OSMANLININ AMERİKA’YA DEVE YARDIMI

Osmanlı Donanması 27–10–1827 de Avrupalıların güç birliği ile Navarin’de yakılır. Osmanlı bunun üzerine, Avrupa dışında bir müttefik arar. Yok edilen donanmanın yenilenmesi için, Osmanlı Amerika ile 7–5–1830 da ilk “seyrisefain” ve ticaret antlaşmasını yapar. Amerika Hükümeti, kıtanın kurak çöl bölgesinde taşıma işinde kullanılmak üzere Osmanlıdan deve ister.1855 yılında Osmanlı Sultanı Abdülmecit 30 deve yanında birer çift ayrıca dişi, erkek deve armağan eder.

Türk Amerika arasındaki yardımlaşma, Osmanlı’nın Amerika’ya deve yardımı ile başlar. Böylece ilk kez deveyi Kızılderililer görmüş olur. Kızılderililer Avrupa’ya ilk getirildiklerinde, Avrupalılar nasıl şaşkınlıkla karşılamışlarsa, bu eğri büğrü hayvanı, deveyi ilk gördüklerinde Amerikan yerli halkı da çok şaşırmışlar.1

AMERİKA DEVLETİ'NE HEDİYE OLARAK DEVE GÖNDERİLMESİ

1800'lü yıllarda Amerika Birleşik Devletleri güney komşusu Meksika'yla girdiği savaşlar genellikle vahşi ve ıssız çöllerde geçmişti. Motorlu araçların mevcut olmadığı devirde, savaş sırasında Amerikan ordusu en büyük sıkıntıyı nakliye ve ikmal konusunda çekmişti. Savaşan birliklere yiyecek, su, cephane ve yaralılar için gerekli sıhhi malzemenin ulaştırılması büyük bir problem olmuştu.

ABD'li devlet adamlarının aklına dâhiyane bir fikir geldi. 19.yy.da Avrupa devletlerinin Orta Doğu'da giriştikleri sömürgecilik savaşlarında nakliye için çöllere ve çorak alanlara olağan üstü dayanıklılık gösteren develerden faydalanmak istediler. Ordu nakliye sistemini deve katarlarıyla takviye etmeye ve hatta bunu ön plana almaya karar verdi.

Ancak bu sırada develerin bol olduğu Arap ülkeleriyle resmi temaslar olmadığından, bu hususta döneminde her başı sıkışanın imdadına yetişen Cihan Devleti Osmanlı'ya başvurmaya karar verdiler.

Bununla ilgili Amerikan donanmasının bir nakliye gemisi 1855 yılı Ekim ayında İstanbul'a geldi. Geminin kaptanlığını David Dixon Porter yapıyordu. Mr. Porter Amerika'nın ilk Türkiye büyükelçisiydi.

Amerika'nın İstanbul elçiliği Osmanlı Hariciye Vekaletine 29 Ekim 1855 tarihinde gönderdiği yazıda şöyle diyordu: "ABD tarafından bundan sonra Meksika ve California'da deve kullanılmasına karar verilmiş ve İstanbul'dan 35 devenin getirilmesi için Amiral David'in kumandasında ki bir gemiyi bu tarafa göndermiş olduğundan, Türkiye ile Amerika arasında mevcut bulunan iyi ilişkiler ve dostluk dolayısıyla 35 devenin verildiği takdirde bunun büyük bir memnunluk doğuracağını Amerikan elçisi arzu ve beyana cesaret eder."
Bunun üzerine Sadrazam Mehmet Emin Paşa, saray başkâtipliğine Amerika'nın istediği 35 deve ile ilgili olur yazısını yazmış, Sultan Abdülmecit'te olumlu irade de bulunmuştur.

Böylece Amerika'nın istediği develer bedelsiz olarak verilmiş. Amerika'ya ilk askeri yardım Osmanlı Devleti tarafından yapılmıştır.

