Kim bu Somali korsanları?

Somali halkının yüzde 70'i korsanları destekliyor. Çünkü onlar, ulusal suları ve haklarını koruyor. Oysa manzara tersini gösteriyor. Gemileri kaçırıyor, fidye istiyorlar. Üstelik El Kaide ile bağlantılı teröristler olarak gösteriliyorlar. İzmirli Aysun kaptan da şu anda onların elinde, rehin. Peki Somalili korsanların eylemlerinin arkasında yatan gerçekler neler?

Dünya kamuoyu onları korsanlar olarak adlandırıyor. Bu kelime hatıralarımızda romantik çağrışımlar yaptırıyor. Barbaros Hayrettin Paşa (Hızır Reis), Vikingler, Define Adası, Karayip Korsanları ilk akla gelen isimler.

Korsanlar demokrasinin olmadığı bir zamanda demokrasiyi yaşarlardı. Kaptan tayfalarca seçilirdi. Görevi sürekli eylem, sürekli saldırı yapmaktı. Kaptanlık yan gelip yatma yeri değildi, kaptan saldırma ve ganimet elde etme yollarını bulmalıydı. Yardımcısı yine mürettebat tarafından seçilirdi. Onun görevi ganimeti hakça bölüştürmek, kuralların işleyişini sağlamaktı. Geminin mürettebatı için ganimet çok önemliydi. Çünkü başka bir amaçları ve geçim kaynakları yoktu.

Özellikle son yıllarda Aden Körfezi’nde yaşananlar korsanlığı yeniden güncelleştirdi. Bizi de yakından ilgilendiriyor Somalili korsanlar, gemileri kaçırıyor, soyuyor ve fidye istiyor. Başlangıçta uluslararası balıkçı filolarını, sonra şilepleri ve şimdilerde petrol tankerlerini bile hedef alıyorlar.

Ağır silahlarla donatılmış sürat motorlarıyla Somali’nin Puntland bölgesinden bu insanlar, Aden körfezinde fırtına estiriyorlar. Bunlara karşı mücadele edebilmek için çeşitli ordulardan birlikler geliyor...

Haydut mu, isyankârlar mı, dinci teröristler mi, kim bunlar?

Saldırılar geçen haziran ortasında 240’a ulaştı. Oysa geçen yıl bu rakam 114’tü. Somali’nin bağımsız internet haber sitesi Wardher News’in anketine göre, halkın yüzde 70’i korsanları destekliyor ve haklı buluyor. Çünkü onlar ulusal suları ve haklarını koruyor, sahip çıkıyorlar.

Oysa, genel manzaraya bakılınca tersi bir durum söz konusu. Küreselleşmenin nimetlerinden sayılan; mal transferine, serbest ticarete karşı çıkan, gemileri kaçırıp, gemi personelini alıkoyan, fidye koparan üstelik El Kaide ilintili teröristler olarak takdim ediliyorlar...

Peki, onlarca gemi mürettabatını günlerce alıkoyan korsanların bu eylemlerine yol açan ne?

Somali, 1991 yılından beri iç savaşı yaşıyor. Muhammed Siad Barre “İslamcı terörist” olduğu için devlet başkanlığından uluslararası operasyonla indirildi. Yerine geçici bir yönetim kuruldu. Yeni yönetim kamu ve sosyal düzeni yerleştirmeyi başaramadı. Ülke 7 eyalete bölündü.

Üstelik Müslüman gruplar arasındaki iç savaş, aileler arası savaş, sanayi ve tarımın olmaması, yerle bir olmuş balıkçılık sektörü, yeraltı ve yerüstü kaynakların Batılı ülkelerce talan edilmesi, kadın başına düşen 6.2’lik çocuk sayısı, Batı’nın atık maddelerinin sürekli buraya getirilmesiyle sorunlar büyüdü.

Özellikle ülkenin kuzeyi olumsuzluklardan daha da çok etkilendi. On binlerce insan balıkçılıkla yaşamını sürdürmeye çalışırken dünyanın dört bir yanından gelen büyük balıkçı filoları bu kıyıları talan etti. Öyle ki İran bandıralı bir balıkçı gemisi bile burada avlanıyordu. (Daha sonra korsanlarca kaçırıldı.)

Somali’deki Mangrove ormanları Batılı şirketlerin mobilya ve ağaç gereksinimi için yıllardır talan ediliyor. 2004 yılındaki Tsunami, çevreye yeni bir darbe vurdu. 300 kişi yaşamını yitirirken 18 bini aşkın ev tamamıyla yok oldu. Toprakları ve yeraltı suları tuzlandı. Ülke nüfusunun yüzde 65’i temiz sudan yoksun. Suların tekrar içelebilmesi için onlarca yıla ve yağmurlara gereksinim var. Biyolojik çeşitlilik ve denge bozuldu. Kıyılara bırakılan zehirli atık maddeler kirliliğe yol açtı.

Açalım konuyu. Nükleer santrallardan çıkan uranyum milyonlarca yıl yok olmuyor. Hiçbir teknik ve yöntem bunun canlılara ve doğaya zararını engelleyemiyor. Üstelik bu atıkların büyük kısmının nerelerde saklanıldığı ve taşındığı bile bilinemiyor, yöneticiler tarafından sır olarak saklanıyor.

