İngiltere'de olduğu gibi, İzlanda'da da enflasyon hedeflemesi yapılıyordu.Merkez Bankası, yıllık enflasyon hedeflemesi yapıyor, faizleri de enflasyon hedeflemesine göre ayarlıyordu.Bu aslında ekonomi bilimine aykırı bir girişim değildi; ancak bir farkla.

İngiltere'de olduğu gibi, İzlanda'da da enflasyon hedeflemesi yapılıyordu.

Merkez Bankası, yıllık enflasyon hedeflemesi yapıyor, faizleri de enflasyon hedeflemesine göre ayarlıyordu.

Bu aslında ekonomi bilimine aykırı bir girişim değildi; ancak bir farkla. Daha büyük ekonomiler için geçerli olabilen bu uygulama nisbeten küçük olan ülkenin ekonomisi için uygun değildi.

Uygulama yapıldığı müddetçe enflasyon hep hedeflenenin üzerinde çıktı. Merkez Bankası da uygulama uyarınca faizleri arttırdı. Faiz oranları bu yüzden hep %15'lerin üzerinde kaldı.

Nisbeten küçük ölçekte olan bir ülke ekonomisinde yapılan bu uygulamada iç piyasada uygulanan nisbi yüksek faiz oranları, ülkenin yerli firmalarını ve spekülatörleri yabancı ülkelerden sıcak para bulup getirme ve yüksek faizden yararlanma yoluna itiyordu.

Çünkü döviz fiyatları enflasyona ve faize paralel artmıyordu.

Faiz yüksek, enflasyon yüksek ama döviz ucuzdu.

Bunun sonucunda yabancı ülkelerden büyük miktarlarda sıcak para çekildi. Sıcak para geldikçe ülke parası da -doğal olarak- hızla değer kazandı.

Ülkede herkes artık  “sanal bir refah” ortamı içerisinde yaşamaya başlamıştı.

Spekülatörler ve sermaye sahipleri, ülkedeki faiz oranlarıyla yabancı ülkelerdeki faiz oranları arasındaki büyük farktan yararlanıp ceplerini dolduruyorlardı.

Aynı zamanda ülkenin değerlenen parası ve ucuzlayan döviz fiyatları da karlarının katmerleşmesini sağlıyordu.

Ülke gerçek bir cennetti onlar için.

******

Bu süreç etkisini ekonomik büyüme ve enflasyon üzerinde de gösteriyordu. Ekonomik uygulamalar neticesinde Merkez Bankası gösterge faiz oranlarını daha da yükseltiyordu.

Sonuçta yüksek yurt içi faiz oranları ve ülkeye hızla akan yabancı sıcak para ile oluşan balon hızla büyümekteydi.

Ülkedeki döviz kuru ekonominin temel göstergeleriyle uyuşmuyordu.

Hızlı bir değer kaybının bir gün meydana gelmesi kaçınılmazdı.

Merkez Bankası bu durumu görüyor olmalıydı. Ama yine de kurların değerlenmesi ve rezervlerin arttırılması için ele geçen fırsatları kaçırdı.

Ülkedeki Merkez Bankasının ne kadar bağımsız olduğu konusu da burada önem taşıyordu. Ülkedeki Merkez Bankası politikalarının Hükümetten bağımsız olmadığı yönünde sık sık spekülasyonlar yapılmaktaydı. Ama bu o dönemlerde çok fazla sorgulanmadı. Sıcak para geliyordu ve sorun yoktu.

Ülkenin iflasına neden olan etken sadece yüksek faiz-düşük kur değildi. Bankacılık sektörünün hacmi de iflasa giden yolda önemli bir etken olmuştu.

Kriz öncesinde ülke bankalarındaki varlıklar ülkenin gayri safi milli hasılasının 10 katı büyüklüğüne ulaşmıştı. Normal ekonomik koşullarda endişe edilmesi gerekmeyen bir durumdu bu. Ancak bankaların “tedbirli ve ehil” davranması koşuluyla.

Aslında ülkedeki bankaların ve bankacılık sisteminin çok sağlam olduğu, ellerindeki yüksek riskli varlıkların diğer Avrupa Ülkelerine oranla çok düşük olduğu bilinmekteydi ve sistem yapısının iyi olduğu bilinmekteydi.

Ancak kriz geldiğinde bir bankanın bilançosunun ne derece dengeli olduğunun hiçbir önemi kalmıyordu. Krizde bakılan şey daha çok bankacılık sisteminin elindeki varlıklara devletin doğrudan veya dolaylı olarak garanti sağlayıp sağlamadığıydı. Likidite sağlanıp sağlanmaması da aynı ölçüde önem taşımaktaydı.

