Deniz Uçağı konusu ülkemizde az bilinen bir konu. DenizHaber okurlarının da çoğunluğunun yönetmelik yayınlanınca haberleri oldu. İşte Hakan Osanmaz ile röportaj. (www.amatörpilot.org sitesinden alıntıdır)

panoramik

-Türkiye’de deniz havacılığı-deniz uçağı kullanma konusunda en net şeyleri söyleyecek kişi sizsiniz sanıyorum?

-Evet 15 yıldır uğraşıyorum, öyle denebilir.

-Nerede uçmaya başladınız? Deniz uçağı uçurmaya nerede başladınız?


-Almanya’da havacılığa başladım, PPL' imi aldım. Sonra Amerika’ya gidip; CPL imi aldım, akrobasi yaptım, deniz uçaklarıyla uçtum. Tekrar Almanya’ya döndüğümde, Hamburg’da deniz uçaklarıyla uçmaya başladım. Uzun bir süre çalıştıktan sonra kendi uçtuğum uçağı ki tek motorlu bir MAULE’di; Türkiye'ye getirmeye karar verip, patronumdan satın aldım. Uçağın floatları söküp arabamın üzerine bağladım. Onları gemiyle, uçağı da tekerlekli halde uçurarak Almanya Danimarka yani ülke ülke bir yolculukla uçurarak Türkiye’ye getirdim. Bu yolculuk ve Ataköy Marina’da vinç yardımıyla uçağa tekrar floatları takmak da başlı başına bir maceraydı ama asıl maceram yeni başlıyormuş! Floatları takıp, uçağı uçmaya hazır hale getirdiğim uçağıma uçma izni beklerken Türkiye’de deniz uçakları için bir prosedür olmadığı söylendi ve uçmaya hazır uçak 2 yıl Ataköy Marina’da hiç uçamadan bekledi.

-Bu biraz fazla özet oldu! “Almanya’da havacılığa başladım” dediniz. Kaç yaşındaydınız, bu sıfırdan bir başlangıç mıydı yoksa paraşüt planör vb. havacılıkla bir şekilde ilginiz var mıydı?

-Yok ben direkt PPL alarak havacılığa başladım. Şu anda 49 yaşındayım nereden baksanız 25-26 yıldırda bu işi yapıyorum. Demek ki 23-24 yaşlarında havacılığa başlamış.

-Peki neden deniz uçağı, deniz havacılığı?

-Rumeli Kavağında büyüdüğüm için denizle çok iç içeydim. Havacılığa başladığımda hiç havayolu vs uçağıyla uçacağım diye bir niyetim olmadı. “Bir deniz uçağım olacak ve onunla uçacağım” diye öyle rafine düşünüyordum ki bu işe başlamadan önce Hamburg’da önce kıyı kaptanlığı, sonra açık deniz kaptanlığı lisanslarımı aldım. Büyük gemilerde staj yaptım. Dalgıçlık lisansı aldım ve adım adım bu aşamaya hazırlandım.

-Böyle kararlı, adım adım sürecin motivasyonu neydi? Sadece denizi seviyorum, uçmayı seviyorum eşittir "deniz uçağı"mı, yoksa başka esinlendiğiniz şeyler oldu mu?

-Çadırını kurmuş yanına da deniz uçağını çekmiş sigara içen birinin olduğu Marlboro reklamı vardı. O reklamdaki o fotoğrafa çok özendiğimi hatırlıyorum. O zamanlar daha çocuktum ve Beşiktaş’da kalecilik yapıyordum. Havacılığa merakım var, hatta deplasman yolculuklarında hep kokpitte uçuyorum falan ama kendim uçmayı pek hayal etmiyordum. Ama zamanla uçma isteğim yavaş yavaş arttı hatta “Bir gün bir deniz uçağıyla gelip Haliç’e ineceğim” diye kendime bir amaç koydum. Tam 30 yıl sürdü ama sonunda kendi uçağımla Haliç’e indim!

-Niyet ettiniz, yaptınız. Almanya ve Amerika gibi bu işin çok güzel yapıldığına emin olduğum ülkelerde çalıştıktan sonra Türkiye’ye dönmeye karar verdiniz. Amacınız neydi, çok boş bir pazarda bu işin öncüsü olmak mı mesela?

-Aslında Türkiye’ye dönmek gibi bir amacım yoktu. Özellikle Almanya’da çevre, aile ve iş olarak çok güzel bir hayatım vardı. Bir teknem var ve dört kere bu tekneyle Türkiye’yi dolaştım. Harika koylar, denizler yani çok güzel bir ülkemiz var. Bir gün merak edip SHGM telefon açtım. Adnan Güven diye bir Beye “Türkiye kaç deniz uçağı var” diye sordum. “Hiç yok” dedi. Bunun üzerine “Bu konu Türkiye’de bir açık, ben bu boşluğu doldurmalıyım” diyerek, deniz uçağını Türkiye ye getirmeye karar verdim. Başta anlattığım gibi uçağımı getirerek bu işe başladım.

uak_stnde

-“Bu konu çok bakir, hiç keşfedilmemiş bir alan, ben ilk olacağım” gibi istekli ve ümitli bir giriş yaptınız yani?

