GEMİMİZE KORSANLAR ÇIKARSA BİZ, İNSAN İÇİNE ÇIKAMAYIZ…Uzun bir deniz yolculuğunda, haftalar sürecek bir yolculuğa başlarken ilk olarak aklınızın bir tarafında bulundurmanız gereken en önemli şeylerden biri, sizin dışınızda birçok belirleyenin olduğu bir g

GEMİMİZE KORSANLAR ÇIKARSA BİZ, İNSAN İÇİNE ÇIKAMAYIZ…

Uzun bir deniz yolculuğunda, haftalar sürecek bir yolculuğa başlarken ilk olarak aklınızın bir tarafında bulundurmanız gereken en önemli şeylerden biri, sizin dışınızda birçok belirleyenin olduğu bir gerçeğin içinde olduğunuzdur. Hava şartları, makine arızaları, olası birçok aksi durum yolun süresini olduğu kadar, korumanız gereken moral motivasyonun da belirleyenidir. Bu yüzden bilirsiniz ki, IAGW- WP(if all going well- weather permission) ile biten her yazışmanın sizdeki karşılığı, verilen her tanımlı sürenin aksi olasılıklarıyla düşünülmesi gerektiği ve bunun sonucunda da acele etmemeniz gereken, her şey için çok fazla zamanınızın olduğudur. Daha önce “denizcinin sözüne güven olmaz” başlığıyla da yazdığım bu durum, zamanı kullanma yeteneğinize göre bazen önemli avantajlar sağlarken, bazen de nasıl olsa çok zamanım var duygusuyla, sizi önüne geçemediğiniz bir atalete sürükleyebilir. Makine arızamız sebebiyle Hint Okyanusunda mahsur kaldığımız 4 günün ardından, aylar geçirmişiz duygusundan sıyrılınca, geçtiğimiz korsan bölgesi ve atlattığımız risklerin ardından, gemimizi koruyan security guardlarımız Hakan Çalışkan ve Lütfü Tokuşoğlu ile, korsanlık sorununun onlar tarafından nasıl görüldüğü ve yaptıkları işe ilişkin kırlangıçta yaptığımız sohbetten izler bıraktık geçtiğimiz sulara.  Türkiye’ de Aden Körfezi’nde başlayan korsan saldırılarından, Suriye ile olası bir savaş, sözde Ergenekon Davasından milliyetçiliğe kadar geniş yelpazeye yayılan sohbetimizde, Suriye ile bir savaşta ikirciksiz vicdani retçi olduklarını açıklarlarken, milliyetçiliğin kaba hatlarıyla bir üst kimlik altında yaşanması gereken ülke birliği ile ve diğer millet ve azınlıklarla aynı coğrafyada yaşanabilecek bir üst kimlik olması gerektiği fikri, aynı zamanda "Ergenekon" Davası ile kendilerine uzanabilecek olumsuz olasılıklara karşı da, evlerinde, bilgisayarlarında, özel alanlarında herhangi bir silah, mühimmat ya da bilgi veya belgenin olmadığını açıkça beyan ettikleri hoş sohbetimizin, bulunduğumuz alana ilişkin, yani gemi ve korsan sorunuyla ilgili detayları, sanırım gözle görülenin ötesinde de önemli bilgiler verecek nitelikte.
 
 

Türkiye’ de ve Türk armatöre ait gemilerde deniz korsanlığına karşı ilk ilgi Horizon Gemisi’ nin kaçırılmasıyla birlikte başladı. Durumu Türkiye insanı açısından ilgiye değer kılan gemide bir kadın zabitin olmasıydı. Yanılmıyorsam 3. Kaptan olan bu bayanın gemide olması ve gemi korsanlardan geri alındıktan sonra medyada çokça yer bulmasına sebep olan en önemli faktördü. Somali açıklarında başlayan deniz korsanlığı ve sebepleriyle ilgili bize neler söyleyebilirsiniz?
 
Somali’ deki gemi kaçırma olayları yaklaşık olarak 2005 yılında başladı. Korsan faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte gemiler kaçırıldıkça konuyla ilgili bir güvenlik sektörü gelişmeye başladı. Türkiye’ de ve başka birçok ülkede bununla ilgili güvenlik birimleri oluşturuldu. Sanırım Türkiye’ de ilk olarak 2007 yılında kuruldu ilk güvenlik şirketi.

