‘‘Biz dünyaya cennete gitmek için geldik’’

Bugüne kadar birçok ünlü ismin konuk olarak katıldığı Vapurda Çay, Simit, Sohbet’e bu hafta; Türk edebiyatına birçok eser ile katkıda bulunan bir isim, şair İsmet Özel konuk oluyor.

‘Erbain’, ‘Evet İsyan’ gibi şiirleri, deneme ve söyleşi kitaplarıyla edebiyatın önemli isimlerinden biri olan İsmet Özel ile sohbete vapur yolcuları da eşlik ediyor.

Çay ve simit tadındaki sohbette İstanbul, edebiyat ve şiir konuşuluyor.

Üsküdar Eminönü vapur hattında çekimleri yapılan program Ömer Öztürk´ün sunumuylaCumartesi 08:10 – 23:45 ve Pazar 14.10´da TRT TÜRK ekranlarında.

İşte İsmet Özel ile sohbette öne çıkanlar;

‘‘İstanbul başka bir yer , Üsküdar çok başka bir yerdir’’

Birçok şey zihni olarak bizi tepetaklak etmiş halde. Sait Faik diye bir hikayecimiz var. Türkiye’de kaç kişi adını biliyor bilmiyorum. O hikayelerinin birinde der ki; ‘‘Hangi meyhanede bir genç görsem hemen tanırım; o, kendinin İstanbullu değil de Üsküdarlı olduğunu mutlaka belli eder. Çünkü der Sait Faik; ‘‘Üsküdar, İstanbul’a Diyarbakır kadar uzaktır.’’ İstanbul başka bir yerdir, Üsküdar başka bir yerdir. Bizim tabirlerimiz arasında vardır ‘‘Atı alan Üsküdar’ı geçti.’’ deriz. Yani Üsküdar o kadar uzaktır ki, bir kere artık iş bitmiştir, anlatabiliyor muyum?

‘‘Eskiden vapur seferlerini yunuslar takip ederdi’’

Ben mektepteyken bize okul şarkısı olarak şöyle bir şey öğretmişlerdi. ‘‘İstanbul, şen köpüklü sahillerinde martılar uçuşur.’’ Şimdi görüyor musunuz, kaç tane martı var? Halbuki bu martılar, yirminci yüzyılın başına kadar İstanbul göklerinde bulutlar halinde dolaşırlardı.
1964 yılında İstanbul’a geldiğim zaman hiçbir vapur seferi yoktu ki iki tarafında yunuslar tarafından takip edilmesin. Bunu ben gözlerimle gördüm. Ben 1969 yılında Fenerburnu’nda sirkteymişim gibi yunus gösterisi seyrederdim her pazar. Giderdim, Fenerburnu’na kadar yürürdüm, orda rahatlıkla yunusların zıpladığını görürdüm.

‘‘İstanbul neden önemli diye sormak gerek’’

Niçin İstanbul’da yaşıyoruz diye sormak lazım. İstanbul önemli mi diye önce bir anlamamız lazım. Niçin önemlisini ondan sonra soracağız. İstanbul önemli mi? Neden önemli? Çünkü Kur’an nazil oldu. Eğer Kur’an nazil olmasaydı İstanbul’un hiçbir önemi yoktu. Yani bize
Hadis-i Şerif hem İstanbul’un hem Roma’nın fethedileceği haberini veriyor. Biz hayatımızı Allah tarafından bize öğretilen şeyleri ihmal ederek yaşama alanına hapsetmişsek, bu hayatın hayrını göremeyeceğiz demektir.

‘‘Şiir okumak bir ihtiyaçtır’

Şiir okumak tıpkı bir şey giymek, bir şey yemek gibidir. İnsanlar karnını niçin doyurduğunu sormadan yaşarlar, neden ayakkabı giydiğini de sormadan yaşarlar. Ama aynı insanlar neden şiir okuyacakmışım diye sorarlar.

‘‘İnsan olduğumuzu şiirden anlarız’’

Şiir okumakla insan olmak arasında birebir alaka vardır. Çünkü biz insan olduğumuzu bilhassa şiir okuyarak anlarız. Kur’an okuyarak, hadisten haberdar olarak kul olduğumuzu anlarız. Ama Allah’ın kulu sadece insanlar değildir. Ama bunu şiirden anlarız. Neden? Çünkü Şiir Okuma Klavuzu’nda benim söylediğim gibi, hayvanlar homurtu, hırıltı, cıyaklama gibi kendine mahsus sesler çıkarıyor. Hayvan için bu sesler neyse, insan için de şiir odur. Yani bu sadece o şiiri kaleme alan için geçerli değildir; o şiirle irtibatını ileri seviyeye götürmüş olan için de böyledir. Şiir, lisanın asli fonksiyonunu ortaya çıkardığı kadar şiirdir.

‘‘Ezra Pound şiirde bir düğüm noktasıdır’’

Modern yirminci yüzyıl şiirinde şiiri düşüncelerinden uzak tutma zorunluluğunu bize öğreten Ezra Pound’tur. Çünkü Ezra Pound Roma radyosundan Mussolini lehine, faşizm lehine konuşmalar yapmış birisidir ve savaş sonunda da vatana ihanetten yargılanmıştır. Ama
insanlar Amerikan şiiri denilince Ezra Pound’u çıkardıkları zaman geriye pek o kadar sağlam bir şey kalmayabiliyor. Yani Ezra Pound bir şekilde, kendinden önce yazılmış şiirin de, kendinden sonra yazılmış olan şiirin de bir düğüm noktası olarak var Amerikan şiirinde.

