Ada vapuru yandan çarklı... Ne vapurlar geçmiş Boğaz'dan...

 “Bu yeni vapurları sevemedik” diyor musunuz siz de? Peki, Boğaz'ın serin sularında geçmişte nasıl vapurlar yüzmüş biliyor musunuz? İşte yandan çarklısından devekuşuna İstanbul'un emektarları… Geçtiğimiz günlerde İstanbul'un deniz ulaşımına üç yeni gemi eklendi. Göksu, Küçüksu ve Durusu adlı Vapurlar teknolojik yönden daha gelişmiş olsalar da İstanbullular tarafından pek sevilemedi.

Özellikle sosyal medyada bu yeni vapurlara çılgınca eleştiriler geldi. Martılara simit atmak için yan balkonlarının olmayışı itirazından ‘Jetgillerin supersonic gemisi' benzetmelerine kadar birçok tenkite şahit olduk. Hatta sahilde oturan birinden, yanaşan yeni vapur için “Şu an sanki kocaman bir böcek üstüme geliyor!” cümlesini bile duyduk.

İstanbul ahalisinin vapurlarla duygusal bağının başlangıcı, Osmanlı'nın sonlarına denk geliyor. Zira bir yerden sonra sayfiye modasına uyanları taşımaya kayıklar yetmiyor ve başlıyor vapurların tarihi. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Sezen Aksu'nun şarkılarına kadar yansıyan, ‘lüküs kamaralı' yandan çarklı ada vapurlarının Boğaz aşkına katkılarını da unutmamak lazım. Etçil martıları simide alıştıran İstanbul'un tarihi, biraz da vapurların tarihi değil midir?

‘Ada vapuru yandan çarklı'

Şirket-i Hayriye'nin 77 vapurundan 42 tanesi yandan çarklıydı. Yan taraflarında kocaman bir çark bulunduran bu vapurlar, fazla hızlı değildi. Geminin manevra yeteneğini çok azaltıyordu. Bu yüzden zamanla pervanenin gelişmesiyle terk edildi. İstanbulluların çok sevimli, zarif buldukları bu vapurlardan biri 38 baca numaralı Şükran'dı. Bir de 37 baca numarasıyla onun eşi İhsan vardı. İngiltere'de birlikte inşa edilmiş, çelik gövdeli, yandan çarklı bu vapurların Boğaz'daki seyir ömrü ise Birinci Dünya Savaşı'nda donanmanın emrine verilmeleriyle son buldu. Fakat Boğaz ahalisi yandan çarklıları unutamadı. Kendilerine denizde olmasa da şarkılarda yer buldular.

Kayıklardan buharlı gemilere

19. yüzyılın ortalarına kadar İstanbul'da yolcu ve yük taşımak için kayıklar kullanılıyordu. Önemli bir geçim kaynağı olan kayıkçılık, belli kurallara bağlı bir işkoluydu. Vapurlar öncesinde İstanbullular için kayıkların ne kadar elzem olduğunu sayılarından anlayabiliriz. 1844'te 16 bin kayık İstanbul sularında faaliyetteydi. Lakin bu kadar kayık Boğaziçi'nde, Adalar'da sayfiyeyi keşfeden ve kışın gezmesi zorlaşan şehir halkının talebini karşılamaya yetmiyordu. Bu ihtiyaca binaen ilk olarak İngiliz ve Rus bandıralı iki buharlı gemi yolcu ve yük taşımaya başladı. Devlet-i Âliye bunu kısa sürede yasakladıktan sonra, 1838'de Osmanlı bandıralı ilk buharlı gemiler Boğaz'da sefere başladı. 1852'de ise Şirket-i Hayriye kurulmuştu ve artık geniş filosuyla İstanbul'a hizmet veriyordu. Fakat tüm bu gelişmelerle birlikte, kayıkların kaybolması için daha on yıllara ihtiyaç vardı.

Burnu havada vapurlar

1910'lara kadar yolcu taşıyan ilk buharlı vapurlar, alçak burunlu teknelere sahipti. Ancak sonbahar ve kış mevsimlerinin sert geçmesi vapurların işini zorlaştırıyordu. Osmanlı Seyr-i Sefâin İdaresi, bu duruma çözüm bulmak için vapurlarda tasarım değişikliği yaptı. Öncekilere göre daha yüksek buruna sahip bu vapurlar, estetik olarak çok rağbet görmese de zor hava şartlarına daha dayanıklıydı.

'Ütü'ler Haliç seferinde

Haliç sularında 1858'de işlemeye başlayan yandan çarklı buharlı vapurların baş ve kıç kısımları sivri ve birbirinin aynısıydı. Bu yüzden onlara 'iki başlılar' adı takılmıştı. Lakin isim konusunda onun kadar şanslı olmayan vapurlar ortaya çıktı. 1910-1920 yılları arasında inşa edilen Haliç vapurları halk tarafından çok şekilsiz bulundu ve onlara 'ütü' lakabı takıldı. Zira bunlar, bakıldığında hem tüten buharı hem de şekliyle ütüyü andırıyordu.

‘Devekuşu' yüzer mi?

Artık son buharlı gemiler, İstanbul sularında gezmek üzere 1960 ve ‘61'de İskoçya'da inşa edildi. Bunların bacaları farklıydı. Alışılagelenin dışında yüksekliğe sahip bacalarından dolayı, İstanbullular arasında bu vapurlar da ‘devekuşları' adıyla anılır olmuştu. Bu devekuşlarının ardından, onlardan esinlenilerek, benzer ebatlarda birbirinin eşi üç gemi daha inşa edildi. Hepsinin ortak özelliği olarak ‘bacadan direkliler' denen bu gemilerden İnciburnu'nun adı 1999'da Barış Manço olarak değiştirildi. Halihazırda yolcularını taşımaya devam ediyor.

HATİCE TUĞBA ÇETİNKAYA/Zaman

Editör: TE Bilişim