Geçmişten Günümüzde Korsanlık Ticaret gemilerine yönelik korsanlık olayları, 1990’lı yıllardan itibaren özellikle Afrika’nın Doğu sahilinde yoğunluk kazandı. Saldırıya uğrayan ve bir kısmı kaçırılan gemiler, korsanlarla çatışmada hayatını kaybeden  gemiad

Geçmişten Günümüzde Korsanlık Ticaret gemilerine yönelik korsanlık olayları, 1990’lı yıllardan itibaren özellikle Afrika’nın Doğu sahilinde yoğunluk kazandı. Saldırıya uğrayan ve bir kısmı kaçırılan gemiler, korsanlarla çatışmada hayatını kaybeden  gemiadamları haberleri sıkça duyulur oldu. Son 1 yıldır Türk Bayraklı veya armatörü Türk olan gemilerin de kaçırılmaya başlanmasıyla Türk kamuoyu korsanlık olaylarıyla daha yakından tanıştı. Sonrasında Türkiye’de insanların kafasında –haklı olarak- çeşitli soru işaretleri oluştu. Bunlardan bazılarını sıralarsak;

  • Nasıl oluyor da 21. Yüzyılda gemilere saldırılabiliyor?        
  • Aden Körfezi’nde bulunan o 10-15 civarında savaş gemisi nasıl oluyor da saldırıları önleyemiyor?
  • Korsanlık diye biliyorduk bir de deniz haydutluğu kavramı çıktı. İkisi arasında ne fark var?
  • Uçak kaçırılınca hemen operasyon yapılıyor. Kaçırılan gemilere neden operasyon yapılmıyor?
  • Somali’deki korsanlar, aslında kaynaklarını sömüren Batı’dan intikam alıyorlar… Korsanlıktan kazandıkları parayı ülkelerinin geliştirilmesi için (!) kullanıyorlar…  

Bu liste uzatılabilir. Bu yazımızda konuların ayrıntılarına kaçmadan korsanlık olaylarıyla ilgili kısa bilgiler sunmaya çalışacağız; konuyu bilenlere hatırlatmak, sektör dışından okuyucularımıza da kısa bir kaynak oluşturması amacıyla…

Somali’de neler oluyor?

Afrika’nın doğusunda bulunan Somali’nin , üçte biri Aden Körfezi’ne, üçte ikisi Hint Okyanusu’na bakan  sahilleri “Afrika’nın Boynuzu” denilen keskin bir burunla ayrılır. Yüzölçümü biraz daha küçük olmakla birlikte Türkiye’ye yakındır: 637,657 km2. Buna karşılık nüfusu 9 milyonun biraz üstündedir (2007 sayımına göre 9,1 Milyon). Başkent Mogadişu 2,3 milyon nüfusa sahip. Güneybatısında Kenya, Batısında Etyopya, Kuzeybatısında Cibuti ile komşudur. Ülkenin topraklarının büyük çoğunluğunu susuz platolar oluşturur. Sahilde Mogadishu’dan Kenya sınırına kadar mercan resifleri bulunur.

1960’lı yıllara kadar İngiltere ve İtalya’nın sömürgesi olan Somali; bağımsızlığını kazandıktan sonra Batı’da  “kırsal demokrasiye örnek ülke” olarak gösterilmişti.

Ne var ki; aşiretçilik, aşırı gelenekçilik ve toplumsal bölünmeler ülkede büyük sorun oluşturuyordu.

Somali’nin 2. Başkanı 1969 yılında cinayete kurban gidince askerler darbe yaparak iktidarı ele geçirdi. Cunta, parlamentoyu kapattı, siyasi partileri yasakladı, anayasa’yı hükümsüz ilan etti.

Ülkeyi cuntacılar idare etmeye başladı.

Cuntacıların sözcüsü, kendisini “Yoldaş Siad” olarak tanıtan Mohamed Siad Barre idi.

Barre,  önceleri cuntanın sözcüsü iken daha sonra diktatörlüğünü ilan etti.

“Mogadişu’ya geldiğimde sadece İtalyanların yaptığı bir yoldan başka bir şey yoktu. Bir gün beni gönderirseniz Mogadişu’yu nasıl bulduysam size öyle bırakırım” diyen sosyalist diktatörün 21 yıllık iktidarı, bir isyan sonrası devrilmesiyle son buldu.  

Yıl 1991.

Bu tarihten sonra Somali’de merkezi hükümet bir daha asla otoriteyi sağlayamadı.

“Emperyalizm, kendilerine muhtaç olup dilenmemizi, bu yüzden de hep fakir kalmamızı istiyor, onlara bu fırsatı vermeyeceğiz, bizi aşiretçilikle bölmelerine izin vermeyeceğiz” diyen Siad Barre’nin ülkesi bugün tam da onun önlemeye çalıştığı hale düşmüş bulunuyor. 

2006 yılında aşiret liderleri merkezi bir hükümetin inşası konusunda anlaştıklarında bu Siad Barre’den sonra 14. Hükümet kurma girişimiydi; ancak başarılı olamadı. 2006 yılında İslami Birlik Hareketi,  ülkede iktidarı ele geçirdi. Ancak Etyopya ordusundan yardım alan geçici hükümet  bu girişimi bastırdı; ancak ülkede   bundan sonra ırza geçme, hırsızlık ve haydutluk olayları daha da arttı, zaten olmayan düzen tamamen bozuldu.

