Gölgenin ağırlığı denize düştü

Deniz edebiyatında kendine has diliyle özel bir yer edinen yazar Sitem Ateş ikinci romanı Gölgenin Ağırlığı ile döndü. Kitap bir denizci beyinin yaşamına odaklanarak 1910’larden günümüze bir Türkiye panaroması çıkarıyor.

Sitem Ateş’in yeni kitabı Gölgenin Ağırlığı, Turkuvaz Kitap etiketiyle yayınlandı. Dünyanın uzak bir coğrafyasında doğan bir kız çocuğuyla, 1910’lu yılların Türkiye’sinde doğan bir erkek çocuğunun kesişen hikayelerini, zorlu ve derinlikli hayat mücadelelerini anlatırken, günümüz dünyasının evrensel sorunlarına da çarpıcı bir bakış sunuyor Sitem Ateş, Gölgenin Ağırlığı’nda. Bir denizci beyi olan Mecit Çetinkaya’nın hayatından esinlenerek kaleme alınan roman sırtını gerçek olaylara yaslıyor ve bunu yaparken geçmiş yüzyılın tarihini önemli dönemleriyle masaya yatırıyor.

Hayatı daha önce de çeşitli hikâyelere konu olmuş, ismi sokaklara verilmiş bir denizci olan Mecit Çetinkaya, Türkiye’de armatörlük mesleğini başlatan duayenlerden biri. Bir mavnaya ilk kez motor takarak motorlu teknelerin gelişimine önayak olan denizci beyi Mecit’in yaşamı, Birçoğumuza denizciliğin gelişimini farklı detaylarla sunarken, yoktan var etmenin büyüleyici gücünü enerji kaynaklarına yükleyerek, bir deniz feneri işleviyle yol gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde lansmanı gerçekleştirilen Gölgenin Ağırlığı romanın yazarı Sitem Ateş açıldığı denizlerin ve tanık olduğu dünyanın kendisini nasıl etkilediğinden ve ilham olduğundan bahsederken, esin kaynaklarıyla birlikte, Mecit Kaptan’ın torunu ve aynı zamanda roman karakteri olan Zeynep Çetinkaya’nın da konuşmasıyla misafirlere duygusal anlar yaşattılar. Çok geniş yelpazede basın mensubunun, yazarların, yapımcı ve reklamcıların, iş dünyasının önemli isimlerinin yer aldığı etkinlikte, güçlü hikayelerle beslenmiş bir kitabın doğumu kutlandı.

Kitaptan:

" Pencere kenarında oturup radyodan müzik dinlediği veya bahçesinde bitkileriyle geçirdiği zamanlar, gözlerinden süzülen gözyaşlarıyla bir dokunulmazlık zırhına büründürürdü onu. Kimse yaklaşamazdı yanına, kimse dokunamazdı acılarına, hiç kimse sızamazdı anılarına... Böyle zamanlarda kendi içine daha kolayca dönen Mecit, yapısal özellikleri yanında üzerinde bir zırh gibi taşıdığı o devrilmez dağlarını, kurşun geçirmez hallerini, yara almaz bütünlüğünü, kar tutmaz sırtını savunmasız bir çocuk gibi, zamanın ve belleğinin yatağına yatırıyor, yaşadığı hiçbir şeyi unutmamaya çalışıyor, anılarının engebeli coğrafyalarında gezinirken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Ağlıyordu... Annesini, babasını, kardeşlerini, evini, yurdunu kaybetmiş bir çocuk gibi, yalnız başına, çaresiz ve savunmasız kalmış bir çocuk gibi ağlıyordu... Kimse dokunmuyordu ona. Kimse dokunamazdı da! Ne zaman, ne anılar, ne gelecek, ne gündüz ne de gece dokunamazdı ona! Yalnız kendisi, gözlerinden çocukluğunun deresi gibi akan gözyaşlarına dokunuyor, yatağını değiştiremediğini anladıkça daha çok ağlıyor, daha çok bileniyor, sonunda kendi yaralarını sağaltan gözyaşlarıyla bir yol olup, her defasında yeni bir güne ve zamana akıyordu... "

Editör: TE Bilişim