-Aynen öyle. Üç tarafı denizlerle çevrili bir cennet ülkede muazzam güzellikler… İnsanlar nasıl böyle bir alanı keşfetmemiş diye düşünüp harekete geçtim ama itiraf edeyim karşılaşacağım şeyleri bilseydim sanırım gelmeye hiç kalkışmazdım. Yalnız şunu da söyleyeyim eğer ben başlamamış olsaydım çok uzun yıllar da öyle kalacaktı buna da inanıyorum.

-Hayal ettiğiniz şartlar çıkmayınca pes edip, dönmek için çok mu geçti?

-Biraz inatçı bir insanım bir şeye karar verdim mi sonuna kadar götürmeliyim, yarıda bırakmayı sevmiyorum. Bu işten evime haciz geldiği bir gün kapım çaldı Sun Expres’ten bir iş daveti geldi. Havayoluna geçmem için gelen bu teklife “Evet” diyip dertsiz bir havacılığı seçebilirdim ama inanın hiç düşünmeden “Hayır” dedim. Çünkü deniz havacılığını Türkiye’de yapmak için inat etmiştim.

-Türkiye’de ilk kez ne zaman uçabildiniz?

-Uçağı ve floatları ayrı ayrı getirip burada monte ettik, demiştim. Sonra 2 yıl uçuş izni çıkmadı. Ben Almanya ile burası arasında sürekli gidip gelerek, SHGM kapısında yatarak nihayet iki yıl sonra uçuş izni alabildim. Uçağı Ataköy marinada denize indirdim, uçuşa hazırlıyorum; çevremi balıkçılar sardı “Atla atla” diye bağırmaya başladılar. Benim denize düştüğümü düşünmüşler bana yardımcı oluyorlar! İşimin çok zor olacağını asıl o zaman anladım…
Bir test uçuşundan sonra ertesi gün plan çekip İstanbul’dan kalkıp Antalya Ayışığı koyuna indim ve kelepçelenip hapse atıldım. Neden? Çünkü oranın mülki amiri olan kaymakama sormadan oraya inmişim! Antalya’da ki başmüdür yardımcısı Selahattin Kunt sağ olsun beni içerden çıkardı. Bir hafta sonra Side’ye indim bu kez de jandarmalar gelip beni kelepçeleyip götürdüler…

Sonra yakıt sorunu başladı. Petrol Ofisi “Bu ülkede terör var ben 2’nci dünya savaşında bomba niyetine kullanılmış 130 oktan yakıtı bidonla veremem” dedi. Yönetim kurulundaki 10 kişiyle toplantı odalarında, asansörlerde, orda burda tek tek konuşup; Amerika’daki resimleri gösterip bu uçakların karaya inme imkanının olmadığını söyleyerek derdimi anlatmaya çalıştım. “Bize ne, karaya inemeyen uçağı getirdiysen” diyenler olduysa da nihayetin bir yazı alıp ancak yakıt alabildik. Halen de noterden tasdikli belgeler karşılığında yakıt alabiliyoruz.

Sonra bütün bu başlangıç sorunlarını aşıp işin ticari boyutuna başladık. Bu seferde başka sorunlar başladı. Turizm uçuşu yapıyoruz sahilde biri gelip omzunuza vuruyor “uçuşlarınızı kestim” diyor. Siz kimsiniz? “Ben buranın turizm müdürüyüm, benden izin almamışsın uçuşlarını kestim” diyor. Sonra dersimi çalıştım, kimin neye ne kadar yetkisi var onları öğrendim. Bu konuyu çözdük bu seferde liman başkanı omzuma vurup “Bu limandan ben sorumluyum buraya inemezsin” demeye başladı.

Yani inanılmaz zorluklarla mücadele edip, başlayabildim. Bütün bu sorunları çözmek için SHGM tekbir yazı dahi yazmadı. Bütün engelleri, bu kurumların yönetmeliklerini inceleyerek, genel müdürlükleriyle yazışarak, onları ikna ederek tamamını kendi kendime aşmak zorunda kaldım.

deniz-uak

Fotoğraf "Hakan Osanmaz "konusuyla alakalı değil, deniz ve uçak kavramlarının bizdeki karşılığı (mı) acaba diye yüklendi!..

-Sivil Havacılığın bu konuda bir çalışması var mıydı?

