Ali Kurumahmut'tan Yunanistan’ın Navtex Tahriklerine ve Muhtemel Yunanistan-GKRY Sınırlandırma antlaşmasına karşı tedbir önerisi:

"Doğu Akdeniz’de Karasularımızın 12 mili olduğu vurgulanarak Münhasır Ekonomik Bölge ilan edilmeli!"

Emekli Danıştay üyesi, Deniz Hukukçusu ve Araştırmacı-Yazar Ali Kurumahmut, SeaNews Dergisi'ne verdiği özel röportajda, Yunanistan'ın NAVTEX tahriklerine karşı Doğu Akdeniz'de yapılması gerekenleri anlattı. Ali Kurumahmut'a göre muhtemel bir Ynanistan-GKRY deniz sınırlarını belirleme antlaşması gündeme gelmeden bunun önünü kesmek için Doğu Akdeniz'de Türkiye karasularını 12 mil olarak belirlediğini vurgulamalı ve MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) ilan etmeli. İşte konunun uzmanı Ali Kurumahmut'un SeaNews Dergisinin sorularına verdiği cevaplar: 

- Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletlerin deniz egemenlik ve deniz yetki alanları uygulamaları hakkında okuyucularımızı kısaca bilgilendirir misiniz?

"DOĞU AKDENİZ AÇIK DENİZ STATÜSÜNDE: KARASULARIMIZI NEDEN İLAN ETMİYORUZ?"

- Ali Kurumahmut: Akdeniz’in Doğu Havzasında, Girit-Libya hattının doğusunda, kıyıları karşı karşıya veya yan yana olan devletler, diğer bir ifadeyle komşu ve karşı kıyıdaş devletler arasında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerin sınırlandırılmasına ilişkin çok taraflı bir andlaşma ile Türkiye-KKTC Anlaşması ve Türkiye-Libya Mutabakatı hariç Türkiye’nin taraf olduğu ikili bir andlaşma yapılmamıştır. Bu denize kıyısı bulunan 9 devletten Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Libya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi karasularını 12 mil olarak uygulamaktadır. Birleşmiş Milletler kaynaklarında Türkiye’nin karasuları Ege Denizi’nde 6 mil, Karadeniz’de 12 mil olarak gösterilmekte olup Akdeniz’de karasularımıza ilişkin herhangi bir veri bulunmamaktadır. Türkiye’nin, Antalya Kemer burnundan geçen arzın batısında 6 mil, doğusunda ise 12 mil karasuyu genişliği uyguladığı bilinmektedir. Sahip olduğu Rodos, Kerpe, Kaşot (Çoban Adası), Girit ve Meis adaları ile bu deniz alanına kıyıdaş diğer bir devlet olan Yunanistan, karasularını 6 mil olarak uygulamaktadır.

Doğu Akdeniz’de karasularımız dışındaki deniz alanları ekonomik bölge hakları bakımından açık deniz statüsündedir. Bu alanlarda kıyıdaş olsun veya olmasın tüm devletler açık deniz serbestilerine sahip olup bu serbestilerden yararlanabilmektedirler. Bir başka ifade ile Doğu Akdeniz’in karasularımız dışındaki deniz alanlarında bütün devletler, diğer serbestiler yanında balıkçılık, bilimsel araştırma, eğitim ve tatbikat yapma faaliyetlerini serbestçe yapabilmektedirler.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de öncelikli olarak yapması gereken düzenleme ve uygulama, karasularının 12 mil olduğunu Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma ilan etmesidir. Doğu Akdeniz’in yarısında 6 mil, yarısında 12 mil karasuyu uygulamasının; Türkiye’nin hakları ve temel ulusal çıkarları ile deniz alaka ve menfaatleri bakımından politik, stratejik ve hukuki izahının olmadığını değerlendiriyorum.

Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip bir kıta ülkesi olan Türkiye’nin ilan edilmiş bir münhasır ekonomik bölgesi yoktur. Bilindiği gibi münhasır ekonomik bölgenin ilan mükellefiyeti vardır. Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Libya ve GKRY’nin Birleşmiş Milletler’e bildirilmiş değişik münhasır ekonomik bölge uygulamaları mevcuttur. Türkiye için önem ve öncelik arz eden ikinci konu, Doğu Akdeniz’de daha fazla gecikmeye fırsat vermeden, Birleşmiş Milletler’e bildirilen Doğu Akdeniz Türk kıta sahanlığını, yayınlayacağı bir ulusal düzenleme ile münhasır ekonomik bölge olarak da ilan etmesi, Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma bildirmesidir.