Ne gariptir ki; o zaman Amerika'ya yardım eden Türkler daha sonra bu ülkeden yardıma muhtaç hale gelmiştir. Bu da tarihin garip bir cilvesidir. 2

Amerika’nın İstanbul Elçiliği, Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’na 29 Ekim 1855 tarihinde gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu:

“Amerika Birleşik Devletleri tarafından bundan sonra Meksika ve California’da deve kullanılmasına karar verilmiş ve İstanbul’dan otuz beş devenin getirilmesi için bahriye subaylarından Mr.David’in kumandasındaki bir gemiyi bu tarafa göndermiş olduğundan, Türkiye ile Amerika arasında mevcut bulunan iyi ilişkiler ve dostluk dolayısıyla Osmanlı devleti bir çift erkek ve bir çift dişi deve verdiği taktirde bunun büyük bir memnunluk doğuracağını Amerika Elçisi arza ve beyana cesaret eder.”

Sadrazam olan Mehmet Emin Ali Paşa, bunun üzerine, meseleyi ve kendi düşüncelerini Saray Başkâtipliğine şu yazı ile bildirir:

“Amerika Devleti’nde deve kullanılmasına karar verilerek otuz beş devenin getirilmesi için İstanbul’a bir gemi yollanmıştır. Bir çifti erkek ve bir çifti dişi olmak üzere iki çift devenin verilmesi ricasına dair elçilikten gelen yazının tercümesi Padişah hazretleri tarafından görülmek üzere arz ve takdim olundu. İstenen iki çift deve aslında pek az bir şey olduğundan ve verilmesi padişahımızın şanı gereği bulunduğundan alasından tedarik edilerek elçiliğe verilmesi ve bedelinin devlet hazinesinden ödenmesi hakkında hünkârın, iradesi nasıl çıkarsa ona göre hareket edilecektir.”

Sultan Abdülmecit’in bu husustaki olumlu iradesi, sadrazama Saray Başkâtipliği’nce şu şekilde bildirilmiştir.

“Sadakat tezkeresi ve elçiliğin yazısı padişah tarafından görülmüş ve istenen iki çift devenin alasından tedarik edilerek bedelinin hazinece ödenip elçiliğe verilmesi uygun görülmüştür. 13 Kasım 1855”

Böylece, Amerika’nın damızlık için istediği deve bedelsiz olarak verilmiş, öbür 31 deve de bedeli karşılığında piyasadan satın alınıp Amerika’ya götürülmüştür. Bunlar ordu hizmetinde kullanılacakları için böylece Türkiye Amerika’ya askeri bir yardımda bulunmuş oluyordu. Nitekim bu develer üretilip nakliye katarları kurulmuş ve Amerika, iç savaşında büyük ölçüde bunlardan yararlanmıştır.

Böylece, deve ile de olsa, Osmanlının (Türklerin) Ameri kaya’ya ilke kez yardımı ile dostluk başlamış oldu.  3

Amerika’ya bu develerle birlikte üç deve bakıcısı da gönderilir. Biri Hacı Ali’dir. Philip Tedro adıyla Amerikan ordusunda görev alır. 1902 yılında Arizona’da vefat eder. Mezarına “Deve” heykeli dikilir. Diğeri Rum asıllı Yorgo’dur. O’da George ismini alır. Ve 1906 yılında Los Angeles’da ölür. Diğer bir deve bakıcısı ise İlyas beydir. Amerika’da Meksika asıllı bir kızla evlenir. Bir oğlu olur; Elias (İlyas oluyor) Pluaturco Calles… 

Sigara paketlerinin, Camel sigaralarının üzerindeki deve resmi, develerin iç savaşta yük taşımadaki anısına konulmuş.  4


ABDÜLMECİT DEVRİNDE ESİR TİCARETİ YASAKLANDI. ESİR PAZARLARI

XVIII.- XIX. Yüz yıla kadar, uzun bir süreç içinde devam eden esir ticareti, insanlığın bir utancıdır. Yüzlerce yıl insanlar bir mal gibi alınıp satılmıştır.
Yüzyıllardır devam ede gelen esir ticareti, esir alınıp satıldığı esir pazarları, Osmanlıda Sultan Abdülmecit H1263- M1847 de Sadrazam Mustafa Reşit Paşa zamanında kaldırılarak, bir fermanla esir ticareti yasaklandı.

