Değerli okurlar, Öncelikle tüm vatandaşlarımızın, okurlarımızın ve gençlerimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutlar, bize bu güzel vatanı ve ülkemizin göz bebeği olan Türk Boğazlarını tekrar kazandıran Büyük Önder Mustafa Kemal Atat

Değerli okurlar,

Öncelikle tüm vatandaşlarımızın, okurlarımızın ve gençlerimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutlar, bize bu güzel vatanı ve ülkemizin göz bebeği olan Türk Boğazlarını tekrar kazandıran Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve geçmişten günümüze kadar bu vatan için canlarını feda eden tüm şehitlerimizi rahmet, sevgi, saygı ve büyük bir minnetle anıyorum. Ruhları Şad ve Mekanları Cennet Olsun. Ayrıca, tüm çok değerli gazilerimize de minnet, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Ülkemiz için, bilim için, insanlık için güzel ve başarılı çalışmalar ve işler yapan kişileri takdir etmeyen ve vefalı olmayı bilmeyen hiçbir şeyinde kıymetini bilemez düşüncesiyle; Türk Boğazları’nın egemenliğini Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tekrar bize kazandıran Mustafa Kemal Atatürk’e  ve Montrö Boğazlar Konferansı müzakerelerinde Türkiye’nin menfaatlerini sonuna kadar koruyarak görevlerini oldukça başarılı bir şekilde yerine getiren Türkiye Temsilci Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü ARAS ile Türkiye Delegasyonu’nunda yer alan Londra Türkiye Büyükelçisi F.OKYAR, Paris Türkiye Büyükelçisi Suad DAVAZ, Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan MENEMENCİOĞLU, Korgeneral Genel Kurmay İkinci Başkanı Asım GÜNDÜZ, Milletler Cemiyeti Türkiye Sürekli Temsilcisi, Sivas Milletvekili Necmeddin SADAK, Dışişleri Bakanlığı Baş Hukuku Danışmanı  Ziya KIZILTAN, İktisat Bakanlığı Deniz Ticaret Müsteşarı Sadullah GÜNEY, Dışişleri Bakanlığı bürokratları Daire Başkanı Müşfik Selami İNEGÖL ve Başkonsolos Refik Amir KOCAMAZ, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Sağlık İşleri Genel Müdürü Dr. Asım ARAR, Roma Deniz Ateşesi Fahri KORUTÜRK, Paris Askeri Ateşesi Seyfi KURTBEK, Savaş Filosu Komutanı Fahri ENGİN, Kurmay Albay Rıfat MATARACI, Hava Alay Komutanı Kurmay Yarbay Şefik ÇAKMAK, Kurmay Binbaşı Yusuf EGELİ, Hava Binbaşısı İhsan ORGUN, ile Genel Sekreter Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Cevat AÇIKALIN ve sekreterlere büyük bir şükran ve minnet borçluyuz.

Montre senetlerini ve tutanaklarını Türkçe’ye kazandıran Prof. Seha I. MERAY ve Büyükelçi Osman OLCAY’a da teşekkür borçluyuz.

Ayrıca, geçmişten bugüne kadar Türk Boğazları ile ilgili değerli çalışmalar yapan ve çalışmalarını büyük bir hassasiyet ve özenle yürüten devlet adamlarımız, siyasetçiler, kamu kurum ve kuruluşları ile yetkililerine, başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere tüm komutanlarımız ve askeri personele, kılavuz kaptanlarımız, bilim adamları, akademisyenler, araştırmacılar ve yazarlara da teşekkür borçluyuz.

Makaleden ziyade bir araştırma-inceleme yazısı olan bu yazımı 20 Temmuz 1936’da Montreaux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesinin imzalandığı İsviçre’nin güzel bir şehri olan Montreaux’den gönderiyorum. Değerli okurlar, elbette ki Montrö’yü Montreaux’da anlamadım. Ancak, Montreaux’da bulunduğum bu önemli ve anlamlı gün 19 Mayıs’da Boğazlardaki egemenlik haklarımızı Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı, cesur, dünyanın saygınlığını kazanan, dik duruşlu bir dış politikası ile kazandığımızı bir kez daha derinden anladım.

“Montreaux Boğazlar Sözleşmesi Konferansı Tutanaklarından Tarihe Düşen Notlar ve Kanal İstanbul” başlıklı bu çalışmam Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) tarafından Rapor olarak yayımlanmış olup, Raporun özeti aşağıda yer almaktadır:

Karadeniz’in Jeo-Politik Önemi:

Karadeniz’in jeopolitik olarak önemli bir bölge konumunda olup, en önemli stratejik özelliklerinden biri, zengin karbon yataklarına sahip olma dışında bölgenin kara ve deniz bağlantılarının irtibatını sağlayan  konumu özellikle Rusya ve diğer kıyıdaş ülkelerin denize çıkması için en uygun yol güzergahı olması ve Hazar Havzası ve Orta Asya petrollerinin ve doğal gazının dünyaya transfer edildiği bir geçiş yolu olan “Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridoru” nun tam merkezinde yer almasıdır. Bu nedenle, Türk Boğazları gerek ticari, gerek askeri ve gerekse siyasi yönden oldukça önem arz etmektedir.1

Karadeniz, son gelişmelerle birlikte, doğudan Avrupa’nın, güneyden Rusya’nın, Batıdan Kafkasya ve Orta Asya’nın, kuzeyden de Anadolu’nun içlerine hem politik ve hem de ekonomik müdahale ihtimalinin daha çok konuşulmasına yol veren bir coğrafya haline gelmiştir. Jeopolitik olarak önemli bir bölge konumunda olan ve “Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridoru”nda yer alan Karadeniz’de bir güvenlik krizi çıkması durumunda Karadeniz’e kıyıdaş ülkeleri de olumsuz yönde etkileyecektir. Montrö’nun Karadeniz’in güvenliğini sağlayan yapısının, fiilen zorlanacağını ve değiştirilmek isteneceğini beklemek gerekir. Bir “Güvenlik Koridoru“ olarak nitelendirilen Karadeniz önümüzdeki dönemlerde uluslar arası politikadaki dengeler üzerinde daha da etkili olacaktır.2

Türk Boğazlari’nin Tarihçesi:

Türkiye’nin yüreği Türk Boğazları insanlık tarihi boyunca dünya ülkeleri için önemli bir mücadele unsuru olmuştur. Montrö Sözleşmesi’nin imzalanmasına kadar Türk Boğazları ile ilgili yapılan uluslar arası antlaşmalar Türk Egemenliği Dönemi (1453-1809), İkili Antlaşmalarla Düzenleme Dönemi (1809-1841) ve Çok Taraflı Antlaşmalar Dönemi (1841-1923) olarak üç döneme ayrılabilir.

Türk Boğazları, 1453’te İstanbul’un fethiyle tamamen Osmanlı Devleti’nin kontrolü altına girmiş olup, tamamen "Türk gölü" haline gelmiştir. Türk Boğazlarında hangi gemilere seyir hakkı verileceğine Osmanlı Devleti’ni karar vermekteydi. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın Osmanlı egemenliğine geçmesinden sonra Boğazlar yabancı devletlerin gemilerinin geçişine kapatılmış ve bu kapalılık sürekli bir kural haline getirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde uygulanan “kapalılık” ilkesi, devletin zayıflamaya başladığı 18. yüzyılın başlarından itibaren delinmiştir.3

1535 kapitülasyonlarıyla Fransız bayrağı taşıyan ticaret gemilerine tüm Türk limanlarına girip çıkmak müsaadesi verildi. Bu müsaadeler zaman zaman diğer devletlere de tanındı.

Çarlık Rusyası’nın 1699’ta “Karlofça Antlaşması” ile  Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında devam eden Boğazlar sorununa Avrupa devletleri de müdahale etmiş ve Boğazlar üzerindeki egemenlik, birden fazla devletin oluruna bırakılmıştır.4

Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında 21 Temmuz 1774’te imzalanan “Küçük Kaynarca Antlaşması” ile Çarlık Rusyası Karadeniz’de ticaret gemileri bulundurma, ticaret yapma ve ticaret gemilerini Boğazlardan geçirme hakkını elde etmiştir.

Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan 5 Ocak 1809 tarihli “Kale-i Sultaniye Antlaşması” ile padişahın fermanı olmadıkça Boğazların tüm yabancı savaş gemilerinin geçişini yasaklayan kural resmen tanınmıştır.

Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusyası arasında 14 Eylül 1829’da imzalanan “Edirne Antlaşması” ile Rus ticaret gemilerine hem Karadeniz’de, hem de Boğazlarda serbest seyir hakkı tekrar tanınmış ve geniş ticari haklar sağlanmıştır.

8 Temmuz 1833 tarihinde imzalanan Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını tek başına kullandığı son antlaşma olan “Hünkar İskelesi Antlaşması” ile Rusya, Boğazlar üzerinde büyük avantaj sağlamıştır.

Boğazlara uluslar arası bir statü ve Osmanlı’nın Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarına kısıtlama getiren 13 Temmuz 1841’de imzalanan “Londra Boğazlar Sözleşmesi” ile Türk Boğazları için yeni bir dönem başlamış, ikili sözleşmeler devri kapanmıştır. “Londra Boğazlar Sözleşmesi” ile Osmanlı Devleti’nin yabancı savaş gemilerine barış zamanında geçiş yasağı getirmiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki hüküm­ranlık hakları sınırlanarak, Boğazlar ilk defa uluslararası bir statüye bağlandı. Boğazların ticaret gemilerine açık, fakat yabancı savaş gemilerine kapalı olması, devletlerarası bir statüye dönüştü.

30 Mart 1856 tarihinde imzalanan Paris Anlaşması ile Boğazların kapalılığını öngören 1841 Boğazlar Sözleşmesi esaslarının devamlılığı kabul edilecek, Karadeniz tarafsız olacak ve askerlikten tecrit edilecektir. Rusya ve Osmanlı Devleti Karadeniz’de savaş gemisi ve tersane bulundurmayacaktır.5

13 Mart 1871’de imzalanan “Karadeniz Hakkında Londra Boğazlar Sözleşmesi” ile Karadeniz’in tarafsızlığı kaldırılmış ve Babıâli’nin müttefiklerinin barış zamanında da Sultanın izni ile Boğazlardan savaş gemisi geçirebilecekleri kabul edilmiştir.

3 Mart 1878’de imzalanan “Berlin Antlaşması”nda barış zamanında Boğazların önceki antlaşmalara uygun olarak serbest geçişe açık olması ve savaş zamanında Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olması kararlaştırılmıştır.6

Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918'de Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi Boğazların açılmasını öngörmekteydi. Bundan sonra boğazlar başta İngiliz kuvvetleri olmak üzere Müttefik kuvvetlerce işgal edildi. Böylece Wilson prensiplerine dayanılarak boğazların uluslararası garanti altında tüm devletlerin ticaret gemilerine açılması yolunda ilk adım atılmış oldu.

Müttefiklerin İstanbul'u işgal altına alarak Anadolu'nun paylaşılması için kısa sürede aralarında anlaşma sağlayarak 10 Ağustos 1920’de imzalanan “Sevr Antlaşması”nın Boğazlara ilişkin maddelerine göre; Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı savaş ve barış zamanında bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine ve uçaklarına, geçiş serbestîsi tanınacaktır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacaktır. Boğazlardan geçişi düzenleme ve bu düzeni uygulama yetkisi de Osmanlı Devleti’nin temsil edilmediği mahalli otoritelerden tamamıyle müstakil olarak, geniş yetkiler kullanan, kendine has bir bayrağa, bütçeye ve teşkilatlara sahip bulunan bir uluslar arası komisyona bırakılmıştır.6

“1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi” ile barış ve savaş zamanlarında ticaret ve savaş gemilerinin ve uçakların Boğazlardan geçmesi serbest bırakılmış, Boğazların ticaret gemilerine açık olduğu ilkesi getirildi, Boğazların her iki yakasının askerden arındırılmasına karar verildi. Lozan Boğazlar Sözleşmesi”nin temel ilkeleri Boğazlar Bölgesi’nin askersizleştirilmesi ve Boğazlar Komisyonu’nun kurulmasıdır. Osmanlı Devleti, “Londra Sözleşmesi” ile kendi güvenliği açısından gerektiğinde “dost veya müttefik” güçlerin savaş gemilerine Boğazları açabilecektir. Lozan Sözleşmesi ile İstanbul ve Boğazlar her türlü savunmadan mahrum ve her türlü tesire açık bırakılmıştı.7

İkinci Dünya Savaşı başlangıcında Avrupa'da ortaya çıkan siyasi değişiklikler ve konjonktür, Hitlerin iktidara gelmesi ile silahsızlanma konferansının başarsızlığı Almanya'nın yeniden silahlanması, uluslar arası gerginliğin artması, daha önce askersizleştirilmiş olan Ren bölgesinin işgali, Mussolini'nin güttüğü siyaset yüzünden Akdeniz'de ortaya çıkan güvensizlik, Japonya’nın Milletler Cemiyetinden çekilmesi, bütün devletler yeniden silahlanmaya başlaması ve  İtalya'nın Türk sahilleri çevresindeki 12 ada ile ilgilenmeğe başlaması ile Avrupa’daki siyasi havanın gittikçe bozulduğunu gören Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Boğazlar rejiminin değiştirilmesi için girişimlerde bulunulması gerektiği fikrinde olduğunu Başbakan İsmet İnönü’nün onayıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e anlatmıştır. Bunun üzerine Atatürk, Tevfik Rüştü Aras’a “Kanaatinizin kat’i olduğunu gördüm. Benim görüşüme göre de Avrupa durumu böyle bir teşebbüs için müsaittir. Git, keyfiyeti hükümete aç ve benimde muvafık olduğumu söyle. Bu işte behemehal muvaffak olacağız” demiştir.8   

Buna istinaden, Türk Hükümeti, uluslar arası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlükleri ileri sürerek değişen dünya şartları doğrultusunda boğazların durumunun yeniden görüşülmesi için Milletler Cemiyetine müracaat ederek Lozan Antlaşması'ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini istedi. Türkiye, 11 Nisan 1936’da hazırldığı notayı, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamış olan devletlere göndermiştir. Türkiye göndermiş olduğu notada, şartların 1923’de imzalanan Lozan Sözleşmesi’nden çok farklı olduğunu anlatmış, dünyada silahlanmanın hızla artmış olduğunu belirterek, Boğazların askerden arındırılmasının Türkiye için büyük tehlikeler doğurabileceğinin altını çizmiştir.8   

Türkiye Montrö Boğazlar Konferansı’nın toplanabilmesi için ustaca bir diplomasi izlemiş, dünyadaki silahlanma ve işgallerin arttığı bir dönemde isteklerini uluslar arası hukuka uygun yoldan dile getirerek, ne kadar barışcıl olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Türkiye’nin bu olumlu davranışı diğer devletler tarafından da sempati ile karşılanmış, Türkiye’ye ilk olumlu cevap İngiltere’den gelmiş, daha sonra Sovyetler Birliği desteklemeiş ve Avrupa’da kendine karşı mevcut havadan dolayı uzakta kalmış İtalya dışında, diğer Devletler Türkiye’nin bu çağrısına olumlu yanıt vermişlerdir.9

Bunun üzerine İsviçre'de Montreux (Montrö) şehrinde bir konferans toplandı. Montrö Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nda Boğazlarla ilgili alınan kararın değiştirilmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin 1933’ten itibaren yaptığı girişimler sonucunda 20 Temmuz 1936’da imzalanmıştır. Montrö Sözleşmesi 31 Temmuz 1936’da 3056 sayılı yasa ile TBMM tarafından onaylanmış ve 9 Kasım 1936’da yürürlüğe girmiştir. 

