Rusya-Ukrayna savaşı, uluslararası alanda bir deprem yarattı. Pek çok cevaplanması gereken soru var ve bu sorular, önümüzdeki dönemde nasıl bir dünya düzeninin ortaya çıkacağının da ip uçlarını veriyor.

Önceki yazımda, bu savaşın kaybedenlerinin Ukrayna ve Rusya olacağını, Rusya’nın sahadaki savaşı kazansa bile günün sonunda kaybedeceğini yazdım. 

Bu görüşüm değişmedi. “Ama Rusya şöyle Rusya böyle” diyenlere de Sezen Aksu’nun şiir sözlerini hatırlatmak isterim: 

“Ben avım sen avcı
Vur bakalım….”

Evet, Ukrayna bir av, Rusya da avcı konumunda… Ama sözlerin devamı da var:

“Kim yolcu kim hancı
Dur bakalım…
Beni öldüremezsin
Sesim, sazım, sözüm var benim
Ben derken ben herkesim”

Rusya’nın kendi halkının muhtemelen çoğunluğu dahil tüm dünya kamuoyu Rusya’nın bu saldırgan eyleminin karşısında. O zaman “Dur bakalım” demek gerekiyor. Çünkü ortaya çıkan durumda Rusya’nın kazancı ile geri kalan tüm insanlığın kaybı arasında bir orantısal eşitlik kurulmuş durumda. Rusya, Ukrayna ile birlikte tüm insanlığın ortak sağduyusunu öldürebilecek mi? Göreceğiz. 

***

Şimdi gelelim önümüzdeki dönemde ortaya çıkışına tanık olacağımız yeni dünya düzeninin ipuçlarını veren önemli sorulara. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz “Batı, Ukrayna’yı sattı mı?” sorusudur. 

ABD ve NATO, Ukrayna’nın bir yandan sırtını sıvazlıyor, “hadi aslanım, sen Rusya’yı yorabildiğin kadar yor” sevdası peşinde…
Öte yandan, Ukrayna’nın “uçuşa yasak bölge ilan edilsin” talebini reddediyor. Biden, açıkça “Rusya ile savaşmayacağız” dedi. NATO genel sekreteri Stoltenberg de benzer şeyleri söylüyor. Gerekçeleri aynı: “Nükleer savaş çıkar ve bu dünyanın sonu olur. Bunu göze alamayız!”

“Bunu göze alamayız” kısmının altını çizelim. Çünkü Putin zaten bu altını çizdiğimiz sözleri duyacağından emin olduğundan bu hareketi yapıyor. 

Türkçe’de bir söz vardır; “Deli, deliyi görünce sopasını saklar” denir. Putin sopasını çıkardı: nükleer füzelere hazır ol talimatını verdi- ki zaten bunların her an hazır olması gerekiyor, çünkü düğmeye bir taraf bastıktan sonra diğer tarafın daha o füzeler havada iken düğmeye basması gerekiyor. Hazır olmazsanız bunu yapamazsınız. 

Sözü tersinden okursak Putin sopasını saklamıyor çünkü karşısında sopasını çıkarmasından korkacağı bir “deli” olmadığından emindir. 

Putin’in benzer bir tehdidi 2016 yılında bir NATO ülkesine yönelik yaptığı iddia düzeyinde kalmıştı. Ama belli ki Putin o zaman sopasını saklamıştı. Şimdi neden saklamıyor? 

Bu durum, NATO’nun caydırıcılığının sonu değilse bile yeterince caydırıcı olamadığının bir göstergesi olarak nitelenebilir.  Nükleer silahların asıl işlevi kullanılmaları değil kullanılmamalarıdır. Kullanırsanız zaten bittiniz demektir. Kullanılmamasının işlevi ise caydırıcılığıdır. Putin, zaten hazır durumda olması gereken nükleer silahlara dünya kamuoyu önünde “hazır ol” komutu vererek “şah” demiştir. Bu, tüm dünyaya açık bir tehdittir. Ukrayna’nın fiili işgal girişimi de bir “gözdağı” dır. 

