Yıldızlar yüzünü gösterip parlasa da, çok uzaklardadır...Yalnızca yıldızlar mı?Sevdiklerinin kokusu da uzaktadır…Ben denizcileri bilirim…Ne kıştır onlar için önemli olan, ne bahar, ne de yaz…Ne yağmur, ne yolları kapayan bembeyaz kar…Varsa yoksa vardiya v

Yıldızlar yüzünü gösterip parlasa da, çok uzaklardadır...
Yalnızca yıldızlar mı?
Sevdiklerinin kokusu da uzaktadır…

Ben denizcileri bilirim…
Ne kıştır onlar için önemli olan, ne bahar, ne de yaz…
Ne yağmur, ne yolları kapayan bembeyaz kar…
Varsa yoksa vardiya ve dalgalarla savaş…

Ben denizcileri bilirim…
Fırtınalı gecelerde uyku uyuyamaz, yemek yiyemezler onlar…
Ayakta bile duramazlar…
Aşçıbaşı tencerelerin peşindedir ayakta kaldığı zamanlarda…
Kaptan, köprüstünde telefona sarılır rica eder aşağıya, makina dairesine,
“Hadi koçum biraz daha kaptır, dönüyoruz…”
Çarkçılar manevra kolunun başında, zorlarlar makinayı..
Tek yürek olmuştur tüm gemi, dalgaları iskele baş omuzluktan alabilmek için.
Yukardan gelen telefondaki ses sevinçlidir.
“Döndük, dönebildik…”
Çarkçıbaşı, “Çok şükür” der.
Ben onları bilirim …

Şafak her gün ayrı saatlerde söker, ayrı saatlerde batar güneş…
Günün en hoş vaktidir köprüstünde karaya kalan mesafeyi hesaplamak.
Karada kalacakları süre, denizdeki sürenin onda biriymiş, ne gam… Karaya varılan gündür önemli olan, ayrılmaksa acı ve hüzündür…
Küçücük bir kamaradır tüm dünyaları…
Az konuşurlar…
Yanık türküler söylerler ama, denizin ortasında seslerini işiten olmaz….
Ben onları bilirim…

A.Kadir Bilgin’in o güzel dizelerini anımsadım. (Küçük değişiklikle sunuyorum.)
“Beni deniz ortasında böyle yapayalnız kodular
 rüzgarlara, martılara, bulutlara yakın.
 Senin etinden, tırnağından ayrı,
 senin kokundan uzak…”

  * * *

Oralar uçsuz bucaksız denizdir,
Ben oraları bilirim…
Ölümle yaşam arası bir yerdir, sert eser rüzgar oralarda…
Güney Afrika açıklarıdır orası. 25 metre yüksekliğindeki dev bir dalganın geminin kıçından aldığı bir makineci ile üç gemicinin bağıra bağıra gecenin karanlığında kaybolduğu yer…
Orası Biscay körfezidir, Burhan Kaptanın Amasya Gemisi ile birlikte kaybolduğu…
Orası İstanbul Boğazıdır, Lütfi Kaptanın çarmıhtan düştüğü…
Orası Mataban’dır, Kuzey Atlantik’tir, Büyük Okyanus’tur, Hint Okyanusudur…
Ben oraları çok iyi bilirim.

   * * *
Deniz şehitlerini anma günü beni kendi düşsel evrenimde gezintiye çıkarıp bir sürü olay anımsatarak içimi acıttı ve Sevgili Hocam Fahrettin Küçükşahin’in çok etkilendiğim bir anısını aklıma getirdi.

“Bizim dönemimiz, 30 Mayıs 1951 tarihinde, yani normalden bir ay önce mezun edilmişti. Buna gerekçe olarak da Deniz Kuvvetlerinin yedek subay gereksinimi ve ticaret gemilerimizdeki zabitan açığı gösterilmişti. Bu yüzden diploma merasiminin ardından hep birlikte yedek subay okuluna katıldık. Bu vesileyle Güverteci arkadaşlarımızla yakın ve samimi arkadaşlığı pekiştirme fırsatı bulduk.

Yıllar birbirini kovaladı, toplam 49 kişi olmamız gerekirken, sayımız azaldı. Birlikte sevinip birlikte üzüldüğümüz can kardeşlerimizin çoğunu yitirdik. Gerçek kardeşlerimizi kaybetmenin acısını hep içimizde yaşadık.

Ancak yitirdiklerimizden biri var ki, unutamam.