- Anlaşılan Meis Adası’ndan dolayı ve Ege Denizi’ndeki karasuları uyuşmazlığını düşünerek Doğu Akdeniz’in batı yarısında karasularımızı 6 mil olarak uyguluyoruz. Diğer taraftan Yunanistan İyon Denizi’nde karasularını 12 mile genişletti. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

"YUNANİSTAN'IN ÖNÜNDEKİ EN ÖNEMLİ ENGEL; EGEMENLİĞİ TARTIŞMALI ADALAR SORUNU"

- - Ali Kurumahmut: Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan sorunları gerekçe gösterilerek, Doğu Akdeniz’in batısında 6 mil karasuyu uygulamasına devam edilmesi, Yunanistan’ın bilinen taarruzi                                                                                                                  Ege Denizi stratejileri bakımından 1980’ler için doğru bir yaklaşım olabilir. Ocak 1996’da Kardak Krizi ile resmiyet kazanan egemenlik uyuşmazlığı neticesinde Ege Denizi’nde politik ve stratejik koşullar büyük ölçüde değişmiş, Yunanistan’ın taarruzi stratejileri durdurulmuştur. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde siyasi ve askeri bir denge kurulmasını amaçlayan ve Ege’nin hukuki statüsünü belirleyen Lozan Barış Andlaşması, Ege Denizi’ndeki egemenlik ihtilafını, güvenlik problemlerini ve deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasını somut olarak aydınlatabilecek hükümler içermektedir. Bahse konu Andlaşma ve ilgili diğer belgelerde somut olarak tanımlanan bölge Ege Denizi’dir. Ege Denizi’nin hukuki statüsü Doğu Akdeniz’in hukuki statüsünden farklıdır. Yunanistan Adriyatik Denizi’nde, İyon Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’de karasuları genişliğini 12 mil olarak uygulayabilir. Ancak Ege Denizi’nde karasularını mevcut durum olan 6 milin üzerine çıkaramaz. 

  • 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 1 Haziran 1995 tarihinde Yunan Parlamentosunda kabul edilmesiyle Yunanistan; Sözleşmenin 3’üncü maddesinde yer alan karasularını 12 mile genişletme hakkını, uygun bir zamanda ve ulusal stratejisi çerçevesinde kullanacağını açıklamıştır. Türkiye’nin böyle bir oldubittiyi kabul etmesi; 
  •  Lozan’ın hukuki statüsünün bozulması, 
  •  Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki ekonomik çıkarlarının gasp edilmesi ve ipotek altına alınması,
  •  Ege kıta sahanlığına ilişkin 1976 tarihli Bern Mutabakatı’nın ihlali ve Sözleşmenin 15 ve 300’üncü maddelerinin ihlali, nedenleriyle kabul edilemez olup TBMM tarafından meşru müdafaa zemininde savaş nedeni olarak ilan edilmiştir. 

Belki de Yunanistan’ın önündeki en büyük engel egemenliği tartışmalı adalar sorunudur. Ege’de temel sorun olan egemenlik ihtilafı, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında ana belirleyici unsur olmaktadır. Ege’de toprak egemenliğini, diğer bir ifade ile her bir ada, adacık ve kayalığın egemenliğinin hangi devlete ait olduğunu açık bir şekilde ortaya koymadan, karasuları sorunu ile kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılması sorununu çözmek teknik olarak imkansızdır. Ege’de 12 mil karasuları rüyası gören Yunanistan’ı hangi adaların karasuları deyip; egemenliği andlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar realitesi ile yüzleştirerek uyandırmak her halde stratejik bir yaklaşım olacaktır.

- Türkiye, Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı sınırlarını çizerek Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası topluma bildirdi. Ayrıca münhasır ekonomik bölge ilan etmesinin ilave ne tür avantajları olabilecektir? Münhasır ekonomik bölge ilan etmeden hak, alaka ve menfaat mücadelesi sürdürülemez mi?

