Büyük Zafer, Yunanistan ve İtalya: Dünden bugüne

"Bizim Anadolu'da işimiz ne… Bizim menfaatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalar'da olabilir, ama Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler? Aradan bunca yıl geçti, şimdi insan geçmişi daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum, bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden de bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik. Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu hareketi. Hem de muazzam bir hata.’’ Bu sözler 98 yıl önce yaşanan Büyük Taarruz sırasında emrinde beş tümen bulunan Yunan Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Nikolaos Trikupis’ in 1952 yılında Atina’da resmi ziyarette bulunan siyasetçi Hıfzı Topuz’la yaptığı mülakatta sarf ettiği sözler. General 1923 yılında karşılıklı savaş esirleri değişimiyle özgürlüğüne kavuştu, ancak Küçük Asya Felaketinin sorumluları için kurulan mahkemede yargılanmadı. Halbuki mahkeme sonunda son Başbakan Gounaris, Yunan Orduları Başkomutanı Hacı Anesti, eski Başbakan Protopapadakis, eski Başbakan Stratos, Savaş Bakanı Valtadzis ve Theotokis Kasım 1922’de kurşuna dizilerek idam edilmişlerdi.

TRİKUPİS'İN MUAZZAM HATA DEDİĞİ FACİA NEDEN YAŞANMIŞTI?

Bu sorunun cevabı iki temel unsura bağlanabilir. Birincisi Yunanistan’ın kurulmasından itibaren dizginlenemeyen, bugün de yansımalarını yaşadığımız ‘’megali idea’’ merkezli siyasi İhtirasları. İkincisi, kendi çıkarları için bu ihtirastan yararlanarak Yunanistan’ı bir vekil devlet gibi kullanan emperyalizm. Değerli Yazar Bilge Umar’ın ‘’İzmir Savaşı’’ isimli eserinde (İnkılap Yayınları) alıntı yaptığı Yunan yazar Alexandros Anastasios Palles 1937 basımlı ‘’Yunanistan’ın Anadolu Macerası ve Sonrası’’ isimli kitabından alıntılar her şeyi açıklıyor: ‘’Asya Fikri’nin Venizelos ‘un beyninde ilk kez 1915’in Ocak ayından itibaren oluşmaya başladığı anlaşılıyor. Dış görünüşlerine göre Türkiye’nin 1914 Ekim’inde ittifak devletleri yanında savaşa girmesi, itilaf devletlerinin galip gelmesi halinde Osmanlı İmparatorluğu’na kesin olarak son verilmesi demektir. 1914’ün sonunda Türkiye’nin Avrupa ve Asya eyaletlerinin muhtemel taksimi konuşulmaya başlanmıştı…Bu fikir Venizelos ‘un kafasında 9 Ocak 1915 günü iyice olgunlaşmıştı. O gün Venizelos İngiliz Büyükelçisi ile Sırbistan’a yardım için Yunan askeri yollama konusunda bir görüşme yaptı…Venizelos, İngiliz büyükelçisine bir takım cazip toprak kazancı karşılığı derhal savaşa girme ve Bulgaristan’ın belirsiz tutumu sebebiyle oldukça riskli olmasına rağmen Sırbistan’a asker gönderme konusunda Kral ve Genelkurmay ve muhalefeti kolayca ikna edebileceği hususunda teminat verdi…23 Ocak 1915’te İngiliz Başbakanı Sir Edward Grey, Yunanistan’a küçük Asya kıyısında önemli toprak tavizleri teklif etti…Venizelos kendine has heyecanla Yunanistan’ın yeni toprak isteklerinin genişliğini tespit için Anadolu’nun coğrafyası ile etnografik yapısını incelemeye aldı. Bilgi almak için müracaat ettiği Genelkurmay Başkanlığına vekalet eden Albay Metaksas hazırladığı raporda Yunanistan için Anadolu’da herhangi bir toprak teklifini kabulün hem askeri hem de siyasi sebeplerle son derece tedbirsiz bir şey olacağını kuvvetle ifade etti. Metaksas, verdiği raporun son maddesinde, Yunanistan’ın geçici bir askeri üstünlük kazanması ve İzmir ile dolaylarının bir kısmını işgal etmesi halinde bile, devamlı tehdit eden bir Türkiye karşısında, bu denizaşırı ülkeyi elde tutabilmek Yunanistan’ın askeri ve mali kaynakları üzerinde çok büyük bir yük olacaktır, diyordu.’’

