“İtalya’nın mor yeşil yamaçlarına bakarak Napoli limanından ayrılırken, temiz pak ve mavi kostümleri içerisinde karşınıza çok nazik bayanlar çıkar. Bunlar Denizyolları İşletmesi’nin Deniz Hostesleri’ dir. İşte yıllardan beri kadınlarımızın gemi zabitanı olarak hizmet beklediği vazife budur. Şimdi hakikat olmuştu, yalnız yabancı bandıralı gemilerde görülen deniz hostesleri devrim sonrası Türk Deniz Ticaret Filosu’ nda göründü. Napoli’nin çok yakınından geçerken gemi hoparlöründen başlayan anonslar Atatürk kızlarının lisan bilen çocuklarının sesleriydi.” Gazeteci Galip Örge ( 1 Kasım 1961 tarihli bir gazete kupüründen alıntıdır.)

İstanbul’da doğup büyüyen, Alman Lisesi mezunu Emine Semra Erkan Türkiye Denizcilik İşletmesi’nin dış hat gemilerinde 1961-1962’de yaklaşık 1.5 yıl hosteslik yapmış. 1966’da Profesyonel Turist Rehberi olmuş. Bugün ise konuyla ilgili olanların yakinen tanıdığı önemli bir “Oya Araştırmacısı”. Bu konuda yurtiçi ve yurtdışında “Türk Kültürü’nde Oyalar” konulu programlara katılıyor ve konuşmalar yapıyor. Yakın zaman önce İzmir Tire Kent Müzesi’ne 233 parça Etnografik eser bağışladı. Emine Semra Erkan ile SeaNews Dergisi Aralık 2015 sayımız için gerçekleştirdiğimiz röportajı aşağıda okuyabilirsiniz.

Foto: Emine Semra Erkan (solda), Fulya Tekin İstikbal 

SeaNews:Semra Hanım, Hosteslik maceranız nasıl başladı?

Nişantaşı doğumluyum, ilkokulu Işık Lisesi’nde okudum. Ardından Alman Lisesi’ne gittim. Liseyi bitirdiğimde 18 yaşımda hiç unutmayacağım, bir Mayıs ayı Denizyolları’ nın Denizcilik İşletmesi’nde hostes aranıyordu. Bir tanıdık vasıtasıyla, gazeteci bir ahbabı vardı ailemin, Onun vasıtasıyla oldu. Benim de en büyük hayalim bol bol seyahat etmekti. Halen de öyle. Gittim. Tabi ki sınava tabi tutuldum, yabancı dil , İngilizce sınavı. O vakit tabi Almanca biliyordum bir de Fransızca. Oraya müracaatımın haftasına da üniformalar dikildi ben pür heyecan, Bismillah Ankara Gemisi’nde hosteslik görevime başladım. Herhalde 6 kız vardı. O vakit vapur gezileri çok revaçta idi. Yemekler süper lüks, gemide her gece orkestra, balolar verilirdi.

SeaNews: Güzergah?

