Piri Reis, Neden İdam Edildi?

New York'ta tarih bölümünde yüksek lisans yapan Elif, tez konusu olarak Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyesini seçtiğinde kendini yüzyıllardır süregelen bir hazine avının ortasında bulacağından habersizdir. Öyle ki tezi üzerinde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra kendini başta tesadüf zannettiği bir takım esrarengiz olayların içinde bulur...

Elif, Piri Reis'in donanmasına erkek kılığında girmeyi başaran gencecik Afife ile ilgili bilgilerin peşinde, geçmişten gelen gizli bir görevin bekçisi olduğunu öğrendiğinde ise işler iyiden iyiye sarpa saracaktır. Mevâ A. Önyurt, Batık'ta, bir sırrın peşinde İstanbul sokaklarından Hint Okyanusu'na kadar uzanan gizemli serüvende okurlarına soluk soluğa yol aldırıyor... Mevâ A. Önyurt ile bu yeni kitabı hakkında söyleştik. Konumu itibarıyla, tarihi roman kavramı üzerine de fikirlerini aldık...

Sizi bu hikâyenin peşinden sürükleyen neydi, anlatır mısınız?Roman kahramanı ile sizin serüveniniz sanki kesişiyor gibi,ne dersiniz?

Oldum olası eski kitapları ve haritaları incelemeyi severdim. Bir gün New York’da bir üniversite kütüphanesinde gemi batıklarını inceleyen bir kitabı karıştırıyordum. Bir anda Elif ve Afife’nin hikayesi zihnimde canlanmaya başlamıştı. İlk aklıma gelenleri o gün kütüphaneden çıkmadan bilgisayarıma hızıca yazmaya koyuldum. Sanırım bu açıdan haklısınız. Elif’in de bu maceraya başlaması bir kütüphanede araştırma yaparken başlıyor. Başlangıç noktalarımız kesişiyor. Elif gibi bende Piri Reis hakkında yaptığım araştırmalar boyunca çok şaşırtıcı ve insanın kafasını kurcalayan değişik gerçeklerle karşılaştım. Bu açıdan onun geçirdiği süreci bir bakıma paylaştım. Ama tabiî ki Elif hayali bir kahraman.

Kitabınız için tarihi roman türünün bir örneği diyebilir miyiz?

Bu soruya evet demeden önce şunu söylemem gerekir ki bu kitap Piri Reis’in ne de başka birinin biyografisi değil. Eğer geçmişte herhangi bir zaman diliminde geçen, o günün şartlarını ve insanlarını betimleyip, tarihi olaylarını mihenk taşları olarak kullanan macera türündeki romanlara tarihi roman deniyorsa, evet o zaman Batık bir tarihi roman.

Romanı yazma süreci nasıl çalıştı? Örneğin karakterleri nasıl içselleştirdiniz mesela?

Bilmem başka yazarlar ilk romanlarına nasıl başlarlar fakat Batık önce kısa hikaye olarak başladı. Bu kitabı yazmadan önce birçok şiir ve hikâye yazmıştım. Hatta İngilizce birkaç şiirim Amerika’da Edebiyat jurnallerinden birinde yayınlanmıştı. Roman yazabilecek kadar sabırlı olabileceğim aklıma gelmezdi. Araştırma yaptıkça ortaya çıkan macera beni de sürükledi. Sevdiğim, sürükleyici bir romanı okurken yaşadığım heyecanı duymaya başlamıştım. Karakterler oluştukça değişik dünyalara dalıyordum. Elimden bırakamadığım bir romanı okur gibi yazdım Batık’ı.

Özellikle Piri Reis döneminden bahsediyorum, anlatının gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi ne kadardır?

Evet. Piri Reis ve Kitab-ı Bahriye’si romanımın belkemiği. Doğruyu söylemek gerekirse kitap yayınlanana dek ne kadarı gerçek ne kadarı hayali bunu hiç hesaplamamıştım. Bir örnek vermem gerekirse mesela Piri Reis’in Hint Denizlerine kaptan olarak o tarihlerde yollanmış olduğu bir gerçek. Bu sıralarda Kitab-ı Bahriye’yi Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu da bir gerçek. Fakat onun Divitkar Ziya adında bir katibi yahut Hamza adında bir yeğeni olup olmadığı bir muamma. Tabut-u sekine veya Kutsal Sandık halen bazı fanatikler tarafından aranıyor bu da bir gerçek. Buna benzer daha çok örnek verebilirim. Özellikle Osmanlı Donanması, Rodos adası, Aden ve romanda adı geçen diğer mekanlar ile ilgili derinlemesine araştırma yaptım. Bu ortamları gerçeğe uygun bir şekilde tasvir ettim. Bir süre Osmanlı kavuklarını ve sarıklarını bile detaylı bir şekilde öğrenmeye çalıştım. Bunlar leventlerin rütbelerini gösteren nişaneler. O zamanı anlayabilmek, karakterler arasındaki ilişkileri netleştirmek için bunları araştırdım.

Nasıl bir kişiliği var Piri Reis’in?

