“Geçmişten Günümüze Kıyı Kullanımı”

ÇOMÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü öğrencileri gönüllü doğa korumacısı M. Şahabettin Kalfa’yı ağırladı. Kalfa’nın, “Çanakkale Boğazı ve Kentteki İskeleler ile Geçmişten Günümüze Kıyı Kullanımı” konulu sunumu büyük ilgi gördü.

 

Gönüllü doğa korumacısı M. Şahabettin Kalfa’nın önceki gün ÇOMÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde üniversite öğrencilerine yönelik gerçekleştirdiği  “Çanakkale Boğazı ve Kentteki İskeleler ile Geçmişten Günümüze Kıyı Kullanımı” konulu sunumda; Çanakkale’ye denizden bakma, Çanakkale Boğazı’nın önemi, ticaretin gelişimi ve kentteki iskelelerin kullanım amaçları ile, sosyal yaşama katkıları irdelendi. Kalfa’nın, ÇOMÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü 208 nolu derslikte gerçekleşen sunumunu, noktasına virgülüne dokunmadan gazetemiz Çanakkale OLAY okurları ile paylaşıyoruz
“Adalar ve krallıkların tarihçileri oluyor da denizlerin neden özel tarihçileri yok diye bazen aklıma gelir, hayıflanırım. Oysa, olsaydı da bize Hellespont’u anlatsaydı, ne kadar ilginç olurdu. Bu deniz kim bilir kaç kez el değiştirdi! Çevresine kim bilir kimler yerleşti! Uzak ülkelere saldırmak ya da kendilerini savunmak için kim bilir hangi barbar ya da uygar halklar boğazı aştı!”

“İzmir’den İstanbul’a Batı Anadolu 1830” J. F. Michaud – J. J. F. Poujoulat

Çanakkale; farklı kültür coğrafyalarının bir temas noktasıdır. Ege Dünyası, Anadolu Kültür Bölgesi, Trakya, Güney Doğu Avrupa Kültür Coğrafyası. Çanakkale “ Anadolu ve Yakındoğu’da odaklanan ve gelişen kültürler için uç noktası, Avrupa ve Ege dünyası için ise başlangıç yeridir”

Çanakkale; üç bölgenin sınırı, yani taşrasıdır. “Çanakkale Boğazı’nın tarihi, Afrika, Asya ile Avrupa tarihinin ulaşım, ticaret, siyaset ve kültürlerinin kesişim noktasıdır.”

Boğazlar, hem ekonomik, hem de siyasi ve sosyal bakımlardan Türk milleti için mükemmel bir bağlantı ve ulusal birlik unsurudur. Diğer bir deyişle, Türkiye için Boğazlar, toprak bütünlüğünün ayrılmaz ve yaşamsal bir parçasıdır. Asya ile Avrupa, doğu ile batı arasında köprü görevi gören Anadolu’nun üstlendiği rol ne ise; içinde yaşadığımız coğrafyanın da görevi aynı roldür ve eşdeğerdir. Antik dönemde kara yoluyla, Asya’dan Avrupa’ya en kolay geçiş yolu, Dardanelles (=Çanakkale Boğazı) geçişinden sonra, kuzeye doğru çıkıldığında Trakya, Balkanlar ve Tuna Nehri havzası boyunca uzanan Orta Avrupa güzergâhıdır. Boğazın bu noktası; Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Asya’ya tüm fatihlerin geçiş yolu olmuştur.
Geçiş yolu olan bu bölge, Güneydoğu Avrupa'nın Anadolu'ya zorunlu geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında daima etki altında kalır. Özellikle göçler ve geçişler nerede ise hiç durmaz. İşte bu nedenledir ki; Çanakkale Boğazı, Avrupa ile Asya arasındaki efsanevi sınırdır.

Deniz kıyısında yaşayıp, geçen gemileri seyreden, kendini deniz ile ancak yüzerek ilişkilendiren kişiler; maalesef bugün bile “kabotaj” sözcüğünün önemini bilmemektedir.