20 gemi ve yaklaşık 350-400 personel rehin durumda. Gemilerin kaçırılmasından sonra da İngiltere de bulunan avukatlar aracılığıyla korsanlar fidye pazarlığı yapıyorlar. Duyduğumuz kadarıyla da 5 milyon dolar veya daha üstü bir tutardan başlıyor pazarlıklar ve 1.5, 2 milyon dolar civarında anlaşılıyor sonunda. Somali de bulunan bir ev-ana limanda tutulan bu gemiler, belli aşamalarla ve pazarlıklarla oradan kurtarılabilir ve bizim yaptığımız gibi bölgeden geçen tün gemiler silahlı askerlerce korunursa bu sorun aslında bitirilebilecekken, halihazırda mevcut tedbirlere rağmen bitmiyor, bitirilemiyorsa bu da aslında sorunun gerçekte bitirilmek istenmediğini gösteriyor. 

Kimler tarafından bitirilmek istenmiyor?
 
Öncelikle gemilere eskort hizmeti veren şirketlerin büyük çoğunluğu İngiliz firmaları. Bölge korsan saldırıları konusunda birincil derecede riskli olduğu için de gemilerin sigorta primleri riskle orantılı bir şekilde artmış durumda. Yani gemileri sigortalayanlar da, koruyanlarda aynı kişiler gibi. Hatta ve hatta görüşme ve pazarlıkların da İngiltere üzerinden ve İngiliz avukatlar tarafından yapıldığını da düşününce İngiltere bu konunun baş aktörlerinden biri durumunda. Bir de bu konunun Uzakdoğu ticaretine çok büyük etkileri söz konusu. Uzakdoğuya giden ve oradan gelen tüm yükler için özel sigorta primleri ödeniyor, gemilere güvenlik alınıyor, tavsiye edilen emniyetli rotalardan seyir yapmak durumunda kaldıkları için hem zaman hem de ekstra yakıt tüketimine mecbur kalıyorlar ve sonuç olarak bölgeden gelen malların maliyeti artıyor. Sırf bu nedenle bölgeye çalışmayan gemi şirketleri var. Tabii bizde bu işten para kazanıyoruz, bu da meselenin bir başka yüzü. Bizim bitirebileceğimiz bir sorun değil bu, biz sadece bu sorunda bize verilen rolü oynuyoruz.
 
Yani çok kazananlı bir sorun gibi?
 
Tabii, sigorta şirketleri, güvenlik şirketleri konunun başlıca kazananları. Bir de uzakdoğudan gelen malların artan maliyetleri dolayısıyla, dolaylı bir şekilde batının artan rekabet gücünü de gözden kaçırmamak gerekir. Bir de meselenin askeri yüzü var. Birleşmiş milletler gücü altında bölgede bulunan azımsanmayacak bir askeri yapı var. Cibuti de bulunan NATO üssü ve Amerika’nın Yemen’den askeri üs istediği de bilinen gerçekler arasında. Diğer yandan Amerika’ nın Hazar petrollerini Afganistan ve Pakistan üzerinden okyanusa indirmek istediğini ve bunun içinde bölgede yaratmaya çalıştığı karmaşa ve elde edeceği askeri güç ve üstünlük için bölgede güç bulundurduğu, Umman üzerinden Yemen’ i karayolu ile birbirileri bağlayacak ve hatta Yemen ile Cibuti arasında bir köprü projesi bilinen, yazılıp çizilen şeyler. 
 
Bir de çok enteresan, içlerinde Rusya’ nın da bulunduğu bazı ülkelerin bu bölgeye zengin işadamlarına safari yaptırdığını duyduk. Bu tarz gemilere ya da yatlara bu insanları çıkarıyorlar ve ellerine uzun namlulu silahları vererek, Afrika’ da safariye çıkmışlar gibi, gemiye yaklaşan korsanları vurduruyorlar. Teknelerinde yanlarında biraz su, peksimet, bol miktarda benzin ve bir iki silahla yaşayan, aslında gemide alınması zaten zorunlu bazı tedbirlerle(yangın devresinden tazyikli su akıtmak, dikenli tel, güvenlik odası) gemiye çıkmaları geciktirilerek, çıksalarda güvenli odada askeri personelin gemiye gelişine dek zaman kazanarak da korsanları gemiden indirmek ihtimalleri varken, ya da gemide bulunan paraşütlü işaret fişeği ya da basit bir molotof kokteyli gibi payroteknik malzemelerle de geminize yaklaşmalarını engelleyebilecek durumdayken, sırf zevk için böyle safarilerin düzenlenmesi sorundan farklı şekillerde de faydalanıldığını gösteriyor.