OSMANLIDA ESİR PAZARI

Osmanlı İmparatorluğunda “esir pazarları” bir düzen altına alınmıştı. İstanbul’da dört ayrı yerde esir pazarı vardı. Bu esir alım satımı, bir ticaret matahı gibi kendine özgü bir sektör oluşturmuş; esirciler şeyhi ile esirciler kethüdası denilen resmi vazifelilerin idare ve kontrolü altında idi. Bu utanç verici sektörün malları, dünyanın dört tarafından toplanan esir kızlar, bedenî kudreti yerinde köleler, renk, ırk ırk, din din çeşitli insanlar, her yaşta ve başta, imparatorluğun başlıca merkezlerindeki “esir pazarlarından” toplanır, müzayede ile satılırdı. Yemen’den Avrupa içlerine, Cebelitarık’tan Umman Denizine kadar geniş, bu on binlerce km2 topraklarda, her zevke uygun, her çeşitten köle bulunur, rahatlıkla alınıp satılırdı. Bu utanç verici malların taşıma, hamaliye masrafları yok gibi, çünkü gemilerin hayvan taşınan ambarlarında rahatlıkla taşınıyorlardı. 


Batı ülkelerinde daha gayri insani, hatta vahşice cereyan eden bu insan alışverişi, Osmanlı Türklerinin merhamet, şefkat ve hatta müsamahaları ile o devre göre örnek teşkil eden nizama bağlanmıştı.
H 1 muharrem 1263 14 Eylül 1847 yılında Tanzimat Fermanına paralel bir fermanla esir pazarı, esir ticareti yasaklanırken, genç padişah Abdülmecit şunları söyledi: “Esir pazarlarını da kapatınız. Ülkemde insan ticaretini görmek istemiyorum. Bu hali yaşadığımız devre, beşeri şefkat ve İslâm dininin hürriyet ve müsavat mefkûresine aykırı buluyorum”. 

Köle, esir ticareti Osmanlı’da olduğu gibi, batıda en ağır koşullarda devam eder. Hele Amerika’nın keşfinden sonra, yerli zenci ve Kızılderilileri insandan saymayan Avrupalı altın paragöz kâşifler, Afrika’dan binlerce, yüz binlerce zenciyi, tütün, altınla takas yapmak için, Amerika’ya hayvan taşınan gemi ambarlarında taşımaya başlarlar. Bu utanç verici köle ticareti üç yüz yıldan fazla devam eder.

Afrika’dan Amerika’ya ilk zenci köleler 1619 yılının Ağustos ayında Hollandalılar tarafından getirilmiştir. 90 genç kız (zenci köle), tütün karşılığında takas edilir. Avrupa’da henüz tütün olmadığı için, zenci köle verilip tütün alınır, sanki bir eşya takas eder gibi.
Afrika’nın Zanzibar, Kenya, Kongo ve öteki ülkelerden, koyun sürüsü gibi toplanan zenci köleler, denize yakın ve toprak altında köle zindanlarında, bir ambar eşyası gibi günlerce bekletilir. Yeterli sayıya ulaşınca da, gemi ambarlarında Amerika’ya, yeni köle ülkesine sevk edilirlerdi. Günümüzde, Afrika kıyılarındaki bu köle zindanları halen korunmakta, insanlığın bir utanç abidesi olarak, dünyadan gelen turistlere gösterilmekte.

İsveçli bir kadın heykeltıraş, boyunlarından birbirine zincirle bağlanmış, değişik yönlere acıdan da acı bakışlarla bakan beş kölenin grup heykelini yaparak, bir utanç abidesi olarak ebedileştirdi. Köle heykellerin boyunlarındaki zincirler, vaktiyle köleleri bağlamakta kullanılmış olan gerçek zincirlerden biriymiş.