İZMİR İŞGALİ TEKRAR GÜNDEME GELİYOR

Bu teklif, 24 Eylül 1915’deki iktidar değişikliği sonrası, Başbakan Zaimis Hükümeti tarafından reddedildi. İki yıl sonra 14 Haziran 1917’de Venizelos tekrar Başbakan oldu ve Yunanların itilaf devletleri yanında savaşa katılması yeniden gündeme geldi. Venizelos, Mondros Ateşkesinden 3 gün sonra 2 Kasım 1918’de İngiliz Başbakanı Lloyd George’a yazdığı mektupta, ‘’Yunanlıların Batı Anadolu üzerindeki iddialarını tekrar ediyor ve Marmaris’ten Ayvalık’a kadar olan kısmın kendilerine verilmesini’’ istiyordu. Ancak bu teklife bir engel vardı. İtalya, 1917 tarihli Saint Jean de Maurienne anlaşmasını öne sürerek buna şiddetle karşı çıktı. Neydi bu anlaşma? 19 Nisan 1917’de Fransa, İngiltere ve İtalya, arasında imzalanan Saint-Jean-de-Maurienne Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması durumunda Fransa ve İtalya’nın egemenlik tesis edeceği alanlardaki ihtilaflarını uzlaştırmak için akdedilmişti. Fransa'ya Adana bölgesi tahsis edilirken, İtalya, İzmir dahil güneybatı Anadolu'nun geri kalanını alacaktı. Anlaşma, Çarlık rejiminin çöküşü nedeniyle Saint-Jean-de-Maurienne'de temsil edilmeyen Rusya'nın onayına da tabi olarak üç güç tarafından imzalandı. 12 Mayıs 1919'da Yunanistan Başbakanı Venizélos, İtalyan muhalefetine rağmen, ülkesinin İzmir'i işgal etmesi için arkasına İngiltere ve ABD’yi alarak Paris Konferansı katılımcılarına bilgi vererek, anlaşmanın hükümlerini geçersiz kıldı. ABD, İngiltere ve Fransa İtalya’nın İzmir ve havalisini işgal etmesini istemiyordu. Zira İtalya zaten 12 Adalar Bölgesine hakimdi. İzmir ve civarında İtalya’nın hakimiyeti yerine, emperyalizmin her zaman uşağı olacak ve Anglosakson irade dışına çıkmayacak bir devletin hâkim olmasını tercih ettiler. 15 Mayıs 1919 sabahı saat 0800 de bir İngiliz muhribi rehberliğinde Yunan Kılkış muharebe gemisi ve iki Yunan muhribi tarafından refakate alınan ve Yunan tümenlerini taşıyan dört nakliye gemisi Kordon’a aborda oldu. İşgalin gerekçesi İzmir ve çevresinde yaşayan Rum ve Ermenilerin Türklere karşı korunması ve bir katliamın önlenmesiydi.

TÜRK İTALYAN YAKINLAŞMASI

Alexandros Anastasios Palles’e göre, işgalin ve takip eden olayların yarattığı acı ve kırgınlık Rumlarla Türkler arasında aşılmaz bir uçurum ortaya çıkarmıştı. Türkler Yunan işgal ordusunu kurtarıcı olarak gören ve sempati duyan yerli Rumlara son derece kırılmıştı. Yunanlılar ve yerleşik Rumların büyük çoğunluğu Türklere karşı mezalime ve soykırıma varan kötülükler yapmıştı. Diğer taraftan İtalyanlar işgal ettikleri güney ve güney batı Anadolu kıyı yerleşimlerinde Türk halkına karşı daha insani bir davranış sergilemişti. İstanbul’da İtalyan işgal kuvvetleri komutanı Kont Sforza da 13 Kasım 1918 sonrası İstanbul’a gelen Mustafa Kemal’in İngilizler tarafından tutuklanacağını anlayınca böyle bir durum olması halinde İtalyan Büyükelçiliğine davet edilerek koruma sağlanacağını bildirmiş ve bu teklif İngilizleri Mustafa Kemal’i tutuklama kararından caydırmıştı. Yunan gazeteleri 15 Mayıs 1919 işgali sonrası karşılaştıkları Türk direnişleri ve siyasi hamlelerde sürekli İtalyanları suçlar bir üslup benimsemişlerdi. İtalyan düşmanlığına İngilizler de katılmıştı İşgal güçleri komutanı Yüksek Komiser Amiral Calthorpe, Yunanistan’dan sonra İzmir’e asker çıkarmak isteyen İtalyan savaş gemilerine İngiliz savaş gemilerinin toplarını göstermiş ve açıkça ateş gücü kullanmak ile tehdit etmişti. Başka olaylar da yaşanmıştı. İzmir hapishanesi komutanlığını devralan İtalyan Binbaşı, Türkleri salıvermiş, Rumları tutmaya devam etmişti. 15 Mayıs 1919 sabahı başlayan trajedi 9 Eylül 1922 sabahı bitti. Andolu kurtulmuştu. İzmir Anadolu’nun kurtuluşunun sembolü olmuştu. Dünya tarihinde görülmemiş büyük bir bozgunla yenilen Yunanlılar geride yüzbinlerce ceset bırakarak Ege Denizinin batısına kaçtılar.