Bugün Somali’de meydana gelen korsanlık olaylarını ülkenin içerisinde bulunduğu bu durumla birlikte değerlendirmek gerekir. Nisbeten  idarenin tesis edildiği Puntland bölgesi hariç ülkenin tamamında orman kanunları hüküm sürüyor.

Korsanlık nedir? Deniz haydutluğu mu korsanlık mı demeli?

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), 101. Maddesinde korsanlığı tanımlar. Buna göre Korsanlık;  özel mülkiyete ait bir deniz aracının mürettebat veya yolcularının kendilerine veya mal varlıklarına yönelik açık denizlerde karşılaştığı her türlü yasa dışı eylem, ele geçirme ve  soygun ya da bu işlerin yapılmasını uluslar arası anlamda kolaylaştıran veya göz yuman eylemler, korsanlık olarak adlandırılmaktadır.

Yani korsanlığın bariz özelliği “açık denizlerde sularda” yapılıyor oluşudur. “Açık Denizler”  yine UNCLOS’a göre bir ülkenin karasuları, münhasır ekonomik bölgesi, veya bir adalar devletinin karasuları dışında kalan deniz alanlarıdır. Bu deniz alanlarında yapılan soygun, rehin alma, kaçırma, el koyma vb. gibi olaylar “Korsanlık” olarak nitelendirilmektedir.

Bunun dışında kalan deniz sahalarında meydana gelen benzer olaylar ise “Silahlı Soygun” olarak adlandırılmaktadır.  Yani IMO Tanımlamasına göre “Açık Denizlerde” meydana gelen soygun veya gemi kaçırma olayları “Korsanlık”, bir ülkenin hükümranlığı altındaki sularda meydana gelen soygun ve/veya gemi kaçırma olaylarını “Silahlı Haydutluk”  olarak adlandırmak gerekir.

Ancak bu kavramlar üzerinde tam bir mutabakat yok.  Korsanlığın; “Bir Devlet tarafından yürütülmesine müsaade edilen, düşman devletlerin ticaret gemilerinin zorla ele geçirilmesine yönelik bir faaliyet” olduğunu; bunun; “Bir devletin himayesinde olmayan, soygun amaçlı bağımsız deniz haydutluğu eylemleri ile karıştırılmaması gerektiğini” pek çok ciddi kaynak önemle vurguluyor.

Devletin onayıyla yürütülen Korsanlığa “Privateering” denilmektedir.  “Privateers”  Devlet  tarafından bir yazılı belgeyle belli bir bölgede faaliyetine izin verilen özel savaş gemileri olarak tanımlanabilir. Korsanlık olarak tanımlaması yapılan “Privatieers”  kavramının ortaya çıkışı 16. Yüzyıldadır.  1500’lü yılların sonlarına doğru İngiltere’nin İspanya’nın ticari faaliyetlerine zarar vermek üzere yetkilendirdiği çok sayıda “Korsan gemisi”  İspanya’dan Amerika’ya giden ticaret gemilerine büyük zararlar vermiş, hatta bu yüzden ilk “Anglo-Sakson Harbi” patlamıştır.

1700’lü yılların sonlarında Amerikan Devrimi esnasında Amerikan Hükümeti  çok sayıda ticaret gemisine “Korsan (Privateer)” yetkisi vermiş; tahminlere göre 55.000 denizci Korsan gemilerinde görev yapmıştır. Koloni yönetimleri de İngiliz gemilerine saldırmak üzere Korsanlık yetkisi vermiştir.  Bu dönemde Amerikalı korsanların yaklaşık 300 İngiliz gemisini ele geçirdikleri bilinmektedir.

Piracy olarak bilinen ve Deniz Haydutluğu olarak Türkçe’ye çevrilen eylemde ise; belli bir atanma ile yapılmayan nispeten bağımsız gemi kaçırma ve soygun olayları söz konusudur.  “Piracy” sözcüğü etimolojik olarak Latince’deki “Pirata”’dan;  ona da kaynaklık eden eski Yunan’da kullanılan ve “Haydut” anlamına gelen  “peiratēs”  sözcüğünden gelir. 

Dolayısıyla “Piracy” sözcüğünü günümüzde her ne kadar  “Korsanlık” sözcüğü ile karıştırılsa da; “Deniz haydutluğu” olarak Türkçe’ye çevirmek sözcüğün gerçek anlamını yansıtır.

Ancak “Korsanlık” ile “Deniz haydutluğu” arasındaki ayrım gerçek yaşamda bu kadar net değildir. Yapılan eylem açısından;  zorla el koyma hakkının  “bir devletin mektubuyla”  verilmiş olması sonuçları açısından fazla bir anlam ifade etmemektedir. Neticede yapılan eylem; silahsız ve kendini savunma gücü olmayan bir ticaret gemisine yapılan saldırıdır. Bu yüzden korsanlık ile deniz haydutluğu arasında ehven-i şer bir ilişki kurmak, 21. Yüzyılın etik değerleriyle bakılınca çok olanaklı görülmüyor.

