İçinden deniz geçen şehir

Halkımız, dolmuş ve minibüs şoförleri tarafından itilip kakılsa da sineye çeker. Arabesklerle bayıltılmayı, ani gaz ve frenlerle preslenmeyi göze alır. Hâlbuki vapur yolculukları öyle midir ya! Yosun kokulu rüzgâr, geniş meşin koltuklar, martılar, yunuslar…

İrfan ÖZFATURA

Gece yarılanmış, el ayak çekilmeli olmuştur, yorganı omzunuza çekmişsinizdir ki raylar gıcırdar. “Hımm” dersiniz “son tramvay da garaj yolunda.” O sıra bir projektör dolanır tavanın beyazında. Saate bakmadan eklersiniz “11.45 yanaşıyor rıhtıma!” 
Çözülen zincirleri, sürülen iskeleleri, gıcırdayan halatları duyamasanız da öfkeli pistonların homurtuları ve düdük sesleri yankılanacaktır odanızda. 
Vuuup vuup vup! 
Sabah yine bu ses çınlayacaktır kulaklarınızda. 
Denizle bu kadar iç içe olan başka şehir yoktur dünyada. En baba liman kentlerinde bir, bilemedin iki iskele olur, üç beş vapur kalkar onlardan da… 
İstanbul’un belki yüz iskelesi vardır, biteviye dolar boşalırlar. Eğer sandalların, perekelerin, piyadelerin, yelkenlilerin, mavnaların yanaştıkları iskeleleri de sayarsan...  Ohoooo çeteleye gelmez, hiç uğraşma.
VAPURLA GELEN İKBAL
Boğaz’da üç beş balıkçı köyü vardır zamanında, iskeleler kurulunca, yalılar konaklar sıralanır, cami dükkan derken çehreleri değişiverir bir anda.
Adalar deseniz ona keza. 
Cadı Bostanı (Cadde Bostan) tenhalığından ötürü ürkülesi yerlerdir, kır bayır tarla... Kızıltoprak, Feneryolu, Erenköy, Bostancı iskeleleri açılınca şenlenir. Ardından demir yolu da gelir, semtler istasyon ve iskele civarında şekillenmeye başlar. 
Adını Ahmet Reşad Paşa’nın genç yaşta ölen gelini Suad Hanım’dan alan Suadiye küçük bir köydür daha. Kartal, Pendik yeni yeni nüfus tutmakta… 
Boğaziçi vapurları 1837’de çalışmaya başlar. Biri İngiliz, öbürü Rus, iki ecnebi kumpanya!
Ah bizim de gemilerimiz olsa… Nitekim Hazine-i hassa vapur idaresi Hümapervez ve Mesir-i Bahri isimli iki gemiyi sefere sokar.  Bihahare Ahmed Cevdet Paşanın gayretleriyle Şirketi Hayriye kurulur,77 gemi birden dolandırmaya başlar. 
Fevaidi Osmani ise, Haliç Bakırköy Yeşilköy hattında hizmet sunar. Kumkapı, Yenikapı, Samatya ve Makriköy’e de (Bakırköy) uğrarlar bu arada. 
PAŞA KONAĞI GİBİ 
O zamanlar tekneler açıkta durur, sandallar gidip yanaşırlar yamacına. Zor iştir vesselam, hele dalgalı havalarda… 
İstanbul’da ilk iskele Üsküdar’a yapılır. Denize şahmerdanla kazıklar çakar üstüne kuş kafesi gibi sanatlı bir bina oturturlar.
Limon sarısı duvarlar, beyaz parmaklıklar, zarif kabartmalar… Gören yalı sanır adeta… Bilet gişeleri sebil gibi oturtulmuştur iki kenara. 
Ahşaptır elbet, hanımlar tarafı perde ile ayrılır itinayla. 
İskeleye açılan sokakta esnaflar yer alır, aktarlar, yemişçiler, kunduracılar… 
Hemen yanında Balaban İskelesi… Buradan da Suhulet kalkar, vasıta taşır Kabataş’a.
Çengelköy iskelesinin hanımlar kısmı dayalı döşelidir. Boy aynası, askılar, halılar, kadife kaplı divanlar. 
Eğer deniz kazık çakılamayacak kadar derinse duba bağlarlar.  Kandilli İskelesi böyledir mesela. Nazara mı gelir ne, bir tanker gelip çarpar… Paramparça! 
KÖPRÜ MERKEZ
Şirket-i Hayriye vapurları Köprü’yü merkez tutar, vakti gelen halatını toplar, istim verir, çarkları kudurturlar. Bakarsın biri Kadıköy’e yönelmiş, biri Üsküdar’a… Akşama kadar mekik dokuyacak gece gelip bağlanacaktırlar aynı noktaya. 
İstanbul’un orta yeri kesin Galata Köprüsü’dür. Düşünün Kocaeli’ye bile gemi kalkar. 
Semt iskeleleri kışın odunla ısıtılır. Millet simitlerini sahleplerini alır sokulur bağrına. Biri gazete açmaya görsün kafalar yükselir, boyunlar uzar.  Ağır abiler ajansı da dinlemişlerdir, günün havadislerine dair tafsilatta bulunurlar. Bunlar edip şair takımıdır, Cağaloğlu’na gitmektedirler ihtimal. Fotoğrafları yoktur ki tanıyasınız, kim bilir belki de büyük yazar. 
Kenar köşe iskelelerin elemanları nispeten rahattır. Biri bilet satar, diğeri halat bağlar (çımacı). İş bitti mi paydos ağa. Gezin dolaşın akşama kadar… 