"DOĞU AKDENİZ'DEKİ ARAMA KURTARMA SAHAMIZI YENİDEN DÜZENLEMELİYİZ"

- Türkiye, denizin tabanı ve toprak altı ile buradaki canlı olmayan kaynakları araştırma ve işletme hakkı şeklinde tanımlanabilecek olan ve herhangi bir ilan mükellefiyeti bulunmayan kıta sahanlığı sınırını çizmekte ve uluslararası topluma deklare etmekte herhangi bir tereddüt yaşamamıştır. Bununla birlikte, denizin tabanı ve toprak altı ile üzerindeki suların canlı ve canlı olmayan kaynaklarını araştırma ve işletme hakkı şeklinde tanımlanabilen münhasır ekonomik bölge, Doğu Akdeniz coğrafyasında kıta sahanlığı haklarını zaten kapsamaktadır. Karşılıklı kıyıları arasındaki mesafenin 400 deniz milinden az olduğu Doğu Akdeniz havzası gibi deniz alanlarında kıyıdaş devletler münhasır ekonomik bölge kavramı zemininde deniz yetki alanları mücadelelerini vermektedirler.

Türkiye’nin kendi münhasır ekonomik bölgesindeki canlı kaynakları araştırma, işletme, muhafaza etme ve yönetme ile ilgili egemen haklarını nasıl kullanacağını gösteren kanun ve diğer ulusal düzenlemelerini yapması ve yürürlüğe sokması uluslararası bir yükümlülüktür. İlan edilmesi durumunda Doğu Akdeniz’de Türk münhasır ekonomik bölgesindeki Navteks alanlarında diğer devlet gemi ve uçaklarının ulaştırma ve uçuş hakları ile eğitim ve tatbikat yapmalarını sınırlandırmak uluslararası hukuk zemininde çok daha kolay olabilecektir. Ayrıca unutmamalıyız ki Yunanistan, GKRY ile münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması yapmak için fırsat kollamakta, bu durumu ifade etmekten Yunanlı yetkililer imtina etmemektedir. Yunanistan’ın böylesine tehlikeli bir oldubittisine fırsat veremeden münhasır ekonomik bölgenin ilan edilmesi ayrıca önem ve öncelik arz etmektedir. İlan edilmesi durumunda, Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgemizi de kapsayacak bir Münhasır Ekonomik Bölge Kanunu’na ihtiyaç olacaktır. Böylece münhasır ekonomik bölgemizdeki canlı kaynakları araştırma, işletme, muhafaza etme ve yönetmeye ilişkin yetkilerimizi kullanırken başka devletlerin açık deniz serbestilerini kullanma adına bu bölgedeki eğitim, tatbikat ve diğer faaliyetlerini sınırlandırabilmek ve kontrol edebilmek daha kolay olacaktır. 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki arama ve kurtarma sorumluluk sahası mevcut Türk tezleri ile çelişmekte olup sınırlı bir deniz alanını kapsamaktadır. Türk Arama ve Kurtarma Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak, Doğu Akdeniz’deki arama kurtarma sorumluluk sahamızın, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorumluluk sahası ile çakışacak şekilde güneye genişletilmesi önem arz eden bir diğer konudur. Türkiye’nin deniz egemenlik ve yetki alanları ile Türk Boğazları Bölgesinde ortaya çıkması muhtemel Seviye 2 ve Seviye 3 kirlenme tehlikesine hazırlıklı olmak ve kirlenmeye müdahale edebilmek amacıyla, Ulusal Acil Müdahale Sisteminin kurulması ve işletilmesine ihtiyaç vardır. Acil müdahale hizmeti verilecek deniz alanlarının somutlaştırılması ve tanımlanması ile ulusal ve uluslararası kamuoyuna deklare edilmesi önem arz eden bir diğer konudur. Bu noktadan hareketle, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi münhasır ekonomik bölgesinde etkin bir acil müdahale hizmeti ile arama ve kurtarma hizmeti verebilecek seviyeye gelmesi beklenilecek ve gerekecektir.