İlk Korsanlar Hitit Krallığı’nı yok etmişti

 M.Ö. 1800’lü yıllardan itibaren Anadolu’da büyük bir imparatorluk olan Hitit’lerin sonunu getiren korsan saldırıları olmuştu.  Bu büyük medeniyet ve imparatorluk MÖ 1200’lerde birdenbire ortaya çıkan “Sea People” denilen  savaşçılar tarafından yok edildi.

O kadar ki Hitit’li tarihçiler bu olayı kil tabletlere yazacak zaman bile bulamaz. Bugüne kalan tek belge Mısır Firavunu 3. Ramses’tendir:  “…birdenbire devletler yıkılıp dağıldılar. Hiçbir ülke onların silahları karşısında dayanamadı: Hatti, Kizzuwatna, Kargamış, Arzawa, Alaşiya…”  Hitit tabletlerinde ise Kral Şuppiluliyama’nın ağzından  “... çabucak denize ulaştım, ben, Büyük Kral Şuppiluliyama. Ve benimle Alaşiya gemileri (=Kıbrıs’ı alan düşmanların) denizin ortasında üç kez savaşa tutuştular. Gemileri yakalayıp, denizin ortasında ateşe vererek, onları yok ettim. Fakat, ben kıyıya dönünce, Alaşiya düşmanları sürüler halinde benimle savaşa geldiler ve ben onları yendim...”  bilgisi vardır. Ancak sonradan korsanların intikamı acı olmuştur.

Bugün kabul edilen Hititler’in “Deniz Halkları” ya da “Deniz kavimleri” tarafından ortadan kaldırıldığıdır. Hitit Krallığını ortadan kaldıran korsan kavimler daha sonra Mısır’a da saldırdılar. Mısır büyük kayba uğramasına karşın nisbeten bu saldırılara dayanabildi.

M.Ö. 1300’lü yıllarda; Yunan etkinliğine direnen Midilli (Lesvos) adası; Trakya’lı korsanlar için bir cennetti. Finikelilerin de gemileriyle zaman zaman korsanlığa yöneldikleri, ele geçirdikleri erkek ve kadınları kadınları köle olarak sattıkları bilinmektedir.

Korsanlar Jül Sezar’ı esir aldı, fidyeyle bıraktı…

M.Ö. 1. Yüzyılda Doğu Akdeniz’de egemen olan korsanlar, Roma İmparatorluğuna büyük zararlar vermişlerdir. 

M.Ö. 75 yılında Ege Denizinde seyahate çıkan Roma İmparatoru  Jül Sezar, Kilikyalı korsanlar tarafından kaçırılarak rehin alınmıştı. Korsanlar; Jül Sezar’ın gemisini ele geçirerek imparator ve maiyetindekileri  ellerinde bulundurdukları Kardak  yakınlarında Farmakonisi  Adasına kaçırdılar.

Korsanlar,  Roma İmparatorluğundan günümüz parasıyla 20 bin ABD Dolarına tekabül eden miktarda fidye aldılar. Jül Sezar; 6 Hafta süren esareti boyunca korsanlarla iyi ilişkiler kurdu. Onlarla birlikte spor yaptı, oyunlarına katıldı, hatta onlara kendilerini kaçırdıkları için asılabileceklerini de söyledi.  Fidye ödendikten sonra serbest kalan ve korsanlarca Milet yakınlarında anakaraya çıkartılan  Jül Sezar’ın ilk işi, savaş gemileriyle geri dönüp kendisini  kaçıran tüm korsanları yakalamak oldu. Korsanların hepsi yakalanarak Bergama’ya götürüldü, burada çarmıha gerilerek idam edildiler.  Romalılar bu tarihten sonra korsanlıkla etkin bir şekilde mücadele ettiler.

Kuzey Afrika’da Korsanlık

Orta ve yakın çağlarda  Kuzey Afrika’da hüküm süren Berberi korsanların bir kısmı “Privatieers” yani bir izinle bu işi yapanlar, bir kısmı da deniz haydutlarıydı.

Berberi Sahilleri denilen Tunus, Tripoli, Cezayir ve Fas sahillerini içeren Batı Akdeniz’deki ticaret filolarına göz açtırmıyorlardı. Saldırdıkları gemiler Haçlı Seferlerine giden veya Afrika’yı dolaşıp Uzak Doğu’ya sefer yapan ticaret gemileriydi. 

19. Yüzyıla kadar süren bu saldırılar yüzünden  İtalya’nın ve İspanya’nın sahil kasabaları ve şehirleri neredeyse boşalırken, Akdeniz’in dışına taşan Berberi korsanlar  saldırı alanlarını İzlanda’ya kadar genişlettiler.

Robert Davis’e göre 16. Ve 19. Yüzyıllar arasında yaklaşık 1 milyon 250 bin Avrupalı, Korsanlarca ele geçirilip köle olarak Kuzey Afrıka’da ve Osmanlı İmparatorluğu’na satıldı. Akdeniz’de kuş uçurtmayan korsanlar arasında en ünlüleri Barbarossa, Turgut Reis, Kurtoğlu Muslihittin Reis, Kemal Reis, Salih Reis ve Koca Murat Reis idi. 

