Ben denizcileri bilirim. Ne fırtınadır onlar için önemli olan, ne bahar ne kış ne de yağmur. Varsa yoksa özlem, varsa yoksa ayrılık ve hüzündür. Ben denizcileri bilirim. Fırtınalı gecelerde uyku uyuyamaz, yemek yiyemez onlar. Ayakta bile duramazlar.

Ben denizcileri bilirim.
Ne fırtınadır onlar için önemli olan, ne bahar ne kış ne de yağmur.
Varsa yoksa özlem, varsa yoksa ayrılık ve hüzündür.
Ben denizcileri bilirim.
Fırtınalı gecelerde uyku uyuyamaz, yemek yiyemez onlar.
Ayakta bile duramazlar.
Reis, gecenin zifirî karanlığında, ayaklarında yumuşak gemici çizmeleri, üzerinde sarı yağmurluğuyla, açık kalmış kaporta kapaklarını neta etmek için uğraşır birkaç gemiciyle birlikte.
Telsizci, alt dudağına yapıştırdığı sigara ile kendinden geçmiş bir durumda hava raporunu almaya çalışır, elektronik cihazların ışıkları ile aydınlanan loş odada.
Aşçıbaşı, yuvarlanan tencerelerin peşindedir, ayakta kaldığı zamanlarda.
Kaptan, köprüstünde telefona sarılmıştır, rica eder aşağıya, makine dairesine;
“Hadi koçum, biraz daha kaptır, dönüyoruz!”
Çarkçılar, manevra kolunun başında zorlarlar makineyi.
Amaç, yol alabilmek değildir çoğu zaman.
Gemiyi hırpalamamak için dalgaları baş taraftan, özellikle de omuzluklardan karşılayabilmektir.
Tek yürek olur tüm gemi personeli, dalgaları iskele baş omuzluktan alabilmek için.
Doğa bile pes eder bu kararlı duruş karşısında,
bırakır uğraşmayı.
Köprüstünden makine dairesine gelen telefondaki Kaptan’ın sesi sevinçlidir:
“Döndük, dönebildik…”
Çarkçıbaşı bir “oh” çeker, “Çok şükür.” der.

Ben denizcileri bilirim.
Küçücük bir kamaradır tüm dünyaları.
Vardiya, yemek ve tekrar tekrar seyredilen filmlerden başka hiçbir şey yoktur gemideki yaşantısında denizcinin.
Türkü söyler, şiir okurlar avaz avaz
ama denizin ortasında seslerini işiten olmaz.
Günün en hoş vaktidir köprüstünde karaya kalan mesafeyi hesaplamak.
Karada kalacakları süre, denizdeki sürenin onda biriymiş, ne gam.
Karaya varılan gündür önemli olan.

Ben onları bilirim.
Her limanda başka birileriyle tanışır, hepsine ayrı hikâye anlatırlar.
Ayrılıkların hüzünleriyle yeni birlikteliklerin neşesi birbirine karışır, birkaç duyguyu bir iki gün arayla yaşarlar çoğu zaman.
Sürekli olarak bir duygudan bir başkasına atlamak, hiçbirini tam yaşayamadan, hepsini şöyle bir hissedip geçmek yorar denizcileri.
Hızla giden bir otobüsün penceresinden bakan birileri gibi, bir şeyleri görür, ama hiçbir görüntüyü tam olarak kavrayıp tadını çıkaramazlar ne yazık ki!

Ben denizcileri bilirim…
Senenin üç yüz gününü evlerinden ayrı geçirirler.
Ne bayram bilir ne seyran, ne çiçek kokusunu duyar,
ne de bebeğinin gülüşünü görür onlar.
Bekleyenlerin üstlendiği özveriyi varın siz hesap edin artık.
Eve döndüklerinde, kapıyı açan çocukları çoğu kez tanıyamaz;
“Anne, bi adam geldi!” diye seslenirler.
Özlem dolu, hasret dolu günler, haftalar, aylar, mevsimler geçer.
Dönüp arkalarına baktıklarında ise,
avuçlarının içinden kayıp gitmiştir hayat.

Uçsuz bucaksız denizler, o kocaman su parçaları uzaktan çok güzeldir.
Güzeldir güzel olmasına da denizci olmak, onlarla yakından haşır neşir olmak, çok büyük tehlikelere katlanmaya mecbur olmak demektir.
Çünkü çoğu zaman sert eser rüzgâr oralarda.
Ben o denizleri de bilirim.
Hem de çok iyi bilirim.
Güney Afrika açıklarıdır mesela;
Yirmi beş metre yüksekliğindeki dev bir dalganın, geminin kıç üstünden aldığı üç Gemici’yle,
“Bizi bırakma baba!” diye bağıran Makine Lostromosu’nu, gecenin karanlığında deniz ortasında yapayalnız koyduğumuz yerlerdir oralar.
Biscay Körfezi’dir, Burhan Kaptan’ın Amasya Gemisi ile birlikte, kucağında sevgili eşinin yeni hediye ettiği paltosuyla sulara gömüldüğü…
İstanbul Boğazı’dır, Lütfi Kaptan’ın çarmıhtan düştüğü…
Mataban’dır orası, Kuzey Atlantik’tir, Büyük Okyanus’tur,
Hint Okyanusu’dur, Kuzey Buz Denizi’dir…
Akdeniz’dir mesela,
Deniz S Gemisi’nin tüm personeli ile kaybolduğu…
Kızıldeniz’dir, Sait Kaptan, batmakta olan gemide personelin ve yanında sevgili eşinin filikaya binmesine nezaret edip ‘Haydi sizlere Allah selamet versin.’ diyerek onları yolcu ettikten sonra kamarasına doğru yöneldiği.

Deniz ticareti, ulusların yaşam yollarını açar, onlara zenginlik, güç sağlayan, saygınlık kazandıran çok önemli bir sektördür.
Dünyayı keşfedenlerin, amaçlarına ulaşmak için önce denizci olmak zorunda kalmış olmaları ve büyük ekonomik güce sahip olan ulusların, bu gücü, geçmişlerindeki denizcilikten sağladıkları, tarihî bir gerçektir.

Ben bunların hepsini biliyorum, hem de çok iyi biliyorum.
Ancak, benim bilmem yetmiyor.
Asıl olan, toplum olarak biz biliyor muyuz?
İşte ben bundan emin değilim…