Avrupa’da 1882 de köle ticareti yasaklanmışsa da gizli gizli devam etmiş, yıllarca.   

GİZLİCE ESİR TİCARETİ DEVAM EDİYOR

Esir ticaretinin açık pazarlarında Padişah Abdülmecit’in yasaklanma fermanından sonra, esir alışverişi gizli olarak devam etti. Esir kızlar cariye adı altında, halayık, odalık diye zenginlerin konaklarına satılmaya devam etti. İlk kadın yazar ve şairlerimizden  Leyla Hanım (….-1848) bu konuda “Harem Ve Sarayların Eski Adetleri” başlıklı yazısında şunları yazıyordu: “Padişahımızın fermanı ile esir pazarları kapatılınca esirciler, geçim kapılarını kapatmamak ve kız, erkek, muhtelif yaş ve renklerde, muhtelif çeşitli vakıflarda insan satın almayı, satmayı, adet edinenler hatta yaşamalarını buna göre ayarlayanlar, telaşa eleme kapılmışlar.  Bu işe gizli devam etmişler. Zenci köleler ve cariyeler Fatih civarında bazı hanlarda, Çerkezler, Kafkasyalılar, dünyanın dört bucağından derlenmiş güzel kızlar da Tophane Karabaş Mahallesindeki evlerde gizlice satılmaya başlamışlar. Hükümet de buna göz yummuş. Çünkü onların içinde de padişahımızın fermanını tatbik etmekle beraber, asırların alışkanlığını bir anda değiştirmenin mümkün olmayacağına inananlar varmış. Sadece gizlilik şeklinde olan esir ticareti usul ve şekilleri hiç değişmemiş, yalnız fiyatlar yükselmiş”. Demek ki esir ticaretinde de karaborsa başlamıştı.

ESİRCİ KADINLAR ALIŞVERİŞİ

Esir ticareti konusunda yazılar yazan Leylâ Hanım, bir yazısında tanık olduğu cariye alışveriş sahnesini şöyle anlatıyor:

“-Beğenilen cariyenin uykusunu tecrübe için, bir gece müşterisinin evinde kalması adetti. Eğer uykusu ağırsa ve horlarsa fiyatından düşürülürdü. Cariyenin bedeli, ebe ve doktor muayenesinden sonra verilirdi. Esirci kadın,  hem esir tüccarından hem müşterisinden tellâliye alırdı”.

Esirci kadının çenesi kuvvetli, tarifi yerinde, telkini kudretli olurdu:
“-Uğurlu kademli olsun, Allah can peliği versin, güçlü, kuvvetli kız. Yesin, içsin bakınız daha ne olur. Şu göze, kaşa bak. Kaşla göz gerisi söz, değil mi efendiciğim? Derdi.        
Satın alacak erkek, kızın göğsüne, kollarına ve dizlerine kadar bakar bacaklarını muayene edebilirdi. Bu kızlardan bilerek evli erkek tarafından satın alınmasına müsaade eden az olurdu. Esir kızların çoğu, bu satışa, rahat etmek, iyi koca bulmak, rahat yaşamak için razı olurlardı. Eğer kendisini satın alan erkek evli ise, kaçacağını açıkça söylerdi. Cariyeler, Avrupalıların zannettiği gibi, bedbaht değillerdi. Saraylarda, paşa konaklarında, esnaf ve ayan konak yavrularında, beldenin zenginlerinin her türlü ihtiyacı temin edilmiş evlerinde itibar görürlerdi. Çocukları olunca nikâhlanırlardı. Osmanlı Sarayındaki birçok valide sultanlar cariyelikten gelme idi. Halayık, odalık, haseki, ikbal, sultan gibi kademeleri vardı. Her birisinin kendisine has itinalı giyimi olurdu. Çünkü cariyeler, devşirme değildi; küçük yaşta esirciler tarafından satın alınır, yaşama töresi öğretilir, musiki bilgisi, okuma yazması, ev hizmetleri, yemek, dikiş öğretilir, mükemmel terbiye edilirdi.