Bu durumda bölgedeki otorite boşlukları, savaşlar, ciddi sosyoekonomik dengesizliklerle birlikte açlık ve sefalet göz önüne alındığında, bütün senaryonun uygulanabileceği en elverişli topraklar ve sular yine bölgeden çıkıyor.
 
Tabii, şüphesiz. Somalili korsan hikayeleri aslında sorunların sadece görünen yüzü. 
 
 
 
Nasıl başladınız bu işe?
 
Emekli olduktan sonra özel sektörde çeşitli işlerde çalıştık çoğumuz. Biz genel olarak bu sektörde bu işi yapabilecek en doğru adamlarız aslında. Çünkü hem denizde, gemide bulunup, hem de silahlar-saldırı-savunma konusunda bilgi birikime sahip olup, bunu koruma amaçlı denizde yapabilecek en doğru ekiptir SAT komandolar. Birçok silahlı görevde bulunmuş çeşitli birimlerden askerler, polisler de var, zaten çoğu karada çeşitli güvenlik işlerinde çalışıyorlar. Bu insanlar emekli olduklarında yaklaşık 40 lı yaşlarında oluyorlar ve o yaşına kadar denize hiç çıkmamış, gemilerde hiç bulunmamış o personele hadi gel denizde, gemide güvenlik yap dediğinizde, (bana dönerek) siz de çok iyi biliyorsunuz ki gemi ortamı, deniz şartları herkesin bulunabileceği ve bir işi icra edebileceği alanlar değiller, bu insanlardan gerektiği kadar verimli hizmet almanız çok mümkün olmayabiliyor. Dolayısıyla ortama yatkın olmak, yalpada da fırtınada da ayakta kalabilmek ve en önemlisi tüm özel şartlarına rağmen gemiyi koruyabilir durumda olmak çok önemli. Bu yüzden bu işe en uygun, en hazır birim emekli SAT lar. Yaptığımız iş ve eğitimlerimiz dolayısıyla da zaten emekli olmamıza rağmen bu işi yapabilecek fiziksel kondisyona sahip olmamız dolayısıyla da böyle bir teklif gelince kabul ettik.
 
Türkiye de bu işi yapan kaç firma var? Ayrıca gemilerle ilgili olarak regülasyon, güvenlik firmaları bakımından nasıl?
 
Güvenlik firması anlamında fazla yok. Olmamasının başlıca sebebi de Türkiye de bu konuda kanunlar ve mevzuat uygun değil. Şu anda İMO(uluslar arası denizcilik örgütü) gemide silahlı personele izin verdi. Ama diyor ki öncelikle geminin bağlı bulunduğu bayrak devleti ve geminin gideceği ülkenin kuralları öncelikli ve geçerlidir. Şu anda da Türkiye’ deki kanunlara göre gemilerde silah ve silahlı güvenlik personeli bulundurmanız mümkün değil. Aynı zamanda hiçbir güvenlik şirketi uzun namlulu silah da alamıyor. Çok büyük ve kurumsal bir yeri koruyacak bile olsanız, silahın ruhsatı güvenlik firmasına değil, şirketlerin kendilerine ait oluyor ve siz oraya yalnızca güvenlik personeli olarak gidebiliyorsunuz. Belki doğrusu da bu. Çünkü birçok güvenlik firması paravan şirketler aracılığıyla uzun namlulu silahlar alıp, bunları farklı amaçlar için kullanabilirler. Türkiye de buna uygun boşlukları ve sorunları olan bir ülke. Bu yüzden belki Denizcilik Müsteşarlığı aracılığıyla yetkilendirilecek belli firmalar, dışişlerinin de kontrolü ve yardımıyla, gemilerin gittikleri diğer bayrak devletlerinde silahların nakli ya da tekrar ülkeye geri getirilebilmesi bakımından, sağlanabilir. Mesela İngilizler Cibuti’ de gümrük ve acenteler vasıtasıyla gemilere silahları yüklüyorlar, Sri Lanka da personel silahlarıyla iniyor gemiden, silahlar yine gümrüğe teslim ediliyor ve havayoluyla tekrar geri geliyor. Bunun dışındaki diğer birçok güvenlik firmasıysa illegal yollara başvuruyorlar. İllegal yollarla silahlar temin ediliyor, gemilere yükleniyor ve sonrasında da o silahlar ya saklanıyor ya da denize atılıyor. İngilizlerin sömürgeci tarihsel gerçeklikleri onlara bu anlamda bölgede de önemli avantajlar sağlıyor tabi. Bunun için, yani bu işi regülasyonlara uygun yapabilmek için de bölgenin birçok yerinde ayaklarınızın olması lazım. Kızıl Deniz, Güney Afrika ya da uzak doğuya giderken de Sri Lanka veya Hindistan bir de Basra Körfezi’ ne gidecek gemiler için nakil istasyonlarınızın olması gerekir. İngiltere bu konuda söz konusu bölgelerin hepsinde ayakları olan bir ülke. Bunun dışındaki diğer birçok güvenlik firmasıysa illegal yollarla çözümler üretiyor. Uluslararası sularda bir tekne bulundurup, bir şekilde o tekneye silah ve güvenlik personeli nakillerini gerçekleştiriyorlar. Bunun için de Afrikalı veya Uzakdoğulu ucuz işgücünden faydalanıyorlar. Botlar ya da helikopterlerle personel ve silahı gemilere yükleyip, gidilen liman ya da geçiş bölgesindeki yüzer gezer istasyonlardan da geri indiriyor personeli, veya silahları denize atarak yola devam ediyorlar. Bu durumda Türkiyeli armatörün bu işin altından kalkabilmesi için ya yabancı bir ortağa, ya da dışişleri kanalıyla açılacak yeni avantajlara ihtiyacı var. 
 