Rusya 1945 ve 1946'da Montrö Sözleşmesinin zamanın şartlarına uymadığını söyleyerek Boğazların statüsünün değiştirilmesi için Montrö’nün revize edilmesine ilişkin girişimlerde bulundu. Moskova’nın başarısız teşebbüslerinden sonra Montrö Sözleşmesi hükümleri değişmeden kaldı. 1946'dan beri sözleşmeyi imzalayan taraflardan hiçbiri ne sözleşmenin değişmesi için bir teklif yaptı, ne de sözleşmenin sona erdiğini ilan etti.7

Montrö Boğazlar Sözleşmesi:

Montrö Sözleşmesi, İsviçre’nin Montreux şehrinde 20 Temmuz 1936’da Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında imzalanmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi Konferansına katılmamış olan İtalya Boğazlar Sözleşmesi'ne 2 Mayıs 1938'de katılmıştır.

Türk Boğazlarından hem ticari hem harp gemilerinin duraksız geçişi 1936 yılından beri Montrö Sözleşmesi’nin ön gördüğü şartlar çerçevesinde düzenlenmiştir. Montrö Sözleşmesi 29 Madde, dört ek ve bir protokoldan oluşmaktadır. Montrö Sözleşmesi hem ticari hem harp gemilerinin geçişini düzenleyen imzalandığı tarihten bu yana önemini ve geçerliliğini koruyan az sayıdaki çok taraflı sözleşmelerden biridir. 10

Montrö Boğazlar Sözleşmesin’nin Birinci Kısmında ticaret gemilerinin (Madde 2-7), İkinci Kısmında ise savaş gemilerinin geçişine ilişkin düzenlemeler (Madde 8-22) yer almaktadır. Türk Boğazlarında ticaret gemilerine tanınan geçiş serbestisinin temel ölçüsü Montrö Sözleşmesi’nin 1. ve 2. maddelerine göre seyir ve  sefer (navigasyon) serbestisidir. Sözleşmenin 2. Maddesine göre kılavuzluk ve römorkaj ihtiyari kalır.11

Montrö Sözleşmesi, geçiş nedeniyle ortaya çıkabilecek tüm hukuki durumları düzenlememektedir. Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin Boğazlar Bölgesindeki egemenlik haklarını yalnızca geçiş ve ulaştırma konusunda sınırlamaktadır. Montrö Sözleşme’sindeki hükümlere ters düşmemek, genel uluslar arası ilkelere bağlı kalmak ve Boğazlardan geçiş hakkının özüne dokunmamak şartıyla; deniz kirlenmesinin önlenmesi, deniz trafiğinin serbestlik ilkesine zarar vermeden düzenlenmesi gibi Sözleşmede düzenlenmeyen konularda, Türkiye’nin zabıta ve yargı yetkisi ile geçişin zararsız olmasını isteme ve geçişi düzenleme yetkileri saklıdır.12 Zararsız geçişe getirilen bu kısıtlamaların dünyada veya sadece Türk Boğazlarında uygulanması, Montrö Sözleşmesinde geçiş rejiminin kendine münhasır veya sui generis olduğunu göstermektedir.

“Zararsız geçiş”, geçen gemiye bir takım haklar tanımakta; bazı yükümlülükler yüklemektedir; buna karşılık olarak da, kıyı devletine bazı yükümlülükler yüklemekte ve bazı haklar tanımaktadır. Transit geçiş durumunda, geçen geminin hakları zararsız geçişe oranla genişlemekte ve yükümlülükleri daralmakta olup kıyı devletinin transit geçen gemiye karşı hak ve yükümlülüklerinin–zararsız geçişe oranla–daha dar olmasıdır”.18 Türkiye 1982 BMDH’ne taraf değilse de Türk Boğazlarını Montrö Sözleşmesi sayesinde 1982 BMDHS’nin öngördüğü transit geçiş rejiminin dışında tutabilmiştir.13

Montrö Sözleşmesi’nin 21. maddesine göre Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa Türk Boğazlarından savaş gemilerinin geçişini dilediği şekilde düzenleyebilir. Söz konusu Sözleşmenin 20. maddesine göre Türkiye savaş durumunda savaşan taraf ise savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilir, Boğazları harp gemilerine kapatabilir veya Montrö hükümlerinde öngörülmüş olan Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelere getirilen tonaj sınırını tamamen kaldırabilir.

Montrö Sözleşmesinin Türkiye’ye bu hakları sadece “savaş durumunda iken” değil “pek yakın bir savaş tehdidi” altında olması durumunda da tanıması gibi bir düzenleme, uluslar arası hukukta bir istisna olarak yalnızca Türk Boğazları için “Montrö Anlaşması” ile yapılmıştır.13

Montrö Sözleşmesi sayesinde Türkiye, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne tabii olan diğer boğaz kıyıdaş ülkelere nazaran çok daha geniş haklara sahiptir. Böylece Türkiye Montrö Sözleşmesi’nin sağladığı bu haklara dayanarak 1994’te ve daha sonra 1998’de “Türk Boğazları Tüzüğü”nü uluslar arası alanda kabul ettirebilmiştir.

Uluslar arası teamül hukukunun savaş gemilere tanıdığı zararsız geçiş haklarından çok farklı olarak, 1936 Montrö Sözleşmesi yabancı bayraklı gemilerin hem Türk Boğazlarından geçişlerine hem de Karadeniz’de bulunmalarına Boğazlar’da transit geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek (tavan) toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacaktır gibi önemli kısıtlamalar getirmiştir.

Ayrıca, Montrö Sözleşmesi uçak geçişlerini de düzenlemiştir. Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk Hükümeti, Bogazlar'in yasak bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterecektir (Madde 23).

Montrö Sözleşmesi’nin  feshi durumda 28. Maddeye göre Sözleşmenin 1. Maddesine sözü geçen geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü (liberté de passage et de navigation) ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır. Montrö Sözleşmesine göre Türk Boğazları uluslar arası seyrü sefere kapatılamaz.

Montrö Sözleşmesi ile Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün oluşturduğu Balkan Paktı ve oldukça başarılı bir diplomasi ile büyük bir zafer kazandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırıldı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ve uluslar arası platformaki  önemini arttırdı.

Büyük Önder ATATÜRK Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. Dönem 2. Yasama Yılını Açış Konuşmalarında Motrö Boğazlar Sözleşmesine değinmiş ve şöyle demiştir:14

Türkiye'nin hakkını kabul etmekle iyi dostluk ve anlayış göstenen Montrö  antlaşmasını imzalayanların aynı zamanda kritik bir görünüm taşıyan uluslar arası bu önemli dönemde, dengenin sağlanması için herkesin çabasını gerektiren genel barış konusuna da önemli katkıları oldu.

Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar, artık tam anlamı ile Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.”

Montrö Sözleşmesinin imzalanmasından sonra Türk Boğazları Uluslar arası Denizcilik Örgütü (IMO)’nün gündemine defalarca gelmiştir. Ancak, Türk Heyetinin, çok yoğun ve başarılı diplomasisi, Boğazlarda Gemi Trafik Sisteminin tesis edilmesi ve başarıyla uygulanması neticesinde Türk Boğazları konusu IMO’nun gündeminden kalkmış oldu.15

Montreaux Boğazlar Konferansı Tutanakları:

Türk Hükümeti’nin Montrö Konferansında üzerinde en kararlılıkla durduğu nokta “Uluslar arası Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılması olmuştur. Türk Temsilci Heyetinin Başkanı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Konferansın 9 Temmuz 1936 tarihli oturumunda bu konuyu şöyle dile getirmiştir:

“… Türk egemenliği ülkenin zaten kendiliğinden sahip olduğu egemenliktir; Türkiye bunu büyük bir kıskançlıkla korumaktadır; kaldı ki bu egemenlik dokunulmazlıktır da. Uluslar arası komisyonu ortadan kaldırma önerimiz tam bir kesinliktedir…” 

