Karadeniz’de bir prenses AMASRA 

Sonsuz yeşillik ve ormanlar, insanın içini ürperten kayalıklar, Karadeniz’in hırçınlığına savaş açmış durgun mavi suları ve taze deniz ürünleriyle doğallığını her daim koruyan bir balıkçı kasabası... Amasra adını, evlenip mutlu olamayınca bölgeye yerleşen Pers Prensesi Amastris'ten almış. 

Dün ve bugün aynı zeminde...

Yürüyerek keşfetmelisiniz Amasra'yı... Kalenin içindeki daracık sokaklar, rengarenk ahşap evler ve bu tarihe tanıklık etmiş ulu ağaçlar, usul usul yolunuza çıkacak. Deniz kıyısına indiğinizde, büyüklü küçüklü tekneler, balıkçılar, denize giren insanlarla karşılaşacaksınız. Sonra tüm görüntüleri toplayıp önünüzdeki tabloya baktığınızda, Amasra'nın, dün ile bugünü aynı zeminde yaşatan bir coğrafya olduğunu çok daha iyi anlayacakınız.

Bartın'dan sonra giderek artan orman, göz kamaştırıcı bir tepede "Bakacak'ta" Karadeniz'in sularıyla buluşuyor. Tepeden aşağıya süzüldüğünüzde neredeyse tamamı tarihi bir kalenin kalıntılarının üzerine kurulmuş bir kent bekliyor sizi.

Uzaktan Karadeniz'e bir üzüm salkımı gibi uzanmış yarımadanın, masmavi denizin ve muhteşem doğanın güzelliği, şehrin içine girdiğinizdeyse bir tarih kucaklıyor sizi. Pırıltılı kumsalları, gizli kalmış mağaraları, tarihin izlerini doyasıya görebileceğiniz kent merkezi ve misafirperver insanlarıyla Karadeniz kıyısında bir balıkçı kasabası bu; doğal, bakir ve sakin… 

Adını bir kraliçeden, evlenip mutlu olamayınca Amasra'ya yerleşerek burayı yönetmeye başlayan Pers Prensesi Amastris'ten alan bir balıkçı kasabasındayız… 

Güneşin, ibadet eder gibi battığı Küçük Liman'a doğru yürümelisiniz Amasra'da... Çarşının içinden devam edip Cenevizlilerin Roma'dan, Bizans'tan kalma kitabelerle, süsleme mermerle yeniden yapıp üzerine kendi armalarını astıkları kemerli kapılardan geçerken bastığınız yere dikkat edin.

Bir kemer kolonunun dibindeki Roma dönemine ait mermerin üzerinde 'Ceasar' yazıyor olabilir. Ne ahşap Karadeniz evlerinin yerine sonradan yapılan zevksizlik anıtı evler ve yapılar, ne de Boztepe'yi anakaraya bağlayan Kemere Köprüsü'ne sonradan yapılan duvarlardaki ilaveler yüzyıllar öncesinde Cenevizlilerle birlikte yaşadığı duyguyu silemez burada.

M.Ö 3. yüzyıla kadar Sesamos adıyla anılan Amasra'yı ilk olarak Hititler ya da onlara çağdaş Gasgaslar İÖ 12. yüzyıl sıralarında kurmuş. Bu yüzyılın sonlarındaysa İyonlar, İyon Siteler Birliği'ne bağlı bir kolonu oluşturmuş. M.Ö. 4. yüzyılda Pers İmparatorluğu sınırlarına katılmış Amasra ve daha sonra Roma İmparatorluğu'na bağlı ve özerk bir şehir devleti kurulmuş bu topraklarda; kurucusu Pers Prensesi Amastris olan.

İşte burada kraliçelik yapan Amastris'ten almış adını Amasra. Şehir, Kraliçe Amastris zamanında gelişerek zenginleşmiş. M.Ö. 286'da ölen Amastris'ten sonra Pontusların ve M.Ö. 70'te Romalıların hakimiyetine giren kent, 395'te Roma İmparatorluğu'nun parçalanışıyla Doğu Roma sınırları içine dahil edilerek 1200'lerde kiliseleri ve kaleleriyle ün salmış dünyaya.