 
 
Bir İngiliz güvenlik firmasının geçen bir yılda bölgeden geçirdikleri gemi sayısı 200 civarında. Yaklaşık 50 bin dolar civarında olan tek gemi geçişini düşündüğünüzde bir şirketin bir yıllık geliri sadece 10 milyon civarında. Bu soruna büyük ölçekli olmasa da sadece bizim ülkemiz açısından bakıldığında, yapılacak düzenlemelerle hem bu para yurtiçinde kalabilir, hem de meselenin bir diğer sorun ayağı olan Türk Bandıralı gemilerde yabancı silahlı personel bulundurma ile ilgili yasağın, illegal yollarla çözülmesi sorunu. 
 
Yani mevcut bir sorunu çözmek için üretilen yeni sorunlardan bahsediyoruz aynı zamanda.
 
Tabi yasadışı bir şekilde çözülüyor aslında. Türkiye de güvenlik firmaları nasıl bir şekilde yasal zeminde işlerlik kazandıysa, bu konu içinde yetki verecek makamların, yetkilendirilecek kimselerle, sorunun taraflarıyla, ilgili kurum ve kuruluşlarla bir araya gelip çözüm üretmeleri gerekiyor. 
 
Ana soruna, sorunun çıkış noktasına dönecek olursak, Aden Körfezi, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusuna yayılan oldukça geniş bu bölgede, korsanlık faaliyeti nasıl bitirilir?
 
Öncelikle, güvenlik eksenli bir çözümün, gerçek çözüm sağlamayacağı ya da kısa süreli çözüm olacağı bilinciyle, bölgeden geçen bütün gemilerin silahlı güvenlik alması, sorunun çözümüne büyük ölçüde yarar sağlayacaktır. Çünkü zaten 3 ve üstü şiddette rüzgar ve gemilerin manevra kabiliyetleriyle gemiye çıkışta belli sorunlar yaşayan korsanlar, bir gemide silahlı koruma olduğunu bildiklerinde o gemiye çıkmaya çalışmıyorlar. Üstelik bunun için ateş etmek bile gerekmiyor, görünür bir yere çıkıp silahlarınızı gösterdiğinizde bile vazgeçip uzaklaşabiliyorlar. Bu yüzden gemilerde bulunması gerekli, hatta bir eksik bile olsa limandan kalkmasına izin verilmeyen, personel zorunluluğuna, armatörün inisiyatifine bırakmadan İMO’nun bunu dayatması etkili olabilir. En azından bölgeden geçecek gemiler için. Gemilerde silahlı güvenlik varken gemilere çıkamadıkları biliniyor. Ve böylece bir zaman sonra bu iş korsanlar için de cazip olmaktan çıkacaktır. Diğer yandan sorunun başlangıcı olan esas mevzuya dönecek olursak, şimdiye dek tek geçim kaynakları balıkçılık olan ve bölgede diğer büyük ve batılı ülkelerin ellerinden aldığı bu geçim kaynağına dönmeleri sağlanabilir. Belki o gemiler için verilen fidye paraları yerine, sahip olduklarından daha donanımlı balıkçı tekneleri verilebilir. Yani sorunu kaynağından çözmediğiniz müddetçe alınacak tüm tedbirler sadece herkese biraz daha zaman kazandırır.
Bu arada korsanların elinde tutulan ve bence aslında sorunun gerçek kaybedeni ve mağduru olan denizciler var.
 
