Her gün binlerce yolcunun gemilere binip indiği Karaköy’deki Kadıköy iskelesi dün gece battı. Lodos denizlerinin de etkisiyle iskelenin üzerinde bulunduğu yüzer duba Beşiktaş tarafında olan bölümünden su almaya başladı. Giren su, aslında çok bölmeli olmas

Her gün binlerce yolcunun gemilere binip indiği Karaköy’deki Kadıköy iskelesi dün gece battı.

Lodos denizlerinin de etkisiyle iskelenin üzerinde bulunduğu yüzer duba Beşiktaş tarafında olan bölümünden su almaya başladı.

Giren su, aslında çok bölmeli olması gereken dubanın bölme aralarından da geçiş imkanı bulmuş olmalı ki dubayı batma derecesine getirdi, ve bir tarafı giren suyla giderek ağırlaşan duba, yan döndü, denizci diliyle “alabora olarak” battı.

Kazanın kimsenin burnu bile kanamadan atlatılmış olması önemlidir. Bu anlamda İDO görevlileri iyi bir sınav vermişlerdir.

İDO'nun başarılı ve dinamik Genel Müdürü Sayın Dr. Ahmet Paksoy’un şahsında tüm İDO çalışanlarına da geçmiş olsun diliyorum.

Batan iskele sadece bir yolcu iskelesi değildi.  Geçtiğimiz aylarda açılışı yapılan “Yerel Trafik Merkezi” gibi bazı önemli birimler de iskelenin 2. Katında yer alıyordu.

Milli servet niteliğindeki bütün bu önemli birimlerin hepsi yüzer bir dubanın üzerine oturtulmuştu. Oysa hepimiz biliriz ki “yüzer” olan her şeyin “batma” riski vardır.

****

Ya da ben “öyle bilirdim”.

Oysa öğrendim ki yüzer olan her şeyin batma riski olmayabilir. Örneğin “batmayan” dubaları inşa edilebilir, iskeleler bu “batmayan” dubaların üzerine kurularak hem yolcuların can güvenliği, hem de burada yer alan milli servetin “mal ve çevre” güvenliği “garanti” altına alınabilir.

Bu “batmayan” sözcüğü bir yandan da “battaniye” den türetilen sevimli  reklamı animsatıyor bana.

Hani üzerine aldığı örtüye “battaniye” denilince, “hayır, bu battaniye değil batmayaniye. Bakın nasıl yumuşacık” diyen bayanın yer aldığı reklam.

Biz de işte böyle “batmayaniye” türünden dubalar inşa edebilir, hatta var olan dubaları “batmayan” hale getirebiliriz.

****

Geçenlerde National Geographic HD kanalında bir belgesel izliyordum.

Belgeselde, Kanada’da bir marina içerisinde ayrılan özel bölümde “yüzer evlerden oluşan mahallenin” nasıl kurulduğu, evlerin 400 mil uzaktaki bir inşaat merkezinde nasıl inşa edildiği, römorkörlerle çekilerek marinaya getirilip yerine nasıl bağlandığı ayrıntılı bir biçimde anlatılıyordu.

Yüzer evler Kanada’da oldukça popüler.

Hatta parantez arası bilgi olarak söyleyelim, son zamanlarda bütün dünyada sel baskınlarına karşı böyle “yüzer evler” inşa edilmesi uzmanlar tarafından önerilmeye başlandı.

Yüzer evin inşası belgeselde şöyle anlatıldı:

Kanadalılar, önce evin üzerine oturtulacağı dubayı inşa ediyorlar.

Dubayı klasik yöntemle çelik saçtan inşa ediyorlar.

Yalnız inşa ederken bir ayrıntı dikkatimi çekti:

Dubanın zamanla korozyondan dolayı delinip içerisine su girebileceği çünkü yüzer evin su altında kalan kısmının bakımının kolay olmadığı, evin yerine bağlandıktan sonra bir daha çekilerek tersaneye vesaire götürülemeyeceği gibi ayrıntılar verildikten sonra; “Bu nedenle dubanın hiçbir koşulda içerisine su almıyacak bir şekilde inşa edilmesi gerektiği”  ni dile getirdi spiker.

Sonra da; dubanın içerisine sıvı poliüretan köpük doldurulduktan sonra dubanın üst kapağını koyarak kaynak ettiler.

Poliüretan köpük, dubanın içerisini doldurmuştu. Böylelikle artık dubanın içerisi, suyun işgal edebileceği ve yer değiştirebileceği “hava” ile değil; havadan “biraz” daha ağır ama hala mükemmel kaldırıcılığı olan ancak sudan hiçbir şekilde etkilenmeyen poliüretan “köpük” le dolduruluyordu.

Madde, bildiğimiz evlerin dış cephelerinin izolasyonu için de kullanılan “strofor” gibi bir madde. Su çekmiyor, sudan etkilenmiyor, aşınmıyor.