-Sivil Havacılığa gidip “Hadi gelin bir deniz havacılığı yönetmeliği hazırlayın, hazırlayalım” diye onları ikna etmeye çalıştım. Onlara hazırladığım taslağı verdim, bu büyük hata oldu…

Türkiye’de dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şey var: Denize iniş kalkışta yaratılan sıkıntılar yanında, deniz uçaklarının tatlı su havzalarına iniş-kalkışlarına kesinlikle yasak. Yasağın gerekçesi uçakların bu alanları kirletmesiymiş! Dünyada bu uçaklar su alanları kullanımı anlamında tekne sınıfında sayılıyor. Ve bu yasak da benim bildiğim ülkeler arasında sadece Türkiye’de var. Bakın Kanada’da Hood gölünde 3000 tane deniz uçağı var, gölde uçan. Mesela ilginç bir detay anlatayım: Bu ülkelerde değişik göllerde, göl çevresinde yaşayan bölge sakini insanlar göllerindeki uçak trafiği azalınca bir süre sonra uçak sahiplerini arayıp göle iniş kalkış yapmalarını istiyorlar. Çünkü uçaklar teknelerin aksine göle temas eden bir motora sahip değiller, yağ yakıt kirliliği yok, yanıp yok olan 130 oktan yakıt kullanıyorlar. Yüksek hızları ve floatların göl yüzeyine yaptığı baskı ve karıştırma ile aslında temiz bir şekilde gölün havalanmasını sağlıyorlar. Bu benim söylediğim bir şey değil çevre mühendislerinin yaptığı bir tespit. Yani bu gibi yerlerde insanlar göle uçak inmesine sevinip, teşvik ediyorlar ama aynı sebepten yola çıkılıp de bizde bulunana çözüm; YASAK!


-Amerika Almanya gibi ülkelerde deniz havacılığı nasıl yapılıyor peki, prosedürleri zor bir alan mı?

-Oralarda normal havacılık gibi bu konu da oturmuş. Sistem de herhangi bir sorun yok. Uçağınızı aldığınızda hangi aşamada neyle karşılaşacağınız, nereye inip- kalkacağınız belli. Onların bir tek sorunu fazla trafiğinin olması. Mesela biz Hamburg’da Elbe nehrine inip kalkıyorduk ki hali hazırda da öyle yapılıyor. Yakında ki Tegeler see’ye gölüne iniş-kalkış haftasonu için yasaktı, çünkü bu gölde 74,500 tekne bulunuyordu. Türkiye’de Türk bayraklı toplam tekne sayısı 14,500 dür, düşünün yani! Tamamen bu yoğunluktan dolayı böyle bir yasak vardı ama buna da çözüp üretip bir seaport yaptılar. Artık tekneleri rahatsız etmeden deniz uçakları kendi hatlarında gölü kullanabiliyor.
Kanada’daki Hood Gölünü söylemiştim. Burada üç bin uçak var ve hemen yanında uluslar arası bir havaalanı var. Bu uçakların hepsi uçuş plansız uçuyor. VFR uçuyor, kalkıyor, havada ilgili uçuş ünitesine bilgi veriyorlar ve devam ediyorlar. Yani bu ülkelerde bu iş o kadar kolay yapılıyor.


Ben göllerin kullanımı konusunda SHGM’den Orman ve Çevre Bakanlığı’na bir yazı yazmasını istedim, sağ olsunlar yazdılar. Dönemin Çevre bakanı Osman Pepe ile görüştük, oturup bir balık yedik. Bu yaptığım büyük hataydı ve hiçbir şey değişmedi! Şimdi ki Orman bakanına ulaşmaya çalışıyorum, çabalarım sürüyor Bu ayın(Mayıs) 27sinde Orman Bakanıyla bir randevum var.(Not : Bakanın yoğun programı yüzünden bu görüşme yapılamadı) Açtırabilirsem gölleri açtıracağım. Ben beş yıldır bu konuda tek başıma mücadele ediyorum bu işin önünü biraz olsun açtım diye düşünüyorum. Çok yavaş belki ama sayımız artıyor. Yeni gelenler da bu mücadeleye katılacak inancındayım. Mesela Kalkavanlar, Mustafa Koç deniz uçağı alarak bu işe girdiler. Şu anda altında oturduğumuz uçağın sahibi bana en büyük desteği veren çok sıkı bir pilot Ahmet Şahin Bey var mesela. Bu mücadeleyi hep beraber vereceğiz diye düşünüyorum.

maule_kanat_altnda

-Bu kadar fazla denize sahipken göle inmek neden çok önemli?

