NOT:Temmuz 2001 tarihinde yazılmış olan bu yazıyı; son günlerde güncellik kazanması nedeniyle yayınlıyorum. C.İ.Haziran 2001 ayı başında, Rusya Parlamentosunun alt kanadı Duma’da kabul edilen bir yasa ile, gelecek on yıl içerisinde 20 Bin Ton nükleer atığ

NOT:Temmuz 2001 tarihinde yazılmış olan bu yazıyı; son günlerde güncellik kazanması nedeniyle yayınlıyorum. C.İ.

Haziran 2001 ayı başında, Rusya Parlamentosunun alt kanadı Duma’da kabul edilen bir yasa ile, gelecek on yıl içerisinde 20 Bin Ton nükleer atığın Rusya topraklarına getirilerek burada saklanması kabul edildi. Rusya’daki çevreci kuruluşları da ayağa kaldıran bu karar, Türk Boğazları’nı da yakından ilgilendirmekteydi çünkü, bu nükleer atıkların gemilerle Karadeniz’e ve oradan da Rusya’nın Doğu Karadeniz’deki büyük limanı Novorossiysk’e getirilmesi ve buradan iç kısımlara taşınması planlanmıştı.

1998 yılında, Orta Rusya’da Ural Dağları’nın güneyinde bulunan Oziorni bölgesindeki Karatay Gölü havzasında yaklaşık 100 metre derinde yıllardır biriktirilmekte olan nükleer atıkların yılda 80 metrelik bir kayma yaparak bölgedeki nehirler sistemine doğru kaymakta olduğu belirlenmiş, uzmanlar o zaman bu kaymayı durdurabilecek bir teknolojinin mevcut olmadığını ve nükleer atık kütlesinin Sibirya Bölgesindeki Tobol, İrtiş ve Ob nehirlerinin oluşturduğu akarsular sistemine karışacak şekilde ilerlediğini belirtmişlerdi.Böyle büyük bir tehlikeyi tecrübe etmiş olan Rusya’nın, yeniden dünyanın nükleer atıklarını toplamak üzere karar almasının nedeni ne olabilir? Yanıt, bu satırları okuyan herkesin tahmin ettiği o büyülü bir sözcükte gizli: PARA. Rusya, bu işten 20 milyar dolar gelir bekliyor ve bu paraya ihtiyacı var.     

Ülkemizde bu konu ilk duyulduğu günden itibaren çeşitli kurumlardan ve çevre örgütlerinden büyük tepkiler geldi. Ancak bu tepkiler, çoğunlukla,  bir araştırmanın sonucunda oluşturulmuş sağlam bir politikanın ürünü olan tepkiler değil, daha çok tercih ettiğimiz “Suçlama Kültürü” (Blame Culture) ve “Yasaklama Kültürü” (Banning Culture) ürünü tepkilerdi. Bu tepkiler de doğal olarak, “Geçmesin” “Geçirmeyiz”  şeklinde oldu. Oysa, “Boğazlar Tüzüğü’nün öngördüğü önlemler alınıp güvenli bir geçiş olacağı kararı verilebilirse, bu önlemleri aldıktan sonra ve geçirmek isteyen ülke bu önlemlerden dolayı oluşacak masrafları ödemeyi taahhüt ederse sonra geçmesi düşünülebilir” şeklinde daha temkinli bir tepki de gösterilebilir, bu ileride bize önemli bir zemin kazandırabilirdi.