100 YIL SONRA TARİH TEKRAR EDİYOR

Yunanistan ve GKRY bu kez 100 yıl önceki kafa ile Türkiye’yi denizden işgale yelteniyor. İngiltere’nin yerinde ABD; Fransa’nın yerine AB ve bizzat Fransa aynı role soyunmuş durumda. İtalyanlar o günkü gibi farklı bir konumda. 21 Şubat 2018 tarihinde İtalyan enerji devi ENI ‘ye ait delme platformu bizzat Türk savaş gemileri tarafından sahadan sürülmesine rağmen, İtalya Türkiye’ye farklı bir yaklaşım içinde. Yunanistan, İsrail ve GKRY tarafından imzalanan EastMed boru hattı projesinden geri çekildiler. AB Komisyonunun Türkiye’ye yaptırım konusunda geçen haftalarda önerdiği tasarıya Malta ile birlikte onay vermediler. Libya’da Türkiye ile beraber UMH liderini ve hükümetini destekliyorlar. Son yıllarda yaşanan İtalyan Türkiye yakınlaşması Akdeniz jeopolitiği için çok önemli. İtalya sıradan bir AB ve Akdeniz ülkesi değil. Fransa’nın gerek Doğu Akdeniz gerekse Kuzey Afrika ve Sahel bölgesindeki jeopolitik ihtiraslarından rahatsız olan bir ülke. Son yüzyılda kendi ön bahçesi olarak gördüğü Libya’da artan Fransız hamlelerinden de rahatsız. Fransa’nın GKRY’de hava ve deniz üssü alarak Doğu Akdeniz’de askeri varlığını artırmasından rahatsız. Bu jeopolitik rahatsızlık Türkiye ile yakınlaşmayı kaçınılmaz kılıyor. Özellikle COVİD pandemisi esnasında AB’nin kayıtsızlığını unutmuş değil.

İTALYA TÜRKİYE JEOPOLİTİK EKSENİ

Avusturya’da faaliyet gösteren AIES isimli strateji düşünce kuruluşunda araştırmacı olan Micheal Tanchum İtalyan - Türk yaklaşımın iyi gözlemleyen biri araştırmacı. Geçen hafta yayınladığı son makalesi dikkat çekiyor: ‘’İtalya ve Türkiye’nin Avrupa-Afrika Ticaret Koridoru: Roma ve Ankara’nın jeopolitik ortak yaşam alanı yeni bir Akdeniz Stratejik Paradigması Yaratıyor.’’ Yazar bu makalede Türk İtalyan yakınlaşmasının yeni bir jeopolitik paradigma yaratarak Türk Limanları, Çizmedeki Mega İtalyan Liman ‘’Taranto’’ ve Tunus arasında yeni bir ticari koridor kurulmasının çok önemli bir girişim olduğuna dikkat çekiyor. Bu arada hatırlatalım, Taranto limanının işletme hakkını geçen hafta bir Türk firması aldı. Evet, İtalya, AB’nin parçalanıyor olduğunu en iyi gören ve kendine yeni rotalar çizen bir devlet. G-8, NATO, AB üyesi olmasına rağmen Çin’in BRI (Kuşak ve Yol) girişimine Çin Devlet Başkanının ziyareti sırasında 24 Mart 2019’da çok büyük yatırımlarla birlikte imza koydu. AB içinde Truva atı olmakla suçlandı. 2017 yılında imzalanan Venedik mutabakatından sonra; 2019 yılında da Cenova, Trieste ve Palermo limanlarının Kuşak ve Yol’a katılması için anlaşmalar imzalandı. Türkiye ile özellikle 2019’dan itibaren Kuzey Afrika aksında yeni iş birliği sürecini başlattı.