1460'ta ise Fatih Sultan Mehmet'in fethi ile Osmanlı topraklarına katılmış. Böylece Osmanlı'nın Karadeniz'deki ilk mekteb-i bahriye'si de burada kurulmuştur. Günümüzde Amasra Müzesi olarak hizmet veren bu bina, antik dönemden Osmanlı dönemine dek pek çok kalıntıyı çatısı altında barındırıyor.

BALIĞIN LEZZETİ, SALATANIN SIRRI

Her ne kadar midenize düşkün olmasanız da Amasra denilince akla ilk olarak balık ve salata geldiğini bilmelisiniz. Zira yüzyıllardır denizci halkların yaşadığı bu topraklar, bu deniz, hala denizcilere ev sahipliği yapıyor.

Sabahtan akşama dek ağlarını tamir eden, oltalarına yem hazırlayan balıkçıların, teknelerinden adeta dökülen taze balıkların tadına, iskele çevresindeki lokantalarda bakın. Ve balığınızı söylerken salata söylemeyi sakın unutmayın.

Çünkü Amasra'ya özgü olan ve sırrını sadece yapanların bildiği salatalar, balık şöleninin en önemli tamamlayıcısı. Hemen her restoranda, salataların hazırlandığı ayrı bir oda bulunuyor ve lezzetli yeşillikler, bir sanat eseri titizliğiyle bu özel mekanlarda hazırlanıyor. Kışın malzemesi biraz azalıyor olsa da yazın 25-30 çeşit malzemeyle hazırlanan salatalara, özel yapım zeytinyağı ve sirke apayrı bir tat katıyor. Onlarca tür yeşillik ve sebzeden yapılan salataların bir diğer özelliği de Amasralı ustalarının yaptığı tahta kaselerde sunulması…  

ÇEŞM-İ CİHAN BU MU OLA?

Fatih Sultan Mehmet Amasra'ya ilk geldiğinde güzelliğinden çok etkilenmiş ve yanındakilere "Çeşmi Cihan bu mu ola?" diye sormuş. Derler ki Amasra'ya adını o vermiş...Bakacak'ta durup bakarken 'Çeşmi Cihan' demiş. Yani 'dünyanın gözleri...' 

Amasra ve çevresindeki koyların bir başka özelliği de, Türkiye'deki en iyi tekne ustalarını yetiştiriyor olmaları.Amasra'dan dağlara doğru kıvrılan yollara girdikten 15-20 km sonra, çevredeki koyların en önemlilerinden Tekkeönü ve Kurucaşile'de, Karadeniz’e kafa tutan tekneler yapılıyor yapım ustalığını sergilediği bir vitrin. Bölgenin en büyük tekne kızakları ve dev balıkçı tekneleri buralarda kazığa konulup işleniyor.

Ağaçtan süzülen zarafet

Amasra'ya özgü çok önemli bir zanaat "Çekicilik". Ağaçtan, ahşap kase yapma sanatı olan çekicilik, kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek. Bugün sadece birkaç ustanın sürdürdüğü bu zanaatte, çekici ustası, eline kocaman bir tomruk olarak gelen ağacı işleyerek şık bir kase haline getiriyor ve genellikle armut ağacından yapılan bu kasenin, salataya aromasını armağan ettiği söyleniyor.

Amasra'nın çarşısı, kasabanın en kalabalık ve işlek yeri. Ahşap işçiliğinin değişik örneklerinin bulunduğu çarşıda hangi tezgaha bakacağınızı, ne alacağınızı şaşırıyorsunuz. Binbir zahmetle işlenmiş şimşir, kayın, gürgen, dut, ağaçlarından yapılan rengarenk biblolar, mutfak eşyaları, küçük Karadeniz takaları mutfak malzemeleri evlerinizi süslemek için sizi bekliyor. 

Uğur Çelikkol (Prof. Turist Rehberi)

Editör: TE Bilişim