“Kalkavanlar denizci doğar”

Kamuoyu tarafından birçok özelliğiyle tanınan İhsan Kalkavan, insanlık adına iyi şeyler yapmak için bütün şirketlerindeki aktifliğini azalttı hatta fanatiği olduğu Beşiktaş spordan bile uzaklaştı. Kopamadığı tek şey ise deniz oldu.   

Şirketlerdeki etkinliğinizi azatlığınızı biliyoruz ve sizi eskisi kadar spor programlarında da göremiyoruz. İhsan Kalkavan neler yapıyor?

Banka ve sigortadaki faaliyetlerinden geri çekildim denilebilir ama denizden kopmam mümkün değil. Şimdi oğlum Yavuz’un yaptıklarını keyifle izliyorum. Çok genç yaştayken ona güvenim vardı. Bütün arkadaşlarıma da çocuklarınıza erken yaşta güvenin ve sorumluluk verin mesajı veriyorum. Yavuz tahmin etiğimin üstünde performans gösterince ben de heves ettiğim diğer programlar için çalışmaya başladım. Bana ait olmayan şirketlerin yönetim kurumlarında yöneticilik yapıyorum. Kendi şirketlerimde de baş danışmanlık gibi bir şey yapıyorum. Bazı babalar bu konuda çok korkak oluyorlar. Bu benim başıma da geldi. Kızımın kayınpederi çok büyük bir şirket sahibiydi çocuklarını Amerika’da okuttu ama çocuklarını şirketten uzak tuttu. Ancak kendisinin ani ölümünden sonra, çocukları 50 yıllık firmayı yüklenemediler ve firma yok olup gitti. Türkiye’deki aile şirketlerinin en ciddi sorunları jenerasyon değişikliğinden kaynaklanan çatlaklar. Bilhassa denizcilik şirketlerinde, bir nesil güzel şeyler yapıyor ama sonraki nesil beceremiyor. Kabahatin eski nesilde olduğuna inanıyorum. Türk denizciliğinde son birkaç yüzyıl içerisinde çok iyi firmalar oluştu ancak silinip gittiler. Ama Allaha şükürler olsun Kalkavanlar 200 yılın üzerinde denizcilik sektöründeki pozisyonunu koruyorlar. Dünyanın en eski denizci aile sıralamasına girebilir diye inanıyorum. Gen olayı çok önemli.

Kalkavan ailesinden gelen bir insanın başka meslek yapma şansı az mı demek istiyorsunuz?

Kim ne derse desin farklı alanlarda faaliyet gösteren çok büyük şirketlerin yönetim kurulu başkanlığını da yapıyorum ve denizciliğin dünyanın en zor mesleği olduğunu söyleyebilirim.

Denizcilik de sanat gibidir, doğuştan bu tür kabiliyetlerin olması gerekir. Bazen genetik olması gerekiyor. Ben çok iyi bir denizci aileden geliyorum. Yavuz da öyle. Çok küçük yaşta kendine sandal aldı ve benimle gemilere gelmeye başladı ve denizciliği öğrenmeye başladı. Benim denizci olması için hiçbir terkinim olmadı. Kalkavanların denizcilik dışında bir başka mesleği yapması çok zor. Yavuzdan örnek verebilirim. Bank Asya’nın toplantılarına katılmak istemezdi ama kendisini, tersanede, gemide bulabilirdiniz. Şimdi denizciliği keyifle diğerlerini kerhen yapıyor diyebiliriz. Bize babadan rahat bir geçiş oldu. Babam çok genç yaştaki beş kardeşe de büyük yetkiler verdi. Biri bütün serveti yiyebilecek yetkiye sahipti. Benden de Yavuza, Yavuz’dan da çocuklarına yarın rahat bir geçiş olacaktır.

Oğlunuzun kriz yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yavuz önceki krizin ortasında geldi. Bu krize de çok temkinli girmek istiyordu. Çok büyük kredibilitesi olduğu halde filoyu artırmadı. Yaptığımız gemilerin bir kısmını sattı ve yeni gemiler sipariş etti. Krize yakalandığımızda tersanemizde 10 gemilik bir siparişimiz vardı. Bunun beşini gerçekleştirdik diğer beşini erteledik. Dört capesize gemimiz de Kore’de yapılıyor. Bizim kapasitemizdeki bir firma için çok kötü yakalandı diyemeyiz. Bizim seviyemizde olan bazı arkadaşlar 20-30 siparişle yakalandı. Bu kriz dönemini çok iyi karşıladığını ve iyi yönettiğini söyleyebilirim.

Yılın büyük kısmını yurtdışında geçirmenizin nedeni nedir?