-Bu uçakların amortisörleri yok. Kalkışı değil belki ama deniz şartlarında inişi tehlikelidir. İnişte darbe direkt gövdeye, bağlantılara, motora geliyor, bu havada inersem bu uçağa kırım yaparım, beklide ciddi bir kaza geçirip ölürüm. Mesela bugün uçamıyorum niye çünkü rüzgar güçlü. Eğer kalkarsam tekrar buraya inmem zor. Ama aslında bugün uçamıyorum çünkü Sapanca gölüne inemediğim için kalkamıyor. Buradan kalkıp da Sapanca gölüne inebilseydim Bugün Kınalıada açıklarında bir kazada 4 kişi kayıp veya öldü tahmin ediyorum, işte bu uçak onları bulabilirdi. Ben uçabilirsem, kazazedeyi görürüm, ben uçabilirsem denize atılmış yağı görürüm, Sapanca bölgesinde çıkacak bir yangının daha ilk dumanını görürüm. Bunları ben çok çevreci olduğum için yapmıyorum bunlar zaten her pilotun veya her vatandaşın vatandaşlık borcu. Ben üç bin feette uçtuğumda Yalova’dan Karadeniz kıyısına kadar her şey avucumun içinde oluyor, zaten her şeyi görebiliyorum.

-Aslında öylesine bir uçuşta bile yerden asla fark edilmeyecek çok hayati bir sürü bilgiye ulaşıyorsunuz?

-Aynen öyle. Ben turizm uçuşları yaparken Antalya’da bir günde 3-4 orman yangını ihbarı verdiğimi bilirim. Vali Alaattin Yüksel Bey beni makamına çağırıp yaptığım arama kurtarmalar için teşekkür plaketi vermişti. Ayrıldığımın hemen ertesi yazında orada devasa bir yangın oldu. Ben orada uçuyor olsaydım o yangını beklide çok daha erken ihbar edebilecektim. Benim gibi onlarca değil yüzlerce uçan insan olsaydı neler olurdu bir düşünsenize. 141 Tane beş yıldızlı, üç tane de yedi yıldızlı oteli olan Antalya gibi bir yerde size manzara uçuşu yaptıracak tek bir deniz uçağı bile yok. Ben bu tablodan utanıyorum. Dediğim gibi ben çevreci olarak çalıştığım için değil ama bu uçakla uçtuğum için üç yıl içinde bu körfezin; yağ, yakıt, çöp atıklarının olduğu bir yerden insan girebilir hale gelmesinde büyük pay sahibiyim.

belediye_bayraklar

-Bu konuya biraz girmek istiyorum. Bu körfez uçuşları Kocaeli belediyesiyle ortak yürütülen bir projemi?

-Evet öyle. Üç yıl önce Ahmet Bey’in bu uçağıyla haliçten kalkıp gezmek için buraya geldik. Kocaeli Büyükşehir belediye başkanı uçağı görmüş, merak etti yanımıza geldi. Bizde “Buyurun uçuralım sizi” diye uçakla uçmayı teklif ettik. Belediye Başkanıyla ve yanında olan şu andaki Van Valisi ve havalandık. Daha kalkar kalkmaz bir geminin sintine boşalttığını gördük. Biraz ilerledik Dilovası’nda bir fabrikanın denize atık attığını gördük. Dönüşe geçtik bir geminin upuzun bir iz şekilde denizi yağ ve yakıtla kirlettiğini gördük. 1saat süren uçuşta Başkan İbrahim Karaosmanoğlu, kendi gözleriyle şahit olunca körfezi kontrol için böyle bir şey gerektiğini söyledi. Ben de zaten Amerika’da Avrupa’da bu işlerin böyle yapıldığını, en ucuz ve en çevreci yöntemin de zaten havadan denetim olduğunu söyledim. Bir hafta sonra beni arayıp “Karar verdik, bir ihale açacağız, gel gir bu işi yapalım” dedi. Proje böyle başladı, Biz başladığımızda körfez, bu deniz siyahtı ve üzerinde kırmızılıklar vardı, içinde balık yaşamıyordu. Üç yıldır bu kontroller yapılıyor bu sürede çevre adına 5 trilyon ceza kesildi. O gün yemekte Başkan “Bu çalışma ne zaman başarılı olur” diye sormuştu. Ben de “Hiç ceza kesemediğimiz gün kendimizi başarmış sayabiliriz” demiştim. Son birkaç aydır 1 lira bile ceza kesemedik. Çünkü artık herkes ısrarlı şekilde denetlendiğini biliyor. Gemilerin acenteleri yurtdışına yazı yazıp “Kabınızdaki yemeği dahi denize dökmeyin çünkü sıkı bir şekilde denetleniyorsunuz” diye uyarıyorlarmış, bütün tersaneler kendi koruma bantlarını oluşturmuş, artık denize atık gitmesine izin vermiyorlar.

-Peki denetim nasıl yapılıyor, suçüstü mü yapıyorsunuz, yaptıkları şeyin yanlış doğrusu konusunda haberleri oluyor mu?

