Taşlarda yokolmaya yüz tutmuş tarih

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kültür Yayınları dizisinden neşredilen bir eser daha, içeriği açısından muhteşem bir konuyu kitap halinde okurlarına sunuyor. M. Burak Çetintaş'ın araştırmalarıyla bütünleşmiş olan bu eser "1453'ten 1928'e kadar İstanbul'da gömülmüş Türk Denizcilerinin Mezar Taşları"nı öyküleriyle, kitabeleriyle, taş işçiliğinin tüm özellikleriyle, kitabeleriyle ve maruz bırakıldıkları ilgisizlikler ve uğradıkları tahribatlarla da anlatmakta.

Nitekim Osmanlı mezar taşları tipoloji, form ve diğer ayrıntıları itibarıyla araştırmacılara veya mezarlığı ziyaret edenlere orada yatan şahıs hakkında bir bakıma önce yaşamı, kim oluşu hakkında bilgi verdiği gibi, kitabesindeki manzum veya nesir olan anlatımda uygulanan sülüs veya celî sülüs yazı biçimi, mezar taşının serpuşluğu ile hangi meslekten olduğu, hanım ise, hatta muradına ermeden vefat ettiğini bile şekilsel olarak, ama muhteşem bir taş işçiliği, daha doğru ifadesiyle heykeltraşlık sunusuyla biçimlenişini anlatıyordu.

Burak Çetintaş'ın eserin "Sunuş" kısmındaki ayrıntılarla yüklü anlatımını çok kısıtlı bu makale mekanına aktarmama imkânım olmadığından dolayı üzgünüm. Ancak, mahvedilen ve el'an tahrip edilmeye devam edilen Osmanlı devri mezartaşlarının nasıl bir kültür ve mimari miras olduğunu idrak eden, en azından resmi kurumların ve özellikle belediye yönetimlerinin bari kalanlar için kalıcı önlemler alırlar diye işaret etmek istiyorum.
 
Eserlerin kıymeti bilinmedi

Osmanlı kültüründe mezar taşı işlemeciliği taş işçiliğinin mermer yontuculuğu açısından ustalığın hangi yüce mertebelere ulaştığını gösterir ve dünyada benzeri yoktur. Ancak böylesine zengin kültürün yarattığı hüsranla bezenmiş eserlerin kıymetini bu ulus idrak etmediği gibi, alabildiğine tahrip etmeye devam etmiştir.

Çelik Gülersoy'un Türkiye Turing Otomobil Kurumu'nda Genel Müdür olduğu yıllarda dört yıllık bir sürede ben de bu kurumda basın ve halkla ilişkiler özünde görevliydim. Türkiye sevdalısı olan Çelik Gülersoy, bundan da öteye İstanbul sevdalısı kişiliğiyle mezar taşlarının maruz bırakıldığı tahribata da adeta kahrolur ve hiç olmazsa bir kısmını korumaya almak için çareler arardı.

Kuleli Askeri Lisesi tarih öğretmeni olan ve maalesef adını unuttuğum bir yüzbaşı, Karacaahmet Mezarlığı'ndaki tüm Osmanlı devri taşların ozalit üzerine tıpkı ölçüde kopyasını almış ve muazzam bir arşiv meydana getirmişti.

Çelik Gülersoy'a gelen bir ihbar üzerine yürekler burkan bir hadiseye tanık olmuştuk. Karacaahmet'teki eski mezartaşlarını bazı taşocakları belirli bir ücret karşılığında satın alıyor ve bunları taş değirmenlerinde öğüterek yanılmıyorsam kireç yapımında kullanıyorlardı.

Sonunda Ayrılık Çeşmesi civarında Kadıköy Belediyesi'nin de yardımıyla tahsisi sağlanan bir alana, Karacaahmet Mezarlığı'ndan tahrip olmaya en hazır taşlar alınarak bu mekana taşınmaya ve bir intizam içersinde dikilmeye başlandımıştı. Ne var ki, o kadar karşı çıkan oldu ki, zaten Çelik Gülersoy'un vefatıyla da terk edildi gitti.
 
1100 çeşmeni tespitini yaptım

Burak Çetintaş'ın eserini okurken, bazı dipnotlarındaki "Tarihî Mezarlık Katliamı", "Karacaahmet'te neler oluyor" gibi ve daha nice feryatları içeren makalelere de rastlamak mümkün.Asla idrak edilemedi.

Başkalarını da yazmak veya belirteceğim tarih ve kültür mirası eserler için ifade etmek mümkün. Ben Türk Denizcilerinin Mezar Taşları gibi bu makaleme en yakın olan Kapudan Paşa Çeşmeleri veya daha kapsamlı tanımlamasıyla Osmanlı Devri İstanbul Çeşmeleri, Okmeydanı Menzil ve Nişantaşları gibi dünya kültüründe asla benzeri olmayan, paha biçilmez anıtsal eserlerin gözler önünde imha edilişine ve halen de işgal altında kalışlarına sahip çıkmış tek bir devlet idaresi anlayışı olmadığına şaşarak baktığımı belirtmek isterim.