Yakın geçmişte benzer tehditleri Kuzey Kore yapmıştır. Ancak Kuzey Kore bu tehditlerinde fazlaca ciddiye alınmamıştır. Ayrıca Kuzey Kore hiçbir devletin toprağını işgal girişiminde de bulunmamıştır. Kaldı ki Kuzey Kore, Rusya ölçeğinde kıtalararası nükleer başlıklı füzelere sahip değildir. 

Şimdi, ortada tüm dünya tarafından ciddiye alınması gereken bir nükleer tehdit var. Tehdidin sahibi uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin silah tehdidi ile görmezden gelinerek kabul edilmesini talep etmektedir. 

Bu durum, banka soyguncusunun kasadaki tüm paraları silah kullanarak torbaya doldurduktan sonra güvenlik güçleri ile “çıkışıma izin verin yoksa burayı havaya uçururum” tehdidiyle serbest kalma talebinde bulunmasına benzemektedir. Soyguncunun elini kolunu sallayarak gidişine izin veremezsiniz. Verseniz de filmin sonunda soyguncu mutlaka yakalanıp cezası verilir. Aksi takdirde düzen sağlanamaz. 

O zaman soru şudur: “Rusya’nın cezası nasıl verilecek”? Ya da “verilecek mi”?

İkinci soruya verilecek cevaptan pek çoğumuz eminiz. Geriye “nasıl verilecek” sorusu kalıyor. O soru da “Batı, Ukrayna’yı sattı mı” sorusu ile birlikte düşünülmeli ve ele alınmalıdır. 

Bu satırların yazarı emin olun ki Batı’nın Ukrayna’yı satmayacak etik kaygılar içerisinde olduğu hayali içerisinde değildir. Ama bazen kaçış yolu bulamazsınız çünkü ortadaki sorun sizin de sorununuz haline gelmiştir ve artık onu çözmek zorunda kalırsınız. Batı açısından artık durum budur. 

İngiliz düşünür Thomas Hobbes, “İnsan İnsanın kurdudur” der. Ona göre, doğal ortamda birden fazla insanın olduğu yerde çekişme ve çatışma başlar.  Çünkü aynı şeyi istemeleri durumunda aralarında mutlaka uyuşmazlık baş gösterecektir. Bu aşamada düzeni sağlayacak olan ise devlettir. Ondan yaklaşık yüz sene sonra yaşayan Fransız düşünür J.J. Rousseau ise farklı bir düşünce ortaya koyar. Rousseau; “İnsan hür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur” diyerek doğal ortamda insanın barış içerisinde yaşayabileceği; onu kötü olmaya zorlayanın mülkiyet ve mülkiyetin eşit dağıtılmaması olduğunu söyler. Özgür ve eşit bir toplum içinde kimsenin kendisini satacak kadar yoksul kimsenin de başkasını satın alacak kadar zengin olmadığı durumda çatışma da olmayacaktır. Devlet ise mülkiyetin korunması için vardır, ihtiyacın fazlasını alanlar olmasa, aslında  devlete gerek dahi kalmayacaktır. Daha sonra Karl Marx da bu düşünceden etkilenerek daha ileriye taşımıştır. Benim insancıl tarafım her ne kadar “Rousseau haklı” dese de, gerçekçi tarafım Hobbes’un haklı olduğunu bilir ve bu durum beni üzer. 

Bütün bunları neden anlattım? Seneca’nın ünlü sözüdür: “ordo ab chaos” yani “düzen, kaostan doğar”.  Düzen ise kağıt üzerinde bile olsa insan vicdanına aykırı olamaz. İkinci dünya savaşı sonrası insanlık milyonlarca insanın savaşta hayatını kaybettiği bir ortamda samimiyetle barış istemekte idi. Bu yaygın ve kitlesel barış isteğine cevap BM’nin kuruluşu ile oldu. BM bir barış örgütü idi; artık “savaş” yasaklanmıştı. Savaş yasağının istisnaları ise meşru müdafaa ve BM Güvenlik Konseyi Kararı ile yapılan müdahaleler ile sınırlı tutulmuştu. Bu yasağı garanti altına alan devletler BM üyeleri her ne kadar bugün 200’e çok yaklaşmış olsa da- özünde sadece 5 devlet idi: Rusya, ABD, Çin, Fransa ve İngiltere. BM Güvenlik Konseyinde veto yetkisi olan devletler… 

