Osmanlı'dan günümüze kaybolmuş denizcilik mesleği: İstanbul mavnaları

Tamamladığım son eserimin adı ‘Endaze'. Bu kitap Türkiye'nin ilk kuşak gemi yapan adamlarını anlatıyor. Onlardan ilki Ord. Prof. Dr. Ata Nutku, Osmanlı İmparatorluğu'nun soluk verdiği son yıllardan ‘cumhuriyet'e geçen ilk öncü isim! Ardından Prof. Dr. Kemal Kafalı, Prof. Dr. Teoman Özalp, Prof. Dr. Mesut Savcı ve Prof. Dr. Tarık Sabuncu gemi inşa anlayışını eğitime yansıtan bir evreyi de üstlendiler.

Geçenlerde sohbet için Bora Denizcilik Başkanı Alev Tunç Kaptan'a uğramıştım. Söz arasında ‘mavnalar' üzerine bir eserin Deniz Ticaret Odası tarafından yayımlanmak üzere incelemede olduğunu öğrendim. Müthiş heyecanlandım!

Unutulmuş gitmiş bir denizcilik mesleği olan mavnacılığı, mavnacıları ve mavnaları araştıran ve belgeleyen Mehmet Mazak'ı böylece tanıdım. Sonsuza dek uzanan bir deniz ufkunda kendisine hayran oldum ve mart ayının son haftasında Deniz Ticaret Odası'ndan armatör Bedri İnce, Adil Göksu ve Mecit Çetinkaya'nın konuşmacı olarak katıldıkları ‘Osmanlı'dan Günümüze Kaybolmuş Denizcilik Mesleği İstanbul Mavnaları' konferansı sırasında dinledim.

Her birinin, hele hele o yılların tanıkları olan Adil Göksu, Bedri İnce ve Mecit Çetinkaya'nın anılarını heyecanlarla yüklü hayal denizlerinde dinledim. Gençliğimin İstanbul'daki mavnaları, mavnacıları yeni seyreder gibi oldum.

Mavna sözünü duyduğumda beni çok daha heyecanlara sürükleyen ‘Endaze' başlıklı eserimde Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Abidin Daver'in 22 Ağustos 1947 günkü ‘Türk Denizcileri Ortaçağ Hayatından Kurtarılmalıdır' başlıklı makalesinin de payı vardı. Şöyle diyordu:

"Birkaç gün evvel, Cumhuriyet'te çıkan bir yazımda, denizciliğimizin şimdiye kadar ihmal edilmiş, fakat mühim bir mevzuuna temas etmiştim. Bu da takalarımızın ve diğer motorlu-yelkenli deniz taşıtlarımızın bugünkü tekniğe uygun bir şekilde ıslahı lüzumu idi.

Taka, çektirme veya mavna her ne olursa olsun bu teknelerin baş taraflarında bu denizcilerin yatmalarına ve istirahat etmelerine tahsis edilmiş olan yerleri, bilmem gördünüz mü? Görmedinizse bu zavallı insanların çektiklerini hayal bile edemezsiniz. Onlar buralarda katranlı halatlarla kucak kucağa, küflü, bazen de ıslak yelkenlerin üstünde veya içinde, yazın don gömlekle, kışın da yarı ıslak elbiseleriyle uykuya dalarlar. Burası ayni zamanda mutfak da olduğu için bir tarafta da bakır tencerelerle yemeklerini pişirirler.

Kışın buraları dumanla ısınır ve haliyle içeridekiler dumandan boğulur. Bu yerlerin lumbuzu yoktur, manikası yoktur. Baş taraftan ve dapdaracık olduğu için hatta dönecek yerleri de yoktur. Onların bu kadar yıpratıcı ve zalim olduğu için, yırtıcı diyebileceğim teknelerini ıslah ederek kendilerini çok müstehak oldukları istirahate biraz daha kavuşturmak milli ve insani bir borçtur.

Mavnalar, mavi sularla ve mavi göklerimizle tam bir tezad halinde, sırtlarındaki ağır ve kıymetli yükleri örten brandalarla boynu bükük ve hareketsiz uyuklayıp dururken bir römorkör gelir, sırt sırta yatan bu acaip mahlûkları uyandırır, karıştırır, dağıtır ve birkaçını arkasına alarak sürükleyip götürür.

Dümenlerinde veya baş taraflarındaki mavnacılar da ne kadar tipik insanlardır. Bunlar, daha ziyade denizde yoğrulmuş, yıpranmış ve artık iskelelerdeki kahve arkadaşlarından ayrılmak istemeyen olgun denizcilerdir. Fakat bazen denizdeki arkadaşlarından da fazla zor altında alırlar. Çektikleri zahmet ve meşakkat arttıkça onların sabır ve tahammülleri, dayanma güçleri, dirençleri de o nisbette artar."
 
Limanın unutulmaz simaları: Mavnacılar

Mehmet Mazak'ın ‘Osmanlı'dan Günümüze Kaybolmuş Denizcilik Mesleği: İstanbul Mavnaları' isimli bu çalışma bir asra yakın İstanbul'a hizmet etmiş olan bir esnafa vefa olarak hazırlanmıştır. Bu eserin önemini Deniz Ticaret Odası'na yansıtarak ülke denizciliği adına çok değerli bir hizmeti yerine getirmiş olan armatörlerimizden Mecit Çetinkaya'ya herkes teşekkür etmelidir. Böyle bir eserin yayımlanmasını teşvik eden Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan'ı da yürekten kutlarım.
 
Kaptan azrail olur mu?

Denizciliği nasıl tanıtıyorlar, nasıl tanınıyor sorusuna da cevap aranmalıdır. Çok değil geçen hafta camilerimizden birinde bir cuma namazına katıldım. O gün çok eski aile dostlarımızdan bir hanımefendinin cenazesi vardı. Cenaze namazı için saf tuttuk. İmamın vaazını dinlemek için bekledik.

Dedi ki; "Hepimiz bir gün gelecek ecel şerbetini içeceğiz. Bakınız musalla taşında yatan bu merhume gibi fani dünyadan ayrılmak bizler için de mukadder. Şu musalla taşı bir limandır. Merhumenin yattığı bu tabut bir gemidir. Onun bu dünyadan ayrılmasını tebliğ eden Azrail ise bu geminin kaptanıdır!"

İşte o noktada "Eyvah" demekten kendimi alamadım. Liman musalla taşı idi, tabut o dünyalar güzeli gemiyle kıyaslanıyordu ve o benim dünyalar yakışıklısı, vefakâr kaptanlarım da Azrail diye tanıtılıyordu.
Birden aklıma Orhan Veli'nin bir şiiri geldi. Tüm hüznüme rağmen sessiz sedasız satırlarını dizeledim:

Dikilir köprü üzerine,

Keyifle seyrederim hepinizi.

Kiminiz kürek çeker, sıya sıya.

Kiminiz midye çıkarır dubalardan,

Kiminiz dümen tutar mavnalarda.

Kiminiz çımacıdır halat başında,

Kiminiz kuştur, uçar şairane,

Kiminiz balıktır, pırıl pırıl!

Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra,

Kiminiz bulut, havalarda,

Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı

Şıp diye geçer köprünün altından.

Kiminiz düdüktür, öter,

Kiminiz dumandır, tüter.

Ama hepiniz, hepiniz..

Hepiniz geçim derdinde.

Bir ben miyim keyif ehli içinizde?

 

Editör: TE Bilişim