-Bizim amacımız ceza kesmek değil. Önce deniz telsizimizden uyarıyoruz “İyi sabahlar Kocaeli Belediyesi konuşuyor: lütfen denizlerimizi temiz tutalım” diye. Gemilerin yanlarından 5-10 metre mesafede uçup onları kirlilik yaratmama konusunda taciz ediyoruz. Bir sorun varsa ve sonraki geçişte eğer devam ediyorlarsa fotoğraf, video çekip uçaktaki leptopla anında teknedeki arkadaşa dosyayı gönderiyoruz. Onlarda gemiye veya fabrikaya çıkıp belgelerle cezayı kesiyor. Mesela fabrikalar denize asit atıyor. Kendilerini uyarmamıza rağmen “Biz öyle bir şey yapmıyoruz” diyorlar. İnip atık bölgesinden numune alıp Tübitak’a gönderiyoruz. Gelen raporu ve alanın fotoğraflarını dosyalayıp fabrikanın kapısını çalıyoruz. Sadece belediye sorumluluk alanında değil, belediyenin yetkisi dışındaki 200’e yakın yer içinde bu işlemler yapıldı. İlgili kurum ve valiliklere bilgi gönderildi. Körfez artık siyah bir deniz değil suya girilebiliyor. Bir uçak sayesinde fabrikalar, tersaneler gemiler artık belediye tarafından her an denetlendiklerini hissettiler. Yapmaya çalıştığımız da buydu, başardık. Dediğim gibi son 2-3 aydır 1lira bile ceza kesmedik. Kendilerinin anlattıklarına göre uçak bir kez geçerse sorun yok ama ikinci kez geçerse bir terslik veya atık olduğunu anlayıp fabrikalar, tersaneler alarma geçiyorlarmış.


-İşin bu idari, sıkıntı ve ticari yönlerinin dışında bir deniz uçağıyla uçmak nasıl bir his onu sormak istiyorum?

-Çok güzel bir konuya değindiniz. Dünyadaki en zevkli meslekler sıralamasında bir numara nedir? Mesela tekneyle denizde olmak mıdır veya uçakla uçmak!.. İkisi de çok güzeldir değil mi? Alın size ikisi bir arada! Bu gerçekten çok güzel bir iş; elinizin altında uçan bir tekne var. İstediğiniz zaman balığa gidersiniz, istediğiniz yerde inersiniz floatların üzerinde yatıp uyur veya güneşlenirsiniz. Ne bileyim uzak bir restorana gider kıyısına yanaşır, yemek yer geri gelirsiniz. Amerika’da Avrupa’da uçmuş biri olarak iddia ediyorum Türkiye bu konuda bir numara. Ben Türkiye’de deniz uçağıyla uçmaya başlamadan çok önce teknemle Türkiye’yi dolaşırken bu potansiyeli görüp 365 sayfa Türkiye’de deniz uçağı operasyonu için notlar hazırlamıştım. Gezdiğim denizleri koy koy inceleyip; hakim rüzgarlar, koyların uygunluk durumu, nereden nasıl yanaşılır, nereye bağlanır, nerden hizmet alınır hepsini yazmıştım. Sıkıntılarına rağmen seviyorum bu işi. Yakında daha büyük uçakları hizmete sokmayı planlayanlar var, bir taraftan da onlara danışmanlık yapıyorum. En azından bu bilgilerimi böyle paylaşıyorum.

kpek_top_yatay

 

-Uçmak anlamında soruyorum: Bu güzellik her an geçerli mi yoksa deniz havacılığının sıkıntılı anlarına da değinmek gerekir mi?

-Evet bu iş güzel olduğu kadar korku filmi de olabilir. A noktasından B noktasına her zaman planladığınız rahatlıkla gidemeyebilirsiniz. Veya gittiğinizde B noktasında deniz patlamıştır. İşte o zaman korku filminin içine düşersiniz. Alternatif alanlarınız, her zaman için bildiğiniz güvenli koylarınız olmalıdır. Çok iyi denizci olmalısınız, hava durumunu çok iyi bilmeniz lazım.

-SHGM bir ara tarife yayınlamıştı, denize her iniş kalkış 250 liraydı sanırım. Bu bize özgü bir şey mi yoksa örnekleri var mı?

-Ya Allah aşkına olabilir mi böyle bir şey, vermeden almak Allah’a mahsus. Ne hizmetine istinaden böyle bir şey istenir; kule hizmeti mi var yoksa bana bir pist mi yapmış! Bir de bu 250 lirayı uçuştan önce Ziraat Bankasına yatırıp uçuşu öyle yapmanız lazımmış... Pazar günü banka mı açtıracağım uçuşa çıkmadan önce! O zaman SHGM ‘de Genel Müdür Barış Tozar adında eski bir denizci ilgiliydi bu konuyla. Daha sonra Ali bey gelince de bu konu gündeme gelmedi zaten...

-Peki bu kadar mantıklı ve tutarlı detaylara rağmen niye bu işi oturtmak o kadar zor oluyor?