Bizzat bizim 1998 Tarihli Boğazlar Tüzüğü’müz, 26. Maddesinde şöyle der:“Nükleer yük veya atık taşıyan gemiler seferlerinin planlanması esnasında 72 saatten az olmamak koşuluyla, İdareye taşıdıkları yük hakkında bilgi verecek, geminin IMO standartları ve ilgili diğer uluslararası anlaşmalarda öngörülen kurallara uygun nitelikte olduğunu ve yükün uygun şekilde taşındığını göstermek üzere bayrak devleti tarafından düzenlenen belgeleri ileteceklerdir.Söz konusu gemiler, uluslararası düzenlemelerde öngörülen şekil ve usule uygun olarak yüklerini taşıyacaklar, gündüz (B) sancağı çekecekler, gece de ufkun her yerinden görülebilecek bir kırmızı fener göstereceklerdir.”Görüldüğü üzere, Boğazlar Tüzüğümüz, nükleer atık taşınmasını yasaklamamakta, ancak kurallara bağlamaktadır. Böyle olması yani Tüzüğün ülkemizin de imzalamış olduğu  yürürlükteki uluslararası hukuk ile paralellik taşıması da doğaldır.

Nükleer Atık Taşımacılığı konusundaki Uluslararası Düzenlemeler:

Dünya üzerindeki radyoaktif madde taşımacılığı konusunda, riskin büyüklüğü orantısında çok sıkı bir kurallar rejimi bulunmaktadır. Bu güvenlik kuralları, toplumu, taşımacılıkta çalışanları, muhtemel emercensi müdahale ekiplerini ve çevreyi, radyoaktivitenin etkisinden korumayı amaçlamaktadır. Güvenlik kurallarına ek olarak, fiziksel korunma ve sorumluluk gibi konularda geliştirilmiş kurallar da bulunmaktadır.Tehlikeli madde taşımacılığına ilişkin kurallar 19. Yüzyılın ikinci yarısında demiryolu, denizyolu ve iç sulardaki taşımalar dolayısıyla gündeme gelmiştir. Radyoaktif maddelerin barışçı amaçlarla kullanımında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen büyük artış, bu maddelerin taşınması esnasında güvenliği sağlayacak kuralların oluşturulması gereksinimini de doğurdu. Ayrıca, bu taşımacılığın dünyanın herhangi bir bölgesinde yapılabileceği de dikkate alınarak, küresel ölçekte uygulanacak birörnek kurallar olması gerektiği anlayışı benimsendi. Küresel ölçekte uygulanacak kuralları yapmanın yolu da bu kuralları uluslar arası bir kuruluşun yapmasıydı. Bu nedenle bu kuralları geliştirmesi için, kuruluşundan hemen iki yıl sonra, bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency, IAEA) görevlendirildi. 

      Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, daha önce BM Ekonomik ve Sosyal konseyi’nin hazırlamış olduğu ve “turuncu kitap” olarak bilinen “Tehlikeli yüklerin taşınması hakkında tavsiyeler” i de dikkate alarak, 1961 yılında “Radyoaktif Maddelerin Güvenli Taşınması İçin Kurallar” ı geliştirdi ve bu kuralları daha sonra belli aralıklarda gözden geçirerek yeniledi. Bugün 70 e yakın ülke bu Kurallar’ı kendi iç hukuk düzenlemelerine geçirmiş bulunmaktadır. Daha sonra Uluslar arası Denizcilik Örgütü de, radyoaktif madde ve atıkların taşınması ile ilgili yaptığı çalışmalarda, IAEA’nın kurallarını referans almıştır, bu demiryolu ve hava taşımacılığında da böyle olmuştur. Dolayısıyla radyoaktif maddelerin taşınması konusunda sistemin kalbi IAEA’nın oluşturduğu kurallardır demek yanlış olmaz.

      IAEA’nın oluşturduğu kurallarda, radyoaktif maddelerin aktivite derecelerine 3 kategoriye ayırarak her kategorinin ne tür paketlenmesi gerektiği ayrıntılı olarak anlatılır. Kurallara göre, Bu paketler, sprey testi, serbest düşme testi, kompresyon testi, delinme mukavemeti testi gibi testlerden geçmek zorundadır. Düşük seviyeli bir nükleer atık en fazla 200 litrelik varillerde taşınabilir. Paketleme yapıldıktan sonra üzerine “RADIOACTIVE MATERIAL” yazısı ile birlikte tehlikeli madde sınıflandırma numarası ve aktivite kategorisi de yazılmalıdır.

