İzmir’in Gizli Bahçesi "URLA"

Urla'da yaşayanların bir kısmı İzmir'in gizli bahçesi diye adlandırabileceğimiz şirin Ege kasabası Urla'nın adının Rumca bataklık-sazlık anlamına gelen "Vurla" kelimesinden geldiğini, bir kısmı da Osmanlı Padişahı Mehmet Çelebi 'nin komutanlarından İbrahim Bey'in sefere çıkarken kendisine "uğur ola", "uğurlu geldi" demesinden türediğini söyler.

Tarihi çok zengin olan Urla'nın meşhur insaları da sayca fazladır. Neyzen Tevfik, Necati Cumalı, Tanju Okan ve Yorgos Seferis bunlardan birkaçı…

Urla 'da İskele ve Liman Tepe civarında yapılan kazılarda büyük sur duvarları ortaya çıkarılmıştır. Surların kuvvetli oluşu buranın merkez durumunda ve çağdaş bir kültür şehri olduğunu ortaya koymaktadır. Yunanistan'dan gelen Aka ve Dor göçmenleri ile Urla'nın halkı, dünyanın hayran kaldığı İyon şehirlerinden biri olan Klazomenai'yi kurmuşlardır. Ayrıca bulunan kalıntılar burada Hititlerin de yaşadığını göstermektedir.

Bölge tarih boyunca Pers, Yunan, Roma ve Bizans dönemlerinde merkez şehir olma özelliğini korumuştur. Urla, etrafındaki yeşillikler ve sahip olduğu güzelliklerinden dolayı Bizans imparatorları tarafından ele geçirilmiştir. Daha sonra Haçlı seferlerinde Haçlıların eline geçmişse de 1403 yılında alınarak Aydınoğullarına verilmiştir. 16. y.y.'da Urla, Türklerin yerleşim merkezi olmuş daha sonra Osmanlılar hüküm sürmüşlerdir. 1919-1922 yılları arasında işgal altında kalan ilçe 12 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtarılmıştır.

Urla'ya ulaşmak için önce İzmir'e gitmek gerekiyor. İzmir'den Çeşme otobanına girip Urla çıkışını gözlemek lazım… İzmir'den sonra yaklaşık 35 kilometrelik kısa bir yolculuk sizi deniz, tarih ve zeytin cennetine ulaştıracak… Otobandan çıkınca sizi bir dört yol karşılayacak. Ya, sağa sapıp, iki yanı ağaçlıklı bir asfalt yolla (yaklaşık 3 km) deniz kenarındaki Urla İskele Mahallesi'ne gidecek, ya da sola dönüp, kendinizi kara tarafındaki ilçe merkezinin göbeğinde bulacaksınız…

KATMER YEMEDEN DÖNMEYİN

Evet elbette Ege denince akla balık ve deniz ürünleri geliyor ama Urla'ya gidince katmerin tadına da bakmak lazım. Bu bir çeşit ince hamurla yapılan peynirli pide. Katmeri deniz kenarında bulunan katmercilerde masmavi deniz ve sizi serinletecek Ege imbatı eşliğinde yemenizi tavsiye ederim yanında kocaman bir sürahi ayran da cabası.

KARANTİNA ADASI

Biliyor musunuz ? Urla, öyle bir liman kenti ki, tarih boyunca hep "ilgi odağı" olmuş. 15. yy sonu, 16. yy başında yaşayan Piri Reis de "Kitab-ı Bahriye" sinde söz etmiş Urla'dan. Urla'nın girintili çıkıntılı kıyılarını, adalarını dile getirirken, nerelerin "yufka sulu demir yeri" , nerelerin büyük gemilerin yatabileceği kadar derin olduğunu, rüzgarın hangi mevsim nereden estiğini saymış bir bir…

Onun zamanında adaların adı da değişik. Örneğin Kiliseli denen bir ada ve onun karayel tarafındaki Kösten adasından, buranın sarp kayalık olduğundan , karaca ve geyiklerin yaşadığından, mermer direkli sarnıçlardan, gemicilerin su aldığından söz ediyor. Karantina adası da , "Yolluca" olarak geçiyor Piri Reis'te.

"Burası Anadolu'nun sahiline 1 mil mesafededir. Bu 1 milin arasına kafir bir taş köprü yapmıştır. Şimdi o köprünün binası bozulmuştur. Fakat dökülmüş taşları durur. O taşların üzerinden yürüyüp adaya geçmek her zaman kabil değildir. Orada binalar vardır…"

Piri Reis 'in gördüğü binaların Klazomenailılara ait olduğunu biliyoruz. 12 İyon kenti arasında önemli yeri olan antik Klazomenai kenti de Limantepe höyüğü gibi Urla'nın İskele Mahallesi’nde. Matematik, astronomi bilgini ve İÖ 5. yy doğa düşünürlerinin en ünlüsü  Anagsagoras'ın da doğum yeri olan Klazomenai'deki kazılarda büyük fırınlar ve atölye bulunmuş.