Sadece ailem için değil insanlık adına atabileceğim adımlar benim için çok önemli. İçinde olduğum cemiyet faaliyetlerinin dünyaya olan açılımı doğrultusunda çalışıyorum. Dünyanın her yerinde okul ve üniversitelerimiz var. Birikimlerimizi tüm dünya insanlarının yararına harcamaya çalışıyoruz. Bunların başarılı bir şekilde yürütülmesinden çok büyük keyif alıyorum. Bana itibarın verdiği haz ve keyif, servetin verdiğinden yüz bin kat daha fazladır.
Yurtdışı gezileri ve faaliyetlerden dolayı okuyamadığım yüzlerce kitap birikti ve yine bir dünya turu ayarlayıp bu kitapları okumayı planlıyorum. Yapacağım o kadar çok şey var ki ömrümün bu arzularıma vefa edeceğini sanmıyorum. Daha hızlı koşmam lazım.

İlk seferinizi çok yol almadan kesmiştiniz, yeni bir sefer hazırlığı mı var?

Evet. Birkaç işadamıyla birlikte bir dünya turu planlıyoruz. Turgay Ciner kardeşim büyük bir tekne yaptırdı ve bu yaz teslim alacak. Mubariz Mansimov kardeşimin de böyle bir isteği var. Bir iki sene içinde bunu yapmayı planlıyoruz. Turgay Ciner bu sene ekim kasımda çıkmak istiyor. Daha önce çok fazla tanımadığım hatta bir bardak çay içmediğim bir insanla dünya turuna çıkma talihsizliğinden bulundum ve kaynaklanan sıkıntılardan dolayı Cebelitarık’tan öteye geçemedik. Bu sefer daha keyifli bir tur olacağına inanıyorum. Bu vesileyle ulaşamadığımız eğitim kurumlarımıza ulaşma fırsatımız olacak. Yeni yerlerde eğitim kurumlarının açılması için bir takım faaliyetlerim olacak. Birikmiş kitap ve projelerimin üzerinde düşünme fırsatı da bulacağım.

Mübariz Mansimov’un sahip olduğu Palmali Denizcilik’ten 10 tanker siparişi almıştınız…

Bugün zararına da olsa gemi inşa işlerimiz devam ediyor ve bine yakın işçi ekmek yiyor. Çok şükür, kriz var diye bir işçinin dahi işine son vermedik. Kurmuş olduğumuz bir fon vardı şuan o fonla orayı sübvanse ediyoruz. Gerekirse bir şeyler satıp o arkadaşları orada tutmak istiyoruz. Bu kriz çok uzun sürmezse bir kişiyi dahi işten çıkarmadan bu süreci atlatmış olacağız. Mübariz Bey de bizim bu fedakâr çabamızı gördü ve daha önce gemilerini Rusya Çin tersanelerine yaptırırken, 10 gemilik siparişini bize verdi. Yavuz da çok uğraşıyor. Yunanistan’daki armatör arkadaşlarını tersaneye getirmek için görüşüyor.

Yumurtalık projesine devam edecek misiniz?

Yumurtalık’taki tersaneyi iptal etme gibi bir düşüncemiz yok, sadece erteledik. Çünkü bütün tersaneler faaliyetlerini durdurmuşken, yüzlerce milyon dolara mal olacak tersaneye devam etmek çılgınlık olurdu. Şuanda gemilerimiz işletme maliyetinin altında çalışıyor ve kendi borçlarını dahi ödeyemeyecek durumda. Borçsuz gemilerden birkaç kuruş alarak diğerlerini idare ettirmeye çalışıyoruz. Böyle bir mücadele içindeyken böyle bir yatırıma devam etmek akıl karı değildi. Biraz önümüzü görmeye başladığımızda geç kalmadan faaliyetlerimize devam edeceğiz. Başladığımızda iki sene içinde dünyanın sayılı bakım onarım tersanesi haline getirebilme imkânımız var. Hiç ummadığımız şekilde bu kriz ve bu piyasa birkaç sene daha sürebilir.

Krizden konu açılmışken bir öngörünüz var mı piyasalar için?