      Buraya kadar bahsettiklerimiz, radyoaktif maddelerin taşınması ile ilgili genel kurallardı. Bir de Uluslar arası Denizcilik Örgütü (IMO) nün deniz taşımacılığına ilişkin bunlara paralel olmak kaydıyla geliştirdiği kurallar vardır. Kısaca bu kurallara da değinelim.

IMO Kuralları:

Tehlikeli maddelerin deniz yolu ile taşınmasına ilişkin uluslararası kurallara ihtiyaç olduğu konusunda 1929 SOLAS Konferansında fikir birliğine varılmıştı. 1948 Tarihli SOLAS Sözleşmesi tehlikeli maddeleri sınıflandırarak bunların gemilerle nasıl taşınacağına ilişkin kuralların 6. Bölümde yer almasını kararlaştırmıştı. Daha sonra 1960 Yılında toplanan SOLAS Konferansında Sözleşme’nin 7. Bölümünde genel hükümlerin yer alması kararlaştırıldı. Kasım 1965 te toplanan IMO Genel Kurulu’nda ise “Uluslar arası Denizde Tehlikeli Madde Taşımacılığı Kodu” (IMDG Code) kabul edildi. 1974 Yılında toplanan SOLAS Konferansında tehlikeli madde taşımacılığına ilişkin kurallar genellikle değişmedi.Deniz Kirliliği konusunda 1973 yılında toplanan konferans, deniz çevresinin korunması ve denizyoluyla paketlenmiş halde taşınan kirleticilerin ihmalden veya kazayla denize dökülmesinin en aza indirilmesi gereği kabul edilmişti. Bunun sonrasında 1973 te hazırlanıp 1978 de değişikliğe uğrayan ve MARPOL 73/78 olarak bilinen ve ülkemizin de taraf olduğu uluslar arası sözleşme hazırlandı. MARPOL, radyoaktif maddelerin güvenli taşınmasına yönelik kurallar getiren bir sözleşme değilse de, MARPOL ANNEX 3’te paketler halinde, seyyar tanklarda, konteynırlarda, karayolu tankerleri veya demiryolu tanker vagonlarında taşınan zararlı atıklardan meydana gelebilecek deniz kirliliği konusu işlenmekte, ayrıca bu doküman istifleme, miktar sınırlandırmaları, istisnalar ve liman devleti kontrolü çalışma gereksinimleri konusunda genel hükümler içermektedir.

SOLAS Sözleşmesine ve IMDG Kodu’na ek olarak, Uluslararası denizcilik Örgütü 1993 yılında radyoaktif maddelerin taşınması ile ilgili olarak “Radyoaktif Nükleer Yakıt, Yüksek Seviye Radyoaktif Atık ve Plütonyum’un Gemilerde Varillerle Güvenli Taşınmasına İlişkin Kod” u (INF Code) kabul etti ve yayınladı. Rusya’nın para karşılığı saklamayı kabul ettiği nükleer atıklar, varillerle taşınıp taşınmayacağını bilmemekle birlikte, yapılan açıklamalara göre, yüksek seviye radyoaktif atık niteliğinde olup bu Kod’un kapsamı içerisine girmektedir.Başlangıçta zorunlu olması düşünülmeyen INF Kodu, 1997 yılındas deniz Güvenliği Komitesi’nde kabul edilen kararla ismindeki “Varillerde taşıma” ibaresi çıkartılarak içeriğinde değişiklik yapılmadan yeniden düzenlenmiştir. Bu kodun zorunlu hale gelebilmesi için SOLAS 7. Kısımda gerekli düzeltme 27 Mayıs 1999 tarihli MSC 71. Dönem toplantılarında yapılmış ve sessiz kabul yöntemiyle 1 Ocak 2001 tarihinde bu Kod’un uygulanması zorunlu hale getirilmiştir. Dolayısıyla Rusya’nın nükleer atıklarını taşıyacak gemiler INF Kodu’na uymak zorunda olacaklardır.