DENGE POLİTİKASI

Diğer taraftan AB üyesi ve Akdeniz Gaz Formu üyesi olarak Türkiye karşısında olan Doğu Akdeniz hamlelerine de bir denge içinde katılmaya devam ediyor. Bazen aleyhimizde bazen lehimizde bir politika uyguluyor. 23 Ağustos 2020 Navtex’i sonrasında Girit güneyinde gerilimin en şiddetli olduğu bir ortamda Durand De La Penne muhribinin; Navtex sahası doğusunda Etna Tankeri ile savaş gemilerimizin yakıt ikmali yaptıkları deniz geçiş eğitimleri Yunanistan’da ‘’sırtımızdan bıçaklandık’’ söylemleri ile karşılandı. Bu faaliyetlerden sonra geçen günlerde Kıbrıs güneyinde yapılan GKRY tatbikatına bir gemi ile katılmalarının bu söylemleri dengelemeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

Kısacası Doğu Akdeniz’de her cephede sıkıştırıldığımız bir dönemde İtalya ile ilişkilerimiz önemlidir. Oluşan yeni ticaret rota aksı ile yeni jeopolitik ortak yaşam (Simbiosis) üzerinde çalışmamız gerekir. Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini ile İtalya’nın Mediterraneo Allargato (Geniş Akdeniz) doktrininin örtüşen çıkar alanlarını değerlendirmemizin zamanıdır. İtalya’nın BRI rotalarına ve ulaşım ağlarına ilaveten Türkiye İtalya ve Tunus/Libya üzerinden kurulacak yeni intermodal hatlar üzerinden Afrika’ya açılımın hızlanması kaçınılmaz olacaktır. Afrika’da Türk-İtalyan iş birliği gelecek için yeni fırsatlar sunacaktır.

Bu kapsamda Türkiye, Karadeniz’de yeni bulunan Sakarya sahasında yabancı ortak arayışına girecekse Libya ve Doğu Akdeniz’de iş birliği potansiyelimizi göz önüne alarak İtalyan firmalarına çağrı yapabilir. Türk-İtalyan jeopolitik yaklaşımı gerçekte Türk karşıtı AB bloğunda olmasına rağmen, ABD’nin Türk tehdidini bahane ederek Yunanistan’da; Fransa’nın GKRY’de yaptığı askeri/siyasi yığınaklanmaya karşı bir denge sağlayabilir. Bu durum Kurtuluş Savaşı başında İzmir’i işgali düşleyen, Alanya ve Antalya’yı işgal eden ve Kuvayı Milliye karşısında olan İtalya’nın ABD, İngiltere ve Fransa tarafından şımartılan ve kışkırtılan Yunanistan’ın işgali sonrasında kendi çıkarları zarar gördüğünden Türkiye’den en önce çekilen ve daha sonra Ankara Hükümetini desteklemesine benzetilebilir. Tarih 100 yıl sonra benzer bir konjonktürü karşımıza çıkarıyor. Böylesine bir durum Yunanistan’ı gelecekte zorlayacak koşulları yaratacaktır. Tekrar 100 yıl önceye dönelim ve yazımızı bitirelim.

HIfzı Topuz anlatmaya devam ediyor: "Trikupis yine bir müddet susuyor. Emekli generalin duyduğu pişmanlığı anlamaya çalışıyorum. Zavallı Yunan şehitleri, zavallı İstiklâl Harbi kahramanları! Boş yere yok olan: yanan, yıkılan köylerimiz! Ve tarihin karanlık bulutları gerisinden eski ''büyük düşmanımızın’’ duyduğu pişmanlık. Ne muazzam tezat. Trikupis, Bugün seninle kardeş olabilmemiz için Anadolu topraklarının kanla sulanması lâzımmış.’’

Evet ben kardeş olalım demiyorum. Ancak hayal aleminden ayrılın. Emperyalizmin 100 yıl sonra yeniden ucuz kanı olmayın. Türkler ve Türkiye gerçeği ile yaşamayı öğrenin. Büyük zaferin 98. Yılında Kurtuluşun ve Kuruluşun aziz şehitlerini ve sonsuzluğa göçen gazilerimizi rahmet, minnet, takdir ve vefa ile anıyorum. Aldığımız her nefeste başta ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve başları göklerde, Kuvayı Milliye kahramanlarının hakkı olduğunu teslim ediyorum.

Onlar olmazsa bugün var olmayacağımızın bilincinde, bizlere böyle güzel bir vatanda yaşama ayrıcalığı tanıyan bu kahramanların önünde tazim ile eğiliyorum.