Şu anda bilinen, kaçırılmış 17 gemi ve yaklaşık 350-400 civarında kaçırılan personel var ve bilinmelidir ki bu insanlar pek de insani koşullarda yaşamıyorlar. Elektrik yok bu gemilerde, su yok, kumanya yok, günde bir defa sadece pirinçten ibaret bir yemeği ya yiyor ya da yiyemiyorlar, banyo yapamıyorlar ve tüm personel bir alanda toplu bir şekilde tutuluyor. Bir de pazarlık sürecini hızlandırmak ve avantajlı konumda bulunabilmek için personele kesinlikle çok kötü davranılıyor. Karşınızda eli silahlı ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan korsanlar var. Bu da herkesin başa çıkabileceği bir durum değil. Bir de gündeme gelmeyen diğer konular arasında orada rehinken hastalıktan ölen gemiciler var, psikolojik sorunlar yaşayan insanlar var ve bunlar gündeme getirilmiyor. Gündeme getirilse belki de uluslararası bir tepki olacak ve bundan daha çok insan daha çok rahatsızlık duymaya başladıkça sorunu çözün, denecek. Ama denilmiyor, denmesi istenmiyor. Gerçekten de bu işten zarar gören yalnızca denizciler, korsanlarla karşı karşıya kalma talihsizliğini yaşayan gemiciler kaybediyor. Bu yüzden şu da bir gerçek ki kaçırılan gemiler olayın sadece görünen yüzü. Gelecekte altından ne çıkacak bilmiyoruz, bizler de sektörün diğer kazananları gibi şu anda bir şeyler yapıyor, para kazanıyoruz. Gelecekte konunun altından çıkacak gerçek sebep her ne ise uygulamaya başlandığında sorun kendiliğinden bıçak gibi kesilecektir zaten.
 
 
 
Siz, gemiyi ve gemideki insanları korurken aslında büyük de risk altında bulunuyorsunuz. Kendi açınızdan nasıl güvenlik tedbirleri alıyorsunuz?
 
Bizim için en önemli öncelik koruduğumuz gemilerdeki hiçbir personelin başına bir şey gelmemesi. Öncelikle onların can güvenliğinden sorumlu hissediyoruz. Diğer yandan temsil ettiğimiz ve içinden geldiğimiz bir camia var, SAT camiası. Bizim bulunduğumuz gemiye herhangi bir şekilde korsanlar çıkarsa, biz insan içine çıkamayız, bir daha Türkiye’ye dönemeyiz. Bunca yıllık tecrübe ve birikimlerimizle biliyoruz ki çıkılmayacak hiçbir gemi yok, her gemiye çıkılır. Ama her şeyi göze aldıysanız ve gemiyle ilgili bilmeniz gerekenleri biliyorsanız çıkarsınız. Biz de bunları bildiğimiz için gemiye nasıl çıkarmayızı öngörerek hareket etmek zorundayız. Her şeyi göze alarak, canımız pahasına çıkarmayız. Daha önce yaşanmış olaylar var, hatta bir Türk Gemisinde İngiliz güvenlik görevlileri varken korsanlar gemiye çıkıyor ve güvenlik gemiyi terk ediyor ve kahraman gibi de karşılanıyorlar. Biz ne çıkarırız, ne de terk ederiz. 
 
HAKAN ÇALIŞKAN VE LÜTFÜ TOKUŞOĞLU’ NA, DOSTLUKLARI VE DEĞERLİ YARDIM VE PAYLAŞIMLARI İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ. 
 
Sitem Ateş
Uzakyol 5.Kaptanı