Sadece son yıllarda Osmanlı Devri İstanbul Çeşmeleri'ini birer ikişer korumaya alan, onaran ve yeniden yaşama döndüren mevcut hükümetimizin yaklaşımını da teşekkürle alkışlamayı vicdani bir görev sayarım.

1974-1980 yılları boyunca kişisel gayretlerimle Osmanlı Devri İstanbul Çeşmeleri çalışmasını, çok değerli üniversite öğretim üyesi dostlarımın yardımıyla gönüllü olarak sürdürdüm ve 1100 çeşmenin tespitini, her türlü ayrıntılarıyla saptadım. Bu çalışmalarım sırasında hemen neredeyse tamamı Kapudan-ı Derya çeşmelerinden oluşan denizcilerin vakfettikleri çeşmelerin ise o devirlerin kadırgalarının, kalyonlarının kıç aynalıkları çizgileriyle taşa işlendiğini görerek, bu çeşmelere "Kapdanpaşa Çeşmeleri" adını verdim. Bu çalışmamı o yıllarda muhtelif yayınlarda neşrettim.

Ne yazıktır ki, bu çeşmelere baktığınızda nasıl ihmal edildiklerini, cahil, aldırmaz semt halkı tarafından nasıl tahrip edildiklerini görmekten, yalaklarının mahallenin çöp kutusu olarak kullanışına kahrolarak bakmaktan başka bir çareniz olamazdı. Zaten çoğunun tuğraları ve kitabeleri o ilk yıllarda neşredilmiş bir kanunla da demir raspalarla kazınmıştı.

Okmeydanı'nda nişantaşlarını ve menziltaşlarını, bırakınız tarihi değerlerini bir yana, taş işçiliği ile onların nasıl muhteşem birer anıtsal eser olduğunu görmeyenler, vahşet denilecek bir aldırmazlıkla oraları gecekondularla doldurup, oy aldıkları için görmemezlikten geldiler.

Osmanlı devri mezar taşları gibi, Türk denizci mezar taşları da ,aynen denizci çeşmeleri gibi ayrı bir özellik arz etmekteler ve muhakkak korunmaya alınmalıdırlar.
 
Eserler yurtdışına kaçırıldı

Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Camii'nin haziresindeki kaptan-ı derya Ateş Mehmed Paşa'nın muhteşem lahid mezarının nice yıllar öncesinde fotoğrafını çekmiştim. Diğer yakın mezartaşları ile bu lahid mezartaşı arasına ipler gerilmiş ve arasına cami imamı veya birbaşka çalışanın ailesi yıkadığı çamaşırları asmıştı! İmama söyleyince, özür dileyerek ipleri söktürmüştü.

Alman Tarihçi Hans-Peter Laqueur "Hüve'l Baki: İstanbul'da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları" eseriyle de bir ülkenin Osmanlı İmparatorluğu'nden miras kalmış kültür, tarihi ve sanat mirası eserler hakkında bir kitap yazarak önemlerini ortaya koymaktadır.

Ancak mezar taşı denildiğinde içimizi ürpertse de, bir gerçeği idrak edinceye kadar, korkarım son kalanlar da lüks mezarlık yeri arayan kişilerin bastırdıkları paraların ardında birkaç kazma kürek darbesiyle yok olup gidecek gibidir.

Oysa Kırım Harbi sırasında Miss Julie Pardoe yeniden neşredilen eserinde Büyükdere'ye demirlemiş olan İngiliz donanması gemilerinden subayların etrafın sakin olması nedeniyle pazar günleri Karacaahmet Mezarlığı'na gittiklerini, oradan abidevi mezartaşlarından beğendiklerini birkaç para karşılığında arabalara yükletip gemilerine taşıttıkları yazmıştır. Kırım Harbi'nin üzerinden geçen bunca asır sonrasında idrakların yine de bu taşların ne denli bir değer ifade ettiğini anlamaktan uzakta oluşunu görmek, daha da üzücü olmaktadır.

Herşeye rağmen böylesine bir eseri kültür ve tarih mirası olarak belgelerle kalıcı hale getiren Burak Çetintaş'a ve Türkiye'de ticari bakış açısıyla sahiplenilmesi son derece zor olan bu eseri kalıcı kılmakla kalmayıp, en üstün baskı teknolojisiyle kazandıran Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'a derin sevgi ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
 
Kırım Harbi sırasında Büyükdere'ye demirlemiş İngiliz Donanması gemilerindeki denizciler Osmanlı mezarlıklarındaki taşların muhteşem ustalığını, sanatını görerek, hayran oldukları gibi, bazılarını sökerek ülkelerine taşıtmışlardı. Bunca asır sonrasında bu ülke insanları sahip oldukları böylesine bir mirasın değerini idrakten uzak kaldığı gibi tahrip etti, tahribine gözyumdu!

Editör: TE Bilişim