Konferansta, Türk Hükümetinin önermiş olduğu sözleşme tasarısı madde madde görüşülmüş, Türk tasarısında Boğazlar komisyonu hakkında hiçbir hüküm, Türkiyenin konuya verdiği önem gereği yer almamıştır.16

Montrö Konferansı Tutanakları, Belgelerinin Sunuş Bölümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün ifadelerinden bazıları aşağıda yer almaktadır.13

"Türk Boğazları tarihte olduğu gibi bugün ve yarın da dünya siyaset ve ticaret arenasında önemli bir jeo-politik stratejiye sahip olacak ve yerini koruyacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuvvetli bir deniz gücüne sahip olduğu devirlerde dünya siyaset sahnesinde Boğazlar meselesi hatta bir Orta-Doğu meselesi görülmemiştir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu Boğazları canı ve kanı ile savunmuş, Karadeniz-Akdeniz bağlantısı bu savunma ile I. Dünya savaşının kaderinde en büyük etkiyi yapmıştır. II. Dünya Savaşı’nda ise Cumhuriyet Türkiyesi, Montrö Sözleşmesini sadakatle korumak suretiyle silahlı çarpışmaları bu bölgeden uzak tutabilmiş ve savaşanlara, sonuna kadar Boğazlara sahip olmanın değerini hissettirmiştir. Bu itibarla, bundan sonrada her iki cihan savaşının ve bu bölge coğrafyası ile siyasi gelişmelerin dikkatle mütalaa edilmesinde, dünya barışı için büyük yararlar olduğu kanısındayım.”

"Türkiye Cumhuriyeti, Dünya barışını korumak açısından kendisine düşen bu sorumluluğu, elbette kendi gücü yanında bugün geçerli olan Montrö Uluslar arası Sözleşmenin hükümlerini dikkatle takip ve denetlemekle yürütecektir.”

“Montrö Sözleşmesinin anlaşmazlık anında, maddeleri arasında dolaşarak bir sonuca varılmasını ümid etmek yanlıştır veya hiç değilse yeterli değildir. Sözleşmede görülen maddeler pek çok değişik önerilerin ve bu önerilerin arkasında yatan pek farklı siyasi ve askeri düşüncelerin bağdaştırılması ile meydana gelmişlerdir ve ancak konferans tutanakları okundukça ve belgelerden sezilecek art niyetlere hakim olundukça bu maddelerin ruhuna ulaşmak mümkündür. ”

Montrö Genel Oturum Tutanaklarından Temsilci Heyetleri Başkanlarının ve temsilcilerinin dikkat çekici söylevlerinden bazıları aşağıda verilmektedir:

Tevfik Rüştü ARAS,  Dışişleri Bakanı (Türkiye):

“………… Türkiye’nin yaralanmaya en açık noktası Boğazları’dır. Bunu korumak onun hakkıdır.”

N. MENEMENCİOĞLU, Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri (Türkiye):

“Lozan Sözleşmesinin koymuş olduğu ayrıcalıklı ortaklarca (imtiyazlı şirketlerce) yapılan hizmetlerde, Devletçe yapılan hizmetler arasındaki ayırımın sürüp gitmemesine önem verdik.” Sağlık hizmetleri, kılavuzluk hizmetleri ve fenerler hizmetleri gibi zorunlu hizmetleri eşitlik düzeyine getirmeye özel bir önem verdik.”

“ ……………. Marmara iç, denizinide kapsamak üzere, Boğazlar Bölgesinin güvenliği söz konusudur. Bu bölgede, yabancı savaş gemilerinin geçişi, Türkiye’nin ve donanmsının güvenliğine hiçbir durumda bir tehdit oluşturmamalıdır.”

“Karadeniz’in özel konumu ile, kıyıdaşların güvenliğine ilişkindir. Tek bir girişi olan bu denize, bu bölgede herkesin isteğine uygun düşen, gürültüsüz patırsısız bir yaşam kurmuş olan kıyıdaşların savunulmayan kıyılarını ve çok küçük tutulmuş donanmalarını tehlikeye sokabilecek güçte yabancı savaş gemilerinin girişine, zarar görmeden, izin verilemez. Böyle olunca, bu denize girebilecek kıyıdaş-olmayan Devletlerin toplam kuvvetleri için ikinci bir kuvvet sınırlaması öngörülmüştür.”    

N. TİTULESCO,  Dışişleri Bakanı (Romanya):

“Ben Boğazlar’ın Türkiye’nin yüreği bile olduğunu söyleyeceğim. Şu var ki Boğazlar aynı zamanda Romanya’nın ciğerleridir…..Balkan Paktı ile, bu iki ülke yazgılarını Yunanistan’la, Yugoslavya’nın da yazgılarını birbirine bağlamışlardır.”

Türkiye Cumhuriyeti Temsilcisi T.R. ARAS:

“… Bir Devlet kendisini tehdit altında görünce, bir takım önlemler alır ve gemilerin geçişi bir takım koşullara bağlanır. Bu koşullara uyabilecek bütün gemilerin geçebileceği, bizi bombalamak için gelenin de geçiş yasağı ile karşılaşacağı bellidir…… Türkiye bütün bu gemilerin geçişini sağlamak için her türlü önlemleri alacaktır.”

Lord STANHOPE, Bayındırlık İşleri Birinci Komiseri (Birleşik Krallık):

“…….Türkiye’nin, koşulların bugünkünden başka olduğu bir dönemde hazırlanmış bir sözleşmenin hükümlerini değiştirmek istemesi doğaldır………… “Herbiri birçok ulusun topraklarını yalayan, iki denizi birleştiren uluslararsı bir deniz ulaşım yolunun söz konusu olduğunu unutmamalıyız. Hiçbir biçimde Türkiye’nin eğemenliğini kullanmasına karışmaksızın, bu uluslar arası yoldan gemilerin geçişine ilişkin olarak yayınlanabilecek yönetmeliğin uygulanmasına göz kulak olacak, uluslararası bir organın bulunmaması ilkesinden vazgeçilmemesini telkin etmek isterim. Bu yüzden, bu sorunu, sözleşme tasarısının tartışılmasına ayrıntılı olarak giriştiğimiz zaman, yeniden ortaya atmak hakkımı saklı tutuyorum.”

“…. Sonuç olarak istediğim,……. sözleşmenin …. belki de sonsuzluğa dek sürüp gitmesidir.”

W. RENDEL, Birleşik Krallık Büyükelçilik Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı, Doğu İşleri Bürosu Başkanı (İngiltere): “….Lord Stanhope’ın (Karadeniz’e girişleri) yalnızca nezaket ziyaretleriyle kısıtılamanın hiç de haklı görülmeyeceği konusunda görüşünü bildiren sözlerini konferansa anımsatırım. Lord Stanhope, Majesteleri Hükümetinin her zaman açık ve uluslar arası bir deniz saydığı Karadeniz’de yabancı bir donanmanın ziyaretini tam anlamıyla haklı gösterecek nedenler sayılabilecek pek çok yasal ve barışcıl askeri denizcilik işlerinden söz etmişti. …… Ziyarette bulunabilmesini gerektirecek akla yatkın pek çok amaç vardır”        Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Temsilcisi M. LİTVİNOFF’un cevabı:

“Bu görüşmeyi, Birleşik Krallık temsilcisinin ortaya attığı, Karadeniz’in uluslar arası niteliği, açık deniz oluşu konusunun tartışılmasına vesile yapmak istemiyorum; Hükümetim bu görüşü kabul etmemektedir. İngiliz Amirallik Dairesinin arşivlerinden ne biçim olaylar çıkarılırsa çıkarılsın, Lozan Sözleşmesinden bu yana, Karadeniz’de bir yardım gerektirecek tek bir olay gösterilemez……. Karadeniz’e yapılacak ziyaretlerin amaçları arasında bu insancıl da amaçların bulunmasına karşı çıkmamaktayım; ancak bunun 15.000 tonluk bir artışa yol açmasını kabul edemem. Bunu kabul etmek, kimi durumlarda, Karadeniz’de kendi deniz kuvvetlerimizden daha üstün kuvvetlerle karşılaşabileceğimiz demek olur.”

