4 Aralık Cumartesi günü, İTÜ Denizcilik Fakültesi’nin Tuzla’daki kampüsünde denizcilerin geleneksel “Balık Günü” ne davetliydim.Arabama atlayıp Tuzla’ya doğru sahil yolunda ilerlerken eski denizci dostlarla beraber olabilmek ümidi ile doğrusu sevinçli ve

4 Aralık Cumartesi günü, İTÜ Denizcilik Fakültesi’nin Tuzla’daki kampüsünde denizcilerin geleneksel “Balık Günü” ne davetliydim.

Arabama atlayıp Tuzla’ya doğru sahil yolunda ilerlerken eski denizci dostlarla beraber olabilmek ümidi ile doğrusu sevinçli ve heyecanlıydım. Kampus kapısına yaklaştığımızda uzaktan kulağıma bir bando sesi gelmeye başladı. Kampus kapısından içeri girince de birden bire yol boyunca ilerleyen iyi giyimli misafirler hızlı adımlarla bando sesine doğru yürüyorlardı. Deniz tarafındaki otopark tıklım, tıklım araba doluydu, arabamı yol kenarındaki bir boşluğa güçlükle park edip, ben de kalabalığa karışıp yürüyerek ilerlemeye koyuldum.

Kampus meydanına gelince, coşkuyla marşlar çalan okul bandosu ve lacivert okul kıyafetleri ile merasim taburu, misafirleri karşılamak için yol kenarına dizilmiş çok güzel bir görüntü sergiliyorlardı. Önümdeki kalabalıkla beraber merasimin yapılacağı spor salonunun kapısından içeri girince salonun tıklım, tıklım dolu olduğunu görüp geç kaldığımı anladım. Kalabalığın arasında görüp kucaklaştığım sevgili Ferit Biren ve oğulları ile birlikte güçlükle bir yer bulup oturduk.

Ulaştırma Bakanımız Sayın Binali Yıldırım ve protokol mensupları ön sıradaki yerlerini çoktan almışlardı. Konuşmaların yapılacağı kürsünün sol yanındaki masaya 40 yıllık emektarlar, sağ yanımdaki masaya da 50 yıllık emektarlar oturmuştu. Başka bir masada da bir sürü plaket vardı. Saygı duruşu ve milli marştan sonra birçok konuşma yapıldı, en sonunda sevgili bakanımız Binali Yıldırım harika bir konuşma yaptı ve büyük alkış aldı.

Peş peşe yapılan güzel konuşmalar ve emektarlara verilen plaketler, salondaki coşkuyu arttırdı. Salon, denizcilerin genç ihtiyar beraber olmaktan duydukları sevinç ve heyecanla doldu; havada adeta bir sevgi seli dolaşıyor gibiydi. Salondaki bu sevgi dolu hava beni derin, derin düşündürdü. Neden denizciler başka hiçbir meslekte olmadığı kadar birbirlerine sevgi ile bağlıdırlar; neden hayatlarının sonuna kadar birbirlerinden kopamazlar?

Onlar, hayatlarının büyük bir kısmını hep beraber bir gemide geçirirler. Bir gemi, bağlı olduğu limandan demir alıp açık denizlere doğru yol almaya başladığında onlar, artık o geminin içinde aynı kaderi paylaşan, bir ailenin fertleri gibidirler. O geminin süvarisi, sevgili başkan Selçuk Şenkal’ın, konuşmasında söylediği gibi, artık onların beybabasıdır; başmühendisi de büyük ağabeyleri. Onların tek amacı, taşıdıkları yolcuları gidecekleri başka bir limana selametle götürmek, taşıdıkları yükü kırıp dökmeden ulaştırmaktır.

Ali Can (Solda) Selçuk Şenkal (Sağda)

Ali Can (Solda) Selçuk Şenkal (Sağda)

Açıldıkları ummanda ufukta hiçbir şey görünmez; sanki onlar artık dünyada değil başka bir alemde kaderleri ile baş başadırlar. Yola çıktıklarında sakin olan deniz bu ıssız ummanda bazen bir canavara dönüşür, azgın dalgalar gemiyi beşik gibi sallar, adeta gemiyi yutup içine almak ister. Bazen hava kapkara olur; şimşekler çakar, gök sel olur geminin üstüne boşalır. Onlar soğukkanlılıklarını hiç kaybetmeden kaptan babalarının ve büyük ağabeylerinin emirlerini harfi harfine yerine getirirler. Kendilerini değil, taşıdıkları yolcuların canlarını, taşıdıkları yükleri düşünürler. Gemilerini maruz kaldıkları afetten selametle çıkarmak için gece, gündüz çalışırlar, uğraşırlar.

Bir süre sonra, o canavar deniz sanki bir gün evvel şaka yapmış gibi dinginleşir, kara bulutlar gider, güneş yüzünü gösterir. Deniz, üzerine milyonlarca pırlanta serpiştirilmiş turkuaz renkli pürüzsüz asfalt bir yola dönüşür. Gemi, o turkuaz asfalt üzerinde süzülür, adeta kayarak yol alır; dingin havada sadece pervane sularının sesi yükselir.

