2002 Yılında DTO tarafından düzenlenen “Özelleştirme Panelinde” yaptığı açılış konuşmasında o zamanın DTO Başkanı (Bugünün AKP İstanbul Milletvekili) Sayın Cengiz Kaptanoğlu şöyle demişti:“Elime geçen bir Osmanlı haritasında gördüm ki Osmanlılar Kabataş d

2002 Yılında DTO tarafından düzenlenen “Özelleştirme Panelinde” yaptığı açılış konuşmasında o zamanın DTO Başkanı (Bugünün AKP İstanbul Milletvekili) Sayın Cengiz Kaptanoğlu şöyle demişti:

“Elime geçen bir Osmanlı haritasında gördüm ki Osmanlılar Kabataş dan  Haliç çevresi dahil Zeytinburnu’na kadar liman düşünmüş; karşıya da Maltepe den Haydarpaşa ya  kadar liman düşünmüşler. İstanbul bir liman şehridir, limanlar da şehirlerin güzelliğidir. Haydarpaşa limanı ile Salı pazarını birleşik kompleks yapalım, Haydarpaşa Garını da büyük bir otel yapalım”.

Sayın Kaptanoğlu “Limanlar Şehirlerin güzelliğidir” derken ne kadar da haklı. Oysa geçtiğimiz günlerde Haydarpaşa Limanı’nın kaldırılma gerekçelerinden biri olarak “Limanın şehir içinde kaldığı ve çirkin bir görüntü verdiği” iddiası öne sürülüyordu.

Haydarpaşa Limanı’nın kaldırmasının çeşitli haklı nedenleri olabilir, ama  bunlar arasında “limanın çirkin olduğu ve şehrin siluetini bozduğu” iddiası yer alamaz, almamalı.

O liman ki; bütünleştiği İstanbul kentiyle pek çok şaire ilham vermiştir.

Nazım Hikmet; İstanbul özlemini anlattığı şiirinde; özlediği şehri (İstanbul’u)  “Çınarlı, Kubbeli, Mavi bir Liman”  diye tanımlarken şöyle der:

“Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...”

Atilla İlhan’ın ise gözüne Maçka’dan geçerken öncelikle limana gelip giden gemiler takılır:

“ne vakit Maçka’dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin…”

Haydarpaşa Limanında 2003-2004 yıllarında 2 yıl kılavuz kaptan olarak görev yaptım.

Limana gemiyle giriş ve çıkış; boğaz akıntısının en kuvvetli olduğu bölgeden yapılmak zorunda. Hızı 4 ile 6 knots arasında değişen yüksek akıntılı bölgede 250 metrelik dar denilebilecek bir girişten limana giriliyor.

Bu girişin zorluğundan dolayı kılavuz kaptanlar kendileri riski azaltacak özel yöntemler geliştirmişler. Örneğin büyük gemiler denizci tabiriyle “kıçın kıçın” yani güneyden mendireğe paralel geldikten sonra akıntıyla geminin mendirekten içeri düşmesi beklenip daha sonra gemiyi tornistanla geri geri çekip 12 numaralı rıhtıma yanaştırmak.

Yüksek akıntıda römorkörlerin manevrası da yetersiz olursa römorköre de ayrı bir ihtimam göstermek gerekiyor. Çünkü römorkör çoklukla akıntıya kapılarak geminin manevrasını bozuyor. Benim görev yaptığım zamanlar böyle bir sıkıntı çekmemek için Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne ait Kızkulesi, Poyraz, Zübeyde Ana gibi modern römorkörleri kullanabiliyorduk.

Benim çalıştığım dönemde limana gelen en büyük gemiler, CMA CGM’ye ait konteyner gemileriydi. Bu gemilerin en büyüklerinin boyları 240 metre, su çekimleri 11,5 metreyi buluyordu. Bu büyüklükteki bir gemi Haydarpaşa Limanı’na yanaşabilecek en büyük gemidir de diyebiliriz.