Eskiden daha fazla iskelemiz vardır. Vaniköy, Boyacıköy, Yenimahalle (Sarıyer), Salacak…
Fenerbahçe ve Suadiye yolcu azlığına dayanamaz. Kalamış İskelesi marina tarafından kuşatılır, Caddebostan ise sahil doldurulunca kalakalır ortalıkta. 
NE O, HALİÇ VAPURU GİBİ?
Yeniköy- Beykoz, Beşiktaş- Üsküdar, Kadıköy- Haydarpaşa arasında eskiden beri sandallar çalışır, dört kişiyi buldular mı küreklere asılırlar. Haliç oldum olası kayıkçı yatağıdır sonra. Evet köprüler yükü azaltır ama sandaldan vazgeçmek kabil değildir hâlâ. Eyyûb’ten hemen karşıdaki Sütlüce’ye geçmek için taaa Unkapanı’na gidip dönecek hâliniz yoktur ya. Üç kuruştur zaten, çay parasına. 
Derken efendim Yusuf Ağa adlı bir müteşebbis 20 yıllığına Haliç’te vapur çalıştırma imtiyazını alır. Talipler artınca Tophane Müşiri Rodoslu Ahmet Tevfik Paşa’ya devredip çekilir kenara. 
Haliç vapurları yandan çarklıdır. Her iki ucu da sivridir, başı kıçı bulunmaz. Yolcular branda altında oturur yağmurdan güneşten korunurlar. Tekne Unkapanı Köprüsü’nün altından bacalarını yatırarak geçebilir anca. Sonra uskurlular gelir hani o şirin balta burunlular. Dersaadet Vapur İşletmesi 17 vapur ve 13 iskele ile Haliç hattına ciddi bir yatırım yapar, ancak umduğunu bulamaz. 
Haliç hattında âdeta çapraz dikiş atarak ilerlersiniz.  Doğruca gitseniz zaman almaz ama oraya uğra, buraya uğra… Aynen mehter takımı gibi dura kalka… 
Öyle ki gezenti kadınlara “Haliç vapuru gibi” denir halk arasında.
KAPANAN KAPANANA
Bu iskelelerden Balık Pazarı (Azakkapı) Köprü’ye yakınlığı münasebeti ile yolcu bulamaz. Kasımpaşa, Hasköy, Sütlüce çalışır ama Camialtı ile Halıcıoğlu 960’lara kadar dayanır ancak.  
Vatandaş yine de vapurdan mahrum edilmez, gemiler İstanbul Şehremaneti ve Deniz Yolları himayesinde yüzdürülür, hani para kazanamasalar da...
Karaağaç, havası suyu ve gümrah yeşili ile tanınan bir mesireliktir. Belediye Başkanı Dr. Cemil Topuzlu tutar mezbahayı oraya kurar. 
Kâğıthane İskelesi pek sığdır, her tekne yanaşamaz ona.  Bir ilerisinde “Fişek Fabrikası” vardır ki 1949 yılında elim bir kaza… Âdeta berhava! İskelenin de manası kalmaz bu saatten sonra. 
Silahtarağa Elektrik Fabrikası ameleleri daha ziyade vapur kullanırlar.  Sabah geliş, akşam dönüş doludur en azından. 
Cibali İskelesi de ekseri tütün işçilerini ağırlar. Ayakapı’nın yolcusu azdır, Fener’e güven olmaz. 
Defterdar İskelesi, Sümerbank tesisleri açıkken canlıdır. Eskiler hatırlayacaklar tekstil boyaları Haliç’e salındığından sular bir gün kızarır, bir gün morarır. İşlenen basmanın rengini tahmin edebilirsin kolayca. Tesis kapanınca iskele de ehemmiyetini kaybeder, Feshane metruk kalakalır ortalıkta. 
Yeni Atölye İskelesi, cumhuriyet devrinde havaliye açılan döküm atölyelerine çalışır. Diyeceksiniz “böyle kan, cüruf, boya, kazurat döken imalathanelerin ne işi var Altın Boynuz’da? İnat işte, külliyen hata. Sıhhatmiş, çevreymiş, şehircilikmiş… Onlar da bilirler ama Dersaadet’i köreltmek gibi bir dertleri vardır o ara.  
Öfke insanı kör eder mi? 
Herhâlde yani, netice ortada…
BİZ DOLMUŞLARI SEVMİŞTİK ASLINDA… 
Eminönü eskiden beri canlıdır, Yemiş İskelesi de ondan aşağı kalmaz. Lakin ayakları çamura batınca yan yatar. Yolcular köhne binadan bizardırlar, nitekim bir lodosta dağılır, tutar yanı kalmaz.  
Balat ve Ayvansaray eski ve köklü semtlerdir. Ancak halkımız tercihlerini kaptıkaçtıdan yana yapar. 
Eyyûb Sultan’da da yolcu iskeleye inmez, duraklara koşar. Alibeyköy kâhyaları “sarayak sarayak sarayak” diye bağrışırlar. 
Halkımız,  şoför ve muavinler tarafından itilip kakılsa da sineye çeker. Arabesklerle bayıltılmayı, ani gaz ve frenlerle preslenmeyi göze alır sabırla.
Hâlbuki vapur öyle midir ya! Yosun kokulu rüzgâr, geniş meşin koltuklar, martılar, yunuslar… 
Buna rağmen gözümüz dolmuşlardadır. Diyeceksin “hırpalanmaktan mı hoşlanıyordunuz?”
Ya ne ya! 

Editör: TE Bilişim