Romanya Temsilcisi  V.PELLA’nın cevabı (La Haye’de Olağanüstü Temsilci ve Tamyetkili Ortaelçi):

“ ………… Karadeniz’e insancıl amaçlarla girecek bir donanma, burada aylarca, yıllarca bile kalabilir.”   

Paul BONCOUR, Senatör, Fransa’nın Milletler Cemiyetinde Sürekli Temsilcisi (Fransa): 

“Türkiye’nin güvenliği, elbette Türkiye’nin bu düşünceyi üstün kılma çabasında bulunması onun hakkıdır. B. Aras’ın ülkenin çıkalarını incelikten ayrılmayan nasıl bir direngenlikle savunduğunu yeterince bildiğimiz için, görüşünü öylesine bir güçle ortaya koyacağını da düşünebiliyorum. Şu var ki öteki ülkelerin güvenliğini de göz önünde tutmak gerekir; bu ülkeleride aşarak, burada ulaşım yollarının özgürlüğü ile Boğazlar’dan geçiş özgürlüğü görünümünü alan, barışın genel yararı da söz konusudur.”

“… Avrupa ile Asya arasında, öte yandan da, Akdeniz ile Karadeniz arasında geçiş olanağının açıkça belirtilmesine büyük önem vermekteyiz. Bizim bu kaygımızı iyice değerlendirmek için, deniz ulaşımı ile hava ulaşımı arasında, tam bir benzerlik tanımış olan, Lozan Sözleşmesine başvurmak gerekecektir. …….. hava ulaşımı özgürlüğüne olanak tanımak için, bize ya kuzeyden güneye, ya batıdan doğuya uygulanabilir bir geçiş bölgesi göstermesi de gerekir.” 

Türkiye Cumhuriyeti Temsilcisi T.R. ARAS’ın  cevabı:

“Tartışma konumuz, Boğazlar bölgesidir. Şimdiye kadar, Türkiye, bu bölge dışında hiçbir yükümlülük üstlenmemiştir. İlk günden beri, askeri bölgeler üzerindeki uçuşlarla, enlemesine ve boylamasına ulaşım özgürlüğünü bağdaştıracağımızı belirttik. Bu Avrupa ile Asya arasında uçuşa olanak vermek için kolaylıklar sağlayacağımız anlamına gelmez.; çünkü bu Konferansta hiçbir biçimde söz konusu olmayacak, topraklarımız bulunmaktadır……….bu Konferanstaki görüşmeleri Boğazlar bölgesinden başka bir konuya taşımamalarını dileyeceğim.…….bir kez daha söyleyeyim, üzerinde hiçbir bağlantıya girmek istemediğimiz Türk toprakları vardır.”

Romanya Temsilcisi C.CONTZESCO’nun cevabı:

“….. Yasak bölgeler konusunda, Türkiye, her türlü hakka sahiptir ve bunların sınırlarını belirtmesi, bunlara saygı gösterilmesi için yeterlidir.”

Fransız Temsilci BONCOUR’un görüşü: 

“….. bu ilkelerden biri, Türkiye’nin askeri güvenlik nedeniyle Boğazlar Bölgesi’nde uçakların uçuşları yasaklanacak bölgeler kurma yetkisine sahip olduğudur; ikincisi de, bunun karşılığında, uluslar arası ulaşım için Boğazlar Bölgesi üstünde uçması gereken uçakların, Türk Hükümetince saptanacak yolları izleyebilecekleri ve Türk Hükümeti’nin, bu geçişin olağan koşullar altında yapılması için gerekli bütün kolaylıkları sağlayacağı üstleneceğidir.”      

 Maxime LİTVİNOFF, Dışişleri Halk Komiseri (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği):

“……….Boğazlar’ın bizim için yalnız ülkemi dış dünyaya bağlayan değil, aynı zamanda ülkenin çeşitli parçalarını da birbirlerine bağlayan bir can damarı niteliğinde olduğunu söyleyeceğim. Bana öyle görünüyor ki, Lozan Sözleşmesinin gözden geçirilmesi sorunu, barışcıl niyetlerle dolu olarak bu konferansa katılan herkesin iyi niyetiyle, Karadenizdeki Devletlerden hepsinin çıkarlarını korumakla birlikte, Türkiye’nin haklı istemlerini karşılayarak çözülebilir. Aynı zamanda, Karadeniz Bölgesindem barış sağlanmış ve güç kazanmış olacaktır; bu da evrensel barışın sağlamlaştırılmasında katkıda bulunacaktır….. “Boğazların kapalılığı, yalnız Türkiye’nin değil, bütün Karadeniz Devletlerinin güvenliği bakımından çok büyük bir önemdedir.”

“…… Karadeniz’le coğrafya bakımından aynı durumda olan bir başka deniz bulunması gerçeği görmemezlikten gelinemez. Akdeniz kapalı bir deniz değildir.; bu denize iki ucundan girebilirsiniz; başka denizler içinde bu böyledir. Ancak Karadeniz’ girmek istiyorsanız belli bir amaçla girmek istemektesiniz” Bu amaç, ziyarette olabilir, güç durumda kalmış bir devletin yardımına, Milletler Cemiyetinin bir kararınının uygulamasını sağlamakta olabilir. Ben, yabancı gemilerin Karadeniz’e girebilmeleri için, başka bir yasal amaç düşünmekte güçlük çekmekteyim.”

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Temsilcisi  LİTVİNOFF:

“Ben de tıpkı Japonya temsilcisi gibi, çeşitli ülkelerin çeşitli denizlerindeki gemilerinin dolaşımının bilinmesinde yarar olabileceğini görüşündeyim. ………… Anlayamadığım, Pasifik’de ve öteki okyanuslarda ne olup bittiği konusunda hiçbir bilgi alınmazken, Karadeniz’deki gemilerin dolaşım konusunda niçin özel bilgi niçin özel bilgi sahibi olunması gerektiğidir. Devletlerin, Karadeniz deniz kuvvetlerinin dolaşımına ilişkin bilgi edinirken, bunun yanında dünyanın başka yerlerinde olanlardan habersiz kalmalarını anlayamıyorum.”           

Dr. Nicolas P. NİCOLAEV, Tamyetkili Ortaelçi, Dışişleri ve Mezhepler Bakanlığı Genel Sekreteri (Bulgaristan):  

“……………….Onüç yıl önce, herkeste, büyük Devletlerin, silahların adım adım sınırlanmasına doğru yol aldıkları izlenimi vardı. Bu Devletler, …. imzalanmış 1919 Barış Anlaşmaları uyarınca da buna uymak zorundaydılar. Gerçekte, neler olup bitti? Andlaşmaların öngördüğü silahların sınırlandırılması gerçekleşemedi. Tam tersine ve silahsızlanma doğrultusunda harcanan bütün o çabalar ne olursa olsun, bugün baş döndürücü bir silahlanma yarışının tanıklarıyız.      

Lozan Sözleşmesinin kimi hükümleri, bugünkü koşullar altında, uygulanamaz olmuştur. Türk Hükümeti, bu hükümlerin, barışı tehlikeye sokmaksızın, sürdürülemeyeceği kanısındadır. Bu yüzden sözleşmenin gözden geçirilmesi gerektiğini düşünmektedir.”

Birleşik Krallık Temsilcisi Lord STANLEY:

“…….. Türk Hükümetinin ulusal yetkilerine ve yetkisine (otoritesine) dokunmak söz konusu değildir. Bununla birlikte, bu maddenin (Uluslararası Komisyona ilişkin) tasarı metninde kalmasında, şu iki nedenle direnmekteyiz: Birincisi, bu çeşit bir uluslar arası komisyonun ortadan kalkmasının, başka komisyonlar açısından -hem yalnız Avrupa’da değil –üzücü sonuçlar yaratabileceğidir. Şimdilik ikinci neden yalnız yönetimle ilişkilidir”. Komisyonun tek görevi, ilgili hükümetlere ve olanağı çıktıkça, Türk Hükümetine  yardımcı olmaktadır.”  Bu komisyon, yıllardan beri, hiçbir sürtüşmeye meydan vermeksizin çalışmaktadır; tersine önemli hizmetleri olmuştur.”

