Her yıl boyutları büyüyen, hizmette yarışan kruvaziyer gemileriyle dünya denizlerinde tura çıkanların sayısı geçen yıl 18 milyon kişiye ulaştı. Türkiye yolcu sayısı en hızlı artan ülkelerden.

Bu ilginin sırrını çözmek için dünyanın en büyük gemilerinden, 333 metrelik, 3 bin 845 yolcu ve 1500 mürettebat kapasiteli MSC Splendida gemisiyle Barselona’dan yola çıktık. Malta, Tunus, Roma’ya uğradık. Gemideki Türk yolcularla konuştuk. Ne kış koşulları ne de çapkın kaptanın geçen ay Costa Concordia’yı İtalya’da kayalara çıkartması onları etkilemişti.

MSC Splendida’nın Cenova başlangıçlı turuna İspanya’nın Barselona kentinden katılmak üzere İstanbul’dan THY ile yaptığımız uçuş gecikmesiz ve rahattı. Gökyüzünden baktığımız Barselona’nın cetvelle çizilmişe benzeyen yolları ve düzenli yerleşiminin hikayesini birkaç saat sonra bize şehri gezdiren tur rehberinden öğrendik. Meğer asırlar öncesine dayanan planlı yerleşimi “kareli defter planı” olarak tarif edilirmiş. Bu şehir imar planı oyunlarıyla, çarpık kentleşmeyle talan edilenlere benzemiyor, “hep buradaydım” der gibi. Şehirleri şehir yapan meydanlarsa Barselona’da tanımına uygun. Herbiri Taksim... Her büyük cadde ışıl ışıl, ruhu olan, yaşayan bir İstiklal Caddesi. Eski taş yapılarla modern mimarinin bu derece uyum sağladığı bir başka kent var mıdır, bilmiyorum. Sanat etkinlikleri, galerileri, müzeleri, konser salonları, fuar alanları, mağazaları, antika dükkanları, tarihi eserleri, anıtları, surları, parkları ve tabii ki futbolun mabedi tabir edilen “Nou Camp”ı ile yılda 25 milyon turist çeken, hayatın 24 saat soluk aldığı bir şehirden söz ediyoruz.

Barselona’nın en görkemli meydanı kuşkusuz kaşif Kristof Kolomb’un devasa sütun üzerindeki heykeliyle denizi işaret ettiği Columbus Meydanı. Heykel ve kabartmalarıyla ne kadar da görkemli bir anıt. Çevresindeki dev arslan heykelleri haylaz turistlerin sırtına bir at misali binip poz verdikleri sahne görünümünde. Çevresinde asırlık taş binalar, ışıl ışıl alışveriş mağazaları, kafeler... Kolomb’un işaret ettiği yönde, yani rıhtımda bu mükemmel düzene inat bit pazarı kurulmuş. Antika ya da eski görünümlü pek çok eşya var, yağan nur mu bilmem ama ilgi büyük.
15 yıl önce İspanya’ya yerleşen, hayatını bu şehirde tamamlamayı planlayan rehberimizin en küçük ayrıntıyı atlamayan mükemmel anlatımı eşliğinde Yahudi Tepesi’ne tırmanıyoruz. Solda tarihi surlar, sağda eski mezarlık... Deniz manzaralı, geçmişin denizci mezarlığına defin bedeli bugün 20 bin Euro. Mezarlar morg çekmeceleri gibi üst üste. Bazılarının üstünde isim yazılı, içi boş. Kaza sonrasında denizde kaybolanlar bunlar. Katalonların “Ölüler Bayramı” adıyla kutladıkları gün, bu şehrin ölülerine gösterdiği saygıyı, dirilerine haydi haydi göstereceğinin işareti değil mi zaten...
Futbolun mabedi Nou Kamp’ı ziyaretin ardından Gaudi binalarını geziyoruz. Art Nouveau tarzı evlerden Casa Mila, fantastik Güell parkı ve tabii ki bitmeyen görkemli La Sagrada Familia Katedrali... 11 Eylül’de yerle bir olan New York’taki İkiz Kuleler henüz ortada yokken, geçen yüzyılın başında adeta ikiz kuleler yaratmış Gaudi. Bu nedenle de son yıkımın ardından Gaudi projesi yeniden gündeme gelmiş...
MALTA’NIN TAŞI ALTIN