-Çözüm için insanlara çıktığınızda söylenen şey “Beni aşıyor” demek oluyor. Yasaklama getirmek en küçük yetkiliyi bile aşmıyor ama iş çözüm üretmeye gelince herkesi aşıyor!. O zaman beni aşmayan birine çıkar da çözümü o bulsun! İşte bu ayın 27 sinde randevum var Bakanla… Bu görüşmeden gölleri açtırabilme sonucu çıkarsa çok büyük bir aşama olur. Yani Sapanca gölünde zaman içinde neden 20-30 uçak olmasın? Daha önce dediğim gibi bu gölü kirleten bir şey değil tersine bir durum var hakikaten. İznik gölünde neden uçaklar uçmasın, orada yaşayan insanlar 6 saat yerine neden 45 dakikada İstanbul’a varamasın. Bunlar kalkınmışlığında bir göstergesi olur bana göre, çünkü dünyadaki örnekleri böyle. Şu rakamlar acı değimlidir: Amerika’da 14 bin, Uruguay’da 3 bin kontrolsüz meydan bulunuyor. Türkiye de kaç tane var? Yazıyla ve rakamla: SIFIR!

-Havacılık bizim için anlaşılır bir şey olsaydı herhalde geçen 100 yılda anlardık diye düşünüyorum. Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ gibi örneklerin yaşandığı dönemlerl ve sıkıntılarla bu günler arasında temelde bir fark yok görünüyor. “Havacılığın bir ülke için ne anlam ifade ettiğini anlayamama” sorunumuz var galiba... Bu durum idarelerin idrakiyle mı ilgili mi yoksa çok sevdiğimiz komplo teorilerine hak vermemiz gereken bir durum mu var: “Birileri istemiyor o yüzden havacılığımız hep baltalanıyor” vb. sebepler mi geçerli?

-Biraz biz bize yaptığımız konular diye düşünüyorum. Şimdi bakın JAR’a geçtik, JAR’ı icat edenlerden daha fazla JAR’cı olduk. JAR'ı uygulayan ülkelerde zamanla havacılık o denli yaygınlaştı ki şimdi artık onu biraz kontrol altına almaya çalışıyorlar. Biz bunu örnek alamayız, çünkü orada değiliz. Ben 25 yıl Almanya’da yaşadım bana JAR'ı değil, Almanya bu işi geliştirmek için ne yaptıyı sorun.

Ben PPL imi Almanya’da aldım. Nasıl mı aldım? Aşağıda elinde telsiz, çim pistte otlayan koyun ve ineklerin üzerinden geçip uzun oturmamı söyleyen bir eğitmen, böyle bir meydanda eğitim alarak aldım. Şimdi JAR’da diyormuş ki: 90 metre eni, CET raporu-ÇİT raporu olmadan kontrolsüz meydan yapılamaz. Kontrolsuz bir meydan için 90 metre en! A380 mi indireceksin o kontrolsüz meydana! Ne yapıyorsunuz Allah aşkına! Böyle şeylerle havacılık mı gelişir. "SIFIR adet kontrolsüz meydanımızın olması Türkiye için bir utançtır. Bir örnek vereyim: Bir uçuş okulunda hocalık yapıyordum. Bütün hocalar havayolların gitti iki kişi kaldık. Uçuş okulunu Antalya’ya taşıdık. Sahibine “SHGM ödül almak istiyor musun? Gel sana kontrolsüz bir meydan açalım” dedim. Vali Alaattin Yüksel’i aradım “Bütün imkanlarımı seferber ederim” dedi. Çakallı Köyü’nde susam ekili bir arazi bulduk. Harika 1800 metre çim bir pist ve güzel alan yaptık. Rüya gibi! Aradan bir ay geçti okulun sahibi beni aradı “Ödül geldi gel al!” diye... Bütün çabamızla yaptığımız bu rüya gibi kontrolsüz alanı Sivil Havacılık bir kez bile görmeden kapatmış.

Bugün bir uçuş okulunun kendi meydanı yoksa eğitim vermeye Çorlu’ya gidiyorsa, uçmak için orada sıra bekliyorsa verdiği eğitim de kalitesiz olur bana göre. Her uçuş okulunun bir kontrolsüz meydanı olsa, hatta daha ileri gideyim kontrolsüz meydanı olmayan okula eğitim yetkisi verilmese ki kendi meydanı yapmak zorunda kalsın; böylece daha sık uçulan daha kaliteli eğitim altyapısı olmaz mı?

-Köylüler kısa biran içinde olsa heyecan duymuşlardır sanırım. Köylerinde bir havaalanı olması, uçakların inip, kalkması vs... Bu alanların çoğalması ekonomik anlamda havacılığın biraz daha ucuzlamasını ve yaygınlaşmasını sağlamaz mı?