Birleşik Krallık Temsilcisi Lord STANLEY’in söylevinden Lozan Antlaşması ile kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasının istenmediği izlenimine varılmakla birlikte söylevlerinde belirtildiği üzere Türk hükümetinin ulusal yetkilerine dokunmanın söz konusu olmadığı da vurgulanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Temsilcisi T.R. ARAS’ın  cevabı:

“…….bu egemenlik ülkemin zaten kendiliğinden tüm sahip olduğu bir egemenliktir; Türkiye bunu büyük bir kıskançlıkla korumaktadır; kaldı ki bu egemenlik dokunulmazdır.”

Halka açık 17. Oturumda Konferans Başkan Yardımcısı Yunanistan Temsilcisi N. POLİTİS ‘in söylevi:

Benim gözümde, yıllardan beri ülkeme sarsılmaz dostluk bağlarıyla bulunan Türkiye’den daha çok böyle bir yardımı hak etmiş ülke bulunamazdı. Bu başarıdan sonra, Türkiye, buradan dünya gözünde moral açısından daha da yücelmiş olarak, uluslar arası haklılığın sancaktarı, uluslar arasında uzlaşmanın koruyucusu ve barışın düzenlenmesinin savunucusu olarak çıkmaktadır. Türkiye’yi dünyanın gözünde yücelten her şey, dostları için de bir kazançtır.”

Halka açık 18. Oturumda Montrö Sözleşmesinin imzalanmasından sonra Temsilci Heyetleri Başkanlarının Konuşmalarından bazıları:

Türkiye Temsilcisi T.R. ARAS: 

Montreaux Senedi, savaş sonrası politikasının bir aşaması olmuştur. Burada ortaya çıkan anlaşma, umudunu yitirmiş birçok yüreğe cesaret vermiş, dünya üzerinde yeni bir umut parlatmış, barış davasına yeni bir dayanak sağlamış, ve böylece bir düzenleme çerçevesini aşarak, uluslar arası anlaşma alanında, halklar önünde açılacak bir yükselme çağına izlerini bırakmıştır. Bu yolda bize yardımcı olduğunuz için sizlere teşekkür ederim. Alınan sonuç, bütün halklarla barış ve yaklaşma politikamızı tam anlamıyla doyurmaktadır.; bu sonuç, sizlerden her birinizin isteklerini de karşıladığı içindir ki, en büyük önemi taşıyan siyasal bir anlam kazanmaktadır. Biz, Boğazlar’dan geçişi-sizlerle- ama herkes için- düzenlemiş bulunmaktayız.”    

Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Temsilcisi  LİTVİNOFF:

“Bu Konferansın sonuçları uluslar arası yaşamın, dalmış bulunduğu kısır görüşme ve tartışmalar çıkmasından yakında kesinlikle kurtularak, gerçek uluslar arası işbirliği okyanusuna dalacağı ve sonunda, girişinde “Bütün halklar için genel barış ve güvenlik” sözlerinin yazılı olduğu limana varacağı umudunu bizlere vermektedir.” Ülkem Türk dürüstlüğüne sınırsız bir inanç göstermekte, XVI. Yüzyılda, ölüm döşeğinde “Günün birinde düşmanlarınızdan biriyle uyuşmanız gerekirse, Türkleri seçiniz en dürüst onlardır” sözünü söyleyen zamanın hükümdarı Prens Büyük Etienne’nin vasiyetini yerine getirmekten başka bir şey yapmamış olmaktadır. Türkiye bugün düşmanımız değil, dürüstlüğüne en çok güvendiğimiz sağlam bir dostumuz olduğuna göre, onunla anlaşmak daha da kolaydır.”

Japonya Temsilcisi B. SATO: “B. Aras, Türk ulusunun kurduğu düşe uygun olan amacı, bu yüksek niteliklerive değerli yardımcısı Büyükelçi Menemencioğlu’nun da işbirliğiyle gerçekleşmiştir. Türk temsilci heyetinin sayın üyeleri, yalnız diplomasinizin barışçı silahlarını kullanarak başarıya ulaştığı bu işten, haklı olarak gurur duyabilirsiniz…..Bu Belgenin bir nüshası da, Montreaux’dan Uzak Doğuya  doğru yola çıkacaktır.; dilerim ki;, Asya’nın Uzak Batısında barışın korunmasını sağlamak için yapılmış olan bu belge, yararlı etkilerini dünyanın bu bölgesinden en uzaktaki ülkelere kadar duyursun!”

 Fransa Temsilcisi BONCOUR:   “Bunu kime borçluyuz?

Sizlere, haklı isteklerinizi elde etmek için yasa yolunu seçmiş olan Türk halkının değerli temsilcilerine! Yüzyıllardan beri ve özellikle XIX. yüzyılda Avrupa’yı derinden sarsmış olan tarihsel anlaşmazlıkların ötesinde gerekli formülleri bulup çıkartmak için çaba harcayan, buradaki herkese! Bunu Büyük Britanya İmparatorluğu’nun,…………. temsilcilerine borçluyuz. Ancak, unutmamak gerekir ki, bunu, bütün bu dava uğrunda ölenlere de borçlu bulunmaktayız. Sevgili meslektaşlarım, barış adamları, barış için çalışan diplomatlar olarak,, harcadığımız çabaların, ancak bütün bu şehitlerin, bütün vatanların verdiği şehitlerin, bugün bir mezar kardeşliği şeklinde uyuyan şehitlerin özverisi ile olanak içine girdiğini anımsamanın uygun düşeceği doğru değil midir?.”

Yugoslavya Temsilcisi B. SOUBBOTİTCH:

“Kurduğumuz ve bu konferansta doğan yeni rejimin, hiç kimseyi dışında bırakmaksızın, herkese yararlı bir rejim olacağı umudundayız; buna tam bir güven duymaktayız…. Boğazlara yeniden sahip olan Türkiye’ye karşı yüksek güven.”   

Bulgaristan Temsilcisi   Dr. Nicolas P. NİCOLAEV:

“… Sözleşmemiz barış yönünde önemli bir aşama oluşturmaktadır. Sözleşmemiz dünyaya çok önemli işaretler vermektedir.”

Yunanistan Temsilcisi Konferans Başkan Yardımcısı N.POLİTİS:

Uzaklarda dünyanın en güzel manzaralarından birine uzanan Çanakkale Boğazı deniz yolunu görür gibi olmaktayım; en dipte İstanbul’la bu konumu Barış Tanrıçası’nın seçtiği yer olarak düşünebiliyorum. İlkçağlarda ona adanmış tapınaklar vardı; bu tapınakların kapıları, kötü insanların zorbalığa başvurmayı akıllarından geçirebildiği sürece, kapalı kalmaktaydı. Çanakkale Boğazı’nın Türkiye’nin mutluluğu, dünyanın gönenci, insanlığın ilerlemesi için açık duran büyük bir mutluluk ve barış kentinin giriş kapısı olmasını dilerim…… Türkiye barışsever bir ülkedir. Türkiye hem kendisi ve hem de başkaları için, böyle kalmak istemektedir. Yüreğimin derinliğinden bu dilediğim, Türkiye’nin bu dileğinin gerçekleşmesidir.”  

Kanal İstanbul’un Montrö Sözleşmesi Açısından Değerlendirilmesi:

Türk Boğazları’ndaki artan gemi özellikle tanker trafiğini ve gemi beklemelerini azaltmak ve İstanbul Boğazı’nın emniyetini ve çevre güvenliğini arttırmak amacıyla Kanal İstanbul Projesi hayata geçirilecektir. Yeni bir su yolu Kanal İstanbul Projesi’nin hayata geçirilmesi durumunda Dünyada tüm boğaz, nehir ve kanallarda yapıldığı gibi Kanal İstanbul için de bir geçiş rejimi ve buna ilişkin hukuki bir düzenlemeler yapılması gereklidir.