- Askersizleştirilmiş statüsü ve Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımında iddia edilen sözde rolü ile Meis Adası’nı konuşalım. Meis’in karasuları dışında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesi olabilir mi?

"MEİS ADASI'NIN KARASULARI DIŞINDA DENİZ YETKİ ALANI OLAMAZ"

- Doğu Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip bir kıta ülkesi olan Türkiye'nin doğal uzantısı üzerinde ve kıyıya yakın bölgelerde çok sayıda ada, adacık ve kayalık yer almaktadır. Kaş/Antalya bölgesinde ve kıyının hemen karşısında yer alan Karaada, Meis ve Fener Adası bu nitelikte olup müstakil adalar arasında yer almaktadır. Anadolu kıyısına mesafesi 1.950 metre olan Meis Adası’nın karasuları dışında bir deniz yetki alanına sahip olabileceğini iddia etmek, deniz hukuku kuralları ve deniz hukukuna ilişkin mahkeme kararlarıyla açıkça çelişmekte olup hakkaniyet ve nısfet kurallarıyla izahı mümkün değildir. 

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması’nın 15’inci maddesi ile Ege Denizi’nin güneydoğusundaki Menteşe Adaları bölgesinde yer alan ismen sayılan 13 ada ve tabi adacıkları (dependent islets) ile Doğu Akdeniz’deki Meis Adası İtalya’ya verilmiştir. Bu adalar için Lozan’da askersizleştirme veya silahsızlandırma hükmü veya şartı yoktur. Görsel ve yazılı medyada bu konu yanlış ifade edilmektedir. Silahsızlandırma şartı ve silahsızlandırılmış statü 10 Şubat 1947 tarihli Paris İtalyan Barış Andlaşması’nda vardır. Andlaşmanın 14’üncü maddesinin birinci fıkrası ile Menteşe Adaları bölgesinde yer alan ve Lozan Barış Andlaşması ile İtalya’ya devredilmiş olan yukarıda bahse konu 13 ada ve Meis Adası ile bunlara bitişik adacıklar (adjacent islets) İtalya’dan alınıp Yunanistan’a verilmiştir. Paris Barış Andlaşması’nın 14’üncü maddesinin ikinci fıkrası ve anılan Andlaşmanın Ek XIII, D paragrafı ile bu adaların silahsızlandırılmaları ve öyle kalmaları hükme bağlanmıştır. Şu kadar ki bir kişi tarafından taşınabilen ve kullanılabilen silahlarla donatılmış, sayı itibariyle iç görevleri yapmakla sınırlandırılmış, iç güvenlik personeli ve bunların eğitimleri silahsızlandırma kapsamı dışında tutulmuştur. Adaların limanlarında, iç sularında ve karasularında herhangi bir şekilde savaş gemisi bulundurulması yasaklanmıştır.

Türkiye 1947 tarihli Andlaşmaya taraf olmamakla beraber, Andlaşmadaki silahsızlandırma, Türkiye’nin güvenliği göz önünde bulundurularak kabul edilmiştir. Bu noktadan hareketle, Türkiye, silahsızlandırma hükmünün ihlalini her zaman ileri sürebilir. Değerli Hocam Prof. Dr. Sevin Toluner’in ifadeleriyle Türkiye’nin yararına kabul edilmiş bir hükümden hukuken korunmuş bir menfaati vardır.   

Yunanistan'ın Kasım 1995'teki iskân uygulamasına Doğu Akdeniz’deki Karaada (Meis Adası’nın batısında) ve Fener Adası’nı (Meis Adası’nın doğusunda) dâhil etmesi ve bazı oldubittilerle adalarda fiili durum üstünlüğü oluşturma gayretleri, bu iki ada üzerinde ciddi egemenlik tereddütleri olduğuna ilişkin kanaati kuvvetlendirmektedir.