ABD Yüksek Mahkemesinin, yakaladıkları Berberi korsanlara “savaş suçlusu” muamelesi yapması; o dönem Kuzey Afrika ve Akdeniz’de yapılan  korsanlığın bugünkü anlamda “Deniz haydutluğu” değil;  “İzinli korsanlık” yani “Privatieering” olduğunu-hukuksal anlamda-ortaya koyuyor.

Günümüzde korsanlık

Daha önceden de değindiğimiz gibi; günümüzde bir devletin ticaret gemilerine saldırması için bir özel gruba “ruhsat” vermesi söz konusu olamaz. Bu nedenle 16. Yüzyıldaki anlamıyla korsanlıktan bugün söz etmemiz mümkün değildir.

Günümüzde korsanlık, daha çok uluslar arası sularda gemilere yapılan soygun, kaçırma ve rehin alma amaçlı girişimler anlamında kullanılmaktadır.

Günümüzde denizlerde yapılan korsanlığın yılda yaklaşık 15 milyar ABD doları tutarında bir ekonomik kayba neden olduğu tahmin edilmektedir.

ABD Sahil Güvenlik Teşkilatı ve ABD Donanması, Karayip Denizindeki korsanlık olaylarını hemen hemen tamamen ortadan kaldırmıştır. Ancak özellikle Afrika’nın Doğu sahilleri ve Aden Körfezi başta olmak üzere korsanlık, 1995 yılından bu yana artan bir ivmeyle, denizcilerin korkulu rüyası olmaya devam etmektedir.

Uluslar arası Denizcilik Bürosu kayıtlarına göre 2006 yılında dünya genelinde 239 korsan saldırısı gerçekleşti. Bu saldırılarda 77 mürettebat kaçırıldı, 188 esir alındı. 15 kişi saldırılarda yaşamını yitirdi. 2007 yılında korsan saldırıları %10 oranında artarak 263’e çıktı. Ateşli silah kullanılan saldırıların oranında ise %35’lik bir artış oldu. Saldırılarda yaralanan mürettebat sayısı 2006 yılında 17 iken; bu sayı 2007 yılında 64’e fırladı.

2009 yılının ilk dokuz ayında ise 2008 yılının toplamından daha fazla  korsan saldırısı gerçekleşti. 2008 yılında 293 korsan saldırısı gerçekleşirken bu sayı 2009’un ilk 9 ayında 306 oldu. Korsanlar, 114 saldırıda gemiye çıkmaya muvaffak oldular; çıktıkları gemilerden 34’ünü de kaçırmayı başardılar. Ateşli silahlarla yapılan saldırı sayısı da 2008’de 76 iken bu sayı 2009’un ilk dokuz ayında 176’ya yükseldi.

Kaçırılan Türk Gemileri

Türk gemileri çeşitli korsan saldırılarına maruz kalmakla beraber,  1 yıl öncesine kadar hiçbirisi kaçırılmamıştı. Kaçırılan ilk Türk Gemisi, Panama Bayraklı Yasa Neslihan gemisi oldu.  29 Ekim 2008 günü 20 kişilik Türk mürettebatı ile kaçırılan YASA Neslihan gemisi yaklaşık 70 günlük esaretten sonra, fidyenin ödenmesi üzerine 6 Ocak 2009’da serbest bırakıldı.

Türk Kamuoyu daha bu olayın şokunu atlatamamışken,  12 Kasım 2008 tarihinde bu kez Türk Bayraklı bir gemi; kimyasal tanker M/T Karagöl kaçırıldı. 14 kişilik  mürettebatı bulunan gemi; korsanlardan kaçmak için yarım saatten fazla uğraş vermiş; Kaptan Mümtaz Temeltaş; makineli tüfek atışı altında yaptığı manevralarla dalgalar yaratarak korsan teknelerinden birini batırmayı başarmıştı. Ancak borda yüksekliğinin fazla olmamasından yararlanan korsanlar yine de gemiye çıkarak ele geçirmeyi başardılar.  Karagöl Gemisi; fidye ödenmesi üzerine 13 Ocak 2009 tarihinde korsanlarca serbest bırakıldı.

16 Aralık 2008 günü ise bu kez Antigua&Barbuda bayraklı, armatörü Türk olan Bosphorus Prodigy adlı gemi kaçırıldı. 100 Metre boyundaki Konteyner gemisi Aden Körfezinde kaçırıldı. Korsanlar, içerisinde 3’ü Türk, 8’i Ukraynalı olmak üzere 11 kişilik mürettebat bulunan gemiyi 2 Şubat 2009 Tarihinde serbest bıraktılar.

19 Şubat 2009 Tarihinde bu kez Türk Bayraklı Ulusoy 6 adlı gemi Aden Körfezinde korsan saldırısına uğradı. Yakında bulunan Türk Deniz Kuvvetlerine ait savaş gemisi TCG Giresun’dan zamanında havalanan helikopter korsan saldırısını püskürttü.