Bu nedenlerle, ülkenin gayri safi milli hasılasının büyüklüğü ile bankaların elindeki varlıkların büyüklüğü arasındaki oran kritik anlam taşır hale gelmişti.

Devletin elindeki mali varlıklar bankaların varlıklarını garanti etmeye yetmeyince ülkenin diğer Avrupa ülkelerinden farkı ortaya çıktı.

Merkez Bankasının döviz rezervlerinin gereken oranda yüksek tutulamaması da, çöküşü hızlandıran nedenlerden birisi oldu.

*****

Yanlış para politikaları ve gereğinden fazla büyüyen bankacılık sistemi. İşte bu iki temel nedenden kaynaklanan ekonomik kriz ülkeyi iflasa götürdü.

Önce yıl başından itibaren ülkenin para birimi değer kaybetmeye başladı.

Kur spekülatörleri kendilerini garantiye almak için ufak ufak piyasadan çıkmaya başlamıştı.

Kurdaki yükselme, yavaş yavaş ülke ekonomisi ve bankacılık sektörü üzerindeki kuşku bulutları oluşturdu. Son olarak küresel finansal kriz ve ekonomik belirsizlik de işin tuzu biberi oldu ve buhran patladı.

Ülkenin en büyük 2 bankası battı. Başbakan; ülke olarak iflas ettiklerini açıkladı.

Çünkü ülkenin elindeki varlıklar bankaların mali büyüklüğünün çok altındaydı. İflasın anlamı da zaten buydu.

O güne kadar yararlanan yararlanmıştı. Öyle ki İngiltere'deki pek çok belediye bile parasını İzlanda'daki yüksek faize yatırmıştı.

Şimdi paralarını kurtarmaya çalışıyor belediyeler. Bu yüzden İngiltere, İzlanda'yı dava edecek, mahkemeye verecek. Yani mahkemelik oldular.

Fakat asıl trajediyi ülkedeki vatandaşlar yaşamaya başladı. Ücretlerin hemen hemen dondurulmuş olduğu bir ortamda %30’ları bulan enflasyon ve %50’leri bulan kredi faizleriyle yaşamak zorundaydılar artık. Çünkü; tabiatın kanunu idi; hiç bir şey yoktan var edilemiyordu. Ülkeden uçup giden, uluslararası fonların yüksek faize yatırıp emdiği paraları birileri ödeyecekti. Haliyle bu da vatandaşlar olacaktı.

Uzun vadeli makroekonomik göstergelerin ise hala “iyi” olduğunu söylüyorlardı ekonomistler.

*****
Evet, İzlanda'nın iflasının kısa öyküsü bu.

Devamını bu haftaki gazete başlıklarından okuyalım:

“İzlanda Kronası Euro’ya karşı bir gün içinde yüzde 30 düştü”

“Yıllık geliri 19 bin, borcu 138 milyar dolar olan İzlanda morotoryumu tartışıyor. Umutlar Rusya’nın vereceği kredide, onlar da nazlanıyor.”

"İzlanda Başbakanı Geir Haarde, İzlanda ekonomisinin içine düştüğü durumu "Ekonomi çökme riskiyle karşı karşıya" diyerek özetledi. İzlanda Başbakanı Haarde, nisan ayında yaptığı açıklamada da durumun kötü gidişine dikkat çekerek spekülatörleri ülke ekonomisine saldırmakla suçlamıştı. Ekonomilerinin fonlar ve spekülatörler tarafından hedef haline getirildiğini belirten Haarde, fonların her şekilde kar etmek istediklerini ifade ederek, "vurarak, çalarak veya dolandırarak... Fark etmiyor" demişti.”

“İzlanda’nın yetkili denetleme kurumu, ülkenin ikinci büyük bankası olan Landsbanki’ye el koydu.” “İzlanda'da devlet tüm bankaların kontrolünü devralıyor. ”

“Çöküşün eşiğindeki İzlanda'da borsa kapatıldı”

“İzlanda hükümeti ülkenin en büyük bankası ve mali kuruluşu olan Kaupthing'e el koydu.”

“Finlandiya haber ajansı Kaupthing bankasının Finlandiya'daki şubesinde pazartesi gününden bu yana bütün fon akışlarının durduğunu ve şubeden para çekilemediğini bildirdi.”

............................

Not: Yazıda, Londra Ekonomi Okulu Finansal Pazarlar Grubu Ekonomisti Jon Danielsson'un BBC'de yayınlanan analizinden geniş ölçüde yararlanılmıştır.