Cariyeler satıldıkları yerde rahat etmezlerse, yeniden satılmalarını teklif ederlerdi. Eğer sahibi razi olmazsa, kaçmak, kadıya veya bir esir tüccarına sığınmak hakkı vardı. Kaçarken evden hiç eşya almaz, sadece bohçasına bir takım elbise koyardı. Firarına alamet olarak çektiği kapının veya aştığı duvarın dibine terliklerini bırakırdı”.

Leyla Hanım, İstanbul’un esir ticaretinin merkezi olduğunu anlatarak şunlar yazar:
“-Mısır Prensleri, Tunus Beyleri, Hind Mihraceleri, Hicaz, Bağdat, Yemen’in, Sumatra ve Cava’nın Afgan ve İran’ın zenginleri, yaz mevsimi İstanbul’a gelirler, ya adamlarını gönderip buradan Osmanlı terbiyesine göre yetiştirilmiş Çerkez ya Kafkasya’lı kızları avuç dolusu altınlar vererek alırlar, izzet ve ikballe memleketlerine götürürlerdi. İstanbul’da “esirci eminliği” diye bir vergi memurluğu vardı ki, bir kuruşla bir para vergi alırdı. Bu verginin bazı yıllar yüz altın keseye kadar çıktığı olurdu.

MİLLETLERİNE GÖRE CARİYELER                   
Cariyelerin milletlerine göre bilinen meziyetleri ve şöhretleri vardı. Bu meziyet ve kıymetler için kitaplar yazılmıştı. Yerleşmiş olan kanaatlere göre, nezaket ve kibarlık İran’lı, güzellik Çerkez ve Kafkasyalı, işvebazlık ve gönül çalma Rum, sadakat Ermeni, hazinekârlık Habeş, raks ve Nobe, bakıcılık Hindli kızlarda mümzariyet halinde idi. Yine bu kitaplara göre güzel yüz Türkler, güzel vücut Rum, güzel saçlar Kafkas, güzel gözler Arap, güzel ten Macar kızlarında bulunurdu. Musevi kızları çok makbul değildi. Avrupa devletlerinin sefirleri, esir pazarlarını sık sık ziyaret ederler; kendi memleketlerinde gizli ve çok zaman insaniyet ve ahlak harici yapılan cariye ve köle alışverişinin Osmanlı Ülkesinde nasıl mükemmel ve insani şekilde, iki tarafın haklarını mahfuz tutarak tanzim edilmiş olmasına hayret ederlerdi”.

KÖLELİĞİ KALDIRDI DİYE TÜRKLERİ SUÇLAYAN ARAP ŞEYHİ
150 Yıl kadar önce Arabistan’lı Reis’ül Ulema Şeyh Cemal, kölelik ve Türkler konusunda şu ilginç fetvayı yayınlamıştı:
“Köleliğin yasaklanması şeri şerife (şeriata) aykırıdır ve bundan başka kadınların açık gezmesi ve kadınların boşanma yetkisi gibi temiz şeriata aykırı teklifleri olduğu için Türkler müşriktir. Türkler murted (İslam dininden dönen) oldu. Türkler üzerine cihad edin. Kanlarını dökmek, evlatlarını esir etmek helaldir”.
Osmanlının batılılaşma çabaları ile kanunname çıkarmış, köleliği yasaklamış, modernleşme hareketleri başlamıştı. Mekke Emiri Abdülmüttalip Osmanlıya karşı bu fetva kışkırtması ile Arabistan’da kışkırtmalar başlamıştı.
Ahmet Cevdet Paşa’nın “Tezakir” adlı kitabından öğrendiğimize göre, isyancılar Harem-i Şerifte namaz kılan zavallı Müslümanları süngüden geçirmiştir.  6

