkün değildir .

Bu denizci kahramanların büyük bölümü  Karadeniz takaları, motorları veya yelkenlileriyle  Rusya’dan Anadolu’ya ya da Nazım Hikmet’in Arhave’li İsmail’i gibi İstanbul’dan Anadolu’ya  silah sevkiyatı yaparken gerek kötü hava şartları gerekse düşman gemilerinin saldırısı sonucu şehadet mertebesine eriştiler.

 Karadeniz takasına devlet tarafından sembolik olarak verilecek istiklal madalyasının bu meçhul denizci kahramanların ruhlarını şad edeceğini temenni ediyorum.

Saygılarımla ,

Alpertunga Anıker

Önemli Not : Bu makalemizi ileride belki bir kitap olarak genişleterek meçhul deniz şehitlerimize karşı olan vazifemizi yerine getirebilmek adına aile efradı , akrabaları veya  tanıdıkları arasında yazımızda bahsi geçen kahraman denizcilere ait bilgilere , belgelere sahip olanlar varsa şahsımla iletişime geçmeleri beni çok mutlu edecektir.

İletişim detaylarım aşağıda olduğu gibidir :

Alpertunga Anıker

0545 455 15 26

atungaaniker @ gmail.com

Yararlanılan Kaynaklar : 

Nutuk…………Mustafa Kemal Atatürk

İstiklal Harbimiz…………Kazım Karabekir

Kuvayı Milliye Destanı……...Nazım Hikmet

Türk Dış Politikası……….Baskın Oran

Vapur Donatanları ve Acentaları Tarihi………Osman Öndeş

İpsiz Recep Emice ….…Mümin Yıldıztaş

Kurtuluş Savaşı Döneminde Denizcilik Faaliyetleri..….Serdar Hüseyin Sayar

Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları (1922-1923).….Semyon İvanoviç Aralov

Milli Mücadelede Trabzon…….Ali İhsan Gencer

Milli Mücadelede Rize……...Coşkun Kobal

Milli Mücadelede Türk Sovyet Münasebetleri….….Yusuf Sarınay

Takalar Kumandanı Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa…....İbrahim Balcı

İstiklal Harbinde Sovyetler Birliğinden Gelen Yardımlar……Selda Kılıç

Milli Mücadele Yıllarında Türk Bahriyesinin Durumu ve Faaliyetleri ….Umut C.Karadoğan

Kurtuluş Savaşında Deniz Şehitlerimiz ve Kahraman Gemilerimiz...Mustafa Hergüner

Yunanistan’ın Karadeniz Bölgesindeki Faaliyetleri (1914-1923)…Tuğba Eray Biber

Türk Kurtuluş Savaşında Sovyet Rusya’nın Mali ve Askeri Yardımları…Ülkü Çalışkan

Komintern Belgelerinde Türkiye Kurtuluş Savaşı….Emre Adıgüzel & Fatma Mercan

Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Sovyet İlişkileri (  1917-1923 )……Stefanos Yerasimos

Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal , İttihat Terakki ve Bolşevizm…….....Emel Akal

Milli Mücadelenin Deniz Cephesi…….Rahmi doğanay

Frunze’nin Türkiye Anıları………..Mihail V.Frunze

Türk Siyasi Tarihi……...Prof.Dr.Fahir Armaoğlu

Kutsal İsyan ( Cilt 1,2,3,4,5,6,7,8)……..Hasan İzettin Dinamo

Milli Kurtuluş Tarihi………Doğan Avcıoğlu

Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları…..….Alptekin Müderrisoğlu

Kırım Vapuru Fotoğrafı …..….Kayhan Çindemir Ağabeye teşekkürlerimle