BALIK VE KAVAK Balık av sezonu açılmak üzere balıkla ilgili yazarken babamın vefatı münasebetiyle devam edemedim. Aradan geçen zaman içinde farklı gündemler oluşunca ben de bir kaç önemli konuya özet de olsa değinmek istedim. Bunlardan ilki balık

BALIK VE KAVAK

Balık av sezonu açılmak üzere balıkla ilgili yazarken babamın vefatı münasebetiyle devam edemedim.

Aradan geçen zaman içinde farklı gündemler oluşunca ben de bir kaç önemli konuya özet de olsa değinmek istedim.

Bunlardan ilki balık avcılığımız!..Bilindiği üzere 01. eylül tarihinde balık av sezonunun açılmasıyla balıkçı tekneleri denize açıldı ve görünen o ki yine hüsran yine hüsran.

Balıkçılıktaki sorunumuzu özetlersek ki konunun uzmanı değilim sadece kendi intibalarımı dile getiriyorum. Öncelikle ülkemizde 17.000 civarında balıkçı teknesi olduğu ifade ediliyor ve balıkçılıkla ilgili bakanlık Tarım ve Orman bakanlığı (ne tezat tarım arazisi için ormanı ortadan kaldırmanız lazım ikisi aynı çuvala nasıl sığmış aklım yetmedi) fon tahsis ederek balıkçı teknesi sayısını satın alma yöntemi ile azaltmaya çalışsa da henüz kayda değer sayıda sistemden tekne çıkışı olmamıştır.

Denizlerimizdeki balık stoklarının ölçülmesi ve devamlılığın sağlanması için tekne bazında avlama kotası sistemi getirilmelidir.

Yine denizlerdeki balık stoğunun geliştirilmesi ve sürdürülebilir olması için de kaç adet tekne ile bölge bazında bu avlamanın hangi cins balık için yapılacağı ve işin ekonomik fizibilitesi de balıkçılar için de yapılmalı ihtiyaç fazlası tekne de bu insanların başka geçim kaynağı bulabilmesi için bakanlık tarafından makul bedel ile satın alınmalıdır.

Aksi halinde bu kadar çok teknenin olduğu yerde denizlerde balık kurutulma noktasına gelmekte ve balıkçılık hızla besin ve geçim kaynağı olarak tükenme noktasına doğru hızla ilerlemektedir.

Diğer bir husus ise deniz dibini tahrip eden trol balıkçılığı ki çok sayıda tekne halen mevcuttur.

Bu hususlara ilmi ve ölçülebilir metodlarla yaklaşmayıp her sene vira bismillah çok balık yakalayacağız denilerek denize açılıp bir ay sonra denizde balık yokmuş denilmemesi için bu konuya bir çekidüzen verilmelidir.Belki balıkçılığın Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı nezdinde ihdas edilecek bir genel müdürlük birimi ile su ürünlerinde mütehassıs kadrolarla donatılması konuya ivme kazandıracaktır.Tabii Tarım ve Orman Bakanlığı bu yetkisini devir etmek istemeyecektir ancak gerek bu işten geçimini temin etmek isteyen balıkçılık sektörü gerekse tüketiciler için her gün daha geç hale gelmektedir.

Avrupada hükümetler ve balıkçılar bu işi çok sıkı disiplin ve denetim altında yaparken Somali'de gemi kaçırma olaylarının bir nedeni de yabancı ülkelerden gelen fabrika balıkçı gemilerinin karasularında denetimde olmadığından sınırsız balık avlayıp lokal balıkçıların zarar görmüş olduğunu unutmamak lazım.

Değinmek istediğim başka bir konu ise denizlerimizde kirlilik.Ülke olarak şuna şu kadar buna bu kadar milyar dolar harcadık diye böbürlenen politikacılarımız biraz da çevre güvenliği için şu kadar milyar dolar harcadık diye övünseler daha iyi olmaz mı!..

Kafamızı biraz sağa sola çevirdiğimizde halen İstanbul dahil bir çok şehirde atık sular ve kanalizasyon direkt denize verilmektedir.

Diğer yandan sevgili halkımız eline ne geçse denize veya yollara atmakta bir beis görmemektedir.

Turmepa gibi organizasyonlar eğitim için faydalı olsa da, yeterli olamamaktadır.

Büyükşehirler başta olmak üzere denizlere sadece ön arıtma değil biyolojik ve veya çağın gerektirdiği en gelişmiş arıtma metotları uygulanıp ülke geneline yaygınlaştırılmalıdır.

Şu anda kollektörlerle arıtma olmadan veya sadece ön arıtma ile atık sular denizin derinliklerine verilmekte kimi yerde de sahilden dere yatağı ile deniz ve akarsulara verilmektedir. Halk sağlığını tehdit eden bu konu çözüme muhtaç haldedir.

Gemiden bir somun ekmek atıldı diye astronomik GRT bazlı ceza yazan ama 24 saat denize kanalizasyon basarken bunu görmezden gelen devlet anlayışından vazgeçmek lazım.

Norveç' te deniz suyuna maşrapa daldırıp neredeyse içilecek temizlikte iken cennet Türkiye'de kendi kendimize niye cehennem yaratıyoruz anlayabilmiş değilim. Herşey dönüp dolaşıp eğitime geliyor ki önceki yazımın konusuydu...

Denizlerden konu açılmışken Bodrum sahillerinde üç yaşındaki bebeği hepimiz görüp derinden sarsıldık diye düşünüyorum.

AB ülkelerinin imza attığı Geneva Konvansiyonu ortada dururken yaşananlar insanlık adına utanç verici.

Türkiye en azından insanlık adına iyi bir sınav vermiştir bu manada.

Ancak benim değinmek istediğim nokta yıllardır durgunluk içinde olan AB' ne bu göç dalgası ekonomik bir canlılık olmaz mı diye düşünmeden edemiyorum.

Başta Almanya olmak üzere ortalama insan yaşının her yıl ilerlediği AB'de böyle bir göç dalgası yaşlı bir ağaca gençlik aşısı olmaz mı, istihdama ucuz iş gücü ve artan taleple ekonomik büyüme olarak katkı yapmaz mı diye düşünmeden edemiyorum.

AB Yunanistan için onbir oniki digitli rakamlarla yardım yaparken anlı şanlı ülkelerin yetkililerinin çok yardım yaptık deyip yüz milyon ikiyüz milyon gibi rakamlar açıklamaları göçün büyüklüğü karşısında kifayetsiz olmaktadır.AB'nin şikayet ettiği konu kendilerine can simidi olmaz mı!..

Bu vesile ile Bayramınızı kutlar esenlikler dilerim.