Nükleer atıkların depolanması alanında Lugano’dan ODM, dünyaca ünlü bir firma. İnternet oylamasında bile “en güvenilir şirket” unvanını taşıyor. Şirketin sahibi Giorgio Comerio, kuzeydoğu Somali’de yaşayan eski devlet başkanı Ali Mahdi’ye milyon dolarlık öneri yapar. Amaç nükleer atıkları orada depolamaktır. 

Mafya dayanışması 

Bu olayı araştırmak ister İtalyan televizyon proğramcısı Illaria Alpi ve Miran Hrovatin. Bu amaçla topladıkları bilgiler onları Somali’de gizli bir nükleer atık çöplüğü olduğu bilgisine ulaştırır. Somali’nin Mogadişu kentinde nükleer mezarlık deposunda çalışan iki görevliyle röportaj yapmak için buluşmalarına 2 saat kala caddede infaz edilirler.

Kirli ilişkiler ağını ortaya çıkartmak isteyenler yılmazlar. Bu tepkiler ve ayyuka çıkan söylentiler sonucunda 8 Ekim 2007’de Potenza eyaleti Başsavcısı (Güney İtalya) “radyoaktif atıkların mafyaya satıldığı ve atık uranyumun illegal olarak pazarlandığı” gerekçesiyle dava açar. Davanın sanıkları devlet kurumu olan Teknoloji, Enerji ve Çevre alanında Ulusal Araştırma ve Gelişim Bürosu’nun (ENEA) 7 yöneticisidir.

Yöneticiler hakkında, diğer Avrupa ülkelerinden radyoaktif atıkları da ithal ettikleri, Güney İtalya’da depoladıkları ve bunlardan kurtulmak için mafyaya sattıkları ve mafyanın da bunları İtalya dışında bertaraf ettiği iddia edilir. Ayrıca bu atıkların İslami teröristlerin eline geçme olasılığı olduğu öne sürülür.

Konuyla ilgili olarak parlamento araştırma komisyonu kurulur. Kirli ilişkiler yumağı ortalığa saçılır.

Ülkenin ileri gelen mafya lideri ve Gladyoyla ilintisi daha önceden açığa çıkartılmış olan Francesco Fonti komisyona verdiği ifadede şunları itiraf eder: “ENEA müdürü Tommaso Candelieri ile atom santralı atıklarının bertaraf edilmesi konusunda pazarlık yaptım. Bu iş için bana bizzat 400 bin Avro peşin ödeme yaptı. İsviçre, İspanya, Almanya ve Fransa’nın nükleer atıklarını Somali açıklarında bir gemiyi batırarak sulara gömdük.”

İtalyan Parlamentosu Araştırma Komisyonu Başkanı Massimo Scalia konuyla ilgili olarak İnter Press Ajansı’na verdiği demeçte şöyle der: “İtalya atom atıklarının ticaretinden yılda 7 milyar dolar kazanmaktadır. Ton başına 250 dolar alınırken, Afrika ülkelerine tonu 2.5 dolardan ihraç edilmektedir. Sadece 2001 yılında 600 bin ton nükleer atık Afrika’da batırılmıştır. Sadece Somali değil, Zaire, Malawi, Eritre, Cezayir, Mozambik de bu ülkeler arasındadır.”

26 Aralık 2004’teki Tsunami felaketini inceleyen Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) raporu, 21-25 Temmuz 2005 yılında Nairobi’de yapılan, yüzü aşkın ülke çevre bakanının katıldığı 23. oturumunda açıklanır.

Rapor dehşet vericidir: “Tsunami sonucunda Somali’nin kıyıları harap olmakla kalmamış, özellikle nükleer atıklar kıyılara saçılmıştır. Tsunamiden etkilenen bölgelerdeki birçok insan alışagelmedik sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Solunum yolu hastalıkları, mide kanamaları, deri dökülmeleri ve hastalıkları ve ani ölümler ortaya çıkmıştır.”

Komisyonun açıkladığı raporun 134. sayfası, gelişmiş ülkelerin Afrika’yı nasıl çöplükleri olarak kullandıklarının da belgesidir aynı zamanda: “Somali, birçok azgelişmiş ülkelerden biri olup, 80’li yılların başından beri sayısız atom santralları artıkları ve diğer zararlı atıklarla dolu gemiler boşaltma yapmış ve batırılmıştır. Bu atık maddeler arasında uranyum, cadmium, kurşun, işlenmiş gümüş bulunmaktadır.”

Somali konusunda yaşananlar, sayfamızın sınırları içinde böyle...

Benzer durumu bizler de yaşamadık mı?

Büro arkadaşım Ozan Yayman’ın yazdığı Aliağa’da asbestli, Hollanda bayraklı Otapan gemisini ve dönemin yetkililerinin açıklamalarını hatırlıyorum. Karadeniz sahillerine vuran “kimliği belirsiz” varilleri, Gebze ve İstanbul’da toprağa gömülen zehirli varilleri de... “Biz bin ton biliyorduk, meğerse 40 bin ton asbest yüklüymüş” diyen çevre bakanını da...

Somali Nereee, Türkiye Nereee?..

Kaderimiz mi olmalı emperyalizmin politikalarına boyun eğmek?

Editör: TE Bilişim