ABDULMECİT DEVRİNDE ESİR TİCARETİ YASAKLANDI

1847 Sultan Abdülmecit’in yeni yıl nedeni ile Babı Aliyi ziyareti günü esir pazarının resmen kaldırılması fermanına karşın, esir ve özellikle cariye alışverişi 1908 ikinci meşrutiyete kadar devam etti. Bundan sonra da, Batı yaşayışı Osmanlı ülkesine yerleşince, cariyeler yerini kapatmaya ve birden çok evlenmede, yine cariye sisteminin bir başka ifadesi olan, metres olayına bıraktı. Osmanlı İmparatorluğunda, esirciliğin ve esir pazarlarının ikbal devri, III. Sultan Murat zamanıydı. Bu tarihte İstanbul’a sadece esir ve köle getiren gemiler gelirdi. İstanbul’da eski ve yeni Bedestende Esirler Hanı, ayrı ayrı avrat ve köle pazarlarının nizam altına alınması için Esirciler Şeyhliğinin ve Esirciler Kethüdalığının kurulması bu tarihtedir. Padişaha, vezirlere, eyalet beylerbeyine cariye ve köle hediye etmek çok tabii idi. Sokullu’nun sarayında 680 cariye vardı.

Avcı Sultan Mehmet zamanında meşhur musiki ustalarından İri Mustafa Efendi, esirciler kethüdası idi. Her esirin günde orta halli insanın yaşamasına yetecek nafakası vardı. Esirciler Hanında iç içe geçen odalar bulunur, cariye almak isteyenler birbirlerini görmezlerdi. Evli kadınlar, evlerine gelen cariyelere fena muamele etmekten sakınırlar. “Zaten kaderin hışmına uğramış, benden bulmasın. Allahtan korkarım”, derlerdi. Rahmetli Ahmet Rasim üstadımızın anlattığına göre, cariye ve esirlere fena muamele yapan evler, semtlerde hiç makbul sayılmazdı. Üstat şöyle diyor:

“-Esir alışverişinin Padişah Abdülmecit Han’ın fermanıyla kaldırılması, bütün evli kadınları evvelâ çok memnun etmişti amma, fuhş-u atikin bir müessesesi olan kapatmalığın büyük şehirlerden kasabalara kadar yayılması, aile saadeti için daha menfi neticelere sebep oldu. Daha sonra da, Garp Hayatı memlekete yerleşince, metresler meydana çıktı. İkinci Meşrutiyetin ilânına kadar cariye alışverişi, kısmen açık, kısmen kapalı devam etti”.

Cariyeler, halayıklar, odalıklar, renk renk köleler, küçük yaşta alınan kız ve erkek çocukları arasında, evlât gibi yetiştirilirler ve cemiyetin yüksek kademelerine çıkmış olanları vardı. Nice nice sadrazamlar, vezirler, çeşitli sahadaki sanat ve ilim üstatları, kadınlarda sultanlığa kadar yükselmiş olanlar, esir pazarlarından gelmişlerdi.  7
   

SONNOTLAR
1.   Kız Kulesindeki Kızılderili-Sunay Akın Çinar Yayınları Sf: 16   
2.   http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?2017364-Amerika-Devleti-ne-hediye-olarak-deve-g%C3%B6nderilmesi

3.  http://www.wardom.org/abd-ye-yaptigimiz-askeri-yârdim-t107981.html
               Wardom http://www.wardom.org/showthread.php?t=107981        

 4. http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?2017364-Amerika-Devleti-ne-hediye-olarak-deve-g%C3%B6nderilmesi
 5. 1- Yazılmamış Tarihimiz Seçmeler Cemal Kutay Aksoy Yayıncılık 1999 Sf: 139)
     2- Şeytanın gör dediği Milliyet Çetin Altan 2–2–2006 Sf: 4
     3- Kız Kulesindeki Kızılderili Sunay Akın Sf: 66–90

 6. Milliyet 15–12–2001 Taha Akyol Objektif Sf:15 

 7. Yazılmamış Tarihimiz Cemal Kutay Aksoy Yayıncılık 1999 Sf: 143–144

Editör: TE Bilişim