8 Temmuz 2009 tarihinde ise kaçırılan Türk Bayraklı gemileri içerisinde en medyatik olanı, Horizon 1 gemisi kaçırıldı.

Gemide bir bayan güverte zabitinin olmasının medyanın ilgisini daha da arttırdığı Horizon 1 gemisi;  23 kişilik mürettebatıyla birlikte Aden Körfezinde seyir halindeyken kaçırıldıktan sonra önce Hordio Limanı’na daha sonra da Eyl Limanı’na götürüldü.  Gemi, 2 Miyon 750 bin ABD Doları tutarındaki fidyenin ödenmesiyle 5 Ekim 2009 Tarihinde serbest kaldı.

Korsanların ideolojisi var mı?

Korsanlık; kolay yoldan para kazanmak üzere, daha çok başka çaresi olmayan insanların başvurduğu suç mekanizmasıdır. Ancak; Somali Korsanları ayrıcalıklı olarak kendilerine ideolojik bir mazeret bulma lüksüne sahipler.

New York Times gazetesinin röportaj yaptığı bir Somali korsanı; “Biz deniz haydudu değiliz. Deniz haydudu olanlar asıl denizlerimizde balığı bitirenler, atıklarını denizlerimize bırakanlar ve denizlerimizde silah taşımacılığı yapanlardır. Biz kendimizi haydut olarak değil sahillerimizi koruyan Sahil Güvenlikçiler olarak görüyoruz” demiştir.

Bu sözlerde gerçeklik payı yok değil. 1991 yılında Siad Barre rejimi devrildikten sonra sahipsiz kalan Somali Karasuları, yabancı balıkçıların istilasına uğramış. Özellikle orkinos balığı açısından zengin olan bu sular, kontrolsüz avcılık sebebiyle kurutulmuş.

Somali’deki korsanlık olaylarının bu denli artmasında Somali sularında balıkçılığın bitmesini önemli bir neden gösterenler  az değil. Bunların başında bizzat Somali’li korsanlar geliyor.  Korsanların profili, şoklukla eski balıkçılardan ve eski Sahil Güvenlik mensuplarından oluşuyor. Genellikle 20-35 yaş arasında olan korsanlar iyi kazanıyor ve sıradan nüfusa oranla çok zengin bir yaşam sürüyorlar. Somali’de çeşitli gruplara bölünmüş yaklaşık 1100 korsanın bulunduğu tahmin ediliyor. Dünyanın denizden taşına petrolün %30’unun  geçtiği; her yıl 20 bin civarında geminin seyir yaptığı Aden Körfezi  uluslar arası bir deniz gücü tarafından korunmaya çalışılıyor.

Somali’li korsanlar; Batı’lıların nükleer atıklarını getirip kendi denizlerine döktüklerinden şikayetçiler.  Ülkede 20 yıla yakın devam eden iç karışıklığı fırsat bilen bazı fırsatçılar yükledikleri nükller atıklardan kurtulmanın masrafsız yolunu bulmuşlar: Somali sahillerine bırakmak!  Bir zamanlar bizim Karadeniz sahillerimizde olduğu gibi,  Somali sahillerinde toksik atık hatta nükleer  atık dolu varillerin vurduğu Birleşmiş Milletler gözlemcileri tarafından da doğrulanmış durumda. BM Çevre Programı Sözcüsü Nick Nuttall; El Cezire televizyonuna yaptığı bir açıklamada; Somali’nin 1990’lı yıllardan itibaren özellikle Avrupalı özel şirketlerce tehlikeli atık döküm yeri gibi kullanıldığını belirtti. Avrupa’da 1000 ABD Doları olan ton başına atık döküm maliyeti,  söz konusu Somali olunca  2,5 ABD Dolarına kadar düşüyor.  Bu da Avrupalı firmaları, atıkları yüksek fiyata toplayarak Somali’ye dökme konusunda teşvik ediyor. Tabii ki buna da “kapitalizmin korsanlığı” denilebilir. Dökülen atıklar arasında kurşun, cıva ve kadmiyum gibi ağır metaller, hatta radyoaktif madde olan uranyum dahi var. Endüstriyel atıklar, hastane atıkları ve kimyasal atıklar-Avrupa’nın bütün pisliği Somali denizlerine gömülmüş. 2004 yılında meydana gelen büyük depremde, tsunami dalgalarının etkisiyle bu variller sahile vurmuş.  Variller yüzünden sahil kesiminde çok sayıda insanın hastalandığı ve öldüğü ifade ediliyor.

Somali’li korsanlar kendilerine böyle bir ideolojik “gerekçe” bulmuşlar. İç karışıklıklardan fırsat bulan Batı’nın balıklarını tüketmesi, sularını nükleer atık mezarlığına çevirmesi nedeniyle onlar da “Batı’nın gemilerini” kaçırıyorlar. Tabii kurunun yanında yaş da yanıyor.Bu şekliyle Somali’li  korsanlar, her ne kadar bir Devlet tarafından görevlendirilmemiş olsalar da, kendilerini “deniz haydudu” olmaktan çok  çok,  21. Yüzyıl “privatieers” leri olarak görüyorlar. İdeolojik gerekçe her ne olursa olsun; savunmasız bir gemiyi kaçırıp içindeki mürettebatı alıkoymanın kabul edilebilir bir tarafı yok. 