Bir süre sonra sessizliği, geminin etrafında çılgınca dönüp duran martıların çığlıkları bozar. Martılar, sanki uzun süre bekledikleri bir sevgiliyi karşılamaya gelmiş gibi havada sevinç çığlıkları atarak dönerler. Bir süre sonra, ufukta sis bulutları arasında hayal meyal bir silüet belirir. Denizciler belli belirsiz silüete heyecanla bakarlar; bir süre sonra da silüet belirli hale gelir, beyaz binalar görünmeye başlar. Denizcilerin içlerini adeta “yeni” bir dünyayı keşfetmenin heyecanı sarar.

Limana yanaşınca da vardiyada olmayanlar, hele ilk defa geliyorlarsa yeni geldikleri bu limanın sokaklarına dağılırlar; denizde çektikleri bütün sıkıntıları unuturlar. İçlerinde yeni bir yer görmenin sevinci ve mutluluğu büyür ama akılları ve gönülleri hep ilk demir aldıkları limanda, geride bıraktıkları sıcak evlerinde, geride bıraktıkları sevgililerdedir. İşte denizciler hep böyle, limandan limana, gemilerin içinde kaptan babaları ile büyük ağabeyleri ile kader arkadaşları ile bir, bir tehlikeler atlata, atlata dolaşır dururlar.
Denizcilerin ayları, yılları, ömürleri böyle akıp geçer. Onlar anılar biriktirir, dost biriktirirler. Onları, biriktirdikleri anılar, birbirlerine sımsıkı bağlar; ömürlerinin sonuna kadar da bu yüzden birbirlerinden hiç ayrılamazlar, kopamazlar.

Bir gemide bir aile, denizlerdeki binlerce gemide de binlerce denizci ailesi yaşar. Onlar çok büyük bir denizci ailesinin aynı kaderi paylaşan fedakar, cesur yürekli denizcileridir.

İşte, her yıl tekrarlanan geleneksel “Balık Günü”nde bu salonda 40 yıllık 50 yıllık büyük babalar, babalar, büyük ağabeyler, onların fedakar eşleri ile hayatlarının henüz baharını yaşayan lacivert elbiseleri ile genç denizci adayları, genç yaşlı hep birlikte coşku ile beraberliklerini kutladılar; anılarını, sevgilerini tazelediler.

Bana gelince, ben denizcilerin bu maceralı yaşamlarına hep özenmişimdir. Kader beni, denizci yapmadı ama gemi mühendisi yapıp tersanelere yolladı. Sanki kader bana “Sen tersanelerde denizcilere hizmet et” dedi. Ben de bütün ömrüm boyunca onların gemilerini en iyi şekilde tamir etmeye çalıştım. Onlara yeni gemiler inşa ettim. Daha büyük gemiler yapabilmek için inşaatı 40 yıldır bir türlü bitirilemeyen Pendik Tersanesi’ni 70’li 80’li yılların bin bir zorlukları içinde, büyük bir gayret sarf ederek tamamlayıp arkadaşlarımla birlikte hizmete açtım. Türkiye, bu tersaneyle modern ve büyük bir tersaneye kavuştu, ardından kendi dizelimizi kendimiz yaptığımız büyük bir motor fabrikası kurdum.

Refik Akdoğan,namık Assena,Ali Can,İzzet Kopanoğlu,Ali Bozoğlu

 Foto Soldan Sağa: Refik Akdoğan,namık Assena,Ali Can,İzzet Kopanoğlu,Ali Bozoğlu

Sonunda, denizciler bana da; tıpkı, denizcilik tarihimizi araştırarak ulaştıkları tarihi bilgileri yazıya döken, genç nesle denizcilik tarihini güzel yazıları ile öğreten, sevdiren çok değerli iki tarihçimiz, sevgili Ali Bozoğlu ve sevgili Murat Koraltürk’e dedikleri gibi,  “Sen de bizdensin” dediler. Yapılan merasimle üçümüzün yakalarına kendi rozetlerini taktılar. Denizciliğimizi tescil eden sertifikalar, plaketler verdiler. Bizleri onurlandırdılar.

Ben, neredeyse bütün ömrüm boyunca tersanelerde onların gemileri ile ve onlarla beraber yaşadım. Kendimi hep onlardan biri gibi hissetmiştim; ama, onların bu kadirşinaslığı ile denizciliğimin tescil edilmesi beni ziyadesi ile mutlu etti.

Bu duygularla sevgili denizci dostlarıma buradan seslenmek istiyorum: 

Tanıdığım, tanımadığım bütün denizcilere selam olsun…

Denizdekilere Allah selamet versin, yolları açık olsun…

Aramızdan ayrılan beybabalara, büyük ağabeylere de selam olsun…
Ruhları şad olsun…