Ne güzel bir gün…Hele uykusunu alan bir kimse için, ne kadar erken kalkarsa kalksın harika bir sabah....Benim gibi sabaha kadar yatakta dönüp durduysan bu güneş, içini değil belki ama  bedenini ısıtır ancak....Mevsimler gibidir yaşam… Kimi zaman ilkbahar

Ne güzel bir gün…

Hele uykusunu alan bir kimse için, ne kadar erken kalkarsa kalksın harika bir sabah....

Benim gibi sabaha kadar yatakta dönüp durduysan bu güneş, içini değil belki ama  bedenini ısıtır ancak....

Mevsimler gibidir yaşam…

Kimi zaman ilkbahar sabahı gibi aydınlık …

Kimi zaman gri bulutla kaplı gökyüzü altındaki kış günü gibi karanlık…

***

Bu günlerde akşam güneşin batışını seyrederek düşünceye daldığımda,

içimde bir kıpırtı hissediyorum.

Nefes alışım değişiyor…

O an bir şeyler karalamak istiyorum. Yaşadıklarımı uzun uzun yazmak…

Umutsuzluğu çizmek istiyorum…

Ya da, işten ayrılmanın ölüm korkusunun önüne geçtiği yerleri anlatmak istiyorum.

***

Etrafımıza bakıyorum. İşsizler ordusu.

Umutları darmadağın olmuş bir sürü genç insan…

Gözlerinde bir hüzün bulutu, yüreklerinde o hiç bitmeyecek acı…

Bakışlarından hissediyorum,

o kırılganlığı, yılgınlığı ve umutsuzluğu.

Mutluluklarımızı alıp götüren, bize umutsuzluk veren bir zaman diliminde miyiz?

Bu karamsarlığımız neden?

Gelecek korkusu mu?...

Evet ama yalnızca gelecek korkusu değil…

Gerçeklerin, alışkanlıklarımızın, çevremizin ve çevre baskısının sevginin üzerinde egemen olmaya başlamasından da duyduğumuz korku bu...

Sevgiyi örmek, yaşamı mutlu kılmak zor mudur?
Zor mudur yaşama sımsıkı tutunmak?…

 ***

Evet zordur. Hem de çok zor…

Para egemenliğinin özgür olduğu,

çalışanların itilip kakıldığı bizim gibi sanayileşememiş toplumlarda çok zordur…

Kadınlarımız, erkeklerimiz sabahın köründe işe gider,

Yağmurda, soğukta otobüs bekler, ama “emek en yüce değerdir” diyemezler…

Küreselleşmenin kuralı bellidir.

Para en büyük değerdir.

***

Gökyüzü masmavi, yine pırıl pırıl…

Tersanelerin önünde, parktaki arabaların sayıları ne kadar azalmış.

Akşamları trafik tıkanmıyor artık.

İşe gelen olmadığı gibi giden de yok…

Atölyeler ve kızaklar gibi yollar da bomboş…

***

Yüreğim sıkışmış yumruk gibi… İçim alev alev yanıyor….

Yoksulluğun orta yerinde tam yirmi bin işsiz …..

İbrahim Usta’nın bir umut vardı gözlerinde tüm bunlara karşın.

“Beyim” diyordu” siz mutlaka bir çözüm bulursunuz”.

***

Nasıl buluruz İbrahim Ustam, nasıl?..

Dünya sermayesi debelenirken beraberinde

üretimin en büyük gücü olan çalışanları da dibe çekti.

Bizim gibi ülkelerde çalışanlar ve yoksullar,

bu krizi herkesten daha erken ve derin yaşamaya başladılar.

Gelişmiş ülkeler kendi vatandaşlarına imzalattıkları ipotek kredilerinin senetlerini balonlaştırarak büyük karlar biriktirdi.

Müzik çaldıkça dans ederiz, bizden sonrası tufan anlayışı,

sonunda finans kapitalinin ayağına dolandı,

ve tüm dünya kendisini çukurun dibinde buldu.

***

Küreselleşme adı altında ticaret ve sermaye hareketleri serbestleştirirken

sıra işçilere gelince, onları ülkelerine hapsetti.

Emeğin dolaşımına sınırları kapattı.

Dünya sermayesi bu yüzden kısa sürede dev birikimler sağladı.

Ama sonunda sermayenin en büyük ayak bağı yine sermaye oldu.

Hızla büyüyen sermaye sonunda, o birikimi çeviremez oldu.

Balonlaşmayla oluşan birikimi devam ettiremez oldu.

Ve balonu patladı.

***

Bu patlayan balona ben ne yapabilirim İbrahim Ustam…

***

Ama ben,

yeniden yaşama tutunma adına diyorum ki;

İlkbahar sabahına ulaşacağız bir gün !

Daha sakin, daha mutlu olacak yaşamımız…

***

Umut bir başka anlam taşır yaşamda…

Umut yaşam sevincidir…En kötü günlerimizde bile…