Komplo teorileri: Korsanlığa ABD Göz yumuyor!

Dünya petrolünün %30’unun taşındığı Aden Körfezi’nin, bölgede devriye gezen onca savaş gemisine rağmen, korsan teknelerinden bir türlü temizlenememesi, bazı komplo teorilerinin de üretilmesine neden oldu. Bunlardan en başta geleni;  ABD’nin Somali korsanlarının faaliyetlerine bilerek göz yumduğu, çünkü gelecekte bunu ülkeye müdahale için bir gerekçe olarak kullanacağı şeklinde ifade edilen teori.  Bu teoriye inananlar, ABD’nin korsanlık olaylarını mazeret olarak kullanıp Bab-ül Mendep’e ve Aden Körfezi’ne asker göndereceğini, bu suretle Kızıldeniz’in kontrolünü ele geçirme amacında olduğunu ileri sürüyorlar.  Onlara göre, Somali’deki korsanlık olayları ABD’nin bir tertibi; hatta korsanlar bizzat ABD tarafından eğitiliyorlar. Asıl amaç korsanlıkla mücadele ediliyor bahanesiyle Kızıldeniz’de çok sayıda savaş gemisi bulundurmak ve bu bölgeyi “uluslararası bir deniz alanı” haline getirmek.  

Korsanlarca kaçırılan Hansa Stavanger adlı gemiye Almanya’nın seçkin komando timi GSG 9’lar tarafından yapılacak baskına ABD Yönetiminin izin vermemesi komplo teorilerine destek olsa da; korsanlığa ABD’nin göz yumduğunun bir komplo teorisinden öteye geçmesi için çok daha fazla kanıta gereksinim vardır. Aden Körfezinde korsanlığın önüne bir türlü geçilememesinin, hatta güvenlik koridoru içerisinden gemilerin kaçırılabilmesinin arkasında, denizde korsan teknesini diğer teknelerden ayırt etmenin ve oldukça geniş bir deniz alanında çok sayıdaki ticaret gemisini kontrol etmenin güçlüğü gibi teknik nedenler bulunduğuna inanmak için daha fazla gerekçe bulunmaktadır.

Türk Savaş Gemileri bölgede

16 Aralık 2008 tarihli 1851 sayılı BM kararı ile; Somali’deki korsanlık olaylarıyla mücadele için ABD Başkanlığında 24 ülkeden oluşan bir uluslar arası temas grubu oluşturuldu. İçinde Türkiye’nin de yer aldığı bu temas grubu; Aden Körfezi’ne uluslar arası deniz gücü gönderilmesi kararını uygulamaya koydu. Türkiye de, TBMM’de onaylanan bir Hükümet tezkeresi ile;Aden Körfezinde oluşturulacak uluslar arası deniz gücüne bir fırkateyn ile katılma kararı aldı. İlk olarak gelişmiş elektronik entegrasyon sistemi GENESIS ile donatılmış firkateynlerimizden  TCG Giresun, Şubat 2009 ayı içerisinde bölgeye gönderildi. Görev Kuvveti 151 Komutanı Taktik Komutasında, Aden Körfezi, Somali açıkları ve Arap Denizi’nde deniz haydutluğu ile mücadele eden TCG Giresun, 17 Şubat 2009 tarihinden itibaren bölgede yürüttüğü görevini 18 Haziran 2009 tarihinde Cibuti’de TCG Gaziantep’e devretti. 19 Haziran 2009’da TCG Gediz  firkateyninin de bölgeye intikal etmesiyle Türk Deniz Kuvvetleri`nin Aden Körfezi, Somali açıkları ve mücavir bölgelerde deniz haydutluğu ve silahlı soygunculukla mücadeleye katkısı 2 firkateyne çıktı.
TCG Gaziantep Fırkateyni, 18 Haziranda başladığı görevi, 5 Ekimde Cibuti'de TCG Gökova Fırkateyni'ne devretti. Bölgede halen TCG Gediz ve TCG Gökova firkateynleri görev yapıyor.

ürk Savaş Gemileri, bölgede yaptıkları devriye görevleri esnasında korsanlarla sıcak temas da kurdular ve pek çok korsanların saldırdıkları bir çok geminin kaçırılmasını yaptıkları müdahalelerle önlediler.  Horizon 1 gemisinin kaçırılmasında başka bir refakat görevi nedeniyle müdahale edemeyen TCG Gediz fırkateyni, daha sonra gemiyi Eyl Limanına kadar takip etti. TCG Gediz, Horizon-1’in korsanlarca serbest bırakılmasından sonra da, gemiye refakat ederek Kızıldeniz’e güvenlik içerisinde ulaşmasını sağladı. Horizon 1 Mürettebatı Türkiye’ye döndüklerinde her biri  bu refakatin kendileri için en büyük moral destek olduğunu ifade ettiler. Ülkemizin Deniz Kuvvetlerinin bu bölgede başarıyla görev yapması Türk Milleti olarak bizleri gururlandırdı.