Anagsagoras hakkında detaylı bilgi
 

Bu tesisler İÖ 7.-6. yy larda buradaki keramik sanayinin büyüklüğünü gösteriyor. Gerçekten de o dönemde Karadeniz, Güney İtalya ve Akdeniz kıyılarındaki kolonilere ihraç edilen, savaş sahneleri ve hayvan figürleriyle bezenmiş Klazomenai vazoları ve lahitleri bugün bile dünya müzelerinde önemli yer tutuyor.

Bu parlak dönemin ardından İÖ 5. yy ortalarında Pers saldırısına uğrayan Klazomenailılar, tam karşıdaki adaya göç ederek kurtulurlar. Piri Reis'in sözünü ettiği taş yolu da İÖ 330’da Asya seferi sırasında buraya gelen Büyük İskender yaptırır. Piri Reis'in gördüğü binalar yine o devirlerin kalıntıları olmalı. 1865 'te ise buraya Fransızlar tarafından bir taaffuzhane, yani etüv merkezi yapılmış. Ada da böylece karantina adası olmuş. 

Urla'ya veda etmeden önce, mutlaka ama mutlaka " Taaffuzhane'yi görmenizi tavsiye ederim. Eminim sizi de çok etkileyecektir. O yıllarda hacdan gemilerle dönenler ada açıklarında demirler, yolcular da küçük teknelerle taşınarak iki bölüm halinde "taaffuzhane"ye alınırmış.

İlkinde ilaçlı sularla duş yaptırılan yolcuların tüm eşyaları ve çamaşırları, aradaki 360 derece dönebilen dolaplarla ikinci bölüme yani, taafuzhaneye gönderilir, buradaki üç büyük kazanda, 110 derecelik buharla mikroplarından arındırılırmış.

Hasta yolcu varsa, gemi karantinaya alınır, bir süre bırakılmaz; herhangi bir salgın hastalıkla karşılaşılmazsa, bir atlı haberci İzmir valisine müjdeyi götürür, vali paşa da gelen ulağı bir kese akçe ile ödüllendirirmiş. Bir düşünün…

Bu müthiş sistem, Osmanlı tarafından 150 yıl önce uygulanıyor; bugün hacdan gelenler ise doğru dürüst sağlık kontrolünden bile geçirilmiyor…

Eski, ancak sağlam ve halen çalışır durumdaki tesisin, sağlık bakanlığı tarafından müze yapılacağını duydum…Ama ne zaman Allah bilir ? Bugün adada Sağlık Bakanlığı’na bağlı tam teşekküllü bir kemik hastanesi ve bir de buna bağlı 30 yataklı bir otel var.

EVLİYA ÇELEBİ URLA ÜZÜMLERİNİ ANLATIYOR

Özellikle 17. yy’da Urla ve çevresinde bağcılık ve zeytincilik çok önemli yer tutar. Evliya Çelebi Seyehatnamesinin bir yerinde de Urla çarşısında tüm çarşının üzerini kaplayan bir asma ve üzerine aşılanmış, 37 değişik üzüm salkımı gördüğünü yazar…

Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde Urla çarşısı içinde gördüğü bir asmayı anlatırken, "Bu çarşının ortasında bir üzüm asması var ki, iki adam ancak kucaklayabilir. Dalları bütün çarşıyı kaplamıştır. Yüzlerce salkım üzüm, yol üzerinde sarkar. Her bağ sahibi, bu asmaya yeni bir aşı yaparak, üzerinde çeşit çeşit üzüm oluşturmuştur. Mesela, sarı, yeşil, kırmızı kuş üzümü, kadın parmağı, tergömler, kıradına, kumla, rezaki, misket, bellece, alaca ve siyah üzüm ki 37 türlü üzüm olur."

Düşünebiliyor musunuz ? Evliya'nın verdiği rakamlara göre, o günlerde Urla'da 250’den fazla zeytin değirmeni, sayısız sabun imalathanesi, 3000’in üzerinde ev, 2 hamam, 2 medrese, 7 han, 7 mektep, 200 ticarethane, 5 cami varmış.

Ege bölgesi olduğuna göre, zeytinciliğin bu kadar gelişmiş olması bu kadar sürpriz değil. Antik kaynaklara göre, Klazomenai kenti de önemli bir zeytinyağı üreticisi. Kazılarda bulunan İÖ 6.yy sonuna ait zeytinyağı üretim atölyesinin zeytin kırma bölümü, pres ve imbikleri ile bu güne dek yüzlerce parça halinde bulunan zeytinyağı depolama kapları bu bilgiyi doğruluyor.