Kanal İstanbul’da gemi trafiğinin emniyetli seyrini sağlamak amacıyla Türk Boğazları’ndakine benzer “Kanal İstanbul Deniz Trafik Tüzüğü”nün oluşturulması ve Türk Boğazları’nda kurulan Gemi Trafik Sistemi’nin tesis edilmesi gereklidir.  Tüzüğün maddelerinin Montrö Sözleşmesi ve Denizde Çatışmayı Önleme Sözleşmesi (COLREG 72) dikkate alınarak Türk Boğazları Deniz Trafik Tüzüğü’ne  benzer bir düzenleme olması gerekmektedir.22

Montrö Sözleşmesi ve denizlerde seyrü sefer serbestisi ilkesini benimseyen uluslar arası hukuka uygunluk açısından Kanal İstanbul’dan geçiş Montrö Sözleşmesi’nin 2. Maddesi gibi uluslar arası seyrüsefere açık olmalı,  duraksız geçen gemiler, gece ve gündüz, bayrakları ve hamuleleri ne olursa olsun “tam serbest” geçiş hakkına sahip olmalıdır.22

Kıyı devletinin transit geçen gemiye karşı hak ve yükümlülüklerinin zararsız geçişe oranla daha kısıtlı olması nedeniyle Türkiye’nin haklarının kısıtlanmaması açısından Kanal İstanbul’dan geçişin Türk Boğazları için Montrö Sözleşmesi’nde düzenlendiği gibi zararsız olması gerekmektedir.22

Sözleşmenin 18. Maddesine göre; Karadeniz’e giriş-çıkış yapabilecek en büyük savaş gemisinin deplasman ağırlığı 30.000 tonluk toplam tonaj olacak, aynı ölçüde ve en çok 45.000 tona varıncaya değin arttırılacaktır. Montrö Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği tarihte, 30.000 ton ağırlık en büyük savaş gemisi olan ağır kruvazörlerin deplasman ağırlığını teşkil etmekteydi. Günümüzde savaş gemileri özellikle uçak gemilerinin deplasman tonu 30.000 tonun üzerindedir. Kanal İstanbul’dan Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelerin savaş gemileri, denizaltılar, uçak gemileri ve büyük zırhlı gemilerinin geçmesi durumunda Karadeniz’in ve kıyıdaş ülkelerin güvenliği açısından Montrö Sözleşmesinin 18. Maddesindeki gibi bunların Karadeniz’de kalma süresi ve toplam tonajına sınırlama getirilmelidir.

Kanal İstanbul’dan hangi gemilerin geçeceği, zorunlu kılavuzluk ve alınacak ücretlerin Montrö’ye etkileri hukuki ve teknik boyutları ile çok iyi irdelenmelidir. Ayrıca, Montrö Sözleşmesine göre Türk Boğazları’ndan tonaj sınırlaması nedeniyle geçemeyen askeri gemilerin söz konusu Kanaldan geçip geçemeyeceği ve bunun Montrö Sözleşmesi ile ülkemiz ve Karadeniz güvenliğine siyasi, stratejik ve hukuki etkileri detaylı olarak detaylı irdelenmelidir.

Kanal İstanbul’un hukuki statüsü belirlenirken ve buna ilişkin hukuki düzenlemeler hazırlanırken düzenleyicilerin Montrö tutanaklarını detaylı incelemesi ve tutanaklardaki stratejileri iyi analiz etmeleri gerektiği düşünülmektedir.

Türkiye’nin kendi egemenlik alanında, yapay bir su yolu inşa etmesine uluslar arası hukuk açısından bir engel yoktur. Ancak, yukarıda belirtildiği üzere, İstanbul Kanalı’na ilişkin yapılan hukuki düzenlemelere Montrö Sözleşmesi hükümleri ile aynı olan bir düzenleme getirilmelidir. Kanal İstanbul uluslar arası seyrüsefere açık olmalı,  duraksız geçen gemiler “tam serbest” geçiş hakkına sahip olmalı, geçiş zararsız olmalı, Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelerin savaş gemileri, denizaltılar, uçak gemileri ve büyük zırhlı gemilerinin geçmesi durumunda bunların Karadeniz’de kalma süresi ve toplam tonajına sınırlama getirilmeli ve Montrö Sözleşmesi’nde kazandığımız haklar korunmalıdır.

Sonuç ve Değerlendirme

Jeostratejik ve jeopolitik önemi haiz ve  stratejik bir “Doğu-Batı Enerji Koridoru” olan Karadeniz önümüzdeki dönemlerde uluslar arası politikadaki dengeler üzerinde daha da etkili olacaktır. Karadeniz; hem Türkiye’nin, hem kıyıdaş ülkelerin ve hem de  bölge ülkelerinin  güvenliğini sağlamakta olup, aynı zananda küresel güvenlik niteliğindedir. Montrö Sözleşmesi ülkemiz, Karadeniz güvenliği ve bölge barışını sağlaması açısından da oldukça önemli bir sözleşmedir. 

Montrö Sözleşmesindeki düzenlemeler sayesinde İkinci Dünya Savaşında Montrö Sözleşmesi’ne sadakat gösteren Türkiye Cumhuriyeti Boğazları kapalı tutmuş, bu durum güçlü Alman denizaltı gemilerinin, Ege Denizi yoluyla Boğazlardan Karadeniz!e geçerek, Alman sevk ve idaresinin Karadeniz’e girmesi imkanını bırakmamıştır.

Montrö Sözleşmesi’nin 2. Maddesi uyarınca; Türk Boğazları, uluslar arası seyrüsefere açık olup,  duraksız geçen gemilerin, gece ve gündüz, bayrakları ve hamuleleri ne olursa olsun “tam serbest” geçiş hakkına sahiptir. Montrö Sözleşmesi’nin 28. maddesine göre; Boğazlardan geçiş serbestliği ilkesi sonsuz olarak belirlenmiş olup, Türk Boğazları’nın uluslar arası seyrü sefere kapatılmasının mümkün değildir.

Bu nedenle, Boğazların uluslararası trafiği kapanması ya da tankerlere Kanal İstanbul’dan geçme zorunluluğu getirilmesi uluslar arası hukukçuların da hem fikir olacağı üzere Boğazlardaki ulaşım özgürlüğüne son verme anlamına gelir ki bu da Montrö Sözleşmes’nin  2. ve 28. Maddelerine aykırı olduğu gibi denizlerdeki seyir ve sefer serbestisi (Mare Liberum) ilkesini benimseyen uluslararası hukuka da aykırı olup, Montrö Sözleşmesinin korunmasını da olumsuz yönde etkiler.

Türkiye Montrö Sözleşmesi’nin imzalandığı 1936 yılından beri Boğazlardaki uluslar arası deniz trafiğini hiç aksatmamış, emniyetli ve güvenli geçiş için “Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü”nü yürürlüğe sokmuş, Boğazlarda Gemi Trafik Sistemi gibi modern seyir emniyeti sistemlerini tesis etmiş, serbest geçiş ilkesi çerçevesinde Montrö Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerini layıkıyla yerine getirmiştir ve getirmektedir.

Montre Konferansı’ında Romanya Temsilcisi N. TİTULESCO “Ben Boğazlar’ın Türkiye’nin yüreği bile olduğunu söyleyeceğim. Şu var ki Boğazlar aynı zamanda Romanya’nın ciğerleridir.” demiştir.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Temsilcisi M. LİTVİNOFF Boğazları “Boğazları bizim için yalnız ülkemi dış dünyaya bağlayan değil, aynı zamanda ülkenin çeşitli parçalarını da birbirlerine bağlayan bir can damarı niteliğinde olduğunu söyleyeceğim.” şeklinde ifade etmiştir.