Akdeniz. Buradan kalkıyordu ilkönce Pire, oradan Venedik, Napoli, Marsilya, Barcelona’ya kadar kadar gidip dönüyorduk. Ama kış aylarında ring seferi yapılıyordu. Ring seferinde 3 ay İstanbul’a uğramadan bütün İskenderiye, Hayfa dahil olmak üzere bir ring seferi yapılıyordu ki o bana ağır geldi. Ben burada hemen hemen 1 yıldan fazla çalıştım. Nedenine gelince izdivaç yaptım, tabi Denizyolları’ nı terk ettim. Zaten bir müddet sonra da bu hosteslik kaldırıldı. Ben Ankara’dan sonra bir de Akdeniz Gemisi’nde çalıştım ki Akdeniz Gemisi o vakit yeniydi. Bildiğim kadarıyla Ankara Gemisi Amerika’dan gelmiş, Amerika’da hastane gemisi olarak kullanılmıştı. Biraz yorgun bir gemiydi. Halbuki Akdeniz Gemisi pırıl pırıldı. Sonra bir de Adana Gemisi’nde çalıştım. Adana Gemisi’nde çalışırken de Marsilya Limanı’ndan Hayfa’ ya Musevi göçmenleri taşıdık. Hatta geminin içinde o vakit bir ufak Havra yapılmıştı. Haham vardı, bir de Haham etleri kesiyordu. Koşer mutfağı. Orada da çalıştım. Bu göçmenler Marsilya’ya Kuzey Afrika ülkelerinden geliyorlardı. Cezayir, Tunus, Fas falan. Bir de Avrupa’dan Romanya’dan Macaristan’dan o vakit Demirperde ülkesiydi oralar. Adana Gemisi’ni de İsrail hükümeti kiralamıştı. Hatta Süvarimiz de rahmetli Sıtkı Kaptan idi, çok meşhurdu çünkü müthiş şık bir adamdı. Hiç unutmayacağım bir pelerini falan vardı, yakalı. Ankara Gemisi’nin ’in Süvarisi de rahmetli Suat Esendal (ünlü edebiyatçı Memduh Şevket Esendal’ın oğlu) idi, çok muhterem bir zat. Hiç unutmayacağım, böyle akşam oldu mu yemekten sonra dans müziği olurdu. Dansı da hep benimle açardı kaptanımız. Bazen gece yatısı olurdu gemide. Mesela Marsilya’da muhakkak bir gece kalınırdı. Barcelona’da İskenderiye’de. Tabi bu kalışlar çok güzel olurdu ne de olsa biz yolcunun çıkmasını beklerdik, ondan sonra biz sivil elbiselerimizi giyip bu gösterdiğim passlar ile kapıdan öyle çıkabilirdik. Benim esas görevim orda tercümanlık idi. Hep büroda bulunurdum, gemi katibi ile. Oradan mesela limanlara çıkmadan evvel İngilizce, Fransızca anonslar yapardım. Bütün gemilerde vazifemiz buydu. “Dikkat dikkat şu anda şu limana yanaşacağız, şu saatte kalkacağız, kalkmadan şu kadar evvel gemide bulunmanız “ vs. Ondan sonra en acı kısmını söyleyeyim, herkes yemek yerken ben o uzun topuklarla ıstırap çekiyordum. Salonda dolaşırdım. O vakit hiç bir garson olsun mürettebat olsun lisan falan bilmiyor, yolcuların da %80’i yabancı oluyordu. Tabi garsondan bir şey istedikleri zaman ben imdatlarına yetişiyordum. Onun dışında çok güzel anılarım var yani.

SeaNews: Yolcular ağırlıklı yabancı mıydı?

Evet mesela Venedik’ten biniyor Napoli’de iniyor. İlla ki İstanbul’dan binenler değil. Tabi o vakit vize meselesi yoktu, rahattı yolculuklar. Fakat yemekler süperdi. Bugün en üst lokantada öyle yemek pişmiyor emin olun.

SeaNews: Öbür bayan hostesler ne görev yapıyorlardı ?

Aynı benim gibi. Hepimizin görevi aynıydı. O zaman gemiler bayağı dolu oluyordu. Marsilya’ya falan talebeler gidiyordu. Onlara yolculuk daha ekonomikti.

SeaNews: O zamanlara dair anılarınız var mı?