Karaada üzerinde daha kuvvetli olmakla birlikte, Türkiye'nin Fener Adası ve Karaada'ya yönelik egemenlik pozisyonu, Ege'de egemenliği andlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş gayrimeskûn ada, adacık ve kayalıklar kadar kuvvetli değildir. Bununla birlikte, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının paylaşımı mücadelesinde Türkiye inisiyatif kaybeder, gelişmeler Türkiye aleyhine bir seyir izler ve yapılacak ikili ve/veya çok taraflı müzakerelerde Meis'e önem atfedilebilecek bir durum ortaya çıkarsa; Türkiye, Karaada ve Fener Adası üzerindeki egemenlik iddiasını gündeme getirmeli ve Yunanistan'a karşı kullanmalıdır. Karaada ve Fener Adası'nın Türkiye'nin egemenliğinde kalması durumunda, Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin paylaşımında Meis Adası'nın herhangi bir etkisinin olabileceğini söylemenin mantıklı bir hukuki izahı olamayacaktır. Karaada ve Fener Adası hiçbir zaman Yunanistan egemenliğine geçmemiştir.

- Sayın Kurumahmut, Menteşe Adaları dışında kalan Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüleri hakkında  bilgi verir misiniz?

"YUNANİSTAN TAŞOZ'DAN AHİKRYA'YA 9 ADAYI ASKERİLEŞTİREMEZ"

- Menteşe Adaları dışında kalan Doğu Ege Adaları’nın (Boğazönü Adaları ve Saruhan Adaları) bugünkü hukukî statüsünü düzenleyen temel belge, Lozan Barış Andlaşması’nın 12’nci maddesi ile bu maddenin ayrılmaz bir parçası olan Altı Büyük Devlet kararıdır. Buna göre ismen sayılan adalar (Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya) ile 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan işgali altında olan adalar (Taşoz, Bozbaba ve İpsara) üzerindeki Yunan egemenliği, bahse konu adaların tahkim edilmemeleri ve askeri amaçlarla kullanılmamaları şartıyla Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Lozan’ın 12’nci maddesindeki statü Yunanistan’a bir ülkesel egemenlik sınırlaması getirirken, Türkiye’ye egemenliğin devri karşılığında kazanılmış bir hak sağlamaktadır. 

Lozan Barış Andlaşması’nın 12’nci maddesine göre Yunanistan’a bırakılan bu adalardan Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya’nın askeri statüsünü, anılan Andlaşmanın 13’üncü maddesi ayrıca düzenlemektedir. Buna göre; mezkûr adalarda hiçbir deniz üssü, hiçbir istihkam tesis ve inşa edilmeyecektir. İç güvenlik mülahazasıyla sınırlı sayıda polis ve jandarma kuvveti gayri askerî statünün dışında tutulmuştur.

Sonuç olarak, Balkan Harbi’nden beri Yunan işgali altında olan ve Taşoz’dan Ahikerya’ya kadar Türkiye sahillerini kuzeyden güneye bir dizi halinde kapatan toplam 9 ada tahkim edilmemeleri ve askeri amaçlarla kullanılmamaları taahhüdü ve şartı ile Yunanistan’a devredilmiştir. Yunanistan’a devredilen bahse konu adalar için sınırlı bir egemenlik devri söz konusudur. 

- Sayın Kurumahmut, son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

"12 MİL VURGULANSIN, MEB İLAN EDİLSİN"

- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de deniz egemenlik ve deniz yetki alanlarına ilişkin hareket tarzlarını sıralamak isterim. Şöyle ki;

  • Hazırlanacak bir ulusal düzenlemeyle Doğu Akdeniz’de karasularımızın 12 deniz mili olduğu vurgulanarak, Birleşmiş Milletler’e bildirilen Türk Kıta Sahanlığının münhasır ekonomik bölge olarak ilan edilmesini,
  • Türk Arama ve Kurtarma Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak, Doğu Akdeniz’deki arama kurtarma sorumluluk sahamızın, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorumluluk sahası ile çakışacak şekilde güneye genişletilmesini,
  • Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeye ilişkin olarak Yunanistan’a ait Meis Adası’na önem atfedilebilecek bir durum ortaya çıkarsa; Türkiye’nin Meis Adası’nın batısında yer alan Karaada ve doğusunda yer alan Fener Adası’nın egemenlik statüsünü tartışmaya açmaya hazırlıklı olmasını,
  • Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ilan edeceği münhasır ekonomik bölgede etkin bir acil müdahale hizmeti verebileceği ulusal bir sistemi tesis ederek faaliyete geçirmesini,

uygun hareket tarzları olarak değerlendirmekteyim.

Editör: TE Bilişim