Korsan teknesiyle karşılaşan kaptan, ne yapmalı?

Geçtiğimiz yıl sonu kaçırılan Karagöl gemisinin kaptanı Mümtaz Temeltaş; gemisine saldıran iki korsan teknesini yaptığı manevralarla uzun süre uğraştırmıştı. Temeltaş; “gemisini tam yola çıkardığını, dümeni bir sancak bir iskeleye basarak geminin ani hareketleriyle çıkardığı dalgalardan korsan teknelerinden birini batırdığını” anlatmıştı. Tabii ki bunun bedeli kızan korsanların gemiyi yaylım ateşine tutmaları olmuş. Ancak yine de Mümtaz Kaptan; “Eğer bizde de kendimizi savunacak silah olsaydı, kesinlikle bunlara teslim olmazdık” diyordu.

Gemilere silah verilmesi veya silahlı adamlar konulması, korsanlığa karşı akla gelen çözümlerden birisi. Bunu yapan denizcilik şirketleri de var. Ancak; bu genelde kabul gören bir tavsiye değil. Gemide silah bulundurulmasının korsanlara karşı caydırıcı etkisinin olacağı doğru olsa da; gemide silah bulundurulması, gerek varacağı limanla ilgili gerekse geminin içerisindeki düzenle ilgili sakıncaları nedeniyle tercih edilen bir çözüm değil. Onun yerine denizcilik şirketleri daha çok, Uzak Doğu rotalarında Süveyş Kanalı’ndan geçmek yerine; Ümit Burnu’nu dolaşmayı tercih ediyorlar. Bu nedenle Mısır’ın kanal geçişlerinde azalma var ve Mısır maddi kayba uğruyor.

Korsanlardan korunmak için geminin kendi başına ne yapabileceği konusunda her gemi kaptanı gemisinin özelliklerine göre bir plan yapmalı. Bu planı yaparken gemisinin hızını, borda yüksekliğini göz önünde bulundurmalı. Plan geminin varacağı deniz alanına gidiş rotasını da içermeli çünkü korsanlardan korunmanın en iyi yolu şüphesiz onlara hiç görünmemektir.

Eğer geminin Somali sahilinden geçmesi kaçınılmaz ise, gemi kaptanı mümkün olduğunca sahilden açık bir rota çizmelidir. Aynı zamanda bu bölgeden geçerken gemisini azami hıza çıkarmalıdır. Korsanların sahilden 200 mil açık geçen gemilere saldırdıkları da olmuştur; bu nedenle açık geçmenin kesin çözüm olmadığı düşünülebilir, ancak riski çok azaltacaktır. Çünkü korsanların “mother ship” dedikleri büyük tekneleri olsa da, sahilden çok açıktaki gemilere saldırı düzenlemeleri nisbeten çok daha zordur. Korsanlar saldıracakları gemiye yaklaştıklarında, bu teknenin bordasında hazır bulundurulan  “skif” denilen küçük kıçtan motor takmalı hızlı teknelerle hedef gemiye hareket etmekte,  gemiye aborda olarak attıkları kancalarla tırmanmaktadırlar. Zamanında önlem alabilmesi için geminin sürekli olarak iyi gözcülük yapması ve korsan teknelerini erken safhada belirlemesi gerekir. Yaklaşan tekneler görüldüğünde gemi mümkün olan en yüksek sürate çıkarılmalıdır. Tekneler yaklaştıklarında dümen manevralarıyla dalgalar yaratılmaya çalışmak hem küçük tekneleri zor durumda bırakacak, hem de geminin bordasına rahatça aborda olmalarını engelleyecektir. Ayrıca bu manevralarla gemi zaman da kazanacağından,  küçük yakıt tankına sahip teknelerin saf dışı kalmaları da söz konusu olabilecektir.

Korsanlar saldırılarını hep gündüz vakti gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle eğer mümkün olabilecekse alınan son raporlara göre korsan riskinin en yoğun olduğu bölgelerden mümkünse gece geçilmelidir.

Yapılması gerekenler bakımından Uluslar arası Denizcilik Örgütü (IMO) da bir rehber yayınlamıştır. 23 Haziran 2009 Tarihinde 1334 sayılı MSC Sirküleri olarak yayınlanan bu rehberde; şu önlemlerin alınması tavsiye edilmektedir:

1-    Gemide büyük miktarda nakit para taşımayın: Geminin kasası korsanlar için her zaman çekici olmaktadır.

2-    AIS’in kapatılması: Bu bir önlem olabilir, ancak yardıma gelecek gemilerin de AIS bilgilerinizi göremeyeceğini hesaba katın.

3-    Mürettebat limanda ağzını sıkı tutsun: Geminin yapacağı seferle ilgili yükleme limanında mürettebatın etrafta konuşması sakıncalı olabilir. Korsanların her yerde kulağı var.