  1. Bu Kod’un getirdiği önemli kurallar içerisinde iki tanesi dikkat edilmeye değerdir:Radyoaktif madde veya atık taşıyan her gemi özel bir emercensi plan bulunduracaktır.

  2. SOLAS’ın bu maddelerle ilgili rapor etme zorunluluğu, gemi üzerinde  INF Yükünün kaybolması, hasara uğraması, ya da bu maddeleri taşıyan gemide bir arıza meydana gelmesi konularını da içerecek şekilde genişletilecektir.

INF Kodunda da nükleer madde ve atıkları taşıyan gemiler taşıdıkları maddelerin  radyoaktivite derecelerine göre Klas INF 1, 2 ve 3 olarak sınıflandırılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye, nükleer atık taşıyan gemilerin en yakın kıyı devletine rapor hükmü getiren SOLAS 7. Bölümünün bu raporlarının kapsamını, INF Kodu uyarınca genişletebilecektir.Ayrıca INF Kodu’na göre yüksek seviyeli nükleer atıklar ancak özel amaçlı olarak inşa edilmiş gemilerle taşınabilirler. Bu da konuyla ilgili tartışmalar sürerken gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. 

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (UNCLOS) konuya bakışı:

BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, nükleer atıkların taşınması konusuna değinmekte, burada da sahil devletine sadece sertifikaları denetleme hakkı vermekte, ancak zararsız geçişi engelleme hakkı vermemektedir. Nükleer atıklar konusu Sözleşmenin sadece iki yerinde, 22. ve 23. Maddelerinde geçmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin, taraf olmasa dahi,  bu konuda geçişi engelleme yönünde bir kural içermeyen  UNCLOS’tan yararlanma olanağı bulunmamaktadır.      

Sonuç:

Türkiye’nin kendi iç hukukunda (Boğazlar Tüzüğü) Nükleer atıkların Boğazlardan geçirilmesi ile ilgili kurallar zaten bulunmaktadır. Gerçi 1994 Tüzüğü’nde yer alan “izin alma gerekliliği” 1998 Tüzüğü’yle kaldırılmıştır; ancak 1998 Tüzüğünde de yer alan “gemilerin geçişlerini 72 saat önceden haber vermeleri ve ilgili geçiş koşullarının düzenlenmesi” hükmü de bir tür “izin alma” sayılabilir. Üstelik uluslararası hukuka daha uygundur. Böylelikle Uluslar arası hukukla çelişmeyen bir gizli “izin alma” koşulu getirilmiştir ki kanımca doğru yapılmıştır.Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın kuralları, SOLAS, MARPOL ANNEX 3 ve INF Kodu gibi uluslar arası kurallar nükleer atıkların taşınması ile ilgili katı bir disiplin getirmektedirler ve bunların birincisi dışında hepsi “uyulması zorunlu” kurallardır. Dolayısıyla, Ülkemiz bu maddelerle ilgili taşıma güvenliğini kontrol edecek her türlü hukuksal araca sahip bulunmaktadır. Ancak bu kurallarla getirilen hükümlere uyulduğu taktirde yapılacak bir geçişi engelleyecek uluslar arası bir araç bulunmamaktadır.Öte yandan, nükleer atık taşıyan ve genelde tehlikeli ve zararlı madde taşıyan gemi trafiğine karşı “banning culture” etkisi taşıyan hareketler, asıl yapılması gereken “güvenli geçişin koşullarının oluşturulması ve bunun maliyetinin güvenli geçişten faydalananlara ödettirilmesi” faaliyetlerine daha etkin olarak yoğunlaşılmasını olanaksızlaştırmaktadır. Rusya, 20 milyar dolar için nükleer maddeleri topraklarında saklamayı kabul etmektedir. Bu maddeleri güvenli taşıma konusunda gerekli çalışmaları, yatırımları ve işbirliğini de yapması beklenir. Unutulmamalıdır ki, bazen doğrudan hayır demek yerine, "evet"i koşula bağlamak,  istenen sonuca ulaşılmasında en etkin yöntem olabilir.