Yani dubayı çevreleyen saçta delinme olsa dahi, dubanın kaldırma gücü bundan zerre kadar etkilenmiyor. Saçta çok aşırı erime olup kullanılmaz hale gelmedikten sonra-ki bu da neredeyse 100 yıl alabilecek biz süreç-  duba kullanılabiliyor.

National Geographic belgeselinde bu işlem de ayrıntılarıyla anlatıldı.

O zaman ben kendi kendime “bunu daha önce nasıl düşünememiştim” demiştim.

****

Denizde yüzer her cisim “Arşimet prensibi” ne göre inşa edilir.

Arşimet prensibi, “bir sıvı içindeki katı cisim, taşırdığı sıvının ağırlığına eşit bir kuvvet ile yukarıya itilir” şekilde özetlenir.  Ünlü bir deneyde Arşimet, aynı kütledeki altın bir taç ile bir altın külçesinin taşıracakları su miktarlarının aynı olması gerektiğini ileri sürmüş ve dediği çıkmayınca tacın altın olup olmadığını anlamıştır. (1)

Suyun kaldırma kuvveti, Arşimet tarafından farkedilen ve ileri sürülen bir ilkeyle, açıklığa kavuşmuştur. Su, kendi yoğunluğundan da az yoğunluğa sahip olan cisimleri, yüzeyine doğru itmektedir. Yoğunluk farklılıklarından ortaya çıkan itme kuvveti etkisiyle cisim yüzmeye başlar. Burada her ne kadar gemi ve deniz mühendisliğinin alanına girdiğinden, örnek su olarak alınmışsa da bu ilke sıvılar için de genel kuraldır. (1)

Denizde yüzdürmeyi sağlamak için inşa edilen dubalarda, sudan hafif madde olarak “hava” kullanılır. Böylece kaldırma gücü sağlanır.

Duba inşaatında, dubanın bir bölgeden aşınma, çarpma ve sair nedenlerle delinmesi halinde tamamen kullanılmaz duruma gelmemesi ve batmaması için önlem alınır.

Bu önlem de genellikle dubanın bölmelere ayrılmasıdır.

Böylece delinmenin olduğu bölüm su alsa bile su diğer bölümlere ulaşamıyacağından duba daha “güvenilir” hale getirilir.
Benzer bir sistem denizde hepimizin kullandığı şişme lastik botlarda da vardır, bilirsiniz. Hava şişirme bölmeleri en az iki bölümden oluşur ki bir tanesi patladığında botun yüzerliği devam etsin.

****

Karaköy İskelesi’nin üzerinde bulunduğu duba da şüphesiz bölmelerden oluşmuştu.

Ancak bu bölme işinin bir kısıtlaması var.

Dubaya ne kadar  fazla bölme yaparsanız dubanın batma riski o kadar az olur. Ama öte yandan çok sayıda bölme-bölmeler çelik saçtan yapılacağından- dubayı ağırlaştırır, suya gömer ve üzerine yük koyma şansı o oranda azalır.

Oysa köpük doldurma yönteminde bu kadar çok bölme yapmanıza gerek kalmaz.

Dubanın esneme mukavemetine zarar gelmeyecek şekilde-ki mukavemet hesabını bu önerilerimizden ayrı tutuyoruz- büyüklüğüne göre hiç bölme de yapılmayabilir.

Köpükle doldurma yönteminde, dubanın iç bölümlerine su ve rutubet de girmeyeceğinden, dubanın mukavemetini sağlayacak olan kemere ve postalar da aşınmaz, böylece dubanın denizle temas eden dış saçlarında bir miktar aşınma/erime olsa bile, dubanın genel mukavemetinde hiçbir kayıp söz konusu olmaz. Böylelikle dubanın denizle temas eden bölümlerdeki dış kaplama saçları tamamen erise dahi, duba batmaz.

****

Benim önerim, bundan sonra yapılacak olan dubaların, yukarıda anlattığım şekilde, Kanadalıların “yüzer ev” inşa ederken kullandıkları yöntemle, tam batmazlıkları sağlanarak inşa edilmesidir.

Yani dubaların içerisine köpük doldurulmasıdır.

Bu basit ama etkili yöntemle, dubaların kullanma ömürleri boyunca batmazlığı sağlanabilir.

Hem insanların canları risk altında olmaz, hem de milli servetimize yazık olmaz.

Ayrıca bu yöntem mevcut iskelelere de uygulanabilir diye düşünüyorum.

Düşünüyorum, diyorum çünkü bunun uygulandığını daha görmedim, duymadım.

Yani inşa ederken Kanadalıların kullandığı yöntemi biz mevcut iskelelerin altındaki yüzer dubalara uygulayabilir, bunların tanklarını poliüretan köpük ile doldurarak su almalarını ebediyen engelleyebiliriz. 

Köpük çok hafif bir  madde olduğundan, kaldırma gücünde de ancak ihmal edilebilir bir kayıp meydana gelecektir.

****

Bu yazı dilerim önümüzdeki dönemde güzel İstanbul'umuzda "batmayan" dubalar inşa etmemiz için basit, ama yapıcı bir öneri olur.


(1) Vikipedi, “Arşimet Prensibi”