Montrö Tutanakları’ndan da görüleceği üzere; Montrö Konferansı’nda, Türkiye Cumhuriyeti tarafından hazırlanan Sözleşme Taslağı’nda Türkiye’nin çok haklı isteklerini ilgili devletlere en iyi şekilde anlatabilmek için üzerinde titizlikle çalışılmış, her bir kelimenin anlamı iyice düşünülmüş, tartılmış, Türkiye açısından olumsuz yaratabilecek şekilde manasının farklı yerlere çekilmesini önlemek için her aşamasının üzerinde önemle durulmuş ve Türk Heyeti tarafından oldukça başarılı bir diplomasi ile kararlı ve istikrarlı bir şekilde savunulmuştur.

Türkiye’nin kendi egemenlik alanında, yapay bir su yolu inşa etmesi uluslar arası hukuk açısından engel değildir. Ancak, Kanal İstanbul’a ilişkin yapılan hukuki düzenlemelerde Türk Boğazları’ndaki egemenlik haklarını aldığımız Montrö Sözleşmesi’nde kazandığımız hakları korumak koşuluyla, Montrö Sözleşmesi hükümleri ile aynı olan bir düzenleme getirilmesi zaruridir. Kanal İstanbul’dan geçişin Montrö Sözleşmesi’ndeki gibi serbest geçiş hakkına sahip olması, zararsız olması ve Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelerin savaş gemileri, denizaltılar, uçak gemileri ve büyük zırhlı gemilerinin Kanal İstanbul’dan geçmesi durumunda bunların Karadeniz’de kalma süresi ve toplam tonajına sınırlama getirilmelidir. Kanal İstanbul’un geçiş rejimi ve buna ilişkin yapılacak hukuki düzenlemeler Montrö Sözleşmesi ve taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere halel getirmeden, uluslar arası hukukun ve uluslar arası ilişkilerin doğasına uygun olarak yapılmalıdır.

Montrö Konferans görüşmeleri sırasında Yunanistan Temsilcisi Konferans Başkan Yardımcısı’nın N.POLİTİS “Türkiye barışsever bir ülkedir. Türkiye hem kendisi ve hem de başkaları için, böyle kalmak istemektedir” söylevine vurgu yapılarak; hem Montrö Sözleşmesi’ni koruma ve hem de Kanal İstanbul’dan gemilerin geçiş rejimine Montrö Sözleşmesi ile aynı bir düzenleme getirme konusunda Türkiye’nin ve söz konusu düzenlemeyi destekleyecek diğer ülkelerin evrensel barışı korumak adına tarihi bir sorumluluğu olduğu düşünülmektedir.

Japonya Temsilcisi B. SATO’nun Montrö Konferansı’nda “…..  dilerim ki;, Asya’nın Uzak Batısında barışın korunmasını sağlamak için yapılmış olan bu belge, yararlı etkilerini dünyanın bu bölgesinden en uzaktaki ülkelere kadar duyursun!” şeklinde ifade ettiği gibi Kanal İstanbul’a ilişkin düzenlemelerin de Montrö Sözleşmesi gibi evrensel barışı sağlayıcı etkileri Türkiye’den dünyanın en uzak bölgelerine kadar ulaşsın.

Türkiye, Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını, Mustafa Kemal Atatürk’ün diplomatik başarılarından biri olan Balkan komşularıyla iyi dostluk ilişkilerini perçinleyerek oluşturduğu başarılı bir Balkan Paktı ve  genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Tevfik Rüştü Aras Başkanlığında Türk Delegasyonu’nun kararlı, cesur ve dik duruşlu bir dış politikası ile kazanmıştır. Bize Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tekrar Boğazlardaki egemenlik haklarımızı kazandıran Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Tevfik Rüştü Aras Başkanlığında Türk Delegasyonu’na büyük bir şükran ve minnet borçluyuz.

Ayrıca, Montrö Konferansında Fransa Temsilcisi Boncour’un “….unutmamak gerekir ki, bunu, bütün bu dava uğrunda ölenlere de borçlu bulunmaktayız. … bütün bu şehitlerin, bütün vatanların verdiği şehitlerin …….. özverisi ile olanak içine girdiğini anımsamanın uygun düşeceği doğru değil midir” dile getirdiği gibi Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlardaki egemenliğimizi tekrar kazanmamıza olanak sağlayan bu güzel vatanı borçlu olduğumuz şehitlerimize de borçluyuz.

Türk Boğazları; Türkiye, Karadeniz ve bölge ülkelerinin güvenliği ile sürdürülebilir güvenli deniz ticareti için Türkiye’nin yüreği, bu yüreğin can damarı da Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi yürürlüğe girdiği tarihten bu yana geçen 77 yıllık süreçte ülkemiz, Karadeniz ve bölge güvenliğini sağlamış, bölge ve dünya barışına önemli katkıları olmuştur. Günümüzde Türk Boğazları siyasal gelişmeler paralelinde daha fazla önem arz etmekte, daha fazla hassasiyet kazanmakta olup, Montrö Sözleşmesi’ni korunması ve buna ilişkin stratejiler geliştirilmesi zaruridir.


Kaynaklar: 1.      Hasan Kanbolat, Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği, Stratejik Analiz, No. 72 Nisan 2006, s. 24-36.

2.      Gökhan Koçer, Karadeniz’in Jeopolitiği ve Güvenliği: Türkiye Perspektifi, Uluslararası Deniz Hukuku’nda Kıyı Devletinin Gemilere El Koyma Yetkisinin Sınırları Sempozyumu, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Kitapları, No:2, ORSAM Karadeniz Kitapları No:1, s. 2-33, Trabzon, 24-25 Mart 2011.

3.      Cemal Tukin, Osmanlı İmparatorluğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İstanbul, 1947;

4.      Güner Kılıç, Osmanlı Döneminde Boğazlar Meselesi, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne, s. 12–19, 1999.

5.      Nilüfer Oral, “Boğazların Dünü, Bugünü, Yarını”,                   http://www.turkishpilots.org.tr/DOCUMENTS/Nilüfer_Oral/

6.      Sami Pınarakar, Türk Boğazlarının Siyasal ve Hukuksal Rejimi ve Türkiye’nin Geçişi Düzenleme Yetkisi, Yüksek Lisans Tezi, T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, s. 6-8, 114, 119, 1998..

7.      Güven Erkaya, Türk Boğazları, http://www.denizce.com/guvenerkaya002.asp

8.      Aslı Nur Sencer, Tevfik Rüştü Aras Dönemi Olaylarla Türk Dış Politikası, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi A.B.D,  s. 95-104, İstanbul, 2006.

9.      Mehmet Gönlübol, Cem Sar, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası (1919-1938), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s. 106, Ankara, 1997.

10.  T.C. Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, “Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Montrö ve Savaş Öncesi Yılları (1935-1939)”, Ankara, s. 109-130.

11.  Yüksel İnan, “Te Current Regime of Te Turkish Straits”, Journal of International Aairs, Volume VI, No. 1, Dışişleri Bakanlığı, SAM, http://www. sam.gov.tr/perceptions/Volume6/March-May2001/inan06.PDF;

12.  Sevin Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri Devletin Yetkisi (Yer ve Kişiler Bakımından Çevresi ve Niteliği, s.165, İstanbul, 1996.

13.  Nur Jale Ece, Necmettin Akten, Nilüfer Oral, Hasan Kanbolat, 75 Yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği Çerçevesinde Türk Boğazları, The 75th Anniversary of Montreaux Convention Regarding The regime Of Turkish Straits” Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM), Rapor No: 51, s. 8-10, Ankara,  Mayıs 2011.

14.  Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisinin V. Dönem 2. Yasama Yılını Açış Konuşmaları, http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d2yy.htm

15.  Cahit İstikbal, IMO’da Türk Boğazı Tartışmalar, 03.01.2010, http://www.denizhaber.com/index.php?sayfa=yazar&id=5&yazi_id=100465

16.  Seha, L., Meray; Osman Olcay, Montreaux Boğazlar Konferansı Tutanaklar, Belgeler, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgİler Fakültesi Yayınları, No:390, s. 24-283 Ekim  Ankara, 1976.