Devletlerin denizden faydalanmasının araçları olan ticaret gemileri ile bunları destekleyen gemi inşa sanayi, limanlar, iskeleler ve denizci personel, bir bütün olarak deniz gücünü oluşturur. “Deniz gücü” terimi; deniz ticareti yolu ile, ulusal zenginlik sağlayacak pazarlara giriş hakkı elde etmektir. “Deniz gücü”; üretmek, deniz yoluyla nakletmek ve pazarlara sahip olmaktır. Kısaca, uluslararası ticari rekabettir. Bu ticari rekabette Limanlar ve İskeleler; ülkelerin ve kentlerin dünyaya açılan pencereleri, giriş ve çıkış kapılarıdır. Çanakkale’nin özelliklerini şekillendiren en önemli etken şüphesiz bir liman kenti olmasındadır.
Çimenlik Kalesi İskelesi; kentin bilinen en eski ve askeri amaçlı kullanılan iskelesidir. Çanakkale Savaşları’nda, Nusrat Mayın Gemisi, bu ve diğer iskelelerden aldığı mayınlarla oluşturduğu mayın ve mania ağlarıyla Boğaz’ı geçilmez kılmaya çalışır. Harf İnkılâbı ilânından sonra bütün yurtta açılan Millet Mektepleri’nin açılışını yapmak ve çalışmalarını yerinde görmek için, “Ertuğrul” yatıyla 1 Eylül 1928’de, Çanakkale’ye gelen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl, bu iskeleden karaya ayak basar. 25 Haziran 1934’te İran Şahı Rıza Şah Pehlevi ile Çanakkale’ye gelen Mustafa Kemâl Atatürk; bu İskele’den hareketle, İstanbul’a gitmek üzere ‘Gülcemal’ vapuru’na geçer.

Gümrük İskelesi; kurulduğundan bu yana kentte yeri hiç değişmeyen tek resmi kurum, Gümrük Muhafaza Müdürlüğü’dür. Gümrük Muhafaza Müdürlüğü önünde bulunan ahşap kazık üstüne yapılan bu iskelede; öncelikle Boğaz’dan dışarı çıkacak olan, Ege’den Boğaz’a giren gemi ve motorlar kontrol edilir. İskele önü derin olduğu için vapurlar rahatlıkla yanaşır, yük, posta ve yolcu indirme - bindirme yapılır. Bozcaada ve İmroz’a (Gökçeada) “Dağlı ve Yakar” adında büyük motorlar buradan yük, posta ve yolcu alır. Altı saatlik bir yolculuktan sonra İmroz’a ulaşılır. Ödenen ücret, 1955’li yıllarda 2.50 Liradır. Hindistan ve Ortadoğu’da görülen kolera salgını sebebiyle Çanakkale’de 1835 yılında Karantina (tahaffuzhane) kurulması kararlaştırılır. Müdür Mehmet Esat Efendi olurken, Avusturya konsolosunun oğlu Hekim İspiro’da tabip tayin edilir. Sarısığlar koyunda karantina çadırları kurulur. Çanakkale; İstanbul’un, Payitaht’ın giriş kapısıdır. Bir başka deyişle; Sultani ve Kilitbahir kaleleri İstanbul’un temizlik seddidir.

Kapitülasyonlarla yabancı tüccara tanınan ayrıcalıklar, sermaye yokluğu, bilgi yetersizliği gibi nedenlerle Müslüman tüccarlar iç ticaretle uğraşırken, dış ticaret Avrupalı yabancı tüccarlarla Osmanlı uyruğu Müslüman olmayanların  “Avrupa tüccarı” eline geçer. İhraç edilen ürünler:  Palamut, üzüm ve şarap, darı, susam, çavdar, Şair (arpa), buğday, bakla, kereste, dokuma.. Çanakkale’de Çanakçılık üretimi 19. yüzyılda bir önceki yüzyıla göre önemini yitirse de 1892 yılında 3312 liralık çanakçılık üretimi gerçekleştirir. 

Maydos (=Eceabat) İskelesi; ahşaptan yapılmış olan bu iskele, bugünkü vapur iskelesinin biraz solunda, İtalyan Fahri Konsolosu Musevi asıllı Emile Vitalis’in evinin önündedir. (Bu ev sonraki zamanda İng. Mezarlıkları md. Mr. Milton ve ailesi, Reji İdaresi, Tekel Binası, Eski Rektörlük ve bugün ÇOMÜ kültür evi olarak kullanılır.) İskelede bağlı bulunan kürekli kayık ve motorlar (bu kayıklar tek çifte, iki çifte gibi adlandırılır.) Kilitbahir’e, yelkenli kayık ve motorlar da Maydos’a (Eceabat) çalışır. 1952 yılında;  biraz sağına beton direkli iskele yapılınca, ahşap iskele işlevini yitirir ve yıkılır.

