Denizyıldızları Bodega Körfezi'ne yakın sahillerde yaşayan çeşit çeşit canlı arasında en muhteşem olanlardandır. Bazen yıldız balığı da denir onlara. Ama köpeklere ne kadar benziyorlarsa, balıklara da ancak o kadar benzerler. Büyük (boyları bazen 30 santimi bulur) ve cüretkârca renkli (kimsenin bilmediği nedenlerle bazısı turuncu, bazısı mor renktedir) denizyıldızları, genelde kaya çatlaklarında, atılmış bir oyuncak gibi yayılırlar. Ama görünürdeki ataletine ve beyne benzer bir organı olmamasına rağmen, Pisaster ochraceus gelgit bölgesinin en önemli yırtıcılarından biridir. Ona gelgit havuzunun kaplanı da denilebilir.

Petaluma'daki (Kaliforniya) Farallon Enstitüsü'nde çalışan, deniz biyoloğu Sarah Ann Thompson, San Francisco'nun 105 kilometre kuzeyindeki Bodega Burnu'nda bulunan Midye Noktası'nda (Mussel Point), kayalıkların üzerinde ve gelgit havuzlarının arasında bana rehberlik ediyor. Bense yağmurluğum, lastik çizmelerim ve dizliklerimle, parlak ve kaygan yosunlar yüzünden kayıp, balık yemi olmamaya çalışıyorum. Thompson turuncu bir denizyıldızını almak için çömeliyor.

Hollywood filmlerindeki süper kahramanların dönüşümünü andırır şekilde Pisaster, bir kalp atımı süresinde -yani kalbi olsa bir kalp atımına denk olacak sürede- normalde gevşek duran gövdesindeki "değişken dokuyu" katılaştırıp, kendisini kemik gibi sert bir yapıya dönüştürebiliyor. Ardından dahili hidrolik sistemini çalıştırıp, yüzlerce vantuza benzeyen ayaklarını kullanarak midyelerin kabuklarına tutunup açacak kadar kuvvet üretiyor.

"Bu Pisaster, midyeyi öldürmüş bile," diyen Thompson, bir elinde denizyıldızını ve merhumu tutmuş, diğeriyle midyenin kabuklarını hafiften aralıyor. "Pisaster midesini ağzından dışarı çıkarmış, midyeyi vücudunun dışında sindiriyor."

Yani midyenin içindeki o kremamsı yapış yapış şey...? "Evet, Pisaster'in midesi o. Yemek yemeyi bitirince, midesini içeri çekip yoluna devam eder."

Gelgit havuzları, okyanusla karanın buluştuğu kayalık kıyılarda -her gün her şeyin üstünün, gelgitle kâh örtünüp kâh açıldığı, bazen sadece birkaç metre genişliğindeki sahil şeritlerinde- oluşur. John Steinbeck, burayı "ağzına kadar hayat dolu" diye tanımlamış. Bu gözlem, mekânsal olarak olduğu kadar -görece küçük bir alanda birçok şey gerçekleştiği için- zamansal olarak da geçerli: Gelgitler arasında her şey çok hızlı gelişir.

Biyologlar, çok daha büyük ölçekte gerçekleşen ekolojik süreçlerin kolayca izlenebilir bir modeli olarak gördükleri gelgit bölgesine büyük önem verir. Yaşam alanlarını -çöllerden dağ doruklarına flora ve faunanın nasıl değiştiğini- inceleyenler, farklı alanları görebilmek için kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalır. Oysa gelgit bölgesi, sadece birkaç adımlık mesafede en dipteki deniz çayırlarından başlayarak katmanlar halinde yükselen denizşakayıkları, midyeler, kaya midyeleri ve en üstteki koni biçimli deniz salyangozlarına ev sahipliği yapar. Bir kasırga, olgun bir ormanı mahvettikten sonra bitki örtüsü yeniden çıkmaya başladığında, çimenlerin yerini çalılara, öncü ağaçların yerini zamanla büyüyecek doğal yaşlı bir ormandaki türlere bırakması asırlar sürer. Dalgaların fırlattığı bir kütük, gelgit alanındaki yaşamın bir kısmını, kayaların dibine kadar parçaladığında ise biyologlar, gözlerinin önünde, birkaç yıl içinde döngünün tamamlanıp, olgun yaşam türlerinin geri gelişini izleyebilirler.

Jeoloji ve iklim şartlarının biraradalığı burada şanslı bir buluşmaya neden olmuş ve Kuzey Amerika'nın kuzeybatı kıyısını dünyanın en çeşitli ve verimli gelgit bölgelerinden birine dönüştürmüş. Büyük Okyanus'tan gelip sahil yakınlarında kabaran soğuk akıntılar besin bakımından zengin suları taşır; don ve taşların yüzeyini kazıyan buzlar nadiren görülür. Sık görülen sis ise yaşamlarının en az yarısını suyun dışında geçirmek zorunda kalan deniz canlılarını kurutan güneşin etkisini yumuşatır.

Editör: TE Bilişim