O günlerde şüphesiz hiç kimse tekrar bir savaşı -samimi olarak- istemiyordu. Ama “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” yani insan unutur. BM Güvenlik Konseyi soğuk savaş döneminde hakkaniyet çerçevesinde kalmaya çalışsa da, soğuk savaş sonrası Sovyetler Birliği’nin dağılması dünyanın dengesini bozdu, ABD başta olmak üzere Batı, bu durumun karşılarına çıkardığı şansı iyi kullanamadı. Özellikle Irak savaşı; bir dönüm noktası olarak nitelenebilir. 11 Eylül saldırıları ve arkasından ABD’nin Irak’a yaptığı askeri müdahale, Bush tarafından “önleyici meşru müdafaa” gibi bir kılıfa uydurularak BM Şartı’nın 2. Maddesine uygun hale getirilmek istendi. Bu gülünç kılıf uydurma daha sonra “Bush doktrini” adı altında literatüre dahi geçti. Ancak ne var ki insanlığın vicdanı kanamıştı. Hiç kimse bu önleyici meşru müdafaa masalına inanmadı. Ve bugünün cehennemine gelen yolun taşları o günlerde döşendi. Batı, Irak’ta durmadı; orada katledilen1,5 milyon insan sonrası Arap baharı adı altında Mısır, Tunus, Libya başta olmak üzere 10 devlet kaıştırıldı, Kaddafi öldürülerek Batı bankalarındaki paraları iç edildi. Batı artık gerçek bir “Vahşi Batı” olmuştu. “Hep öyle idi” derseniz haklı olmazsınız; çünkü dediğim gibi 2. Dünya Savaşı sonrası BM kurulurken herkes samimi idi. 

Şimdi Rusya, ortaya çıkarak Batı’ya “Siz bize insanlık dersi veremezsiniz, dönün kendinize bakın” derken, aslında “Ben de sizin yaptığınızdan başka bir şey yapmıyorum” demektedir.  Peki Rusya, haklı mı?

Hayır, insanlığın ortak vicdanı açısından Rusya haklı olamaz. Çünkü kendi savına mesnet teşkile eden Batı’nın uygulamaları da haklı değildi. Kötü örnek, örnek teşkil edemez. Rusya, çok temiz zaten değildi; şimdi artık elleri Batı kadar kirlidir. 

Shakespeare, “Macbeth” inde Lady Macbeth’e şu ünlü sözü söyletir: “All the perfumes of Arabia will not sweeten this little hand"  yani “Arabistan’ın tüm kokuları temizleyemez şu küçük eli”. İnsanlığın eli o kadar kirlendi ki, Arabistan'ın tüm kokuları artık temizleyemez. Ve artık Rusya'nın da eline kardeş kanı bulaşmıştır. Günümüzdeki insanlık açısından varılan durum yeni bir dünya düzenini dikte etmektedir. Ne BM eski BM olarak varlığını sürdürebilir ne de Batı, Ukrayna’yı “satabilir”. Çünkü Ukrayna’nın satışı, Batı açısından, kendi yaşamsal mücadelesinin kaybı ile eşitlenmiştir artık. 

Bu nedenle soru, “Batı, Ukrayna’yı sattı mı” şekilde değil, “Batı, Ukrayna’yı satabilir mi” şeklinde sorulmalıdır. Ve benim kanımca bu sorunun cevabı “hayır” dır. 

İnglizcede kullanılan güzel bir terim vardır; “At the end of the day” denir; bunu Türkçede “günün sonuda” diye çevirdiler ama tam uymuyor. Günlük kazanımlar veya kaybetmeler bizi aldatmamalı. Sezen Aksu’nun dediği gibi “dur bakalım” deyip beklemek lazımdır. “Günün sonunda” ne olacak?