İspanya-Malta arasında, gemide geçirdiğimiz ilk gün, 24 saatlik uzunluğu sebebiyle bir seyir defterini hak ediyor. Çok konforlu, çok eğlenceli, çok meşgaleli bir yüzen şehirdeyiz. Akdeniz’in ortasına doğru yol alırken şubattın kudurttuğu dalgalar devasa gemideki konforumuzu bozamıyor. Bu küçük, tatlı sallantılar ninni vazifesi görmüş olsa gerek, yorgunluğun da etkisiyle deliksiz bir uykunun ardından Malta’ya açıyorum gözlerimi. İlk fotoğrafımı balkondan çekiyorum. Sıcaklık 15 derece ama sert yağmurlu hava hevesimizi kırıyor. Tarihi Mdina ve Rapat şehirlerininin tarihi yapılarını yağmurda ıslanarak geziyoruz. En yüksek noktası 300 metre olan bu adanın tarihsel dokusunu koruyan, gezilesi ve görülesi en güzel şehri kuşkusuz Mdina. St. John şövalyelerinin ülkesi burası. Çatısına bir bomba düşen ve patlamadığı için mucizesine inanılan büyük kiliseyi gezerken rehberimiz Malta’nın 2’nci Dünya Savaşı’nda yerle bir edildiğini hatırlatıyor. İngiltere’nin gemilerine üs yapması nedeniyle Faşist Almanya ve İtalya birlikte çullanmışlar bu ölü şövalyeler ülkesine. Zamanında Napolyon’un savaş planlarını yaptığı bina da ülkenin başkenti La Valetta’da zaten. Ada Akdeniz’in tam ortasında ve Akdeniz’deki ticaretin kontrol edilebileceği yegane stratejik nokta. Onun için büyük savaşlar yapılmış uğruna, bazen din görünümü altında. Şövalyeliğin sürdüğünü öğrendiğimiz bu ülkede tek yeraltı zenginliği yok. Nehir ve göl de. Muhteşem taşları, binaları var, Mardin’i hatırlatan, Arap şehirlerinden, kültüründen izler taşıyan, her biri anıt güzelliğinde. Yani İstanbul misali Malta’nın taşı gerçekten altın.

İHTİLAL YORGUNU TUNUS

İkinci gün, ikinci liman Tunus. Başkente yakın La Goulette’ye yanaşıyoruz. Arap Baharı bu ülkede başladı, hanedanlara karşı dış destekli ayaklanmalar domino etkisiyle Ortadoğu’ya kadar yayıldı. Tunus diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’nin geçen yıl ailesiyle Suudi Arabistan’a kaçmasının ardından endişeli bir sessizliğe gömülmüş. Gelecek endişesini, alt üst olan siyasi yaşamın geniş kitlelerdeki etkilerini sokaktakilerin yorgun yüzlerinden takip edebilirsiniz. Rehberimiz Şuayip’in çizdiği genel panorama, onun da gelecekten pek ümitli olmadığını gösteriyor. Sokaklardaki Fransız otomobillerinin ağırlığı, tabelalardaki Fransızca sömürge günlerinden miras. İşsizlik yüksek, asgari ücret 150 Euro, en yüksek ücret 900 Euro.
İlginçtir, Paris nasıl tüm sanatçıların mabediyse ülkenin ikinci büyük şehri Sidi Bousaid de Tunus için öyle. Ülkenin tüm sanatçıları burayı üs seçmiş. Halkının zarafeti, yaratıcılığının etkisiyle olsa gerek; bembeyaz binaları, Fransız kaldırımları, Turkuvaza boyanmış kapı ve pencereleri, işlemelerdeki yüksek işçiliğiyle Tunus’un incisi Sidi Bousaid.
Hemen bütün evlerin beyaz, kapı ve pencerelerinin mavi olduğu şehirde tek tük sarıya boyanmış, işlemeli kapılara rastlıyoruz. Rehberimiz bu evlerde oturanlar için şöyle diyor ellerini açarak: Çok çok zengin olanlar...

DÜNYANIN EN BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ

İhtilal sonrası yorgunluğu, umutsuzluğunu en çok başkent Tunus’ta hissediyorsunuz. Sadece sokakların, caddelerin, binaların eski ve bakımsız hali ya da sokaktaki seyyar satıcıların çokluğu değil bunu söylememin nedeni. Tunus bir mozaikler şehri aynı zamanda. Dünyanın en büyük mozaik müzesi bu ülkede. Borda Müzesi’nde yaklaşık 5 bin metrekare mozaik var ama bunların pek azı sergiye açılabilmiş. Türkiye, mozaik koleksiyonunda Tunus’un ardından ikinci. Tunus’taki paha biçilmez, devasa mozaiklerin sergilenebilirlikten yoksunluğu bir yana, mevcut müzedeki ilgisiz ve korunaksız durum, devletin bu dünya mirasını pek umursamadığını gösteriyor. Gemiye dönüşte aklıma Tunus’un hediyelik eşya dükkanlarında en çok rastladığımız, o irili ufaklı, beyaza boyanmış, boş mergenler geldi aklıma.
Habire kuş kafesi üreten sanatçıların bu tavırlarında bir ironi yok mu?