Ben krizi daha önce bekliyordum. Böyle bir ortam dünya denizcilik tarihinde görülmemiştir. Bir capesize’ın günlüğü 250 bin dolara çıkmıştı. Bu şartlarda böyle bir gemi kendini iki senede amorte edebiliyordu.  Böyle bir durumdan sonra bir kriz olabileceğini her denizci tahmin edebilirdi. Biz de kriz gelecek diye yatırımları durdurduk. Ancak navlunlar aynı devam ettiğini görünce acaba biz yanılıyor muyuz, geç mi kalıyoruz diye capesize siparişlerimizi verdik ve ardından şansızlık kriz oldu. Aslında bizi yanıltan şey spekülatif bir takım sanal projelerle bu süreç sekiz ay gecikmesi oldu. Biz siparişlerimizi iptal ediyoruz demedik. Çünkü itibar meselesi. Yüzde 10 teminatlarımızı ödemiştik gemilerin kredilerini bulduk. Kredi bulamasak da mevcut birikimlerimizle bu projeleri tamamlayabilecek durumdaydık. İkisinin bağlantılarını dahi yaptık. Diğer iki tanesinin de bir süre ertelenmesini kendileri teklif ettiler.

Hükümetin denize olan tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de çok enterasan şeyler oluyor. Bazı şeyleri liberal ekonomide mantıklı bulabilirim. Ancak gemi inşa sanayi emek yoğun bir sektör. Darboğaza girdiğimde bana yardımcı ol, ben de işçi çıkarmayayım. Benim dayanma gücümü biraz uzat. Benim iş alabilmem için rekabet avantajı kazandıracak maliyet avantajlarımda verginle enerjinle bana biraz destek ol. Ama hükümet bu liberal ekonomidir bu sektöre destek olursam diğerlerine de olmam gerekiyor diyor. Haklı olabilirler ama o zamanda tersaneler boşalıyor.
Yalçın Sabancı, Mehmet Karamehmet, Suay Umut, Kaptanoglulları, bunlar hep iyi niyetle büyük projelere girdi. Denizciler kazandı ama gidip evine koymadılar, hepsi yatırıma dönüştürdü. Zaten bugün armatörlerin en büyük sıkıntısı bu. Beş lira kazandı yüz liralık yatırım yaptı. Adam parasını yemedi içmedi projeye götürdü, öz kaynak yaptı. Adam bu paralarla katlar, yatlar almış olsa sat mallarını dersin ama iyi niyetle büyüme gayreti olan bir sektöre destek olmak lazım. İşler böyle gitseydi Türkiye dünya deniz ticaret filosunda çok ciddi bir konuma gelecekti ama talih yardım etmedi.

“Tersaneye bile el koyabilecektik!”

Bizim sipariş verdiğimiz tersane de ekonomik sıkıntıya girince bizim gemileri yapamıyordu. Biz de bir parça sevindik çünkü sözleşmemiz gereği onlardan tazminat da alabilecektik ama Devlet son anda onlara 200 milyon dolar destek çıktı ve adamlar gemileri inşa etmeye başladı. Eğer bu deteği yapmamış olsa belki tersaneye bile el koyabilecektik. Devlet tersanenin aldığı projeleri bir değer kaydetti ve hesaplayınca kaybının daha fazla olacağını anladı tersaneye destek çıktı. Bizim Bakanlığın da bu konuları hassasiyetle incelemesi lazım. Bazı tersanelerin ve armatörlerin gemileri birkaç milyon dolardan dolayı mahsur kalmış bunların denize indirilmesi lazım. Bir milli servet yatıyor, bunu ülkeye kazandırmak lazım. Eskiden görev zararı diye bir fon vardı. Armatör bunu alıp üstüne yatabiliyordu şimdi böyle bir beklenti yok. 20 milyon dolarlık bir gemi 2 milyon dolardan dolayı denize inemiyor. Bu denize inerse armatör de tersane de işlevsel kazanır ve gemi de ülkeye döviz getirir. Çünkü bu kriz bitecek deniz taşımacılığının alternatifi yok

Beşiktaş’a zamanım yok

Bir dönem Beşiktaş spor klubünün başkanlığa adaylığını koyan armatör İhsan Kalkavan, artık eskisi kadar Beşiktaş’a zaman ayıramıyor. “Beşiktaş ismini hem armatörlük hem gemi inşada uluslararası marka haline getirdim” diyen Kalkavan, şunları söylüyor: “Hiçbir zaman Beşiktaş’tan kopmadım ve şirketimin ismini de Beşiktaş koydum. 1998’de bir başkanlık teşebbüsüm oldu ondan sonra olmak isteseydim çok daha rahat olurdum ama istemedim.
Çok fazla ilgilenme şansı bulamıyorum. Çünkü son beş senede Türkiye’de ortalama sadece 45 gün kalıyorum hep dışarıdayım. Artık gelişen teknoloji sayesinde masa başında oturmadan da işleri takip edebiliyorsunuz. Dışarıdan bakmak ofisin içinden bakmaktan çok daha avantajlı olduğunu düşünüyorum.”

Editör: TE Bilişim