‘‘Şiirlerimi beğendikleri için değil, şiirlerime diş geçiremedikleri için konuşamıyorlar’’

Benim için söylenen şeyler doğrudan doğruya Türk milletinin mevcudiyeti hakkında insanların kanaatiyle alakalı şeylerdir. Şiirlerimi beni beğendikleri için değil, diş geçiremedikleri için konuşamıyorlar. ‘‘Erbain’’ tamam ama, bu son yazdıkları deyip duruyorlar değil mi? Benim hem ‘‘Cinayetler’’ hem ‘‘Celladıma Gülümserken’’ kitaplarım Allah bana hidayet nasip ettikten sonra yayınlanmış kitaplardır. Benim dört cilt kitabım var, bunlardan ikisi önceki dönemime ait. Zaten Erbain’daki şiirler görüş değiştirmemle alakalı bir şeyler değildir. Bu tamamen bu lafları söyleyen insanların bu milletle olan münasebeti ile alakalı bir şeydir.

‘‘Cesur ve onurlu bilekler’’

Benim bir şiirimde ‘‘cesur ve onurlu bilekler’’ diyor. Halbuki suskun ve kederli ‘‘Mataramda Tuzlu Su’’ şiiri. Ben bir cesaret gösterisi ya da tok sözlü olmak derdinde değilim. Bundan on iki sene önce birisi otobüste beni tanıyıp cebinden bir çakı çıkardı. ‘‘Bunu size hediye etmek istiyorum, çünkü sizin sözleriniz çakı gibi.’’ dedi.

‘‘Ben hain ve nankör olmaktan kurtulmaya çalışıyorum’’

Benim yaptıklarım farz-ı kifayedir. Benim yaptıklarımı aslında herkesin yapması lazım. Ama ortada bir cenaze var ve kimse namazını kılmıyor. Ben hain ve nankör olmaktan kurtulmaya çalışıyorum. Bu topraklar bana ne kazandırdıysa en azından bir kısmını bu topraklara iade etmek istiyorum. Yoksa ben dünyada dönen dolapların gayet farkındayım ve istifade etmesini herkesten iyi bilirim. Ama bunlar beni ben olmaktan çıkaracak şeylerdir. Öldükten sonra hesaba çekileceğiz, tamam. Bir de öldükten sonra anamızla da babamızla da karşılaşacağız değil mi? Yani insan Allah’a vereceği hesabı düşünmüyorsa bile, anasının babasının yüzüne nasıl bakacak düşünüyor mu acaba?

‘‘Biz dünyaya cennete gitmek için geldik’’

Müslüman harf derece arasındadır. Allah’tan korkmak ve Allah’tan ümit etmek Müslüman olmanın esas durumudur. Yani biz hesap gününe kadar yaptığımızın neye değdiğini bilemeyeceğiz. Ama gayretimiz o olacak. Yani bunun dışında bir şey elimizden gelmez. Benim hiçbir özel durumum yok. Soyadım ‘‘Özel’’ ama herkes benim durumumdadır. Biz dünyaya cennete gitmek için geldik. Ama birçok insan dünyadaki hale uyup, dünyayı benimseyip, dünyayı cenneti haline getirip cehennemi boyluyor. Dünya aşağı bir yerdir, biz dünyaya yükselmek için geliriz. Sonra akla erdiğimiz zaman günah ve sevap başlar. Ondan sonra biz artık gerçekten yukarı doğru mu gidiyoruz, aşağı doğru mu gidiyoruz hissini, korkusunu, endişesini duyarak yaşarız. Başka türlüsü olmaz. Haham yamağına sormuş, demiş ki: ‘‘Yakup kardeşleri Yusuf’u sattıkları zaman niçin ağladı?’’ O da: ‘‘Ucuza gitti diye ağlamıştır.’’ demiş. Yani bütün mesele bu. Yakup neden ağladı?

‘‘Millet olarak varlığımızı şiire borçluyuz’’

Biz millet olarak varlığımızı sadece şiire borçluyuz. Yunus Emre olmasaydı Türkçe abuk sabuk bir şey olurdu ve Tanzimatla beraber Yunus Emre’nin başlattığı hareketin sonunu gördük. Önce Tanzimat edebiyatı içinde bir bocalama yaşandı. İstiklal Harbi sonrasında da
gene şiir elimizden tuttu ve biz Orhan Veli’yle beraber halkın nabzını tutmaya gayret eden bir şiire, Nazım Hikmet’le beraber halkın bir davaya sahip çıkması gerektiği fikrine aşina olduk ve ben diyorum ki, Metin Eloğlu modern Türk şiirinin zirvesidir çünkü o halkın zevki ve halkın davası meselesi şiiri de nebzetmiştir. Ondan sonra neler oldu bakmak lazım. Bugün Türk şiiri nerededir, kim Türk şiirinin, Türk milletinin nefes almasına, gücünü toparlamasına tahsis etmiştir onu anlamamız lazım.

Editör: TE Bilişim