KRUVAZİYER GEZGİNİ GÜNDÜZ AİLESİ

Konfor beklentimizin üzerinde, neden Türkiye’nin böyle gemisi yok

MSC Splendida’da gezinirken Casino’da Türkçe konuştuğumuzu duyan bir yolcu sesleniyor. Memleketten biriyle karşılaşmanın sevinci okunuyor Ali Gündüz’ün gülümsemesinde. Üç aile İsviçre’den yola çıkmışlar. Cenova’ya kadar otomobille gelip gemiye binmişler. 7 gece 8 günlük tur, sefer yine Cenova’da son bulacak. Gündüz, Antakyalı. 35 yıldır İsviçre’de yaşıyormuş. Tekstilde pres ustayken emekli olmuş. İlk kruvaziyer deneyimi, anlatıyor:

“Her yönüyle mükemmel, rüyamda görsem inanmazdım. Beş yıldızlı oteli geçen bir konfor. Almanca sayesinde sorun yaşamadık. Gemi çok büyük, asansörleri karıştırıyoruz, kayboluyoruz bazen. Kartlarımızı personele gösterince ilgilenip yön gösteriyorlar. Karar aldık, önümüzdeki yıl yine kruvaziyer turu yapacağız. Bu gezide ülkemi düşündüm, üzüldüm. Neden bizde böyle bir gemi yok? Marmara gemisine bile sahip çıkamadık.”

BİR GÖBEK ATAMADIK

Ali Gündüz’ün eşi ev hanımı. Süheyla Gündüz’ün küçük bir şikayeti var: “Her şey süper, rüyamızda bile göremeyeceğimiz şeylerle karşılaştık. Tek eksiği var, içimde uktedir. Bu turu Türk gemisi yapsaydı akşam göbek atar, deşarj olurduk. Burada bir şarkıya eşlik edemiyoruz, dün İtalyanların Kantare adlı şarkısı çalınca kalkıp oynadık.”

Grubu gemi tatiline yönlendiren isim Oktay Ezer. Bilgisayar programcısı, İzmitli. 45 yıldır İsviçre’de yaşıyor, 5 yaşında İsviçre’ye gitmiş, orada okuyup, meslek sahibi olmuş. Anlatıyor:
“Gelmeden önce çok araştırdım, gemiyle ilgili tüm bilgileri topladım, koca bir dosya yaptım. Bir arkadaşım bu çabayı görünce, FBI’dan betersin, dedi. Türkiye’ye her yıl tatil yapmaya gidiyoru

, çoluk, çocuk yorulup geliyoruz. Burada relaks, keyif yapıyoruz. Tüm organizasyon beklentimin üstünde, süper. Sıkılmak yok. Geminin gezecek yeri sınırlı, yine de vakit kalmıyor. Dün arkadaşlarla kararlaştırdık, seneye kısmetse Karayipler turuna çıkacağız.”

Oktay Bey’in eşi Julide Hanım tekstil sektöründe çalışmış yıllarca. Panik atak sorunu yaşadığını söylüyor. “İlk akşam fırtına gibi bir şey oldu, kızıma mesaj mı atsam dedim, kaçış planı yaptım. Ama çabuk geçti. Gemi çok mükemmel, çok eğleniyoruz.”

Gruptan Erol Çılbırcı, İsviçre’de 23 yıldır tekstildeymiş. “Bir cumartesi akşamı gittim, pazartesi işe başladım, o gün bugündür makine operatörüyüm. İthal damat...” diyor gülerken. Eşi Rabia Hanım’la evlenerek İsviçre’ye yerleşmiş, “Beklentilerimin kat be kat üstünde, yüzen bir şehir burası, sürekli etkinlik var” diyor gemi için.
Eşi Rabia Çılbırcı, 20 yıl bir şirkette çalışmış, ev hanımı. Kruvaziyer tatili onda daha ilk günden alışkanlık yapmış. “Sauna, masaj, spor salonları, eğlence, alışveriş... Her imkan var” diyor.

DENİZ SEVİYESİNİN ALTINDAKİ KAMARALAR ARTIK KULLANILMIYOR

İtalya’daki kruvaziyer kazasını soruyoruz Türk yolculara. Hiç etkilenmediklerini söylüyorlar. Hatta gemide ilk gün görevlilere “kazadan sonra değişen bir şey var mı” diye sormuşlar. Görevliler üç maddelik talimat aldıklarını söylemiş: Kesinlikle rota dışına çıkılmayacak, kıyıya yakın seyir yapılmayacak, azami dikkat gösterilecek... Türk grup kaptan köşkünü merak edip girmek için izin istemiş. “Son kazadan sonra kimse alınmıyor” cevabı verilmiş. Kazanın sektöre etkisini, birlikte yolculuk yaptığımız MSC İzmir ofisinden Elisabetta De Garnero ve ETS Kruvaziyer Müdürü Ahmet Yazıcı’ya soruyoruz. Her ikisi de olayın sektördeki yükselişi kesintiye dahi uğratmadığını, ibrenin yukarı dönük olduğunu söylüyor. Tek önemli değişiklik, deniz seviyesi altında yolcu taşımanın sona ermesi. Bu talimatın son kazayla bağlantılı olduğunu saklamıyorlar. Tüm bu söylenenlere rağmen dikkatli bir gözlemle şunu fark ediyorsunuz: Tüm kruvaziyer tatilcilerinin herkesin bu kazadan haberi var, tabii bilinçaltında belli belirsiz bir endişe de...

Editör: TE Bilişim