4-    Mürettebat sayısının azlığı: Gemilerde mürettebat sayısı günümüzde oldukça azalmıştır ve bu da korsanların işini kolaylaştırmaktadır. Riskli bölgelerden geçerken az sayıdaki mürettebatla uzun süreler gözetleme işi yapmak olanaklı olmayabilir. Armatörler bu işi yapmak için yardımcı elektronik araçları gemiye temin etmelidir. 5-    Rapor edin: Korsan teknelerini belirlediğinizde ve geminize saldırı riski olduğunda en yakın Kurtarma Koordinasyon Merkezi’ne (RCC) ve/veya Uluslar arası Denizcilik Bürosu (IMB) temas numaralarına bilgi verin.  Mesaj INMARSAT başta olmak üzere uygun gördüğünüz haberleşme araçlarıyla, “PAN PAN” Urgent Message” “All Stations” kodlarıyla verilmelidir.
6-    Çeşitli araç ve önlemler: Borda ağı, tel halat, elektrikli çit koruması, uzun mensilli akustik cihazlar gibi donanım yanında yürksek riskli alanlardan geçerken gemide özal güvenlik elemanları bulundurmayı da düşünebilirsiniz.  

7-    Hortumla su sıkılması: Korsanlar gemiye tırmanmaya çalışırlarken üzerlerine tazyikli su sıkılması önleyici olabilir.

IMO Belgesine göre, bütün önleyici çalışmalara rağmen korsanların gemiye çıkışının engellenemediği anlaşılırsa, tüm mürettebat güvenlik mevkilerine geçmelidir.  Bu esnada civar gemilerin görebilmesi için ses ve ışık sinyallerine devam edilmeli, gemideki bütün sesli alarm sistemleri devreye sokulmalıdır.

Korsanlara esir düşen gemiadamları ne yapmalı?

Bu konuda yukarıda değindiğimiz MSC Sirkülerinin ekinde de yer alan BM Kılavuzu vardır.  Bu kılavuz rehin alınan kişinin ne yapması gerektiğiyle ilgili tavsiyelerde bulunmaktadır. Rehbere göre, rehin alındıktan sonraki ilk 15-45 dakika arası   “en tehlikeli” dönemdir.  Esir alan kişiler, “dövüşme ile kaçma” arasında tepkisel bir durumdadırlar, esir alınan kişinin yapması gereken ise yaşamını sürdürmeye çalışmak olmalıdır. Esir alınan kişinin ilk anda duyduğu tedirginlik durumunu kavramaya başlamasıyla azalacaktır. Yapılacak en iyi şey; kahramanlık etmeye çalışmamak, delikanlılık taslamamak ve durumu kabullenmektir. Deneyimler esir alındığında sertlik gösteren kişilerin pasif davrananlara oranla daha yüksek risk altına girdiklerini göstermektedir.

Rehinelerin korsanların dediklerine itaat etmeleri, bunu yaparken söylediklerine olduğu kadar vücut dillerine de özen göstermeleri önemlidir. Sorulan sorulara kısa ve basit cevaplar verilmelidir. Daha çok dinlemeli tartışmaya girişilmemelidir. Korsanlara öneride bulunurken dikkatli olmalı, öneri sonrası korsanların istemediği bir durum ortaya çıkarsa sorumlu arayacakları unutulmamalıdır.

Korsanlara esir düşen gemiadamlarının çevresinde olup bitenlere çok kafa yormayan bir görüntü vermeleri, vakitlerini mümkünse uyuyarak ve kitap okuyarak geçirmeleri onları psikolojik olarak bulundukları ortamdan uzaklaştıracaktır.  Bu dönemde “pozitif düşünmek” akıl sağlığının korunması açısından önemlidir.

Günlük egzersizler yapmak, bir program oluşturarak buna uymak yine yararlı olacaktır. İştah azalması esir düşmelerde sık rastlanılan bir durumdur. Ancak en azından su içmeye çalışılmalı vücudun güçlü kalması gerektiği unutulmamalıdır.

Korsanlara karşı, daha sonra bunun hesabının sorulacağı türünden yaklaşımlara girilmemelidir. 

Gemideki korsanlara güvenlik güçlerinin bir operasyon yapması durumunda, yere yatmalı ve eller başın arkasında birleştirilmelidir. Uygun fırsatta gemiadamı kendisini tanıtmalıdır.

Korsanlardan kurtulan gemiadamının durumu

Korsanların elinde kalma süresi 2 aydan az olmamaktadır. Genellikle bu durum korsanların elinde uzun süre kalan gemiadamlarında bir travma yaratmaktadır.

Yine BM Rehberinde belirtildiğine göre, rehineler kurtulduktan sonra hikayelerini bütün detaylarıyla anlatma ihtiyacı duyarlar. Korsandan kurtulan rehinelerin ruhsal sorunları hemen ortaya çıkmayabilir. Bazen aylar sonra bu sorunlar baş gösterebilir. Ne olursa olsun, olay sonrası rehinelerin ruhsal durumunun yeniden düzene girmesi yavaş ilerleyen sabır ve anlayış gerektiren bir işlemdir. Kişinin anormal bir olaya normal tepki vermeye başladığı ve normal bir insan olduğunu hissettiği an iyileşme süreci başlayabilir.


*Denizcilik Dergisi'nin Kasım-Aralık 2009 Sayısında Yayınlanmıştır.