Tabii yolcu gemilerinin su çekimleri yük gemileri kadar fazla olmadığından Haydarpaşa Limanı eğer turistik bir kompleks haline dönüştürülürse gerekirse bazı bölgelerde deniz dibi taranarak buraya 300 metrelik transatlantiklerin de yanaşması sağlanabilir.

Limanın giriş-çıkış kolaylığı ve deniz güvenliği açısından giriş ağzı biraz daha geniş yapılabilir ya da girişler güneyden, çıkışlar kuzeyden yapılacak şekilde mendirek dizaynı yapılmış olsa daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

LİMAN OLARAK MI KALSIN, MANHATTAN MI OLSUN?

Bu soruyu ben “şöyle olsun, böyle olsun” şeklinde siyah-beyaz netliğinde cevaplamanın doğru olmayacağını düşünüyorum.

Liman olarak kalırsa;

  • Karadeniz Bölgesi’nin önemli bir limanı olarak hayatiyetini sürdürür. Bu bölgedeki diğerlerine kıyasla altyapısı en güçlü liman olarak ülke ekonomisine katkıda bulunmaya devam eder.
  • Şehri çirkinleştirmez; tam tersine İstanbul Halkını gemilerle ve limanla iç içe yapar, şairlere ilham kaynağı olmayı sürdürür.
  • İyileştirme yapılıp demiryolu bağlantısı modernize edilirse, ve Avrupa Şehirlerinde olduğu gibi tehlikesiz bölgelerde kısmen halka açık alanlar da açılırsa, şehrin içerisinde ilginç ziyaret yerlerinden birisi dahi olabilir.

“Dünya Ticaret Merkezi ve Kruvaziyer Liman” gerçekleştirilirse;

  • Kaynak yurt dışından bile gelse, kurulu önemli bir altyapı yatırımının bozularak yerine uzun süreli kullanım hakkı verilerek bir imtiyazlı kuruluş getirilmesi ülke için en azından “lüks” olur. 
  • Bu bölge halka açılmaz, tam daha fazla kapatılmış olur.
  • İstanbul için böyle bir kongre merkezinin ihtiyaç olup olmadığı tartışma götürür. Spor ve Sergi Sarayı’nın içerisinde bulunduğu “Kongre Vadisi”  Dünya Habitat Kongresi gibi, NATO Zirvesi gibi büyük organizasyonlara başarı ile hizmet vermiştir. Bu kadar büyük bir kongre merkezi’ne ihtiyaç olup olmadığı konusunda benim (Bir turizm rehberi olarak da) kuşkularım vardır.

Sonuç olarak;

Limandaki dev vinçler kaldırılarak yerlerine Manhattan misali dev binalar dikilince çok mu güzel olacak?

Muhteşem mimarisiyle Haydarpaşa Garı bu dev gökdelenler arasında kaybolduktan sonra Haydarpaşa’ya yaklaşan bir turistik geminin güvertesindeki Manhattan’lı çocuk; “Bak Anne! Bizim orası gibi tıpkı” dediğinde özgün bir Haydarpaşa’yı mı işaret etmiş olacak?

Ama yine de, her şeye rağmen bu bir tercih meselesidir.

Ben bu konuda yazımın başında değindiğim Sayın Kaptanoğlu’nın önerisini destekliyorum.

Yani  azından; bu bölgede atıl vaziyette durmakta olan silolar buradan kaldırılarak; Haydarpaşa Gar Binası restore edilerek otele dönüştürülerek; siloların bulunduğu bölgede ilave otel ve yeşil alan yapılarak; Haydarpaşa Limanı’nın en azından 12 ve 6 numaralı rıhtımları muhafaza edilirse; hem limandan vazgeçilmemiş olur, hem de bölgede ihtiyaca fazlasıyla cevap verebilecek turizm altyapısı oluşturulmuş olur.

 Biz Akdeniz insanları olarak her şeyi “ya hep ya hiç” anlayışı ile düşünmeye alışmışız. Oysa çok daha yararlı çözümler için mutlaka her şeyi yıkıp yeni baştan yapmaya gerek olmayabilir.

(Bu yazı,   "Denizcilik Dergisi" Temmuz 2005 sayısında yayınlanmıştır)