Piri Reis’in özel hayatıyla ilgili çok fazla metne rastlamadım. Fakat onu anlamak için Kitab-ı Bahriye’sini okumak yeterliydi benim için. Bilim ve ilme verdiği önemi, alıntı yaptığında muhakkak kimden aldığını söylemesi gibi bir incelikten anlamıştım. Bir de kitabının her kısmında duayı vurguluyor. Bu da onun inançlı biri olduğunu gösteriyordu. Tüm bunları bir araya getirince tam da Afife’nin ihtiyacı olan bir yol gösterici çıktı ortaya.

Piri Reis niçin idam edilmiş?

Piri Reis 80 yaşında sefere çıkan bir amiral. Kanuni Sultan Süleyman devri boyunca aktif bir şekilde Portekizlilerle savaşıyor. Son seferi Hürmüz’den dönerken maalesef Süveyş’te donanmaları bırakmak zorunda almış. Ganimetlerle dolu iki gemi eşliğinde Kahire’ye gelince buradaki Kubat Paşa onu Osmanlı Hanedanına şikâyet edince, donanmayı zarara uğratıp Hürmüzlüleri yağmalamak suçundan 84 yaşında idam ediliyor. Burada anlaşılamayan bir gizem var. Neden bu yaştaki bir ilim adamının idam hükmünü bu kadar çabuk imzalayıp onu idam ediyorlar. Piri Reis neden ganimet hırsı için bu yaşta kendini tehlikeye atsın ki? Akla gelen birçok cevaptan biri de, işin içinde başkalarının parmağı olması. Hanedana kötü raporlar yazan Nasuh Bey gibi birileri. Yahut Tapınak Şövalyeleri.

Kitab-ı Bahriyesi gerek dönemi için gerekse bugün için ne ifade ediyor?

Bildiğim kadarıyla Kitab-ı Bahriye Akdeniz, Ege, Kızıldeniz ve Hint Okyanus’unda yolculuk yapacak her denizci için günümüzde bile büyük bir kılavuz. Rüzgarların yönlerini, mevsimsel değişimleri, denizlerin özelliklerini ,kıyıları, sığlıkları, taşlıkları bir bir büyük bir itinayla not etmiş Piri Reis. Bu şu anki teknolojiyle bile yapılması güç bir şey. Düşünün bir kez amcası Kemal Reis’in yanında çocukluğundan ölene dek bu sularda iz sürmüş.

Romanın odağında kayıp sandığın serüveni var. Peki, sizi bu hikâyenin peşinden sürükleyen neydi, anlatır mısınız?

Romanda da bahsettiğim gibi kayıp sandık nam-ı diğer Tabut-u Sekine Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler için kutsal kabul ediliyor. Bu sandıkla ilgili birçok rivayet var. Sandığın içinde Hz. Musa’ya indirilen On Emrin yazılı olduğu levhaların olduğuna inanılıyor. Tevrat’ta sandığı iki meleğin (cherubim) koruduğuna ve kutsal güçlerinin olduğu bildiriliyor. İslamiyet’te ise bu sandığın ahir zamanda gelecek Mehdi (A.S)’ın hükümranlığının bir nişanesi olacağı ve Müslümanlara huzur vereceği rivayet ediliyor. Tapınak Şövalyeleri 12. yüzyılda Kudüs’de Süleyman Tapınağında bu sandığı bulmak için kazı yapmışlar. Daha sonra bu görevi masonlar devam ettirmiş olduğu bile ileri sürülüyor. Sandığı bulanın Allah (c.c) ile iletişim kurabileceği inancını taşıyanlarda var. Uzun lafın kısası sandığın İslam’ın Halifesi Sultan Süleyman tarafından izinin sürülmesi de mantıksız olmuyor. Hele ki Piri Reis gibi haritalarını Süleyman Peygamber yardımıyla çizdiğini idea eden bir kartografın liderliğinde.

Peki bu süreçte öteki tarih olarak da görebileceğimiz gizli yapılanmalara romana hareket katmak için mi yer verdiniz?

Aslında bu gizli yapılanmalar Tabut-u Sekine’nin yüzyıllardır zaten izini süren gruplar. Genellemelere gitmek sakıncalı ama bu öğeleri romana heyecan katmak için kullanmadım. Tapınakçılar ve sahte şeyhler kendiliğinden yerlerini buldular romanın izini sürdüğü sırrın peşinde.

Romanda anlatıldığı kadarıyla, Osmanlı denizlerde oldukça etkili görünüyor. Bu denli bir deniz gücü mü var Osmanlının? Bu güç keşifler çağında ve tabii sömürgecilik dönemlerinde neler yapıyor?