-Aynen öyle, oradaki insanlar bu uçaklara dokunacak bu uçaklarla uçacak, yapılan şeyi sevecek ki havacılık tanınabilsin. Halkı havaalanına sokamadığınız-sokmadığınız için bu işi hep bilinmeyen, uzak, anlaşılmaz ütopik bir şey oluyor. Hayır uçaklar korkulacak bir şey değil. Altında oturduğumuz bu uçaklarla Kanada da Amerika’da insanlar posta, pizza dağıtıyor. Avustralya da çobanlar sürülerini bu uçaklarla kontrol ediyorlar. Ben de irili ufaklı bir sürü gölü olan, üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkede bu uçaklarla posta mı, pizza mı, kan taşımak mı, ne iş varsa yapabilmeliyim. En basitinden yolcu taşıyabilmeliyim. Hangi mantık gidip de Isparta gibi bir yerde havaalanı açar. Önünde harika bir göl var al işte sana Allah vergisi harika bir pist, hem de bedava! Niye Van’a bir meydan yapılır? Tek bir ağaç dahi kesmeden tek kuruş para harcamadan o meydana harcayacağın parayla 25 uçaklık filo kurup, niye vızır vızır yolcu taşınmaz! 3 yılda bir körfezi bu hale getirdik. Bir sahil güvenlik teknesini bedeline karşılık 141 tane bu uçaklardan alabiliyorsunuz, neden bu yöntem teşvik edilip, denizler korunmaz?

-Pardon! Rakamda bir yanlışlık olmasın?

-Hayır tam 141 tane uçağa karşılık bir sahil güvenlik teknesi. Onlar saatte bir ton yakıt yakıp 45 mile zor ulaşıyorlar. Biz saatte 40 litre yakıt yakıp 120 mil sürate ulaşıyoruz…

 

sahil_gvenlik

-Bu rakam benim için yılın şoku oldu, sanırım!..

-Aslında çok basit mantık ve gerçekler var. Sivil Havacılığa bu mantıklı açıdan bakacak bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. Öyle 90 metre eninde pist isteyen JAR’ı oturtarak bu iş yapılmaz. SHGM karşılarına çıkıp anlamsız terslikleri anlatıp, çözüme onları ikna etmeye çalıştığımız , vakit ve enerjimizi çalan bir yer olmamalı. Tersine onların “Sizin işinizi kolaylaştırmak için ne yapabiliriz” demeleri gerekir. Bu ütopik bir yaklaşım değil. Benim on yıllarca Alman Sivil Havacılığıyla da işlerim oldu önlerine çıktık, derdimizi anlattık. Ama onlar “Size nasıl yardımcı olabiliriz” diyerek karşıladılar bizi. İnanın her seferinde de böyle karşılandık. Çözüm bulmak isteyenlerin takınacağı tavrın bu olması lazım. Deniz havacılığı konusunda sizce kaç kere benimle sivil havacılık bir toplantıya oturdu. Bu kadar yetkin olduğuma inandığım spesifik bir konuda benden kaç kere görüş aldılar? Hiçbir kere! Yani yine sıfır! Sadece telefonlarda bağrışmalarla sorunları çözdürmeye çalışıyoruz.


Sizin bu yarım saatte sorduğunuz soruları bu konuyla ilgilenmesi gerekenler makamlar bugüne kadar bir kez bile merak edip sormadı…Yani bundan dolayı bir kopukluk var. Ama sorunları çözmek için iç içe olmalıyız çünkü buna mecburuz. Onlar teorisyen ben pratisyenim. Ben yanlışları pratikte görüyorum. Ama teoride benim anlayamadığım bir şey varsa onların da bunu bana anlatabilmesi lazım. Ben bu işi 15 yıldır sıfır hatada götürüyorum. Bu şartlarda bunu yapmak “insanüstü” bir çabadır, inanın bana. Bu çabanın çok ağır bedelleri oldu. Ödedim,ödüyorum ama halen yapılan hataları anlatamıyorum veya anlamıyorlar..

uaa_yaslanm

-Bahsettiğiniz bedel nedir merak ettim?

-İki eş, hapis, evime iki kez haciz gelmesi. Ama inatla ve inatla devam ediyorum. Her protokolde elini omzuma atan, evime teşekkür plaketi gönderen Alaattin Yüksel hariç hiçbir makam, hiçbir kurumdan bu sıkıntılar karşısında ne bir merak ne bir destek telefonu bile gelmedi.


Dediğim gibi burada oturup yaptığımız bu yarım saatlik konuşmayı ben oturup Sivil Havacılıkla bugüne kadar yapamadım. Deniz uçakları yönetmeliği hazırlansın diye kendi hazırladığım notlarım vardı onları verdim. Hiçbir yetkili bunun maddeleri hakkında bir telefon açmaz, oturup konuşmaz mı! Hayır kimse konuşmadı. Oradan buradan buldukları eklemelerle bir şey hazırladılar ve bunu yaparken bir kere bile danışılmadılar. Sorunlarımı ancak Ali Bey'e ulaşabilirsem çözüme ulaştırabiliyorum, her zamanda bunu yapmak istemiyorum.