Kaptan Kamran Sait Ortacı. Okulumuzdaki lakabı “Boy Sait”… Boyu kısa olan bu arkadaşımın konuşma şekli de çok hoştu.  Güler yüzlüydü.
Yedek subay okulundaki 5 aylık süre içinde arkadaşlığımız pekişti. Ancak bu arkadaşlık hayat rüzgarı nedeniyle uzun ömürlü olmadı. Aynı yönden esmeyen bu güçlü rüzgar bizleri farklı taraflara sürükledi. Kimimiz uzun yıllar denizde çalıştı. Kimimiz karada…
Hangisi olursa olsun, ben tüm arkadaşlarımla hep gurur duymuşumdur.
Sait Kaptan da uzun yılar denizde çalıştı…
Son seferinde sevgili eşi ve oğlu da kendisi ile birlikteydi.
Oğlunu çok ama çok severdi. Arada bir görüştüğümüzde bana o tatlı ifadesiyle sevgi ve övgü ile hep oğlundan söz ederdi.

O seferde gemisi Kızıldeniz’de seyir halinde iken bir çatışma sonucu ağır hasar gördü. Gemi su alıyordu ve yapılacak bir şey kalmamıştı.
Yiğit arkadaşım “gemiyi terk” emri verdi.
Ardından, Sait Kaptan gemi personelinin, bu arada sevgili eşi ve oğlunun da bir filikaya binmesine nezaret etti. Bu canından çok sevdiği iki kişiyi filikadaki gemicilere emanet etti…Ve
“Haydi sizlere Allah selamet versin” diyerek onları yolcu etti…
Filikalar, batmakta olan gemiden uzaklaşırken, Sait kaptan vakur bir biçimde kamarasına doğru yöneldi.
Sonrası..
Evet sonrasında  Sait Kaptan tüm sevdiklerini hatta canından fazla sevdiklerini bir tarafa bırakmış, batmakta olan gemisini tercih etmiş ve onula birlikte derin sulara gömülmüştü..

Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Kaptan Sait Otarcı’yı, bu kısa boylu arkadaşımı her hatırlayışımda sol göğüs boşluğumda derin bir sızı duyarım. Onun güler yüzü gözlerimin önüne gelir.
Kaptan arkadaşlarımın kolayca anlayabileceği gemisiyle birlikte sonsuzluğa uzanışını ben anlayamamakla birlikte onunla gurur duyarım.
O, mezun olduğu okuluna, arkadaşlarına ve mesleğine onur kazandıran kişilerden, şehitlerimizden biriydi.
O bir Kaptan’dı.
Mekanı cennet olsun. “

   * * *
Deniz ticareti, ulusların yaşam yollarını açarmış.
Onlara zenginlik, güç sağlayan, saygınlık kazandıran bir uğraş, bir sektörmüş.
Dünyayı keşfedenlerin amaçlarına ulaşmak için önce denizci olmak zorunda kalmış olmaları tarihi bir gerçekmiş.
Ayrıca, büyük ekonomik güce sahip ulusların bu gücü geçmişlerindeki denizcilikten sağladıkları da tarihi bir gerçekmiş…

Vay,  vay, vaayy!
Ne büyük ve önemli bir sektörmüş denizcilik…
Peki, bu kadar önemli bir sektörün emekçilerine yani denizcilere, ülkemde gereken önem veriliyor mu? Hadi bundan vazgeçtik bu kadar önemli bir sektörün şehitlerine gereken önem veriliyor mu?
Biz bu sorulara toplum olarak hiç yanıt veremedik.
Eğer yanıt verseydik, denizcilerimize ve de deniz şehitlerimize sahip çıkardık.

Umalım denizcilerimiz yeni şehitler vermek durumunda kalmasın.
Bunun yollarından birisi de; şehitlerin hatırasının yeni nesillerce taze tutulması ve onların şehit olmalarına sebep olan olayların yeterli şekilde değerlendirilmesidir.

Bu yüzden İlgililere sesleniyorum.
DENIZ SEHITLERI ANITIAhırkapı’da anıt demeye bin şahit gerektiren bir ucubenin yerine, denizcilere yol gösteren Sarayburnu’na bize hatırlattığı duygularla yükselecek bir anıt, umuyorum ki mezarları bile olmayan şehitlerimizin ölmez hatıralarına ve yakınlarına saygı gereği şarttır.

Anıtın ön kısmında “DENİZ ŞEHİTLERİ HATIRASINA” diye bir yazı ve Amblem bulunmalı. Anıtın arka yüzünde kaptan, mühendis, gemici, yağcı, silici, miço, kamarot olarak bilinen her deniz şehidinin pirinç levhalar üzerine isimleri yazılmalıdır. Tüm şehit yakınlarına bu anıt tek tek bildirilmeli ve anma törenlerine kesinlikle davet edilmelidir.

Aksi halde yılda bir defa üç beş resmi görevli ile belediye bandosunun çaldığı İstiklal Marşını söyleyerek görev yapıyor olmanın ötesine geçemeyiz.