Tabii. Zamanın meşhur insanları ile de tanıştım. Bizlerle seyahat ettiler. Mesela Dario Moreno olsun. Yabancılardan, Türk Sanat Müziği camiasından. Şu an aklımda değil, burada 55 sene öncesinden bahsediyoruz. Dario Moreno Marsilya’da inmişti. Bir de Akdeniz gemisindeydik, Barcelona’ya giderken bir gece yarısı geminin makineleri durdu tabi herkeste bir telaş bir telaş . Ne oluyor falan. Meğerse bir şilepte isyan çıkmış bir gemiciyi bıçaklamışlar. Gemide de doktor yokmuş. En yakın gemi bizmişiz. Bizim gemiye SOS çektiler. Doktor yanında çantası, 2 gemici can yelekleri giyip gittiler, gemiciyi ameliyat edip geldiler. Bir de fırtınada herkesi deniz tutuyor, gemicileri de zannetmeyin ki sadece yolcuları. Ne gemiciler vardı bayılırdı yerlerde, hemşireyi de deniz tutuyordu. Doktorun çantasını ben taşırdım, beni deniz tutmuyor, ben doktora yardımcı olurdum. Orda kader birliği yapıyorsun . Ben kamarotlarla da aynı konuşurdum, mutfakta çalışanla da makine dairesinde olan ile de Süvari ile de aynı şekilde konuşurdum.

Foto: Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) Yolcu Salonu

SeaNews: Bir de kaptan dedeniz var. Kılavuzluk da yapmış. Onunla ilgili neler hatırlıyorsunuz?

Dedem Karaköy’de Dabcovich Denizcilik Şirketi’nde çalışırdı. 9 lisan konuşurdu ben de 6 lisan. Meşhur Mimar Vedat Tek’ e Şişli Terakki’nin karşısında bir köşk yaptırmıştı. Daha sonraları bu köşk önce Macaristan Sefareti daha sonra Aydın Okulu olarak kullanıldı. Ben kendimi bildiğimde artık emekli olmuştu. Dedem gemileri İstanbul Boğazı’ndan alıp Çanakkale’ye götürüyordu. Bavul dolusu bonservisi vardı. Biz bir kere taşınırken o bavul ve evraklar maalesef yok oldu. Bir de büyükbabam çok hoş bir şey anlatmıştı. Bir kere Süveyş Kanalı’nı geçerken bir kaptan dostu ona demiş ki “-Allah aşkına şu maymunu sana hediye ediyorum. Beni canımdan bezdirdi, geçen gün cüzdanımı alıp denize attı ” . Dedem ise “-Ne yapacağım bu maymunu” demiş. Benim ailem çok hayvan sever. Büyükbabam da aman benim çocuklarım var, çok sevinirler diye maymunu eve getirmiş. Maymun ilkönce perdelere asılmış, büyükannem çıldırmış ve büyükbabama ültimatom çekmiş. Demiş ki “ -Ya maymun gider bu evden ya ben” Çocuklar demişler ki içlerinden “-Annem gitse de maymunla oynasak”. Tabi maymun gitmiş.

Foto: Emine Semra Erkan Ankara Gemisinde...

SeaNews: Bu hosteslik tecrübesi hayatınıza değişik bir pencere açmış olmalı. Öncesi ve sonrası olmayan bir iş icra ettiniz.

Ben küçükken büyükannem, büyükbabam sürekli gemilerle seyahat ederdi. Hatta bana Napoli’den koca koca bebekler getirirlerdi. Ben hayat boyu seyahat edeceğim derdim. Hayattaki tek arzum buydu. Hatta annem çatal bıçak kullanmasını, güzel oturmasını öğretirken, “-Bak gemide böyle yapmazsan atarlar seni “derdi. Yani ilk adımımı güzel attım hayata. Çok renkli olarak ve öyle de devam etti. Ondan sonrası da renkli geldi. Antalya’da bir rehberlik kursu açıldı. 1966 ‘ lar falan. Annem beni zorladı ve o kış sırf rehber olabilmem için Antalya’da ikamet ettik. Oradan turist rehberi belgesi aldım sonra Almanya’da Bonn Büyükelçiliği’nde çalıştım. 2 yıl . Ben hayattaki tüm fırsatları değerlendirdim. Sonra döndüm, rehberlik yaptım. Sonra Horhor’ da bir antikacı ile ortaklık yaptım. Antikacılık yaptık. Ve emekli olduktan sonra oyalara merak sardım. Annem oya çok severdi, Alanya’da turistik eşya satan bir dükkanı vardı.