Şehir İskelesi; Cumhuriyet Meydanı’nın denize doğru uzantısı noktasında yapılır. 1952 yılında, ters (L) şeklinde beton direk üstüne inşa edilen iskele, iç ve dış liman olmak üzere ikiye ayrılır. İskelenin üstüne raylı sistem üstünde hareket eden bir vinç konur, ancak bu vinç ile sökülünceye dek hiçbir yükleme ve boşaltma yapılamaz, çünkü vinç dengesiz yapıldığı için devrilme riski taşır. Çarşamba ve Cumartesi günleri sabah, İstanbul’dan kalkan Ayvalık ve Gemlik yolcu gemileri yaz aylarında akşam üzeri iskeleye yanaşırken, bütün şehir halkı iskelenin üstündedir. Gemi ve yolcular, hep bir bayram havası içinde karşılanır. Ertesi sabah da yolcular hüzünle uğurlanırdı.
Çanakkale’de 19. yüzyılda deniz taşımacılığı ve ticareti önem kazanır. Fransız Mesajiri kumpanyası her hafta Cuma günü Çanakkale’ye uğrar, Dedeağaç, Kavala, Selânik seferi yapar, tekrar İstanbul’a döner.. Başka bir Fransız kumpanyası, Çarşamba günleri Çanakkale’ye uğrayarak Atina ve Marsilya’ya gidip, ayni güzergâhtan döner.. Atina Kumpanyası, her on günde bir İstanbul’dan hareketle Çarşamba günü Çanakkale’ye uğrayıp Selânik’e  geçer..
Balıkçı barınağı ve yat limanı; 1975 yılında bugünkü mevcut yerine kaya dolgu olarak yapılan mendireğin ara bağlantısının sağdaki bölümü; balıkçı barınağı, solda iskele ile arada kalan bölüm, yat limanı olarak hizmet verir. Mendireğin üzerinde çekek ve balık satış yeri, yakıt pompası ve bir dönem yelken kulübü lokali olarak da kullanılan çay evi vardır. Balıkçı barınağı ile yat limanı arasındaki kaya dolgu; kıyı akıntısını engellediği için, liman ve barınak 1985 ve 1995 yıllarında DLH tarafından temizlendi. Amatör Balıkçılar Derneği Başkanı İsmail Kuleli’nin yoğun çabaları ile iki liman arasına iki kanal açılarak dipten su sirkülasyonu sağlandı. Böylece limanın dolma süresi biraz daha uzatıldı.

Su İskelesi; Teknelerin su ikmâlini sağlamak maksadıyla  yapılan, Ziver Bey Sokağı’nın tam karşısına gelen bu iskelenin ayakları demir kazıklı, üstü ahşaptı. Ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber 2000 yılında liman temizleme sırasında işlevini yitirdiği için söküldü. Boğaz’dan geçen gemilerdeki hastalar, bu iskeleden karaya alınır, hastaneye yetiştirilirdi. Bu nedenle son zamanlarda Sahil Sıhhiye İskelesi diye de adlandırılır.

Kırmızı Mağaza Önü İskelesi; Kordondaki Truva Oteli’nin bulunduğu yerde, halk arasında Kırmızı tuğlalardan yapıldığı için “kırmızı Mağaza” olarak adlandırılan yapının önündeki iskeledir

Paşa İskelesi; Subay Orduevi önünde bulunan iskeledir. “Komutan İskelesi” de denir. Bugün, kordonun düzeltilmesi ile, yalnız ön kısmı ve bir yönü kullanılmaktadır. Çanakkale’ye gelen Donanmamıza bağlı gemiler; demirde iken, Gemi Komutanları, bu iskeleden karaya ayak basar, Boğaz Komutanlığı’nı ziyaret ederlerdi. Orduevi’nde onurlarına verilen kokteyl ya da yemekten sonra da gene bu iskeleden gemilerine dönerlerdi.

Askeri İskele; Şimdiki mevki olarak Boğaz Komutanlığı’na bağlı Karargâh ve Destek Kıtaları Komutanlığı yanında, Astsubay Orduevi önünde ahşap kazıklar üstüne yapılmış bir ikmâl iskeledir.

Asker Hastanesi iskelesi; Asker hastanesi önünde bulunan küçük bir iskeledir.

Bilebildiğimiz kadarı ile M.Ö. 3500’lerden başlayan Boğaz tarihi; M.S. 2000’lere ulaştığımız bu zaman dilimi içinde daima ya savaşlarla ya da ulusal çıkar ilişkileri ile  gündeme gelmiştir. Bilemiyorum; dünyanın hangi bölgesinde, bu kadar uzun bir geçmişe sahip ve bir o kadar da kültürlerin mücadelesine sahne olmuş her hangi bir yer var mıdır?

Bu soruya cevap ararken; ilk aklımıza gelen, Hellespont, Dardanelles, Avie, Romania, Gelibolu, Kal'a-i Sultaniye, Boğaz Hisar, Cezayir-i Bahr-i Sefid, Akdeniz  Boğazı, Çanakkale  Boğazı  gibi tarih boyunca isim değiştiren; Akdeniz’den–Karadeniz’e uzanan doğal su yolu üzerinde kurulan uygarlıkların ticaret yoluyla iktisadi gelişmelerini sağlamış olmaları mıdır?

Bu sorulara net yanıtlar bulduğumuz ve bu yanıtlara göre de kalıcı politikalar oluşturduğumuz zaman, kentimizin, bölgemizin ve Türk ulusunun, kaderi de kendiliğinden değişecektir.
Editör: TE Bilişim