Bugün Urla'ya bağlı 16 köyde, tarım ve balıkçılık yapılıyor. Urla çevresindeki arazide, zeytinden de önde gelen tarım ürünü artık tütün. Evliya Çelebi'nin "Urla bağlarıyla ünlüdür" sözü ise bugün Urla'yı maalesef utandırıyor. 50-60 yıl öncesine kadar Urla'nın ünlü çekirdeksiz üzümlerinin yetiştirildiği, son derece bakımlı bağların çoğu yerini zeytinliklere ve tütün tarlalarına bırakmış.

Aslında bunun nedeni bölgede yaşayan ve üzüm, zeytin, tahıl yetiştiren Rumların yerine, 1924 'teki mübadele ile Yunanistan, Arnavutluk ve Balkanlar'dan gelen göçmenlerin farklı tarım kültürü… Memleketlerinde tütüncülük yapan bu insanlar, bakımı tütüne göre daha zor, o denli de kâr getirmeyen bağlarda önce zeytin sonra da tütün yetiştirmeye başlamışlar.

“Seferis” ve “Cumalı”

Ege'nin bir yanından diğerine savrulan iki isim

Türk edebiyatının önemli ismi Necati Cumalı Ege'nin diğer yakasında Yunanistan'ın Florina şehrinde doğmuş, Urla'da yaşamıştır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Yunanistan'dan Türkiye'ye göç ederek İzmir'in Urla kazasına yerleşen bir çiftçi ailesinin çocuğudur. Bu yüzden eserlerini okuyanlar Ege'nin iki kıyısında yaşayan insanların hayatlarından izler görebilir.

Onun en belirleyici özelliği, dili çok sade ama çok etkileyici kullanabilmesi, hayatı ve gerçek insanları eserlerinin içinde oldukları gibi yansıtabilmesiydi. Ulusal edebiyata inanan, yerel değerleri her zaman el üstünde tutan, öz kültür ve dilden asla ödün vermeyen ve belki de en önemlisi, anlaşılır olmayı her zaman kendine amaç edinmiş bir yazardı.

Yunanlı şair Yorgo Seferis de 1900'de İzmir’de doğmuş, 1914 yılına kadar Urla'da yaşayıp Atina'ya göç etmiştir. Yunan edebiyatında simgeciliğin öncüsü, 1930 kuşağının önde gelen temsilcisidir. İncelikli lirizmi ve canlı doğal söyleyişi ile halkının ve çağdaş insanın trajik durumunu yansıtmıştır.

Günümüzde ikisinin de Urla'da yaşadıkları evleri ayakta duruyor ve ziyaretçi akınına uğruyor. Cumalı'nın evi meraklılarına bir "anı ve kültür evi" olarak kapılarını açarken, Seferis'in evi ise günümüzde kültürlerin, Türk Yunan dostluğunun buluşma yeri ve butik otel olarak dimdik ayakta duruyor.

“Denize Yakın Ev”

Elimden aldılar evlerimi. Mutsuz
yıllara rastladık; savaşlar, yıkımlar, gurbet;
avcı bulur bazen göçebe kuşları
bazen bulmaz; av boldu
benim zamanımda, çok kişiyi alıp götürdü saçmalar;
ötekiler durmadan döner ya da çıldırır sığınaklarda.
Bülbülden söz etme bana, ne de tarlakuşundan
ne de kuyruğuyla ışığa sayılar yazan
küçücük çobanaldatan kuşundan;
fazla birşey bilmem ben evler hakkında
evlerin de bir ırkı olduğunu bilirim, hepsi o kadar.
Henüz yeniyken daha, günün saçlarıyla
oynayan küçük çocuklar gibi bahçelerde,
rengarenk pancurlar, parıltılı kapılar
işlerler günün üzerine.
Değişirler mimarın işi bitince,
büzülürler, ya da gülümserler, hatta inatlaşırlar
kalanlarla, ayrılıp gidenlerle
dönecek olanlarla, dünyanın uçsuz bucaksız
bir otele dönüştüğü bu zamanda.
Fazla bir şey bilmem evler hakkında,
sevinçlerini ve kederlerini anımsarım
bazen durduğum zaman;
bazen denize yakın, bir tek demir karyolalı
çıplak odalarla - hiçbir şey yok bana ait -
bakarken akşamın örümceğine
gelmek için hazırlandığını düşünürüm birinin, süslerler onu
siyah - beyaz giysilerle, rengarenk mücevherlerle,
ve çevresinde alçak sesle konuşur
kır saçlı, koyu dantelli, saygıdeğer kadınlar,
hazırlandığını düşünürüm benimle vedalaşmaya gelmek için,
bir kadın düşünürüm çevik gözbebekli, geniş kuşaklı,
güney limanlarından dönen bir kadın,
İzmir, Rodos, Sirakuza, İskenderiye'den,
sıcak pancurlar gibi kapalı
altın yemişler ve otlar kokulu kentlerden
dönen bir kadın, çıkıyor merdiveni
basamakların altında uyuyanları görmeden.
Bilirsin, hemen inatlaşır evler, soyarsan onları."
 Yorgos SEFERIS / Poros Adası 1946,

Editör: TE Bilişim