Foto: Emine Semra Erkan Dario Moreno ve diğer yolcularla birlikte...

O vakitler kadının oyasını satması ayıp sayılırdı, annem gizli gizli alırdı bu oyaları satmak için. Ama çok değer verirdi. Sonra dükkanı kaparken bir sürü oya vardı dedi ki “-Kızım bunlara yazık olmasın sen sahip çık, bunlara önem ver, bunlar değerli şeyler”. “- Peki “ dedim o vakit fakat o zamanlar aklım bir karış havada. Rehberlik yaparken de beğendiklerimi alırdım, yakışır şu kıyafetime diyerek. Onları bayağı muhafaza ettim. Derken günün birinde, tabi çoğaldı bunlar zamanla. Ben bunlarla bir şey yapacağım dedim. Komşum Sabiha Tansuğ Etnografya üzerine önemli bir kişi, onu bir gün evime davet ettim. Gösterdim. Hanım baktı baktı hiç bir şey söylemedi. Tam kapıdan çıkacağı sırada “-Yazacaksın” dedi, gitti. Bu bana bir mesaj vermek istedi ve gitti. Yazacaksın ne demek? O vakit anladım ki ben bunlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sonra bana bir hırs bastı. Ne kadar yazılı belge varsa, insanlarla gidip bire bir bu ne oyası?, bunun yöresi ne? Derken bugünlere geldim işte. Ama 40 yıl topladım oyaları, kolay değil. Bakımı, kategorize edilmesi, muhafazası vs.

 

Foto: E.Semra Erkan'ın Kılavuz Kaptan Dedesi ve Büyükannesi

SeaNews: Bildiğimiz kadarıyla Tire’de bir müzeye bazı eserler bağışladınız.

Sadece oyalarımdan vermiyorum , onlar bir koleksiyon. Oraya sadece yıllar içinde biriktirdiğim Etnografik objeler verdim. Orada benim adıma bir köşe açtılar kolay değil 233 parça. Bir de “Hemşerilik Beratı” aldım oradan. Burada Yeşilköy Belediyesi’nin 29 Ekim’de açılan bir Etnografya müzesi var. Oraya da bağışlayacağım. Oyalar niye yapılıyor bir bereket bir de üreme için. Hayatın esas temeli bu zaten . 100 sene sonra da bunun dışına çıkamazsın. Onun için Onun için meyve ve sebze motiflerinde muhakkak taneli ve de çekirdekli motifler baz alınıyor. Mesela bir lahana bir pırasa yok. Hep böyle nar, üzüm, patlıcan var. Hele biber. En sık rastlanan biber. Bir kere ben 65 tane biber oyasından sergi açtım. Türkiye’nin her yerinde yapılan oyaların dışarıya mesajları var. Oya okuma yazması olmayan bir toplumun iletişim aracı oluyor bir yerde. Hele eskiden gelinler falan bütün duygularını oyaya aktarıp onunla dışarı bütün insani hislerini dile getiriyorlar. Mesela bunun en belli başlısı ki Türkiye’nin her yerinde yapılı, en çok bilinen oyadır biber oyası. Şayet gelin takarsa kocamla veya kaynanamla aramız biber gibi acı, şayet kaynana takarsa kızım bana öyle dik dik bakma biber gibi yakarım seni mesajını içeriyor. Böyle binlerce, sonsuz oya var. Ben bunu çok öne çıkardım. Gittiğim televizyon programları, verdiğim konferanslarla.

SeaNews: Semra Hanım çok yoğun gündeminizde bize zaman ayırdığınız ve gösterdiğiniz nazik misafirperverlik için çok çok teşekkür ediyorum.

Editör: TE Bilişim