Bozcaadalılar huzurlu Gökçeadalılar hüzünlü 
 
BOZCAADA’ya ilk kez 1987 yılında gittim.

Küçük, ama sevimli bir adaydı.

Ne Bozcaadalılar turizmi keşfetmişti, ne de turistlerin ilgisi bugünkü kadardı.

Bir iki otel vardı sadece...

Onlar da yazın kalınabilecek cinstendi.

Adanın suyu yoktu, elektrikler de çok sık kesiliyordu.

Askerliğimi Çanakkale’de yapınca, gazeteci dostum Murat Kıray’la birlikte her fırsatta Bozcaada’ya gitmeye başladık.

Bozcaada’da 95’lerden sonra bir şeyler değişmeye başladı.

Bodrum, Antalya dışında alternatif arayanlar Assos’u, sonrasında Bozcaada’yı keşfettiler.

Yeni oteller açılmaya başlandı, eski evler restore edildi.

Özellikle İstanbul’un, büyükşehirlerin o yoğun temposundan kaçanlar adada daha fazla vakit geçirmeye başlayınca küçük, ama sevimli restoranlar, kafeler açılmaya başlandı.

Limanın etrafındaki balıkçılar dekorlarını değiştirdiler, menülerini zenginleştirdiler.

Ege mutfağının o güzel ve zeytinyağlı yemekleri masaları süslemeye başladı.

Bunda gazeteciler Uğur Dündar ve Haluk Şahin’in de büyük rolü oldu.

Haluk Şahin, köşesinde “Bozcaada’ya Batı’dan, yani açık deniz tarafından bakıyorsanız, beyaz yarları, kıvrımlı koyları ve arkasındaki çamlıklarla Ege’nin en güzel adasına geldiğinizi düşünebilirsiniz. Çanakkale Boğazı yönünden bakıyorsanız, üç mevsim yemyeşil bağlarla adeta Provence’dasınız” diye yazdıkça; kalabalıklardan uzaklaşmak isteyenler adanın yolunu tuttular.

REŞİT SOLEY’LE DEĞİŞİM

Adanın bağlarına yıllarca bakan, şarap yapan Yunatçılar, Ataol ve Talay aileleri Reşit Soley’in Tuzburun’daki TEKEL’e ait fabrikayı almasıyla daha da keyiflendi.

Corvus Türkiye’de konuşuldukça diğerleri de markalarına yatırım yaptılar, tesislerini İtalya’dakilere benzer hale getirdiler.

Geçmişte sönük geçen bağbozumu şenlikleri ise bir festival havasında kutlanmaya başladı.

İnanın ilk gittiğim Bozcaada ile bugünkü arasında dağlar kadar fark var.

Şimdi Bozcaada’nın daracık sokakları, beyaz badanalı taş evleri, zakkum, begonvil, ağaç minaresi, boru çiçekleri, akşam sefaları, hatmi çiçekleriyle sarmaş dolaş olmuş, etrafa huzur saçıyorlar.

Oteller, ev pansiyonları...

Merkez dışında Ayazma Plajı boyunca sıralı, adanın güzel manzaralı köşelerine kurulmuş restoranlar, taş oteller adaya farklı bir hava getirdiler.

Bozcaada kendi kaderini değiştirdi.

Turizmin itici gücünü fark etti, alt yapıya yatırım yaptı.

Her gün birkaç kere kesilen elektrikler Bozcaada Rüzgar Enerji Santrali sayesinde kabus olmaktan çıktı. Çünkü, Bozcaada Türkiye’nin en büyük rüzgar enerji platformuna sahip artık.

Bu sevimli adanın şimdi hedefi turizmi 12 aya çıkarmak olmalı.

Yazın hareketlenen o dar sokaklar, kış günlerinde de misafirlerini ağırlamalı.

GÖKÇEADA İSE TERK EDİLMİŞ

Geçen gün gazetelere de yansıdı.

Gökçeada’nın merkezi bir gün, köyleri tam altı gün boyunca elektriksiz kaldı.

Jandarma erzak getirmeseydi; Gökçaadalılar aç susuz kalacaklardı.

Bozcaada’yla Gökçeada’yı aynı yıllarda keşfetmiştim aslında...

Gökçeada’da çok sık dile getirilen bir söz vardır.

“Gökçeada’da günbatımında güneş altından bir tepsiye dönüşür...”

Gerçekten de öyledir.

Çeşme’nin Alaçatı’sı son yıllarda ne kadar popüler olduysa; Gökçeada’ya da gidenler orada birkaç Alaçatı bulabilir.

Türkiye’nin ilk sualtı parkı buradadır örneğin...

Yıldızkoy’dan Yelkenkaya’ya kadar uzanan parkta deniz çayırları, Akdeniz fokları, yunuslar, ispermeç balinaları, deniz kaplumbağaları koruma altındadır.

Eşelek Köyü, Aydıncık diğer adıyla Kefaloz koyu eşsizdir.

Kaşkaval Burnu’ndaki Peynir Kayaları’nı seyretmeye doyamazsınız. Kayalar gerçekten de üst üste dizilmiş peynir tekerlerini andırır.

Gökçeada düzlüğü az, yükseltisi fazla bir adadır. Tıpkı Girit gibi... Bütün doğa buram buram kekik kokar.

Uğurlu Köyü’nden tepelere doğru tırmandıkça muhteşem göl manzaralarıyla karşılaşırsınız.

Türkiye’nin en batı noktası İnce Burun’dan yani Avlaka Burnu’ndan gün batımını seyretmek doyumsuzdur.

Gökçeada tatlı su kaynaklarının çokluğu bakımından da dünyanın dördüncü adasıdır.

EN BÜYÜK KÖY ŞİMDİ BOŞ

Dereköy ve Tepeköy...

Dereköy 1960 yılına kadar 1959 haneyle Türkiye’nin en büyük köylerinden biriydi. İki sineması, dokuz tavernası, onlarca dükkanı olan Dereköy’de köydeki her taşa, her sokağa, her eve sinen yoğun bir hüzün var şimdi...

Dediğim gibi Gökçeada’nın her köyünde keşfedilmemiş bir Alaçatı vardır.

Yakınındaki Bozcaada, dışarı açılarak kaderini değiştirirken; hemen karşısındaki Yunan adası Santorini 12 ay dolup taşarken; Gökçeada bir hüzün içinde...

Ağaçları, çalıları, otları önünde eğilmeye zorlayan Gökçeada’nın rüzgarı; diğer adalarda elektriğe dönüşürken; Gökçeada’da ise yalnızlığa dönüşüyor.

Güzelim Gökçeada; lodosun insafını bekliyor.

Lodos sakinleşecek ki; adaya elektrik gelsin.

Gökçeada terk edilmiş hissinden uzaklaşmalı.

Belki de yeniden keşfedilmeli.
 

Editör: TE Bilişim