Aslına bakarsanız Osmanlı Devletinin denizlerdeki varlığını daha iyi anlayabileceğimiz çok faydalı kitaplar var. Değerli hocamız Prof. Dr. İdris Bostan’ın kitapları benim için büyük birer kaynak oldu. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde denizlerdeki güç oldukça artıyor. O zaman neden Amerika’nın keşfi, yahut Afrika ’nın sömürgeleştirilmesinde Osmanlı yok diye sorabilirsiniz. Lakin anladığım o ki siyasi bazı yapılanmalar ve Osmanlı’nın fetih anlayışı bunun önünü kesiyor. Osmanlı İslamiyet’i yaymak için ordusunu harekete geçiriyor. Lakin Avrupalı krallıklar zenginlikleri elde etmek için sömürme politikasıyla yeni keşiflerin önünü açıyor. Bunun açıklamasını tarihçiler çok daha iyi yapabilir. Osmanlı isteseydi Avrupa’dan önce Amerika’yı keşfederdi. 16. yüzyılda denizlerdeki yaptırımı inkar edilemeyecek bir gerçek.

Onca erkek içine ancak kılık değiştirerek katılabilen Afife karakterini oluşturma gerekçeniz nedir?

Öncelikle okuru bambaşka bir dünyaya sokarken en az onlar kadar çoğu şeyden bihaber bir karakter seçmem gerektiğine inanıyordum. Böylece ana kahramanla okur da beraber bu dünyayı keşfedecekti. Afife donanma diline, erkek dünyasına yabancı. Bu hem tehlikeli hem de heyecan verici bir gerçek. Afife erkek kılığında cesur bir levent olup çıkıyor. Hayalleri olan bir kız. Bu karakterin peşinden gitmek bana keyif verdi.

Osmanlı dönemini dile alırken kavramlar, özel isimler ve durumlar dışında günümüz okurunun rahatlıkla yakalayabileceği bir söz dizimi, biçem kullanmışsınız. Bu romanı değerlendirirken karşılaştığınız yazınsal sorunlardan bahseder misiniz?

Açıkçası yazarken nasıl yazdığınızı hiç düşünmüyorsunuz. Sağ olsun editörüm Çiğdem Su bu konuda bana çok yardımcı oldu. Osmanlıda 16. yüzyılda yaşayan bir insanı yansıtmaya çalışırken o zamanın adetleri kadar eski kelimelere de yer verdim. Bu kısımda zorlanmadım değil. Bol bol sözlük karıştırdım.

İki zamanda yani dünde ve bugünde akan bir anlatımı var romanınızın. Dil tutumunuz nasıl oldu?Bunu açıklar mısınız?

Romanın geçmişte geçen kısımları üzerinde daha çok çalışmam gerekti. Özellikle Kitab-ı Bahriye’deki dil beni etkilemişti. Sanırım bazı şiirsel öğeleri buradan etkilenerek yazdım. Bir de denizcilikle ilgili değişik terminolojileri mümkün olduğunca gerçeğe uygun kullanmaya çalıştım.

Romanınıza yazdığınız önsözün sonunda “Romanda adı geçen bazı şahıs ve olaylar hayal ürünü olmakla birlikte,kimi tarihi olaylar ve karakterler gerçektir” diyorsunuz.Bir dönem çok sık tartışıldı edebiyat çevrelerimizde tarihi roman konusu. Kimileri tarihi roman yazımında illaki gerçeklerin gözardı edilmemesini savunurken, kimileri de kurgunun hüküm sürebileceği bir alan olarak yorumladı. Siz konuya nasıl bakmıştınız/bakmaktasınız?

Açıkçası bunu yazarken hiç düşünmemiştim. Son zamanlarda öyle güzel yayınlar var ki Osmanlı Tarihi’yle ilgili gerek gündelik hayata dair, sosyolojik, bilimsel, iktisadi alanlara ait, bunları okuyup da etkilenmemek mümkün değil. Evet, ben bir tarihçi değilim. Oldum olası tarihleri ezberleyememişimdir. Fakat bu tarihimizin en önemli dönemlerinden birini araştırıp gerçekleri hayal gücümle harmanlayıp bir hikâye yazmama engel olmamalı diye düşünüyorum. Nasıl bilim-kurgu romanları bilimsel gerçekleri kullanarak bizi hayal gücünün ürünü bir serüvene çıkarıyorsa, tarihi romanlarda tarihi gerçekleri bilinenleri kullanarak böyle yapıyor.

Son dönemde, tarihi romanlarda, geçmişle şimdiki zaman bir koşutluk içinde anlatılır oldu. Buna nasıl bakıyorsunuz?

Tarih tekerrürden ibarettir. Zaman, mekan değişir, dil değişir lakin aşk hep aşktır, mevki hırsı hep vardır, mücadele ve rekabet bitmez. Bu yüzden bir romancının günümüzle geçmişi paralel anlatması kadar doğal bir şey yoktur bence.

Gizemini yitiren tarihe giz katma çabası mı tarihi roman ya da tarihi kurgular?

Benim için tarih her zaman gizemini korur. Söylenmeyen, anlatılmayan o kadar çok hikaye, karakter var ki, tarihi kronikler ve tarih kitapları bunları anlatmaya yetişemez. Bu bir merak meselesi.

Merak ediyorum: İlk romanınız geçmişe ait, geçmişin mekan ve kahraman olduğu bir roman yazdınız; var mıdır ileriye dönük projelerinizde, şu zamanda geçecek olan bir hikaye?

Neden olmasın!

Editör: TE Bilişim