Osmanlı İmparatorluğu eğer akıl ve bilime dayalı bir imparatorluk kurabilseydi rönesans, aydınlanma ve sanayi devrimini kaçırmazdı. Her dönemde güçlü bir donanmaya sahip olur ve denizleriyle, deniz ilgi ve çıkarlarına sahip çıkabilirdi. Kürekten yelkene 100 yıl geç geçmez, 1770 yılında Çeşme Baskını’nı yaşamaz, Karadeniz bir Osmanlı iç denizi özelliğini kaybetmezdi. 1807 yılında Amiral Duckworth komutasındaki İngiliz filosu engelle karşılaşmadan Çanakkale Boğazından Marmara’ya giremez, 1827 yılında Mora/Navarin’de 6 bin denizcimizin kaybedildiği başka bir baskın yaşanmaz ve Yunanistan’ın kuruluşu tetiklenmezdi. 1853 yılında Sinop’ta neredeyse bir katliamla sonuçlanan Rus baskını gerçekleşmez ve 5 bin denizcimiz kaybedilmezdi. Balkan Savaşı sırasında güçlü bir donanmaya sahip olsaydık Ege Adaları elden çıkmaz, Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik armada elini kolunu sallayarak Gelibolu Yarımadası’na kadar gelemezdi. Evet bu “keşke”leri çoğaltmak kolay. Ancak “keşke”ler ne kaybedilen toprakları geri getiriyor ne de tarihi geri sarıyor.

MUSTAFA KEMAL’İN DONANMASI
Cumhuriyet donanmasını Mustafa Kemal Atatürk kurdu. Tarihi bilen, tarihi yazan ve yazdığının bilincinde olan büyük bir stratejist olarak, Anadolu’nun denizlerden soyutlanamayacağını çok iyi gördü. Bu nedenle, Kurtuluş Savaşı’nın lojistik gereksinimlerini karşılayacak stratejiyi Karadeniz üzerinden uyguladı. Kafkas seddini Kuvayı Milliye donanmasının takaları ile yıktı. Cumhuriyet’in ilanıyla çekirdek bir donanmanın kurulmasına öncülük etti. Bizzat kendi kontrolünde etkin bir donanmanın çevre denizlerde varlık göstermesi için her şeyi yaptı. 1936 yılında Montreux Sözleşmesi ile 13 yıl aradan sonra Türk Boğazlarını geri aldı. Yeni oluşan Akdeniz güvenlik konjonktürü içinde donanmanın Ege ve Akdeniz’de yarattığı etki bu sonuçta büyük rol oynadı. 

BAŞARIDAN BAŞARIYA
Cumhuriyet donanması Atatürk sonrasında da Osmanlı’nın hatalarını tekrar etmedi. 21. yüzyıl başına kadar hem devleti, hem de milleti bu seçkin kuvvete her türlü desteği sağladı. Cumhuriyet donanması da kendisini devletine ve milletine her dönemde ispat etti ve halkın vergilerinin savunma ve güvenlik kazanımları olarak geri dönüşünü sağladı. Cumhuriyet donanmasının yükselişi o denli büyük oldu ki, bu yükseliş, 21. yüzyılda Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in küresel kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk deniz gücünün oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet donanması Türkiye’nin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Donanma, Ege’de milli çıkarları kararlı bir şekilde korudu, Kardak krizi ile Ege’de çok önemli kazanımlar getirecek bir süreci başlattı. Karadeniz’de İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sırasındaki stratejik kazanımlarını ve Montrö rejimini koruyabildi. 2010 yılının sonuna kadar Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın deniz yetki alanlarımıza yönelik hak ihlallerini caydırmayı başardı. 

EN BÜYÜK BAŞARI: CAYDIRICILIK
Ancak bu başarıların en tepesine donanmanın Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimine karşı sağladığı caydırıcılığın yarattığı barış ve istikrarı eklemek gerekir. Kimsenin en ufak şüphesi olmasın ki her iki kesim de Türk donanmasını zayıf görseler, statükonun değişmesi için her şey yaparlardı. Zira arkalarında 1830’dan beri her zaman ABD ve Avrupa olmuştur. Kıbrıs’ta neden 1963 ve 1967’de Türk kanı döküldü? Zira ilk ikisinde Cumhuriyet donanmasının denizaşırı harekat yeteneği yoktu. Eğer donanma 20 Temmuz 1974 sabahı ABD ve Avrupa’nın dümen suyuna takılmış olsaydı, bugün Kıbrıs’taki Türkler modern köle durumundaydı. (Bugün de modern kölelik için başta iktidar mensupları olmak üzere bazı Kıbrıs Türklerinin ne kadar küçüldüğünü görüyoruz) Ege’de karasuları çoktan 12 mil olmuştu. Kıta sahanlığımızda Yunan petrol platformları kanserli hücre gibi çoğalıyordu. Antalya Körfezi’ne hapsedildiğimiz Doğu Akdeniz’de adımız bile geçmiyordu. Bugün bu saydıklarım yaşanmamışsa sebebi Cumhuriyet donanmasıdır. 

BAŞARI CEZALANDIRILDI
Donanma bu başarıların bedelini “F tipi” örgütün orkestrasyonunda kumpas davalar ile 2009-2014 yılları arasında 5 yıl boyunca çok ağır ödedi. Evet bu kez kuvvet yapısı hedef alınmayan bir baskındı bu. Uzun süren, moralleri, silah arkadaşlığını, bahriyeye ve vatana sadakati çökertmeye odaklı bir baskın. Donanma, önce ahlaksız iftira saldırılarına uğradı. Maalesef bu iftiralar hükümet ve parlamentonun bilgisi dahilinde 5 yıl boyunca devam etti. Daha sonra sahte darbe teşebbüsü, casusluk, suikast ve akla ziyan davalarla en yi 40 amiral ve 400 deniz subayı bahriyeden tasfiye edildi. Bir amiral (Cem Çakmak) ve üç seçkin Albayımızı (Ali Tatar, Berk Erden, Murat Özenalp) ebediyen kaybettik. Ne acıdır ki bu tasfiyeleri bir avuç vatansever dışında halkın büyük çoğunluğu seyretti. Medyamız iftira dava haberlerini fotoroman gibi yayınladı. Yüksek komutanlık susarak bu tasfiyelere onay verdi.

DENİZ PİSLİK TUTMAZ
Ancak donanma tüm bu acılara, kayıplara ve ihanetlere rağmen, kuvvet yapısını korudu. İçindeki Mustafa Kemal ateşi bu acılarla daha da büyüdü. Bu ateş daha da büyüyecek. Ve ders alarak büyümelidir. 1972’de Deniz Lisesi’ne ilk girdiğimizde Denizgücü dersi hocamız emekli Deniz Kurmay Albay Mert Bayat’ın şu lafını hiç unutmam. “Deniz Pislik Tutmaz.” Evet Donanma bu kayıplara ve acılarına rağmen hem içindeki hem dışındaki pisliklerinden arınmalı, bir daha Mustafa Kemal’in Cumhuriyet donanmasının yakınlarına pislik yaklaştırmamalıdır. Donanmanın jeopolitik önemdeki Mustafa Kemal ışığıyla aydınlanan kurumsal kimliği, her şeye rağmen siyaset üstü bir anlayışla korunmalıdır. Donanma ancak bu şekilde ulusal gücün denizlerdeki uzantısı olmaya devam edebilir. Ege ve Doğu Akdeniz’deki caydırma görevini devam ettirebilir. Mustafa Kemal ruhunu kaybeden donanmayı başka hiçbir halat birlikte tutamaz. Böyle bir donanma caydırıcı da olamaz.