-Sıkıntıların sonu yok gibi. Bu uçakların biraz teknik özelliklerini öğrenmek isterim. Türkiye’de kaç deniz uçağı var, kaçı aktif?


-Bu yanımızda duran iki piston motorlu uçak var bunlar genel havacılık uçakları, biri MAULE biri de Cesna 206. Bunlar dünyada çok fazla kullanılan çok kısa mesafeler inip kalkabilen uçaklar. Cesna 6, maule 5 kişilik ama ikisinin de deniz uyarlaması 4 kişiyle sınırlı. Bunların haricinde iki de daha büyük turboprop uçak var. Biri Kalkavanlar'ındı onlar sattı alan kişi pilot bulamıyor. "Deniz uçağına pilot bulamamak" bunu duyunca da üç tarafı deniz bu ülke için insanın yüzü kızarıyor... Diğeri Mustafa Koç’un. Onlar 12 kişilik ama deniz versiyonuna dönünce 8 kişilik oluyorlar. Yani toplam 4 uçak var. Ama daha çok bu ikisi uçuyor.

-Deniz adaptasyonu için kullanılan floatlar bu uçakların sınırlarını ne yönde etkiliyor?

-Güzel bir detay. Dünyada deniz uçağı olarak imal edilmiş genel havacılık tipi bir uçak yok ama ultralightlar da var. Floatlar sonradan takıldığından bu uçakların ağırlık balanslarında ciddi değişiklikler oluyor. Ama en büyük özellikleri amortisörlerinin olmaması bu yüzden bu uçaklarla uçmak biraz “bileği sağlamlık ve hassaslık” gerektiriyor. Bu uçaklarla kalkış ve iniş çok değişik. 500 feetten gördüğünüz deniz, siz inmek istediğinizde aynı deniz olmuyor. Bu yüzden eğitimlerin göllerde yapılması gerekiyor. Parlak suya inmek başka dalgalı suya inmek başka bunların ayrı ayrı çalışılması lazım.

maule_yaslanm

-İniş kalkış alan ihtiyaçları, yakıt yeterlilikleri nedir?

-İkisi de bir depo yakıtla kalkıp Antalya’ya gidip-geri gelebilir. Kalkış mesafeleri yük, yolcu, hava durumu ve sıcaklığıyla doğru orantılı olmakla beraber tabii 250 metreden başlar. Ama 4 kişi 40 derece sıcakta 3 kilometreyi de bulabilir

-Tehlikeli durumlar yaşadığınız oldu mu?

-Deniz uçaklarının en güzel tarafı da bu! Normal bir uçakla uçarken yağ basıncınız sıfıra düşerse şanslıysanız inecek bir yer bulursunuz ama deniz uçağında böyle bir derdiniz olmuyor. Ama ciddi yaşadığım bir tehlike olmadı.

-Son olarak eğitim konusunu sormak istiyorum. Türkiye’de eğitimi var mı? Deniz uçağıyla uçmak için temel olarak PPL gerekiyor sanırım. Bunun üzerine hangi eğitim ekleniyor?

- Bu iş ve denizcilik için uzun yıllarını vermiş biri olarak "Okulunu açarsak bu işin çoğaltılmasını ancak öyle sağlarız" düşüncesiyle bir eğitim işine girdik. Burada Körfez’de Tarkim uçuş okulu işletmeciliği altında bu eğitimleri vereceğiz. PPL’i olanlar 10 saat ve 5000 EURO luk bir eğitim alarak deniz uçağı uçurmayı öğrenebilecekler.

Detaylara gelirsek: Bu konunun "hassas ve güçlü bir bilek " gerektirdiğini söylemiştim. Deniz çok fazla hata kaldıracak bir alan değil o yüzden bu eğitimlerin başlaması için göllerin açılması çok önemli hatta şart… PPL’den deniz uçağına geçiş ve bu adaptasyonun güvenli bir şekilde oturması için adayların bu işi göl yüzeylerinde öğrenip sonra adım adım denizi denemesi gerekiyor. Ha istisnası yok mu? Var tabiki; çok erken saatlerde uçmak...

Eğitimi alacaklar açısından da; bu aletlerin freni yok, heran suyun içinde olmanız gerekebilir. Türk pilotları deniz pilotluğunu pek sevmez çünkü her an, her havada, her denize tereddütsüz atlayabilmelisiniz; yosunmuş, kirmiş lağımmış bunları dert ederseniz suya atlayıp uçağı bir tekne gibi çekip kıyıya bağlamalısınız. Bu yüzden de kuru kalmayı seven “karizma pilot” bir tarzınız varsa bu işi yapmanız biraz zor olabilir.

Editör: TE Bilişim